Togay Bayatlı

Özeleştiri

29 Mart 2003
<B>BEKLENMEDİK </B>bir kaza geçirip kolumuzu kırdık. Sorumsuz bir köpek bakıcısının hatası sonucu kolumun üzerine düşerek, kendimi Amerikan Hastanesi'nde buldum. Prof.Dr. Mehmet Demirhan ve ekibinin başarılı müdahalesiyle koluma protez takıldı. Hastanenin seçkin, titiz ve müşvik bakımı altında kısa zamanda ayaklanıverdik. Ve kendimizi fizikoterapist Elif hanımın bakımına bıraktık.

‘‘Olur böyle şeyler’’ diyemiyorum. Eğer bu ülkede bir insan yolda ya da kaldırımda yürürken böyle bir kaza atlatıyorsa, burada sorumluluğu olanlar köpekler değil, onların sahipleridir. Yırtıcı şöhrete sahip bir köpeği teslim ettiğiniz insanı da eğitmeniz gerekir. Bu sorumluluğu taşımıyorsanız, köpek de beslemeyin. Sevimsiz olan hiçbir zaman köpek değil, onun yetiştiği şartlara saygı göstermeyen sahipleridir.

Bu arada televizyondan devamlı yattığım yerden Irak Savaşı'nı izledim. Anladım ki yetkili-yetkisiz, bilgili-bilgisiz herkes her şeyi konuşuyor. Bu ülkede amma çok general varmış. Hayret doğrusu. Aslında fazla şaşırmamak gerekir. Spor da böyle değil mi? Maşaallah spordan da anlayan, o kadar çok ki. Hele hele futbol gündeme gelince, daha da çoğalıyor bu adet. Çok anlayan da çok yanılır. En açık ve seçik örnek de F.Bahçe.

Anlamadıklarını ispatladılar

Tam iki yıldır Fenerbahçe Yönetim Kurulu bize futboldan anladığını değil, hiç anlamadığını öyle bir şekilde ispat etti ki. Kendi kafalarına göre, üstelik de oylama yaparak önce felaket bir Alman'ı getirdiler, sonra da daha teknik direktörlüğün teorisyeni bile olmayan Oğuz Çetin'e muhteşem yıldızlarla dolu bir armadayı teslim ettiler. Ne oldu? Bu iki hoca, Ortega'lı, Lazetiç'li, Revivo'lu, Rapaiç'li müthiş kadroyu bir anda siliverdiler. Bu da yetmedi, palayı Yusuf, Abdullah, Ogün gibi Türkiye çaplarına göre yıldız olan futbolcuların kafalarına salladılar. Ne oldu? Sevgili kardeşim Devrim Sağıroğlu'nun yazdığı ve söylediği gibi Rüştü'den başka yıldız kalmadı takımda.

Eh, o zaman iş kolay. Ne diyecek Oğuz Çetin, ‘‘Elimde futbolcu mu var ki takımı şampiyon yapayım.’’ 1.5 yıllık mukaveleyi de yaptı. Maaşını alacak, keyfine bakacak, bir takım bilimsel uygulamalar çıkartarak, bu işi bildiğini gösterecek falan filan.

Asıl suçlu kim?

Peki asıl suçlu kim? Elbette Fenerbahçe'yi ve Fenerbahçeli taraftarları 2 yıldır üzüntüden ve utançtan sokağa çıkmalarını dahi engelleyen yönetim kurulu. Bu yönetim kurulu futbolu bilmiyor. Soruyorum, acaba içlerinden kaç tanesi lisanslı olarak futbol oynamış? Futbolla geçmişte ne gibi ilgileri var. Bunlar doğrusu bizim için de artık merak edilecek konular oldu.

Hiçkimseyi kişisel olarak suçlamak adetimiz yok, ama bence F.Bahçe Yönetim Kurulu'nun kendi kendini sorgulaması gerekir. Biz nerede hata yaptık? Verdiğimiz kararların yanlışlığı nerede? Takım niçin bu hale düştü? Bunu düzeltmek için acaba futboldan gerçekten anlayan bir uzmandan görüş almamız gerekir mi? Bunları yapmak çok basit. Ama yapmak için önce özdeğerlendirme, bilimsellik ve çağdaş olmak gerekir.

Unutmadan belirtmek istiyorum. Ameliyat öncesi ve sonrası beni arayıp soran tüm dostlara, sayın Rahmi Koç'a, F.Bahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'a, G.Saray Kulübü Başkanı Özhan Canaydın'a, TMOK BaşkanıSinan Erdem’e ve diğer bütün sevgili meslektaşlarıma candan teşekkür ederim. Sağolun, varolun.
Yazının Devamını Oku

Utanılacak tablo

13 Mart 2003
<B>GEÇTİĞİMİZ</B> hafta Ali Sami Yen'de ve Avni Aker'de oynanan derbiler Türk futbolunun yüzünü kızarttı. Utanılacak bir tablo yaşadık. Bu maçlardaki çirkin olaylar Avrupa televizyonlarının bir çoğunda yeraldı. Hatta Asya ve G.Amerika'da da izlendi. Tam anlamıyla rezil olduk. Şimdi birileri diyecek ki ‘‘Aynı olaylar dünyanın heryerinde oluyor’’. Bu yanlış, kesinlikle olmuyor. Sadece maç öncesi ve sonrası stat dışında aşırı fanatiklerin bir takım sapık ideoloji peşinde yaptıkları kavgalar var. Ama ne taş, ne içki şişesi ve ne de yastığın sahaya atılma olayı yok. Küfür ise hiç yok. İtalya'da Olimpiyat Stadı'nı paylaşan Lazio ve Roma'nın maç sırasında yaptığı tek bir çirkin olay bulunmuyor. İki ezeli rakip İnter-Milan karşılaşmasını izlerken böyle hunharca saldırıları gördünüz mü? İngiltere'de, Almanya'da, İspanya'da bu saha içi çirkinliklere de rastladınız mı?

Adeta istakoz gibiyiz

Evet, evet... Adete istakoz gibi, aç kalınca kendi kendimizi yiyoruz. Kafasına taş veya şişe atılan futbolcuların bir ülkenin milli takımında oynayan ırkdaşımız, canımız, kardeşimiz olduğunu utuyoruz. Adeta onları öldürmek istiyoruz. Psikolojik bunalımları olan, potansiyel katil ruhluların artık statlarımızda yeri yok. Spor bir barış ve dostluk unusurudur. 3-5 başı bozuk kişi, üstelik biletlerden aldığı rant uğruna taraftarlık adına böyle çirkinlikler yapıyor ve devlet de bunu herhalde keyifle seyrediyor. Yoksa önlem alır, bu çirkin tabloların yapılmasına izin vermez. Yapanlara destek olan yöneticilere de gereken dersi verir.

Maça herkes gitmeli

İnsanın hafsalası almıyor. Statlar belli bir takımın ipoteği altında. Sadece o takımın taraftarı girebiliyor. Eğer diğer kulüplerin taraftarı iseniz güvenlik nedeniyle maça alınmıyorsunuz. Yani, okulları kapatıp, milli eğitimi idare etmek gibi birşey. Üstelik, rakip takım futbolucları da güven altında değil. Taşı, sopayı, şişeyi kafalarına yiyorlar. Böyle çirkin ve çağdışı bir örnek dünyada yok. Bunu bizim sadece giyimde, kuşamda ve hava atmakta lider olan kulüp yöneticilerimiz düşünebiliyor. Biz biletleri kombine olarak sattık, yerimiz yok diyecekler ve sonra da, lütfen 500 kişilik cezaevi gibi tribüne sıkış tıkış diğer kulüplerin taftarlarını dolduracaklar. Böyle şey olur mu? İnsan haklarına aykırı.

Yöneticiler sorumlu

Her insan parasını ödeyip, biletini aldığı takdirde, her spor müsabakasına girme hakkına sahiptir. Hele hele kendi taraftarı için değişik renkte bilet bastırmak, kulüp için ayıptan da öte birşeydir. Önce çağdaş bir yönetici zihniyeti gerekli. Biletler küfür eden, taş atan, şişe atan, seyircilere verilmek üzere bastırılmamalı.

Bunun yerine aileler, futbolu bir keyif ve heyecan unsuru olarak kabul eden insanlar tercih edilmeli. Sporun birleştirici niteliğini anlamayan, bir takım fanatik yapıdaki kulüp yöneticileri, aslında bu çirkin olayların gerçek sorumlularıdır. Bunun nedenini, medyada, hakemde veya başka yerlerde aramak kendilerini aldatmaktır.
Yazının Devamını Oku

Bu kadar olmaz

1 Mart 2003
<B>KOCA </B>bir ay dinlenen ve çeşitli şekilde hazırlıklar yapan Fenerbahçe'nin bu kadar kötü bir futbol oynayacağı, kimsenin aklına gelmezdi. Rakip, 34. dakikada 10 kişi. 72. dakikada 9 kişi, 85. dakikada da 8 kişi. Fenerbahçe, güç bela maç kazanıyor. Adeta futbolcular mesleklerini unutmuş gibi. Acemi çocukların yapacakları basit hatalar yapıyorlar ve gittikçe azalan Malatya, F.Bahçe'yi hallaç pamuğu gibi atıyor, buna kimse inanmaz. Ama gerçek.

Daha ilk dakikada golü bulan F.Bahçe'nin Malatya'yı ezip geçeceğini bekleyenler, yanıldılar. Saraçoğlu'nun havasından önce şaşıran konuk ekip, zamanla açıldı. Ancak anlaşılmaz bir şekilde sinirli oynamaları, hakeme itiraz etmeleri, sıkça faul yapmaları sonucu zaman zaman oyun disiplinini kaybettiler. Hele sarı kartlı Muharrem, bir topu elle kesmeye çalışınca ikinci sarı karttan kırmızıyı gördü. F.Bahçe büyük bir avantaj elde etti fakat bu fırsatı kullanacak akıllığı gösteremedi. Ceyhun, orta sahada beyin görevini yapacak, bir oyun stiline sahip değil. Aldığı her topu kendi kullanmak istiyor ve de ısrarla topu ayağında tutuyor. Böylece sürpriz faktörünü kaybediyor. Futbolda pozisyon anlık bir olaydır. Zamanlamayı iyi yapmazsan, fırsat elden kaçar. Ceyhun'un öfkeli tavrını da yadırgamadık dersek yalan olur.

Futbolu unuttu

İkinci yarıda Oğuz Çetin de bunu gördü ki, Ceyhun'u çıkartıp ileri hatta genç golcüsü Semih'i aldı. Aslında oyuna girmesi gereken bence Yusuf'tu. Çünkü F.Bahçe'de orta sahada top dağıtacak bir adam yoktu. Ogün güçsüz, sağda Hakan, solda Erhan'ın ne oynadığı belli değil. Ortada tek başına Johnson mücadele ediyor. Üstüne üstlük Tuncay da kötüydü. Yeni transfer Rus Bescastnih ağır ve etkisiz. Rebrov top bekleyen bir adam. Görevini yaptı ama daha fazlasını yapmak için topla daha sık buluşması gerekirdi.

Yani kısaca, F.Bahçe adeta futbolu unuttu desek gerçek olur. Bunun nedeni kar altında antrenman yapamamak mı, yoksa bu takımın içinde uyumun olmaması mı, bunu çözecek olan biz değil Oğuz Çetin. Malatya'da ise teknik direktör Ziya Doğan'a çok iş düşüyor. Tolga, hakeme itiraz edip topu dışarı vurmaktan, Duro ise sert girip her pozisyonda kavga etmekten, oyun dışı kaldılar. Ben hala Malatya'nın neden bu kadar sinirli oynadığına bir cevap bulamıyorum. Keskin sirke küpüne zarar.
Yazının Devamını Oku

Büyük tartışma

27 Şubat 2003
<B>2 NİSAN</B>'da İngiltere ile deplasmanda oynayacağımız milli maç öncesi, Ada'nın 2 büyük futbol adamı birbirlerine girdi. Manchester United'ın ünlü menajeri Sir Alex Ferguson'un Arsenal yenilgisi sonrası, soyunma odasında kızgınlıkla tekmelediği kramponun Milli Takım'ın kaptanı David Beckham'ın kaşını yarması sonucu yapılan yorumlar, Ericsson ve Ferguson'u birbirlerine düşürdü.

Sir Ferguson, bu kızgınlıkla verdiği demeçte İngiliz Milli Takımı'nın oynadığı futboldan memnun olmadığını ifade ederek, ‘‘Ericsson'un taktiğini anlayamıyorum. Hep insifiyatifi rakibe bırakıyor. Oysa bana göre bu yanlış. Benim Sitemimde hücum futbolu var. Her bölgede pres yapıp, tempolu bir şekilde rakibin üzerine gitmekten hiçbir şekilde ödün vermiyoruz. İngiltere Ericsson'un bu oyun tarzı ile başarılı olamaz.’’ diye konuştu. Basındaki bu demeç bomba gibi patladı. Ericsson ise soyunma odasındaki sinirli hareketi nedeniyle Sir Ferguson'u yanlış hareket etmekle suçladı. Bu anlaşmazlığın iç yüzünde başka bir sebep olduğu sonunda anlaşıldı. Geçtiğimiz yıl Sir Ferguson'un Manchester United'ı bırakacağını açıklamasından sonra, yöneticilerin Ericsson ile görüştüklerini öğrenince kararını değiştirip tekrar menajerliğe döndüğü ifade edilmekte. İki teknik adamın aralarındaki husumetin ise buradan doğduğu gazetelerin yorumunda yer aldı.

İngiltere’ye yenilmemeliyiz

İngiltere ile oynayacağımız Avrupa Kupası grup maçına, yaklaşık 1 ay gibi kısa bir zaman kaldı. İngilizler karşısında deplasmanda aldığımız dramatik yenilgilere, artık bir son verme zamanı geldi. Türk futbolu iç çekişmeler, ekrankolik kişilerin akıl dışı tartışmaları, federasyonun kulüplerle anlaşmazlıklarını bir kenara bırakıp, 2 Nisan'daki maça kilitlenmesi gerekir. Vıdı vıdı ile Dünya 3. sü olan Milli Takımımızı yemeyelim. Teknik Direktör Şenol Güneş'e federasyon ve tüm kulüpler destek olmalı. Güneş, bu desteği bulamazsa, Ada'dan yine büyük hüsranla döneriz. Oysa hedefimiz, İngiltere'den en az bir beraberlik ile dönmek olmalı. Makedonya bile bunu başardı. Geçmişte büyüttüğümüz İngiliz yıldızlarının Dünya Kupası'ndan nasıl bir fiyasko ile döndüklerini hepimiz izledik. Sırf medyatik olup para kazanmak isteyen zavallıların, haris eleştirilerine artık Şenol Güneş ve Milli Takım futbolcuları, konu olmamalı. Bu bir milli maçtır. Hem Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılmamız için çok önemli ve kritik bir konum işgal etmektedir. Ayrıca da Dünya futbolundaki yerimizin sarsılmaması için daha da zirveye çıkmamız gerekir. Ülke olarak futbolumuza, hocamıza ve futbolcularımıza sahip çıkalım.
Yazının Devamını Oku

Ortega ne ilk ne son

20 Şubat 2003
FENERBAHÇE Yönetim Kurulu, futbol takımının iki yıldır yaşadığı bunalımın, verdiği yanlış ve çelişkili kararlarla, en büyük sorumlusudur. Suçu medyaya veya Genel Kurul üyelerine atmak hem komik, hem de gerçek dışıdır. Fazla gerilere gitmek istemiyoruz, ancak takımı bir yıl önce şampiyon yapan Teknik Direktör Mustafa Denizli'nin işine son verilmesi ve Werner Lorant gibi kariyer açısından Fenerbahçe Takımı'nın sorumluluğunu taşımayacak kadar hafif bir hocanın getirilmesi, bu arada Ersun Yenal ile anlaşmaktan vazgeçilmesi yapılan hataların başlangıç noktasıdır.

Geçtiğimiz yıl sonunda Lorant'ın işine son verenler, aynı yılın başında bütün tepkilere rağmen, bu hocayı takımın başına getirenler değil mi? Basın sözcüsüAtilla Kıyat, ‘‘Biz Lorant'dan sorumluyuz’’ derken, şimdi yaptıkları yanlışın faturasını neden medyaya çıkarıyorlar?

Para alamazlar

Beş ay önce Arjantin'deydim. Büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor bu ülkede. Buenos Aires'de halk geceleri yiyecek ve giyecek peşinde çöpleri ayıklıyor, durumları perişan. Fenerbahçe yönetimi, Ortega için River Plate takımından para alamaz. Alsa da, bu verdiğinin yanında komik bir rakam olarak kalır. Ancak Ortega'nın gidişinde, yönetimin ve yeni hoca Oğuz Çetin'in suçu yok mu? Önce, gençler hariç, bütün futbolcular Ortega'ya gösterilen ilgiyi kıskandılar. Arjantinli dünya çapındaki yıldızı, sosyal hayatta, antrenmanda ve maçta sabote ettiler. Bazıları kendini Ortega ile mukayese etme çılgınlığını gösterdi. Ortega yanlızdı, kendisiyle tek konuşan İspanyolca bilen Revivo idi, o da Ortega'yı kıskanıp gidince tek başına kaldı. Yönetim ve Oğuz Çetin hiç olmazsa İtalyan bir fizik kondisyoner getireceklerine, bir İspanyol getirerek Ortega'nın yanlızlığına çare bulabilirlerdi.

Bu konuda Kaptan Ogün'ün de affedilmeyecek hataları var. Ortega'yı kendi aile yapıları içine kabul etmediler. Bir gün yönetim, Lorant veya Çetin bu konuda menajeri ile görüştü mü? Ortega'nın gideceğine dair medyada haberler çıkmasına rağmen yönetim hiç harekete geçmedi. Oğuz Çetin, Ortega'ya yeterli değeri vermedi. Gidişine suskunluğunu nasıl yorumlayacak?

Ayıp, çok ayıp. Bir dünya yıldızını hem elinizden kaçırdınız hem de milyonlarca doları sokağa attınız. Bunun hesabını nasıl vereceksiniz?

Washington ve Revivo

Washington'un sağlık durumu ayrı bir skandal. Alırken bu futbolcunun ne kadar ağır olduğunu görmediniz mi? Tam anlamı ile sağlık kontrolünden geçmediği de ortada. Oysa Brezilya'da, Fenerbahçe'de oynayacak en az yirmi santrofor adayı var. Milyonlarca dolar burada da battı. Sorumlu yine yönetim değil mi?

Peki Revivo'ya ne demeli? Sezon başından beri oynamak istemediğini açıkca belli etti. Sorunu kesinlikle aldığı para ve takım arkadaşlarının soğukluğu idi. Kaptan Ogün ve Oğuz Çetin bu konuda da duyarsız kaldılar. Göz göre göre Revivo'nun ellerinden kaçmasına neden yönetim değil mi?

Yönetim, insanlara çamur atmayı bir yana bırakıp, asıl görevi olan Fenerbahçe'yi yönetmeyi başarmalı.
Yazının Devamını Oku

Özgürlük sayısı

7 Şubat 2003
Polonyalı basketbolcu Mlaya, 4 yıl süren hukuk savaşını kazanarak, sporculara Avrupa'da serbest dolaşım yolunu açtı. Sonuçta AB içinde bulunan her kulüp, bütün branşlarda istedikleri kadar yabancı sporcu transfer edebilecek. BOSMAN olayının getirdiği korkunç yıkıntının ardından şimdi de Polonyalı basketbolcu Lilia Mlaya'nın aldığı mahkeme kararı, özellikle futbolda büyük bir deprem yaratacak.

Mlaya, AB'nin 23 Avrupa ülkesiyle yaptığı sözleşmeleri kaynak göstererek Fransız Basketbol Federasyonu'nun Strasbourg Kulübü'nde AB dışında 2 basketbocunun bulunması nedeniyle transferine izin vermemesini ayrıcalık olarak göstererek, mahkemeye başvurmuş ve sonunda 4 yıl süren mahkemeden lehine bir karar almıştır.

Bu olay Bosman kararının çok çok üstünde, sporculara ve özellikle futbolculara bir dolaşım hakkı tanımaktadır. Çünkü AB dışındaki ülkeler de bu 'ayrıcalık' gerekçesini kullanarak transfer yasasını insan haklarına aykırı gösterip, mahkemeden karar çıkartabilirler. Sonuçta AB içinde bulunan her kulüp futbolda ve diğer branşlarda istedikleri kadar yabancı sporcu transfer etme hakkına sahip olacaklardır. Hatta bir adım daha ileriye gidersek, yine insan hakları ve ayrıcalık savunmasını kullanarak Milli Takımlar’da bile futbolda ve diğer spor branşlarında yabancılar yer alabilecektir. Fransız Le Monde gazetesinin kendisiyle yaptığı röportajda FIFA Başkanı Sepp Blatter, ‘‘Bu vahşi özgürlük formülü, futbolda dampinge neden olacaktır. Futboldan geçimlerini sağlayan menajerler bu şekilde girişimleriyle kendi ekmek paralarıyla oynamaktadırlar’’ demektedir.

Babil kulesi

Blatter bu olaya şiddetle karşı çıkarken, AB ülkelerinin zaten yüzde 7'sinin yabancı olduğuna işaret etmektedir. Ve halen AB ülkelerinden olan en güçlü 5 ligin kulüplerinde yüzde 25-35 arasında AB kökenli yabancı oyuncu bulunmaktadır. FIFA Başkanı Blatter, ilginç bir de tanımlama yaparak bu olaya ‘‘Babilizasyon’’ diyor. Bilindiği gibi Babil Kulesi tarihçilere göre, birçok ülkeden getirilen esirler tarfından inşa edildiği için, sonuçta birbirleriyle anlaşamamaları nedeniyle kısa zamanda yıkılmıştır.

Şimdi ne olacak ?

Evet politikacıların spora karışmasını başta IOC olmak üzere FIFA, FIBA, FIVB gibi uluslararası kurumlar şiddetle protesto etmektedir. Uluslararası federasyonlar, transfer ve diğer yasalarla ilgili konular ihtisas istediği için kendileri tarafından düzenlenmesi gerektiğine işaret etmektedirler. AB'deki politikacılar ise bu konuda kesinlikle ödün vermek niyetinde görünmemektedir. Önümüzdeki günler Irak Savaşı'nı yaklaştırırken sporda da kıyasıya bir otorite mücadelesinin gündeme geleceğini göstermektedir.
Yazının Devamını Oku

Pahalı sorumsuzluk

3 Şubat 2003
<B>FENERBAHÇE, </B>sorumsuz bir futbolcusunun yaptığı hareketle 10 kişi kalınca insanüstü çabasına rağmen, Beşiktaş'ın güçlü kadrosu, disiplini ve fizik gücüne yenildi. Futbolda da basketbolda olduğu gibi maç içindeki istatistikler artık çok önemli. Rakamlar doğruyu söyler ve sonucun tercümanı olur. Gelin görün ki, futbol maçları basketbol gibi salonlarda oynanmıyor. Ve dünkü kötü hava ile saha şartlarında oynanan oyunun futbol olduğunu söylemek mümkün değil. Hele kaygan ve sulu zeminin neden olduğu öyle pozisyonlar var ki, bunun için ne futbolcuları ne de hakemi suçlamamak gerekir.

Ancak hakem Ali Aydın'ın 17. dakikada Fatih'in İbrahim'e yaptığı tehlikeli hareketi kırmızı kartla cezalandırması, hem doğru, hem de cesaret isteyen bir karardı. Şunu herkes bilsin ki, maçın sonucu hakemin kararıyla belli olur. Televizyonlardan tekrar seyredilerek yapılan yorumlar, sonucu hiçbir zaman değiştirmez. Çıplak gözle en yakın mesafede oyunun akışını hissedip, anlayarak yöneten hakemi haksız şekilde eleştirmek bana göre Fair-Play dışı bir olay. Dünyanın hiçbir ülkesinde televizyonlar hakemleri TV'deki tekrar gösterimleriyle ülkemizde olduğu kadar ağır bir şekilde eleştirmiyor.

Kilidi Ahmet çözdü

Dönelim maça... F.Bahçe 10 kişi kalınca, Beşiktaş'ın daha baskılı bir şekilde rakibinin üzerine yüklenmesi bekleniyordu. Ne gezer. Aksiyon hep sarı lacivertlilerdeydi. Hele Lucescu'nun Fatih'in atılışından 22 dakika sonra Ahmet Dursun'u oyuna alıp, hücum hattını ikilemeyi düşünmesini imza etmek mümkün değil. Golsüz biten ilk yarıdan sonra ikinci 45 dakikada F.Bahçe'nin 10 adamla oyunu nasıl düzenleyeceğini merakla bekledik. Oğuz Çetin, Tuncay'ı çıkarıp Mustafa'yı savunmaya alarak dörtlü defansını yeniden kurdu. Beşiktaş'ta ise Lucescu, Pancu'yu ön liberoya çekerek rakipten dönen topları uzun paslarla Ahmet Dursun'a ve İlhan'a yolladı. Sonuçta böyle bir pozisyondan Ahmet Dursun bu maçın kilidini çözdü.

Sarı lacivertliler eksik kadrosuyla daha çok Beşiktaş'ın üzerine yüklenmeye başladılar. Bu arada Çetin, Ceyhun'un yerine Ortega'yı oyuna aldı. Oyun boyunca sarı lacivertlilerin insan üstü çabaları sonuç getirmedi. Beşiktaş oyun disiplinini ve fizik gücü ile temposunu koruyarak maçı kazanmayı bildi.
Yazının Devamını Oku

Transferden dopinge...

17 Ocak 2003
<B>KULÜPLERİMİZ</B>, adeta körebe oynuyor. Güney Amerika ülkelerinden futbolcu transferi yapmaya çalışırlarken, birtakım menajerlerin ve onların gönderdikleri bantların sonucu milyarlarca lirayı veya doları sokağa atıyorlar. Oysa, ellerinde önemli bir fırsat var. Daum, geçtiğimiz ağustos-eylül aylarında 15 gün Arjantin ve 15 gün de Brezilya'da kalarak bu konuda araştırma yaptı. Sonuçta, kendi takımında oynayan Brezilyalıya şimdi Beşiktaş talip oldu.

Kulüplerimiz, hazır Daum, Antalya'da iken bu fırsatı değerlendirmeli. Alman hoca, uzun bir süre büyük emek ve para sarfederek Latin Amerika'daki incelemesini gerçekleştirdi. Doğal olarak bu bilgisini herhalde bedava verecek değil. İlgilenenlere duyururuz.

Oğuz iyi yolda...

Fenerbahçe Futbol Takımı'nın teknik sorumlusu Oğuz Çetin gerçekten çok bilimsel ve akılcı bir başlangıç yaptı. Gerek futbolcuların maça hazırlanması sırasında getirdiği çağdaş yenilikler ve gerekse takımın dizilişinde savunma hattını 4'lü bir tertiple kurması, alkışlanacak girişimler.

Verdiği demeçlerdeki tutarlılık, futbolculara yaklaşımındaki tarafsızlık, tanımladığı hedefe ve bunun gerçekleşmesi için futbolculara uyguladığı yaptırımları onaylamamak mümkün değil. Dileriz, kimse kendisine karışmaz, bildiği ve düşündüğü yolda başarı kazanır.

Doping belası...

Gerçekten dopingin ne olduğunu biliyor muyuz? Geçtiğimiz hafta sonunda Paris'te UNESCO tarafından organize edilen ve 147 devletin spor bakanları veya UNESCO'daki sefirleri tarafından temsil edildiği bir büyük sempozyuma AIPS Başkanı olarak katıldım. Sporun her aşaması konuşuldu. Bakanlar ve temsilciler söz aldı. Bu arada UNESCO'daki daimi temsilcimiz büyükelçi Bozkurt Akan ve ekibi de doping konusunda herkes tarafından takdirle karşılanan bir sunumda bulundu. Doğrusu iftihar ettik. Bu arada TMOK Fair Play Konseyi tarafından yapılan uluslararası karikatür yarışmasının sergisi de konuklar ve medya tarafından büyük ilgi gördü.

Gelelim doping gerçeğine... Yapılan araştırmalara göre, İtalya'da futbolcuların yüzde 10'u doping içeren maddeler kullanmaktadır. Fransa'da bisikletçilerin yüzde 2'si gene doping yapmaktadır. Eğitimciler ve antrenörler arasında yapılan bir araştırma sonucunda, yüzde 15'inin doping ilacı almadan başarının kazanılamayacağına dair bir inanç içinde oldukları çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Spor kulüplerinde ve milli ekiplerde görev yapan doktorlar, kendilerinden sadece sporcuyu en kısa bir süre içerisinde iyileştirmeleri istendiği ve bunun ne pahasına olursa olsun yapılmasına zorlandıklarını ifade etmektedirler.

En büyük kötülük...

Bugün Türkiye dahil futbolun oynandığı her ülkede gidin kulüplerin sağlık merkezlerine mutlaka doping içeren yasaklı ilaçları göreceksiniz. Ve bana göre bu, bir sporcuya yapılacak en büyük kötülüktür. Hatta cinayettir bile diyebiliriz. Genç yaşında doping ilacı alan sporcu, yaşlandığında bunun etkilerini görmekte ve sağlığı büyük tehlike içine girmektedir. Üstelik doping, adeta hırsızlık gibi bir suçtur. Çünkü eşit rekabet olgusunun dışında yapılan bir sahtekarlıktır. Devletlerin bu konuda yasal önlemler alması gerekir.

Dopingle mücadele için devletler ve IOC tarafından kurulan WADA adlı teşkilatın Birleşmiş Milletler tarafından tanınması uluslararası federasyonların doping suçlarına aynı şekilde ceza vermesi, devletlerin ise bu cezaları aynen ülkelerinde uygulaması işte bu sempozyumun ana önerisi oldu.
Yazının Devamını Oku