6 Ocak 2003
<B>FIFA, </B>ara transferleri acelecilik ve yeterli bilgi alınamaması nedeniyle yasakladı. Ancak özerk olan milli federasyonlar bu konuda kendilerine uygun kararlar alabiliyorlar. Örneğin İngiltere'de transfer yıl boyu devam edebiliyor. Böylece kimse telaşa kapılıp, ‘‘Aman transfer yapamadım’’ diyerek paniklemiyor.
Video pazarlaması
Medyada Güney Amerika, Afrika ve Avrupa'yı kapsayan bir transfer furyası kampanyası yaşıyoruz. Transferde özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri tarafından hedeflenen bir sürü futbolcu var. Bu futbolcular hakkında tüm bilgiler gazetelerde. Menajerlerinden oynadıkları maçlardaki video görüntüleri geldi. İşte bu video görünütülerine bakarak milyonlarca dolarlık futbolcu alınacak. Menajerler aptal değil. Herhalde bu videoları futbolcuların iyi oynadıkları maçlardan çektiler. Şu andaki formu ne durumda bilen yok. Kronik sakatlıkları var mı, o da belli değil. Bu gibi soruları araştıran yok. Canlı gözle bu futbolcular izlenmiyor.
Medya ise haber yokluğunda bombaları patlatıyor. Kimse çok kısa bir gelecekte bunların bazılarının fiyasko ve hüsranla sonuçlanacağını düşünemiyor. Gün kurtarılmaya çalışılıyor. Böyle bir yabancı transfer furyası için acaba Profesyonel Futbolcular Birliği ne düşünüyor. Bu konuda bazı girişimleri olması gerekli değil mi? Dünyanın ne büyük endüstrilerinden biri haline gelen profesyonel futbolda bilimsellik, çağdaş ve profesyonel yönetim gerçek bilanço ve kar ve zarar hesapları ve modern işletmecilik hiç ama hiç gündeme gelmiyor.
Menajerlere ne demeli ?
Birden bire ülkemizde bir futbolcu menajerleri kaosu başladı. Aslında menajerliğin gelmesini en başta isteyenlerdendim. Bunun Futbol Federasyonu'nun programı içine alınmasını da genel kurullarda talep ettim. Çünkü profesyonel futbolcu ile amatör yöneticilerin karşılıklı pazarlıkları her defasında iki taraf arasında husumet doğuruyordu. Renk aşkı ise gerçek hayat ve profesyonellik hep birbirine karıştırılıyordu. Ancak şimdi iş çığrından çıkta. Menajerlik adeta futbolcu simsarlığına döndü. Hemen hemen her gün menajerlerin uçuk transfer balonlarını görüyoruz. Aralarında ciddi çalışanları yok mu, elbette var. Ama gerçek menajerler bu konuda tepki göstermiyorlar. Böyle devam ederse, futbolcu menajerliği simsarlığa dönüşecek ve yazık olacak. Bu konuda da profesyonel futbolcular birliğininin Futbol Federasyonu ile ilişki kurarak, gerekli incelemeleri istemesi doğru olur diye düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2002
Özellikle Güney ve Güneydoğu Anadolu daha şimdiden, yaklaşan Irak Savaşı'nın etkisi altındadır. Kulüplerimiz ve medyamız ise transfer dedikoduları içinde gerçek dünyaya kapalı bir çizgide yürümektedir. IRAK Savaşı adım adım yaklaşmaktadır. Bu savaşın gölgesinde, ülkemizde spor müsabakaları nasıl yapılacak? Başta futbol olmak üzere, her federasyonun bu konuda önlemler alması gerekecektir. Özellikle Güney ve Güneydoğu Anadolu daha şimdiden, yaklaşan Irak Savaşı'nın etkisi altındadır. Kulüplerimiz ve medyamız ise transfer dedikoduları içinde gerçek dünyaya kapalı bir çizgide yürümektedir. Tükiye liglerinin oynanıp oynanmayacağı konusu asıl gündemde olması gerekirken, çok daha önemsiz meselelerle uğraşıyoruz.
Antalya ne olacak?
Spor için tatil ayı sayılan ocakta Antalya'nın yaklaşık 750 yabancı takıma ev sahipliği yapması beklenmektedir. Ancak savaşın sıcak nefesi hissedildiğinde acaba bu 750 takımın kaç tanesi rezervasyonunu iptal etmeyecektir.
Antalya'da futbol turnuvaları oynanacak mı? Üstelik kentin doğru dürüst bir stadı yok. İleride birçok uluslararası spor turnuvası organize edecek kapasitesi olan Antalya'ya çağdaş bir stat şart. Tekrar konumuza dönersek, Antalya, ocak ayında kritik bir dönem yaşayacaktır.
TSYD semineri
TÜRKİYE Spor Yazarları Derneği, Antalya'da başarılı bir seminer organize etti. Fakat dikkatli baktığımızda seminerlere hep aynı kişilerin katıldığını görmekteyiz. Bence bu seminerler özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi büyük kentlerde bölgesel olarak yapılmalı ve her bölgedeki medya sorumlularına göre programlanmalıdır. Özellikle dışarıdan yazı yazan ve tarafsızlık ilkesi ile yazı kültürünü bir kenara atan futbol eleştirmenleri için de ayrı kurslar tertiplenmelidir. Bu kurslara katılmayanlara maçlara serbest giriş akreditasyonu ve kartı verilmemelidir. Daha önceki yazımda da önerdiğim Spor Medyası İzleme Komitesi kesinlikle TSYD tarafından Danışma Kurulu'ndan geçirilerek tespit edilmelidir.
MHK doğru yolda, ancak...
SON sözümüz de MHK'daki gençleştirme operasyonu için MHK'nın ana prensibi doğru. Ancak tespit yönteminde hata var. Çünkü listede İsmet Arzuman, Bülent Uzun gibi hakemler var. Bu hakemlerin FIFA'dan görev alması çok zor. Bazı iltimasların yapıldığına dair duyumlar aldık. Eğer gençleştirmek istiyorsanız bunun başarı ile birlikte yürümesi gerekir.
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2002
<B>TUNCAY, </B>Trabzon'u üç golle yıkarken, bir de hat-trick yaptı. Ve de hemşehresi, çiçeği burnunda teknik adam <B>Oğuz Çetin</B>'i rahatlattı. Basına ve yönetici tribününe dağıtılan resmi kadro listesinde, Oğuz Çetin'in adı teknik direktör olarak yazılmıştı. Aslında resmi olarak sadece takımın antrenörüydü. Ama doğrusu Oğuz Çetin, maç boyunca kendine ayrılan bölgeden takımını başarıyla yönetti.
Fenerbahçe kötü, Trabzonspor ise iyi başladı maça. Konuk ekip, müthiş bir orta saha baskısı, tempo ve hırsla sarı lacivertlilerin üstüne yüklendi. Sarı lacivertliler, kendi yarı sahalarından çıkamaz duruma düştüler. Ve bu baskı sonucu bunalım yaşayan evsahibi, Fatih'in ayağından golü yedi. İşte bu sırada Oğuz Çetin çıktı sahneye. Takımın geniş alanda, uzun paslarla ve kontra toplarla oynamasını istedi. Fenerbahçe bunu başarıyla uygulayınca, Trabzon'un da tam saha presi ve tempolu oyunu son buldu. Sarı lacivertliler kontra toplardan Tuncay kanalıyla iki gol bulunca öne geçtiler. Tuncay'ın gollerinde Ümit'in ve Ceyhun'un pasları muhteşemdi. İlk yarının son dakikasında Ceyhun'un ustaca aşırttığı top, Trabzonspor kalesinde, televizyonlara göre çizgiyi geçmiş gibi gözüktü. Demek ki, ilk yarıda Fenerbahçe'nin iki sayılan ve bir de sayılmayan golü var. Trabzonspor'un ise direkten dönen bir şutu.
Kollektif futbol
İki takım da gerçekten kollektif bir futbol sergilediler. Top, kalelerin arasında devamlı gidip geldi. Futbolcular, iyi niyetle oynadılar, koştular, çaba gösterdiler. Böyle maçlarda yıldız bulmak zordur. Ama gene de üç golüyle Tuncay'dan sözetmek gerekir. Sadece üç gol mü? Tuncay, sahanın her tarafında bitmez tükenmez enerjisiyle görev yaptı.
Başta da dedik ya, top kaleler arasında mekik dokudu. İşte bu sırada verilen bir frikikten Hüseyin durumu eşitleyince, o ara biraz savunmaya çekilen sarı lacivertliler yeniden hücum oynamaya başladılar. Ve sonuçta Tuncay 72'nci dakikada Serhat'ın verdiği gene mükemmel bir kafa pasını gole çevirerek, Fenerbahçe'yi bu kritik derbiden başarıyla çıkardı.
Evet, Oğuz Çetin rahatladı. Yönetim rahatladı. Futbolcular tatile huzur içinde çıkacaklar. Bakalım ikinci yarıda Fenerbahçe'de ne gibi değişiklikler olacak, kimler transfer edilecek, kimler gönderilecek?
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2002
<B>SPOR</B> medyasına <B>Werner Lorant</B>'ın gel-gitçisi tarafından, bir televizyon kanalı aracılığıyla yapılan çirkin saldırıyı şiddetle kınıyorum. En kısa zamanda TSYD'nin bu kişi hakkında adli kovuşturma başlatması gerekir. Ancak, eğri oturup, doğru konuşmak gerektiğine de inanıyorum.
Spor medyasına amigoluk gibi bir yazı ve konuşma üslubu getiren ve çoğu futbolcu olan bu grup, gerçek spor yazarlarının gazetecilik anlayışında bile bazı kötü değişiklikler yapmalarına neden oldular. Naylon yazarların bu şekilde para, şöhret kazanması nedeniyle medyadan yetişenler büyük şok geçirdiler ve hala geçirmekteler. Bazıları bu değişime uydu ve aynı meslek dışından gelenler gibi amigoluk yapmaya başladılar. Hele hele televizyon kanallarının çoğalması ile kıyafetli ve kıyafetsiz herkes spor yazarı oldu. Meslek dışından gelenler arasında çok az da olsa düzgün, tarafsız ve seviyeli yazı yazanlar da var. Onların haklarını yemek istemiyorum. Hatta bazıları şartları yerine getirdikleri için TSYD üyesi bile oldular. Sözüm bu arkadaşlara değil.
En güzel örnek
Bu gibi yazıları okuyup örnek almak isteyenler, mesleğimizin duayenlerinden Kahraman Bapçum ağabeyimin yayınladığı ‘‘Spor Dünyamızın 45. Yılında’’ adlı kitabını okusunlar. Kitap Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Vakfı tarafından satılmaktadır. Bu kitapta, şu satırlarda ifade etmek istediklerimin en çarpıcı ve zengin örneklerini görebilirler. Yenilenmek adına eskiyi, etiği ve meslek saygısını unutanları da kınıyorum. Herhalde Türk Spor Medyası'nın tarihi yazıldığında bazıları büyük vicdan azabı çekecek.
TSYD'ne düşen görev
Dünya Spor Yazarları Birliği Başkanı ve eski bir TSYD Başkanı ve yöneticisi olarak, TSYD'ne büyük görev düştüğü kanısındayım. Gelecek hafta 25-27 Aralık tarihleri arasında Antalya'da bir seminer düzenliyor. Bu konu burada yer almalı. Önerim, TSYD üyelerinde 8-10 kişilik bir Gözetim Konseyi kurulması. Bu konseye Türk Gazeticiler Cemiyeti'nin başkanı ve genel sekreteri alınmalı. Yayıncılıkta taraf tutan, kulüpçülük yapan ve medya mensubu olmayıp sorumsuzca yazı yazanlara karşı bir yaptırım düşünülmelidir. Kamuyu bilgilendirme görevi ve sorumluluğu olan yayın organlarının bu duyarlılığı göstermeleri gerekir. Ancak uyarılar yine meslek kuruluşlarından gelmelidir.
Kulüp başkanları ve yöneticilerine gelince... Hoşlarına gitmeyen haber ve yayınlardan sonra çağdışı sistemlerle medya mensuplarını cezalandırmak onların görevi değil. Hiç kimse hem savcı, hem de yargıç olamaz. Antrenman sahasını kapatmak, uçağa almamak, hakaret etmek bir kulüp yöneticisinin veya teknik adamın işi olmamalı. Meslek kuruluşu ile iletişim kurulmalı, ceza değil ama doğrunun yazılıp söylenmesi istenmelidir. Bunun için de özellikle kulüp başkanlarının bu konuda ve diğer medya ilişkilerinde daha dikkatli olmaları gerektiğini önemle tavsiye ediyorum.
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2002
<B>2008 </B>Avrupa Futbol Şampiyonası'nın organizasyonunu Yunanlılarla birlikte elimizden kaçırdık, ancak bunun böyle olacağı belliydi. ‘‘Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur’’ şeklindeki atasözünün tipik bir örneğiydi. UEFA'nın 25 yıl sonra Avrupa Kupaları'nda ilk kez bir Yunan ve Türk takımını karşı karşıya getirmesi acaba bir komplo değil miydi? Fenerbahçe ile Panathinaikos arasında oynanan iki maçta da olaylar çıktı. Taraftarlar birbirlerine girdi. Seçimden önceki günlerde tüm Avrupa basını bu olayı detaylı bir şekilde izledi. Yapılan tahminlerde Türkiye ve Yunanistan'a sonlarda 12'ye 1 şans verildi. Demek ki, daha başından bu işin sonucunun bizim aleyhimize olacağı görülmekteydi. Biz bu olayların şansımızın kaybolmasına neden olacağını söylediğimizde, bu işle yetkili ve sorumlu dostlarımız iyimser olmaya devam ettiler.
UEFA'da kararı önce 8 kişi sonra da 15 kişi verecekti. Yetkiyi elinde bulunduranlar o kadar küçük bir grup ki, onları etkilemek bana göre çok zor bir iş değildi. Ama maalesef adaylık komitesindeki sorumlularımız bu görevi kişisel hak ve gelecekteki promosyonları için kulanmaya çalıştılar. Dışardan yardım etme talebinde bulunanlara kapılarını kapattılar. Kendilerinin bu işi çok iyi bildiklerini, kendilerinden başka kimsenin bu olayda etkili olamayacağı gibi çağdışı bir konum içinde oldular. Böylece de büyük bir fırsatı elden kaçırdık .
Neden kazandılar?
2008'in İsviçre ve Avusturya'ya verilmesi temel açıdan yanlıştı. Çünkü hala kaç yıldır bu şampiyona Batı Avrupa'da oynanıyor, bir
türlü Doğu Avrupa'ya gidemedi. Üstelik statlar ufak. Futbola ilginin şu günlerde çok olduğu iki ülke. Ama işin çarpıcı yanı İsviçre Avusturya Adaylık Komitesi sürekli Avrupa'nın her tarafına bilgi ve broşür yolladılar. Adres listelerinde ben de vardım. Yılmadan, canla, başla çalıştılar. Ve sonuçta amaçlarına ulaştılar. Türkiye-Yunanistan 2008 Adaylık Komitesi'nden AIPS Başkanı olarak bilgi ya da broşür aldığımı hatırlamıyorum.
Üzülerek belirteyim ki ülkemizde bu tek adam olma sendromu her türlü kampanyada var. Bizim ülkenin insanları ‘‘Hep ben, hep ben’’ diyorlar. Oysa dünyada bu, bir takım işidir. Herkes birlikte çalışır, birlikte toplanır en küçük ihtimal dahi gözden kaçmaz ve tüm olanaklar denenir. Gördünüz, Av
rupa Birliği adaylık sürecinde de böyle son bir ay içinde uyandık. Sivil toplum örgütleri büyük çaba gösterdi. Sayın Tayyip Erdoğan ise iktidar olduğunun ertesi gününden itibaren ekibiyle birlikte müthiş bir çalışma içine girdi. Şunu bilelimki bu iş kolay değil. Avrupa Birliği hıristiyan patentli bir kurumdur. Bu hüviyetinden çıkması çok zor. Diğer bir konu da Türk nüfusu. Avrupa Birliği'ne girdiğimiz takdirde Avrupa Birliği Parlamentosu'nda en çok sandalye bizde olacak. Bunu Almanya ve Fransa başta olmak üzere büyük ülkelerin kabul etmesi mümkün değil. Ayrıca 11 Eylül'den sonra bozulan dünya ekonomisinde Avrupalılar da büyük korku yaşıyorlar.
Biz gene asıl konumuz olan 2008'e dönelim. Yazık oldu. Çok daha iyi ve çağdaş bir çalışma yapılabilirdi. Bunun sorumlusu Fubol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy değil. Asıl konu bu işi yapacak kapasiteleri olmamasına rağmen bunu anlamayan veya anlamaları işlerine gelmeyenlerin kafa yapılardır.
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2002
<B>İKİ</B> takım da bir bir yanda derbi heyecanı, diğer yanda hava şartları nedeniyle adına sadece kör döğüşü diyebileceğimiz bir futbol sergilediler. Ancak, bu kör döğüşünün galibi Beşiktaş oldu. Böylece deplasmanda aldığı 3 puanla liderliğe yerleşti, F.Bahçe'den sonra da G.Saray'ın rekor kırmasına engel oldu.
Yağmur, rüzgar ve dondurucu soğuk, elbette futbolu engelledi. İlk yarı sert esen rüzgarı arkasına alan G.Saray, hücum bölgelerinde daha etkili oldu. Teknik direktör Terim, pres ve orta saha kontrolünü, iki deneyimli adamı Ergün ve Ümit Davala'yı kullanarak eline geçirdi. Ancak kalabalık savunma anlayışı ile sahada yer alan Beşiktaş duvarına çarpan Ümit Karan ile Arif, gelen pasları kullanamadılar. Bunda da siyah beyazlı savunmanın iyi adam kontrolü yapmasının rolü büyükütü.
Akıllı taktik
Beşiktaş ise oyunun büyük bir bölümünde defans yaptı. Kontraatakla gol aradı. Ama ileride sadece İlhan, uzaktan ve havadan gelen toplar karşısında rüzgarın da karşı etkisiyle başarılı olmadı. İlhan Mansız, tek bir pozisyon buldu bunu da kullanamadı. Pancu zaman zaman ileride görünmesine rağmen, rakibi aldatmak için yaptıkları taktik etkili oldu. Çünkü sarı kırmızılı savunma hiç ileri çıkamadı.
İkinci yarıda yine G.Saray oyuna üstün başladı. Arif iki mükemmel gol pozisyonunu kullanamazken siyah beyazlılar adeta bunalım yaşadılar. Ancak Lucescu, Amaral ile Tümer'i değiştirerek orta sahada etkili olmayı hedefledi ve bunda da başarılı oldu. İlhan'ın yerine Nouma'nın da oyuna girmesiyle Beşiktaş oyunun kontrolünü eline geçirdi. Neticede İbrahim'in ayağından golü buldu.
Bu golden sonra Beşiktaş'ın savunmaya döndüğünü gördük. G.Saray ise riske girerek savunmadaki adamlarını bile ileri çıkardı. Beşiktaş'ın kontrollü oynamaya gayret etmesi sonucu siyah beyazlılar rakibe gol imkanı vermedi. Terim de ikinci derbiden boynu bükük ayrıldı.
Yazının Devamını Oku 21 Kasım 2002
<B>A</B>KP eski hatalı deneyimlerden etkilenmeyerek sporu yine Milli Eğitim Bakanlığı'nın ikinci sınıf bir görevi olarak değerlendirdi. Bir milyona yakın personeli, ülkenin her tarafına dağılan teşkilatı ile tek bir bakanın bile başedemediği bu kuruma bir de sporu eklemek hiç de mantıklı ve duyarlı bir yol olamaz. Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olan bir ülkenin 25 milyon gencine gösterdiği ilgisizlik bence büyük haksızlık. Spor futbol demek değil. Oyun sporları ile de tanımlanamaz. Sporun yönetimi bağımsız olmalı.
Mumcu’nun görevi
Yeni Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu'nun kişiliği, karizmatik yapısı ve sporla ilişkisi ile çok kısa zamanda sporun Milli Eğitim'in yapısal ağırlığı içinde ezileceğini göreceğine inanıyorum.
Batı ülkelerinde ''Junior'' Bakanlıklar var. Bizdeki karşılığı ise Müsteşarlık. Eğer bütçesi ve görev yapısı tamamen ayrı bir spor müsteşarlığı kurulursa o zaman Bakan'ın detaylarla uğraşmasına gerek kalmaz. Bu şekilde yeni fakat uygulaması kolay bir yöntemle endişelerimiz ortadan kalkar.
Asıl hedef
Aslında dünyada yüzde 99'luk bir oranla uygulanan sporun kendi kendini yönetmesi gerçeği de ana hedef olmalıdır. Anayasamız bile 'Devlet sporu yönlendirir' diyor, 'Yönetir' demiyor. Öyle ise bu bağnazlık neden.
Gerçek spor adamları ve sadece federasyonlar ile Olimpiyat Komitesi'nin temsilcilerinin yer alacağı bir spor konseyi kurulur ve bu kurumun öngöreceği yapı ile spor yönetilir. Her ülkede olduğu gibi Devlet bütçesini sağlar ve bu bütçenin gereği gibi kullanılmasını gözetir.
Dünya, sporu bu kadar basit bir şekilde bağımsız bir kurum haline getirmişken bizim hala birkaç komünist ülkede uygulanan sistemde kalmamız utanç verici değil mi? Gerçekten bunu anlamakta güçlük çekiyorum.
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2002
<B>EVET, </B>buraya kadar... 5 yıldır süren Avrupa efsanesi, Nou Camp'ta son buldu. Sarı kırmızılılar, ilk yarıda zaman zaman iyi oynamasına rağmen, önce kalecisi, sonra da sol kanatta Hakan ve Ergün gibi deneyimli oyuncularının akıl almaz hataları sonucu yenildi. Ancak tek suçlular onlar değil. Sarr ve Almaguer'in Galatasaray'da oynaması utanç verici. İleride ise Baliç'in, binde bir ele geçen bir pozisyonda, topu kale yerine auta atması onun da suyunu ısıttı.
Barça eski Cimbom gibi
İşin hayret yanı, oyuna bakıyorsunuz, Barcelona tıpkı eski G.Saray gibi oynuyor. Pas yapıyor, adam markajı uyguluyor, ayağa toplarla rakip sahaya yerleşip, ani derinleme ataklarla adam kaçırıyor. Şimdiki G.Saray'a bakıyorsunuz, hantal, savunmada çok hata yapan, pas üretiminde zamanlama yanlışları ile oyun kuramayan eski Barcelona gibi. Yıllar birinden aldığını diğerine vermiş. Cimbom'a ise eski başarıları ile övünmek kalmış.
Maçın son bölümünde ise önemli yıldızlarının yer almadığı Barcelona karşısında ezik, korkak ve acemice hareketler yapan bir G.Saray izledik. Giovanni'nin 30 metreden vurduğu şutu seyreden Mondragon adeta takımın ipini çekti. Mondragon yan çalışmıyor, ya da dikkatli değil. Son maçlarda G.Saray'ın hemen hemen yediği bütün gollerde bu futbolcunun hataları var.
Cicim ayları bitti
Radikal değişiklikler lazım. Bir kez daha bunu ifade ediyoruz. G.Saray bu şekilde gidemez. Fatih Terim'in eski futbolcularına bel bağlıyarak bu işi götürmesi mümkün değil. Hiç olmazsa F.Bahçe'nin de yaptığı gibi genç takımdan bazı oyunculara şans tanıması gerek. Ocak transferinde iyi bir araştırma yapıp, takımda oynayacak kapasitede olmayan yabancıları göndererek, yerlerine bastığı yerden ses getiren adamları alması lazım. Yani, sarı kırmızılılar için cicim ayları artık bitti. Fatih Terim için de öyle. Elbette eski başarılarını kimse unutmaz Fatih'in, ama dünya dün için değil bugün için kurulmuş. Dün ne kadar olursan ol, bugün yoksan kimse seni dikkate almaz. Bu böyle biline.
Yazının Devamını Oku