Temuçin Tüzecan

İşte size 301’lik bir yazı

17 Mayıs 2008
Bilmiyorum şimdi yazacaklarım 301’e girer mi? Girse de yazdım, girmese de işte. Pireyi deve yaparız, önemsizi önemli görür - gösteririz; üstelik söylediklerimize hem inanırız, hem de herkesin inanmasını isteriz. İnanmayana kızarız, hem de çok kızarız.

Sportif başarı peşinde koşarız.

Bunun için Etiyopya’dan, Azerbaycan’dan, Bulgaristan’dan, Ukrayna’dan sporcular devşiririz, başka ülkelerin yaptığı yatırımın nemasını yeriz. Yıllar yılı bu ülkede yaşadıkları halde vatandaş yapmadıklarımıza inat, birkaç gün içinde Bakanlar Kurulu kararı çıkartıp, devşirmelere pasaport veririz. Giderler yarışları kazanırlar, milli takımlarda yer alırlar seviniriz, Türkiye adına övünürüz. Devamı gelmez.

Çabuk ve kolay başarılara bayılırız.

Başarı için gösterilecek çabayı da, ne önemseriz, ne anlarız, ne de onun sonuçla bağlantısını görmek isteriz.

Çoğul yazdım; bizlerden, Türkler’den söz ediyorum. Tabii ki anladınız.

Neden böyleyim bugün?

Şundan: Erden Eruç diye bir adam, Büyük Okyanus’ta tek başına kürek çekiyor aylardır. Tek başına okyanus geçme konusunda, dünyanın bütün rekorlarını kırdı... Tek başına...

Ve ülke tık demiyor. Kimse onun farkında değil.

Kibar davranıyorum: Ayıp yani, belki de yuh.

*

Okyanusun ortasından, 15 Mayıs sabahı olduğu gibi, şöyle mesajlar gönderiyor Erden Eruç:

"Önüme aşılmaz bir atmosferik engel çıktı. Geçtiğimiz son 4-5 gün boyunca, her sabah uyandığımda, batı ve güney ufkumu kaplayan koyu gri, yüklü yağmur bulutları buldum. Bu bulutlar bir cephede hep kuzeybatıdan gelip güneydoğuya ilerlerken, etrafımda dönen değişken rüzgar yaptı. Yağmur rüzgarları önce batıdan esti, sonra güneybatıdan; gün ilerleyince de güneyden geldi. Gün sonunda hep durgun hava yerleşti. Her gün, oradan oraya itelendim ve kaybettiğim mesafeyi akşamları toparlamaya uğraştım. Bu lanet yağmur rüzgarları esmediğinde, kapalı hava, durgun ve yoğun rutubetli ezici bir sıcak yapıyordu. Güneşsiz geçen bu günlerde akü şarj etmek yine büyük bir problem olmaya başladı."

Yaptığı yalnızca bir irade gösterisi değil, bir yaşam mücadelesi.

Sonsuz bir deryanın içinde küçücük bir nokta... O noktayı deryanın dibine doğru yavaş yavaş, yavaş yavaş taşımaya çalışıyor Eruç.

Bir ileri, bir geri, iki ileri, bir geri; Büyük Okyanus’a lanet okutan bir garip tempoyla...

"Buradan nereye gidebileceğim tamamen kısmetimdeki rüzgarlara bağlı. Limana bu kadar yakınken yaşadığım bu saçma durumun daha ne kadar süreceğini bilmiyorum. İçinde bulunduğum durum Pasifik Okyanusu’nun artık bana tiksinti veren karakterinin yeni bir örneği. Bu okyanus, ta ki gidip bir iskeleye bağlanasıya kadar benimle uğraşacak ve bir türlü rahat vermeyecek. Teknede 10 günlük erzak kaldı ve Jakarta’daki Philippe Courrouyan, civardaki balıkçı teknelerinden birini bana yollamaları için Filipinler’deki Frabelle Fishing Corporation ile temasa geçti. Bunlardan biriyle daha önce karşılaşmıştım: Jan Janice 1. Düşünülen, asıl ikmal yapılana kadar beni tutacak miktarda yiyeceği, gelecek balıkçı teknesindeki erzaktan sağlamak. Philippe’e ve Frabelle balıkçılarına benim adıma kaygılandıkları için minnettarım. Filipinli dostlarımıza buradan Tagalog dilinde ’salamat na salamat’ yani ’çok teşekkür ederim’ diye sesleniyorum."

*

Endonezya’da Sahil Güvenlik, Eruç’un yiyecek stoğunu tamamlamak için hazır bekliyor; tekne Endonezye karasularına girer girmez harekete geçecek. Keşke, Türkiye’nin Endonezya Büyükelçiliği de hazır olsa, keşke Jakarta’daki Philippe Courrouyan kadar yakından izlese Eruç’u. Endonezya’da bağlanacağı iskelede Türkiye Büyükelçiliği’nden biri onu karşılasa...

Ama sorun Eruç ile okyanus ortasında ilgilenmekle de bitmiyor. Eruç bu işleri Türkiye’de eğitime destek veren bir vakıfa kaynak sağlamak için yapıyor.

12 Mayıs günü yazdıklarına baksanıza: "Türkler’in hayırsever olduğuna kani olduğumdan, denize açılmadan önce, bu Pasifik geçişi süresince Türkler’den bize ulaşan bağışların tamamının İlkokullara Yardım Vakfı’na iki katı olarak ulaştırılacağını ilan ettim. Bu bağışların Yatılı İl Bölge Okulları’mıza kırsal kesimden gelip, yatılı olarak ilköğretimlerini gören minik öğrencilerimizi desteklemek üzere kullanılacağını anlattım. Geçen 300 küsur günde bunu bir kaç defa hatırlattım. Kimseye sormadım bu sene zekat verdiniz mi diye... Kampanyamıza konulan 50 bin dolar hedefe, geçen 10 ayı aşkın sürede maalesef ulaşılamadı. Rekor kırdım belki, ama ’üç ayda kesin toplanır, üstüne bile çıkarız’ gözüyle baktığım o 50 bin dolar hedefe, 10 ayda bile erişilemedi. Çok kişi yazdıklarımı bedavaya okudu, yapılanın ter ve emekle üretildiğini ve bir değeri olduğunu idrak etmedi, karşılığında bir katkı borcu olduğunu düşünmek istemedi."

Belki şimdi düşünürüz Erden, belki düşünürler.

Destek için:

www.ilkyar.org.tr/

Erden Eruç’un hikayesi için:

www.around-n-over.org/tr/

Erden Eruç’un Büyük Okyanus geçişindeki sponsoru Aktaş Grubu için:

www.aktasgroup.com/tr/home.php


Rüya gibi tekne: Swan 90

Dünyanın en önemli tekne üreticilerinden Swan, en büyük teknesini tanıttı. Swan 90, Arjantinli efsanevi tasarımcı German Frers’in kaleminden çıkan modern çizgileri ile Finlandiya’nın Nokia kadar ünlü markası Swan’ın geleceğine dönük önemli ipuçları veriyor. Kullanılan yeni malzemeler ve Swan’ın çok yüksek düzeydeki işçilik kalitesi, Swan 90’ı çok rahat ve büyük bir teknede dünyayı gezmek isteyenlerin gözdesi yapacağa benziyor. Kullanılan yeni malzemeler Swan 90’ı çok dayanıklı ve çok hafif kıldığı için tekne yalnızca gezi amaçlı değil, donanımı uygun kılındığında maxi yarışlar için de çok uygun.

Ataköy Marina’dan yeni kitap Deniz Çingenesi

Kendi yaptığı tekneyle dünya turuna çıkan yelkenci Eralp Akkoyunlu, teknesi Yosun ile yaşadıklarını Deniz Çingenesi adı ile kitaplaştırdı.

Ataköy Marina Yat Kulübü tarafından yayımlanan kitabı tanıtırken, Akkoyunlu, "Yosun’u tanımayı da, onunla okyanuslara açılmayı da daha çok kendimi tanımak, kim olduğumu anlamak güdüsüyle yaptım. Yosun’u yapmamın nasıl hayatımı değiştirdiğini, bana neler kazandırdığını da bu kitapa yansıtmaya çalıştım" diyor.

Akkoyunlu, tekne yapmanın zorluklarını kitapta anlatırken, kendi deneyiminin başkalarını ürküteceğinden de kaygı duyuyor ve ekliyor: "Böyle mantıksız bir işe girişecek insan zaten bir kitap okuyup vazgeçmez diye düşündüm."

Türkiye’nin sayıları artan deniz kitaplarına güzel bir ek bu kitap. Ataköy Marina Yat Kulübü’nün de deniz kitapçılığındaki önemini vurgulayan bir eser.
Yazının Devamını Oku

Yoğurt kabı mı klasik ahşap mı

10 Mayıs 2008
Yelkenciliğin çok güçlü bir geleneği vardır. Soylu bir gelenek. Seri tekne üretiminin gelişmesi, orta sınıfın güçlenmesi ve kredilendirme olanaklarının yaygınlaşması ile yelkencilik halka indiyse de, aristokratik gelenekten süzülüp gelen kurallar ve davranış kalıpları, kimilerine gereksiz bir züppelik olarak görünse de, dünyanın her yerinde hálá geçerlidir.

Güçlü bilgisayarların tasarladığı gövde ve yelken formları, tekneleri çok hızlandırmış olsa da, sınırlar bellidir: Rüzgar yoksa gidemezsin, fırtınada zorlanırsın. Bunlar da yelkenciliğin temel ilkeleridir.

Yelkenli tekneleri hızlandıran, ucuzlatan teknolojik dönüşümün sonuçlarının, her zaman çok iyi olduğunu söylemek mümkün değil ama...

Özellikle birer güzel nesne olarak teknelerin nasıl tektipleştiği anımsanırsa...

*

Önümde bir dergi var. Dünyanın klasik tekneler konusundaki öncü dergisi Classic Boat’ın Mayıs sayısı...

Dergide, her ay onlarca birbirinden farklı tasarıma sahip tekne anlatılır. Yenilenen, keşfedilen, ne yazık ki kaybedilen klasik tekneler. Hepsi birbirinden farklı; seyir özellikleri, görünümleri, insanda yarattığı duygular...

Bir keresinde ’yoğurt kabı’ olarak nitelediğim seri üretim teknelerin, tekdüze benzerliklerinden o kadar uzak ki klasikler.

Kabul; bazılarında hacimler yanlış kullanılmış, ağır ve hantal belki... Bazıları, iş teknelerinden keyif teknelerine dönüştürüldüğü için işlevleri belki sınırlı. Ama tümü çok güzel.

Hele tekne, meşhur bir tasarımcının çizgilerini hayata geçiren bir tarihi tersanede denize indiyse yıllar önce, ya da eski planlardan bugün yapılacak kadar değerliyse, o teknelere bakmaya doyum olmuyor.

*

Parası olanlara duyururum.

Akdeniz’de hemen yelken basılacak çok güzel klasikler alıcı bekliyor.

Tüm restorasyon öyküsünü izlediğim Lulworth ki, İngiltere’nin Dorset bölgesinde benim çok sevdiğim Lulworth Koyu’ndan alıyor adını, 19.5 milyon Euro’ya satılık.

46.3 metrelik bu tekne Euro milyonerlerinin cüzdanına uygun. Gittiği her yerde gözlerin ona çevrileceği kesin.

Yok Lulworth pahalı ve çok büyük diyorsanız efsane tasarım evi Sparkman Stephens tarafından çizilen 14.7 metrelik, 1938 yapımı, 2007’de tamamen elden geçirilen Tomahawk’ı alabilirsiniz. Hediyesi 425 bin Euro.

Birbirinden farklı, birbirinden güzel bu ahşap tekneler, geleneğin ağır bastığı, yukardakiler- aşağıdakiler düzeninin hakim olduğu, seçkinci bir devrin ürünleri. O devrin tüm gelenekleri tabii ki günümüzle uyumsuz ama ahşap bir klasik tekneyi, yüzlerce yıllık yatçılık geleneğinden bağımsız düşünmek mümkün değil.

Halki ahşap olduğu için biraz rahat yazabiliyorum bu konuda; o geleneğin parçası gibi olmak hoşuma gidiyor.

Ve bir de, petrol fiyatlarının 2012 yılında varil başına 220 doları bulabileceği değerlendirmelerinin yapıldığı bir ortamda, yenilenebilir bir kaynak olarak kerestenin, tekne yapımında yeniden yaygın olarak kullanılacağını düşünüyorum.

Yani tekneler yine, ahşap ve reçine kokmaya başlayabilir yakında. Reçine kokusu sentetik, sonradan eklenmiş olabilir ama olsun...

Boğaz’da bugün yarış var

İstanbul Yelken Kulübü tarafından düzenlenen İstanbul Boğaz Komutanlığı Kupası Yat Yarışı, bugün saat 11’de Kuruçeşme’den başlıyor. IRC1, IRC2, IRC3, IRC4, IRC5 ve Destek sınıflarına açık olan yarışta yatlar, Kuruçeşme startından sonra, Çırağan Sarayı önündeki şamandırayı dönerek, Anadolu Kavağı’nda Boğaz Komutanlığı önünde yarışı bitirecekler.

Yarış uzunluğu, IRC1, IRC2 ve IRC3 sınıfındaki tekneler için 17 deniz mili, IRC4, IRC5 ve Destek sınıfları için 12 deniz mili olarak belirlendi.

İYK, yelken severlerin ve gazetecilerin yarışı takip etmesi için bir izleyici motoru kaldırıyor. İçinde büfesi de olan bu tekne saat tam 10.00’da Fenerbahçe’deki İstanbul Yelken Kulübü iskelesinden kalkacak, tüm yarışı takip edecek, Anadolu Kavağı’nda Boğaz Komutanlığı’nın bahçesindeki bahar etkinlikleri ardından yapılacak Ödül Töreni’nden sonra yolcularını 21.30’da Fenerbahçe’ye geri götürecek.

www.istanbulyelken.org.tr
Yazının Devamını Oku

Klişenin dayanılmaz cazibesi

5 Mayıs 2008
GEÇEN haftanın konuşulan haberlerinden biri, 1952 yılında lisede öğrenciyken gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürmeye çalışan ve bu nedenle 10 yıl hapis yattıktan sonra kendini Türkiye’nin ilk siyasi suikastçısı olarak sunan, Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in, 14 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz suçlamasıyla gözaltına alınmasıydı.

Yazının Devamını Oku

İstanbul’a daha çook marina lazım

3 Mayıs 2008
İstanbul, deniz şehirlerinin kraliçesi dedik.<br><br>Boğaz’ı, Marmara’sı, Karadeniz’i ile, Venedik’in, Cenova’nın tarihlerine kardeş tarihi ile, lüferi, çinakopu, kırlangıçı ile tüm deniz şehirlerinin piridir dedik. Dedik. Dedik. Dedik de, bir türlü İstanbul’u denizleştiremedik.

Geçen günlerde Hürriyet’in iki yazarı, Boğaz’ın Avrupa yakasına yanaşan ve hep belli yerlere bağlanan büyük teknelerin, canlarını ne kadar sıktığını anlattılar köşelerinde. Yürüyüşe çıkanların denizle bağlantısını kopartıyor bu tekneler; orası doğru. Ama doğru söylense de, işler doğrulmuyor bir türlü.

Bu tekneleri sahipleri, ceketlerinin üst ceplerine sokup götüremeyeceklerine göre, tercihen su üzerinde tutularak, bir yere bağlanmaları gerekiyor. Nereye?

Bu tekneler fotoğraf makineli turisti, iki günlüğüne İstanbul’a gelen yabancı işadamını, darbuka eşliğinde göbek ve yorgunluk atarken, salonlarına misafir olduğu yalılara özlemle bakan buralıyı, Boğaz’ın iki ucu arasında taşıyıp dururken, İstanbul Boğazı’na hareket ve neşe getiriyorlar. Ama hep aynı nedenle eleştiriliyor sahipleri. Vatandaşın denizle ilişkisini kesmekle suçlanıyorlar.

*

Bir gecede, yeni hesaplama sistemi sayesinde neredeyse 10 bin doları bulan kişi başı milli gelirimiz, amatör denizciliğin büyük bir patlama yaşayacağı eşiğe ulaştığımıza işaret ediyor. Türkiye tekne üretiminde lider ülkelerden biri haline gelirken, küçük boy tekne üretimi yapılmadığı için önemli bir ithalatçı da oluyor artık. Kısacası tekne sayıları her yıl katlanarak olmasa da büyük bir hızla artıyor.

Durum bu iken, yatırım var mı?

Yok.

Sonuç: Vatandaş rahatsız...

Pazar sabahı Boğaz’da çekirdek çitleyerek yürüyenler, manzarayı kapatan teknelere kızıyor.

Öfkeli vatandaşın odaklandığı teknenin sahibi, teknesini bağlayacak yer bulamadığı için kızıyor.

Kendisine küçücük bir yelkenli alan amatör, marina yönetiminin, ödeyeceği marina kirasını bir anda 4 katına çıkartmasına çok ama çok kızıyor.

Aynı amatör, son çare olarak teknesini güneydeki marinalardan birine indirdiğinde karısı, ailenin uçak parası bütçeyi zorlayacağı için kızıyor.

Marina yönetimi küçük tekne sahiplerinin arıza yapmasına, böyle yazılar yazılmasına kızıyor.

Ve işleri vatandaşları kızdırmadan karar almak olanlar, el el üstünde deyip, oturuyor.

*

İstanbul’un denizleşmesi için yapılması gerekenler çok basit aslında.

Öncelikle bir zihinsel dönüşüm, eğitim şart!

Eğitimin temeli şu 3 gerçeğe dayalı olmalıdır:

1. Denizi kullanmak lüks değildir.

2. Denize tekne ile çıkan herkes Onassis değildir.

3. Ve denize marina yapılır, yapılmalıdır.

’’Marina yapılacakmış’’ın daha lafı çıktığında örgütlenip, birbirlerini dolduruşa getiren, sonra da gösteriler yapan Kadıköylüleri, nüfus kağıdının ’doğum yeri’ bölümünde, İstanbul, Türkiye filan değil Kadıköy yazan biri olarak bir zihniyet devrimine davet ediyorum. Kadıköy’e yapılacak bir marina ilçeye ancak zenginlik ve keyif katar; kimsenin deniz zevkini azaltmaz.

İstanbul Boğazı’nın iki yakasındaki kaldırım genişletme çalışmaları tamamlanırsa eğer, sanırım bir kaldırımdan diğerine atlayarak Boğaz’ı geçmek mümkün olacak. Bu yapılabiliyorsa eğer, kilometrelerce bomboş uzanıp giden Boğaz kıyılarına, belediyeler, neden küçük tekne bağlama yerleri yapmıyorlar? Aklı başında bir mimar ve şehir plancısı, keyifli Boğaz yürüyüşleri yapanlarla, denizleri keyiflendiren tekneler arasındaki çatışmayı tamamen ortadan kaldıracak çözümler üretebilir.

Ve emin olun, bunun maliyeti, kaldırımları denize doğru genişleterek, Boğaz’ın 2 yakası arasındaki geçişleri kısaltma yatırımlarından çok daha az olacaktır.

Ne yazık ki, bizdeki devlet geleneği, hizmet vermeden vergi salmak ilkesi üzerine kurulduğundan, akılcı olanı hayata geçiremiyoruz.

Ama Türkiye’nin bu ekonomik gelişmesi sürerse, denize yatırım yapmamanın bedelini İstanbul çok ağır ödeyecektir.

Hisseli yatlar kumpanyası

Tekne satın almak ciddi bir karar, önemli bir yatırım. Boşuna, "en iyi tekne başkasının teknesidir" ya da "tekneyi bir alırken, bir satarken mutlu olursun" demiyorlar, katılmasam da.

Bu sözleri boşa çıkartmanın yollarından biri, çok uzun zamandır Amerika ve Avrupa’da uygulanan teknede hisse sistemiydi. Bu sistemin ilk örnekleri artık Türkiye’de de çıktı. Yaklaşık 11 metrelik bir yelkenli teknenin fiyatı 100 bin Euro civarında. Bu teknenin yıllık marina kirası 3500 - 4000 Euro, bakım maliyeti ise ilk yıllar az ve tekne yaşlandıkça çoğalan bir Eurolar toplamı...

Göcek merkezli Göcek Yat Paylaşım, ilk yatırımın büyüklüğünden çekinen ya da "tekne ille de benim olmalı" demeyenlere dönük uygulaması ile dikkat çekiyor. Pek az teknenin sürekli kullanıldığı gerçeğinden hareket edilince, bir teknenin, beşte birine sahip olmak ve o tekneyi 42 gün kullanabilmek birden çekici bir öneri haline geliyor. Kişi, yatırım maliyetine, teknedeki payı kadar katılıyor, teknenin bakımına ise hiç karışmıyor. Tekne üç yıl sonra satıldığında satış fiyatının yüzde 20’si de geri alınıyor.

www.gocekyatpaylasim.com/

Bu fiyata neler dahil?

Teknenizin ilk ve son temizliği

Tüm mekanik ve hijyenik bakımı

Periyodik motor ve hareketli aksam bakımı

Ferdi mali sorumluluğu kapsayan tekne sigortası

Sürekli marina bağlama

İç ve dış donanımın sürekli bakım ve temizliği

Tüm züccaciye ve tekstil ürünleri

Özel istekler doğrultusunda kişisel detaylar

Minibar (alkolsüz içecekler) & kahve makinesi

Çarşaf, yastık ve pikelerin temini, yıkanması, ütülenmesi

Tekne kullanımından sonra yakıt deposunun doldurulması

Tekne bağlama ve yanaştırma

VIP havalimanı transfer hizmeti

Günlük kaptan hizmeti (ücret karşılığında)

Hazır a la carte mönü hizmeti (ücret karşılığında)

Jeanneau Sun Odyssey 45i

3 kabin, 75 bg , klima ve jeneratör 1/5 Hisse Bedeli 49.000 É. 3 yıl için her yıl 42 gün

Jeanneau Sun Odyssey 36i

3 kabin, 29 bg.

1/5 Hisse Bedeli 26.200 É. 3 yıl için her yıl 42 gün

Jeanneau Sun Odyssey 42i

3 kabin, 54 bg.

1/5 Hisse Bedeli 35.400 É. 3 yıl için her yıl 42 gün
Yazının Devamını Oku

Denizde tek başına Erden Eruç

26 Nisan 2008
İşini gücünü bırakıp, kaçıp gidenler vardır. Şehirden, tempodan yorulmuştur; ya bir ücra köyde yaşar kıt kanaat, ya da küçük bir koyda rastlarsınız ona. Lokanta işletir. Köyünüzün filozofu olmuştur. Belki mutludur, belki değildir, ama mutlu görünmek zorundadır. Gidecek başka yer kalmamıştır çünkü.

Kaçıp kurtulmak zaman zaman çok güçlü bir istek haline gelebilir tabii. Ama kaçmak, özünde olumsuz ve hayata katacağı değer sıfıra yakın bir eylem. Yeniden başlamak çok çekici kuşkusuz ama neye başlamak?

Bir de işini gücünü bırakıp, çok farklı bir yola sapanlar vardır. Halinden belki memnundur, belki değildir, ama bir farkı olsun ister diğer insanlardan.

Bu insanları, bir demiryolu kavşağında makas değişimiyle, bambaşka bir yere giden büyük lokomotiflere benzetirim. Bazıları modern lokomotiflerdir, bazıları uflaya puflaya giden buharlı ve çok güçlü lokomotifler.

Erden Eruç işte bu ikinci türden. Uflaya puflaya giden güçlü bir lokomotif.

Dünyanın tüm denizlerini kürekli bir tekneyle, tüm kıtaları bisikletle aşmayı, her kıtanın en yüksek dağına tırmanmayı hedefleyen bir toplumsal maceraperest.

*

Belki bilmiyorsunuzdur. Erden Eruç şu anda Pasifik Okyanusu’nda kürek çekiyor. 292 gündür kürekle aşmaya çalıştığı bu dev deniz, akıntıları ve rüzgarları ile sürekli oyunlar oynuyor ona.

Biraz kürek çekmiş olanlar bilir; zihinde odaklanma bittiğinde sürüklenmeye başlarsınız. Ya da akıntıyı yenemezsiniz, ya da akıntıya kapılırsınız.

Bu akıntı Boğaz akıntısı değil, Pasifik akıntısı. Bu rüzgar El Nino’nun kardeşi La Nina’nın yarattığı rüzgar, Marmara’nın genellikle asude rüzgarı değil.

Peki bu adamın Pasifik Okyanusu’nun ortasında işi ne?

Eğitim.

Kurduğu Kasla Git Vakfı’nın hedefleri şunlar:

1. Çocuklara kas gücü ile gerçekleştirilen araştırma ve yolculuklardan esinlenerek hazırlanmış eğitim faaliyetleriyle ilham vermek, onları bilgilendirmek.

2. Çocukların daha iyi birer yurttaş olabilmeleri için sağlık, özveri ve azim değerlerini işlemek, onları doğaya sahip çıkmaları için teşvik etmek, sigara içmemeleri konusunda telkinde bulunmak.

3. Kendine yetme mücadelesinde olan gelişmekteki toplumlara temel eğitim amaçlı kaynak, uzmanlık ve tesis sağlamak.

Bu hedefleri insanlara anlatmak için bireysel zorluk ve çabayı bu kadar üst seviyede tutmak için gerçekten farklı bir insan olmak gerekiyor. Sizi bilmem ama, benden kesinlikle farklı.

*

Teknesi alabora oldu, verimli kürek çekmek için gerekli oturağı kırıldı, akıntıların ve rüzgarın marifeti ile sıcak ama kapalı bir iklim bölgesinde; o yüzden güneş pili verimli çalışmıyor, yani içme suyu sıkıntısı yaşayabilir, yiyeceği azaldı.

Böyle bir durumda ben olsaydım diyemiyorum, çünkü olmam ama hani olsaydım, kesinlikle şu tonla yazamazdım:

"Her şeye rağmen, okyanus benim sınırlarımı zorlayıp, sabrımı yoklarken, burada metanetimi korumaya çalışıyorum. Bahtıma çıkan çok daha büyük bu mücadeleyi, başarıyla karaya ulaştırma sorumluluğunu omuzlarımda hissetmekteyim ve tedirginim. Rüzgarları, akıntıları ve dalgaları değerlendirerek, batıda herhangi bir yerde karaya çıkmak üzere çabalarımı sürdüreceğim."

Pikniğe giderken arabasının lastiği patlayan insanlar, denizde tek başına Erden Eruç’tan daha heyecanlı oluyor.

En son 23 Nisan günü Egemenlik Bayramı’nı kutlamak için mesaj gönderen Eruç, şimdiden dünya denizcilik tarihine girdi bile.

Kürekle okyanus geçişlerinde, denizde en uzun süre kalan 4., en uzun süreli yalnız geçişlerde ise 3. sırada.

Vakfı ve amaçları destek bekliyor. Verilecek destek, emin olun ona Pasifik Okyanusu’nun ortasında güç olarak geri dönecektir.

www.KaslaGit.com

İyimser bir kitap Optimist

Ataköy Marina Yacht Club, yelkenciliği yaygınlaştırma amaçlı son kitabını yayınladı: Optimist. Çocukların yelkene başlangıç teknesi olan optimistlerle ilgili her türlü bilginin yer aldığı bu kitap, geçen hafta piyasaya çıktı.

Türkçesi ’iyimser’ olan bu küçük teknelerin adları gerçekten anlamlı. Yelken öğrenmeyi kolaylaştıran iyimser tekneler bunlar.

Harald Schwarzlose tarafından yazılan kitap, çocuklar için tasarlanmış ve bu haliyle de Türkiye’de bir ilk. Çünkü Türkiye’de çocuklar için tasarlanmış benzer bir kitap bugüne dek yoktu.

Dili özenli: "Eğer izin verirsen sana kendimi tanıtayım, benim adım Optimist. Ama ismim birçoklarına fazla uzun geldiğinden bana kısaca Opti diyorlar. İsmim bana çok uyuyor; çünkü benimle beraberken yelkenciliği kolayca öğrenebileceğini sana garanti ederim. Bu kitabı sonuna kadar okuyup her şeyi anladığında kimi Optimist ustasından daha iyi yelken yapabileceksin."

Teknik anlatımlı bir kitap olması nedeniyle serbest bir çeviri tercih edilmiş; birkaç yerde, çocuklar için daha özendirici olabilmek adına yazarın yarışçı dili yumuşatılmış.

Mevsim başlarken, çocuğunu yelkenin de öğretildiği yaz okullarına göndermeyi düşünenlere duyurulur. Alıp, okursanız hem siz yararlanırsınız, hem de çocuğunuz.
Yazının Devamını Oku

Merkel’in dekoltesi

21 Nisan 2008
14 Nisan Pazartesi günü Hürriyet’in birinci sayfasında yer alan bir haber ve fotoğraf epey okur mesajı almama yol açtı.

Yazının Devamını Oku

Şirketler yelkeni keşfetti

19 Nisan 2008
Türkiye’de şirketlerin yelkene desteği artıyor.<br><br>En son Türkiye Açıkdeniz Yarış Kulübü (TAYK) ile Denizbank arasında 5 yıllık bir sponsorluk anlaşması imzalandı. Türkiye’deki en önemli açıkdeniz yarışlarını düzenleyen TAYK ile Denizbank arasındaki bu kurumsal ilişki, geçen yıl, önce iptal edilen, sonra da ancak yelkencilerin baskısı üzerine düzenlenebilen büyük aşağı yarışı gibi etkinliklerin geleceğini güvence altına alacak. Daha önce de Coca-Cola, İstanbul Yelken Kulübü ile 3 yıllık bir anlaşma imzalamış, çalışanlarına yelken eğitimi verilmesi karşılığında satın aldığı bir yatı İstanbul Yelken Kulübü’ne bağışlamıştı.

Bunlar kuşkusuz Türkiye’de yelkeni geliştirecek küçük ama önemli adımlar.

Devlet desteğinin kesildiği, sporların kendi yağları ile kavrulmasının hedeflendiği bir dönemde, kulüplerin kaynak yaratma konusunda gösterdikleri çaba ve yaratıcılık umut veriyor.

Ama şu soru da hep gündeme geliyor ve gereken adımlar atılmazsa gündemden hiç düşmeyecek: Federasyon nerede?

*

Bir spor federasyonunun amacı, temsil ettiği sporun yaygınlaşmasını ve uluslararası başarılar kazanmasını sağlamaktır.

Türkiye’de ise, bu amaçlara ek olarak, pahalı bir azınlık sporu olarak algılanan yelkenin öyle olmadığını anlatmak da federasyonun işlevleri arasında. Yelkenin spor olmanın ötesinde, insanların tek tek ya da birlikte, spor ya da bir yaşam biçimi olarak yapabilecekleri bir etkinlik olması, aslında federasyonların işini dünyada kolaylaştırır; denize çıkan milyonlar adına hareket edersiniz ve kaynak size akar.

Ama Türkiye Yelken Federasyonu sanki bu işlevin farkında değilmiş gibi davranıyor yıllardır.

Doğru; yarışlar düzenliyor, uluslararası yarışlara sporcu gönderiyor filan ama yelkeni Türkiye’de daha güçlü bir şekilde konumlandırma çabası hiç yok. Öyle olunca da, küçük denizin büyük sporcuları olmaya uzun süre devam edecekmişiz gibi görünüyor. Önümüzdeki yaz yapılacak Pekin Olimpiyatları’nda Türk olimpik yelkenciliğinin ne durumda olduğunu hep birlikte göreceğiz; umarım iyi sonuçlar alırız.

Ama almazsak, kimse çok üzülmesin çünkü bilinen deyişle, ’Ne kadar köfte, o kadar ekmek’.

Tabanı bu kadar dar olan bir spordan, evrensel başarı çıkması ancak mucize olur. Federasyonun artık yelkenin tabanını genişletecek adımları atması gerekiyor.

Bundan kasıt da, ulusal takvime girecek yarışları düzenleyen kulüplerden zorla para alıp kaynak yaratmak yerine, yelken yapan herkesin temsilciliğini üstlenmek, onlar adına müzakerelerde bulunmak, onların hayatını kolaylaştırmaktır.

*

Hafta içinde TAYK’den gelen bir açıklama, bu konuyu yeniden gündeme getirmeme yol açtı.

Yönetim Kurulu, TAYK ile Denizbank arasında imzalanan anlaşma ile sağlanan kaynağın önemli bölümünün federasyona gideceğine ilişkin değerlendirmemin doğru olmadığını belirtiyordu. 5 Nisan’da burada yayımlanan o değerlendirme yanlış ise, ben buna ancak sevinirim çünkü kulüplerin işlevi federasyona kaynak yaratmak değil, üyelerinin koyduğu hedefler doğrultusunda sporu geliştirmektir.

Gerçi, TAYK geleneksel yarışını düzenlerken, federasyona ödeme yapacak mı, yapmayacak mı sorusu hálá açıkta ama olsun...

TAYK Başkanı Serdar Kısadere, aynı zamanda federasyonun sponsorluklardan sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi de. Federasyonun benzer çalışmalarına ve ilişki yönetme şekline bakınca, TAYK’ın yaratıcılığının epey gerisinde kaldıklarını görüyorum.

Yelkeni güçlendirmek için denize çıkan, denizi seven, yelken yapan herkesi kucaklamak, onların temsilcisi olmak için adımlar atmak gerekiyor. Dünyadan sportif başarı örnekleri bunun kanıtı.

Devlet ataletini üzerinden atmak, devlet gibi düşünmemek ve davranmamak, özerk ve temsili bir spor örgütü haline gelmek gerçekten bu kadar zor mu?

Zor değil ama yapan yok.

Neden acaba?
Yazının Devamını Oku

Okurla dertleşme: Ne yapsam acaba

14 Nisan 2008
GEÇEN hafta içinde okurlardan gelen mektupların çoğu, salı günü yayımlanan Spor Gazetesi’nde yer alan bir harita ile ilgiliydi.

Yazının Devamını Oku