12 Nisan 2008
Uzo rakıya benzer bir Yunan içkisidir. Neredeyse Yunanistan’daki her şehrin kendi uzosu vardır; tatları farklıdır, ince nüanslar. Ben, etiketinde derin Ege mavisi, üzerine altın harflerle Barbagianni yazanı, Yani Amca markasını severim.
Barbagianni, yumuşak bir rakıydı sanki; yaş üzüm rakıları çıkmadan ve Tekel özelleştirilmeden önceki kötü rakılar ile kıyaslandığında o uzo ab-ı hayat gibiydi.
Ama ben bugün, uzodan değil Ouzo’dan söz etmek istiyorum.
*
Ouzo, 2006 yazında Manş Denizi’nde kaybolan küçük bir yelkenli tekne. Öyküsü üzücü.
İngiltere ile Fransa’yı ayıran bu kanalda seyreden dev gemilerin yarattığı yoğun trafiğin içinde ilk yelken deneyimini yaşayan biri olarak, Ouzo’daki 3 deneyimli denizcinin o anlarını kafamda canlandırabiliyorum.
Sürekli tremola ile trafik içinde seyretmek, dev dalgaların tekneyi alabora etmemesi için pürdikkat dümen tutmak ve yaz aylarında bile insanın içini tir tir titreten o garip soğukta gecenin o saatinde, kendine orada ne işin olduğunu sormak...
Sonrası Ouzo için karanlık.
Teknelerinin adını bölgemizin keyifli içkisinden alan Rupert Saunders, James Meaby ve Jason Downer’ın cesetleri, ölümlerinden 40 saat sonra canyelekleriyle denizde yüzerken bulunduğunda olay ortaya çıktı.
Ouzo’ya ne olmuştu?
Gemi mi çarpmıştı? Bir dalga mı alabora etmişti? Sorumlu kimdi? Ouzo’dakilerin hatası var mıydı?
*
Kurulan Soruşturma Komisyonu, önce dev bir feribotu soruşturdu. Pride of Bilbao’nun yönetim kayıtlarına bakıldı, açıklar ve sanık bulundu.
Yargılama başladı; mahkeme sanığı akladı.
Gerekçe, South Tyneside College tarafından geliştirilen bir yazılımın Ouzo’nun kaybolduğu bölgede bir başka geminin olduğunu kanıtlamasıydı.
Crescent Beaune adlı petrol kosteri gerçekten de, o gün o saatte olay yerindeydi. Kaptanı, gece nöbet sistemine uyulmadığını kabul etti. Şirket ise sorumluluk almayı reddetse de, bu ihlal, geminin uluslararası faaliyet lisansına işlendi. Kaptan ise emekli oldu.
Ouzo dosyasının milyonlarca sterline mal olan bir soruşturma ardından kapanması, işlerin oralarda ne kadar ciddiye alındığını gösteriyor.
Tekne küçük, ölenler sıradan vatandaş... ’Kardeşim orada işleri neydi gecenin o vakti’ diyen yok. Ya da ilk soruşturulan gemi olan ’Pride of Bilbao’nun sahibi şirket ne der’ diye soran da. Soruşturma yapılıyor, tamamlanıyor ve sonuç açıklanıyor. Devlet, devletin kurumları, işte bu iş için, küçük teknenin sıradan insanlarının kaderinin ne olduğunu belirlemek için var.
Ölen öldüğüyle kalmıyor, dersler alınıyor, geride kalanlar huzura kavuşuyor.
Darısı başımıza...
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2008
Sırtı denize dönük yaşayanlar ülkesinde, deniz ve yelkenin zengin işi olmadığını söyleyen adamlar varmış. İnsana hayat veren su, denizde insanın hayatını zenginleştirir derlermiş.
Çıkın denize, kürek çekin, yelken yapın, sörf yapın, balık tutun; iyi olur derlermiş.
Eğer denize çıkmıyorsanız ya da çıkamıyorsanız; olsun, hiç olmazsa, deniz kenarında dolaşın, derin derin nefes alın, deniz üzerinde taş sektirme yarışması düzenleyin çocuğunuzla, hatta hatta denize bakarak çekirdek çitleyin bile derlermiş.
Bilgisayarları başında klavyelerine asılıp tartışma gruplarında laflayanlar da, gazetelerde yazılar yazanlar da, bir duble rakının eşliğinde lüfer-roka takılanlar da hep benzer şeyler söylerlermiş yaz kış, ama söylenenler herkesin bir kulağından girer, öbüründen hızla çıkarmış.
İşte bu ülkede, günün birinde....
*
Yani Türkiye’de, yine deniz mevsimi geldi. 3 bahardır yaşadığım evin bahçesindeki kiraz çiçeğe durunca iyice anlarım bunu. En son o çiçek açar, sanki biraz dikkatlidir; "ne olur ne olmaz" der gibidir, "bahar kırağısı yemeyelim".
Mevsimle birlikte yelkenciliğin tekneyi denize hazırlama gibi doğal sorunları da geldi ama, konumuz bu değil. İnternet üzerindeki en önemli yelkencilik tartışma gruplarından Yelkenciler Lokali’nin kurucusu D. Aktar’ın eleştirdiği gibi, denizi ve yelkeni sevenlerin çok azı, etkili ve yetkililer ile kendilerini karşı karşıya getirecek konularda şikayet etmiyor, direnmiyor.
Bu konuların birincisi İstanbul’da patlak veren marina ücretleri sorunu. Diğeri ise, D. Aktar’ın da sözünü ettiği, yelkenin, yelkenciliğin temsili sorunu.
*
İstanbul’da Şubat ayında patlak veren marina ücretleri konusunun üzeri kapatılmış görünüyor. Rekabet Kurumu’na yapılan başvurunun sonucu bekleniyor ama onun dışında pek bir hareket yok.
Sorun şuydu: Ataköy Marinası, Maliye Bakanlığı’nın istediği ücreti arttırdığını belirterek, birim fiyatlara yüksek zam yapmış, bunu açıklarken, marinaya girebilecek en küçük boy teknenin 42 feet (12.8 metre) olacağını açıklamıştı. Gerçi yazdığım gibi, ’marinaya girebilecek en küçük boy tekne’ denmemiş ama 42 feet altındaki teknelerin ödeyeceği ücretin, 42 feetlik tekneler ile aynı olacağı belirtilmiş.
42 feet, dünyanın Amerika Birleşik Devletleri dahil her ülkesinde, büyük boy tekne kategorisine girer. Belli ki, Ataköy Marina yöneticilerine göre, Türkiye artık aşmış, büyük teknelerin ülkesi olmuş. Belli ki, teknecilik artık gerçekten zengin etkinliği.
*
Yelken sporcuları açısından ise bu mevsim heyecan başlar. Önce Marmara’da, ardından Ege’de birbiri ardından önemli yarışların zamanıdır artık.
Yelken Kulüpleri’nin yöneticileri, pek konuşmaya yanaşmasa da, bu mevsim Türkiye Yelken Federasyonu’nun yarış düzenlemek isteyen kulüplere milyarlarca liralık yarış vergileri salması çok tatsız.
Türkiye’deki bütün spor federasyonları, kulüplere kaynak aktarırken ve desteklerken, yelkende, kulüpler TYF’yi destekliyor çünkü artık özerk hale gelmiş TYF’nin ne sponsorluklarla kaynak yaratma becerisi, ne de niyeti var. Çünkü TYF hálá devlet, kulüplerin, şirketlerin üzerinde. Özerklik sözde, kafa hálá devlet kafası.
Yelken kulüpleri, etkinlik düzenlemek için fıldır fıldır sponsor arıyor ve buluyor, ardından da sağlanan kaynağı TYF’ye aktarıyor.
En son TAYK Denizbank ile 5 yıllık sponsorluk anlaşması imzaladı. Türkiye’nin en önemli açık deniz yarışlarını düzenleyen bu kulübün, sağladığı sponsorluk gelirinin önemli bölümünü, yarış düzenleme şerefiyesi olarak TYF’ye vereceği kesin.
İşte bu, yani kulüplerin yarattığı kaynaktan nemalanmak, bizim Federasyon’un yelken sporunu yönetmesi, yelkene destek vermesi oluyor. Bu durum futbolda olsa, yer yerinden oynar, yelkende herkes üç maymunu oynuyor.
Ve üstelik yelkenciliğin bu kadar sorunla karşılaştığı bir ülkede Federasyon’un tabanını geliştirmesi, tüm denize çıkanlar adına konuşması mümkünken bunu yapmıyor. Üstelik, TYF Başkanı Nazlı İmre seçilmeden önce bu sözü vermişken.
Nedenini en iyi yapmayanlar biliyor, belki açıklarlar da öğreniriz.
Canı bu durumdan yananların da seslerini çıkartması şart ama. Kol artık kırık, kırık yen içinde kalmasın.
Bizim feribotların silahlı kardeşleri var
Amerika Deniz Kuvvetleri, ilhamını İstanbul Deniz Otobüsleri’nin Osman Gazi 1 Feribotu’ndan alan yeni bir savaş gemisi sınıfı yarattı. Kıyı mayınlarına, sessiz dizel denizaltılara, kıyı korsanlarına ve hızlı, küçük teknelerle saldıracak teröristlere karşı oluşturulacak Kıyı Savaş Gemisi filosu için Amerikan Donanması’nın değerlendirdiği teknelerden biri, İDO’nun büyük feribotlarını üreten Avustralyalı Austal Şirketi tasarımı.
Yeni savaş gemileri sığ denizler için tasarlanmış olmasına rağmen, okyanusları hızla geçebilecek özelliklere sahip olacak. Soğuk Savaş döneminde uçak gemisi filoları etrafında örgütlenen Amerikan Donanması, yeni dönemde, okyanusların yanısıra, kıyıların da denetim altına alınmasını öngörüyor.
Su dinamiği ile bilgilerin artmasının yarattığı, sürtünmesi az ve çok hızlı gövde tasarımlarında başı çeken Avusturalyalı Austal şirketi ile işbirliği yapan General Dynamics ve büyük yolcu ve savaş gemileri üreten İtalyan Fincantieri ile işbirliğine giren Lockheed Martin, bu yeni tip savaş gemisinin üretiminde çekişiyor.
General Dynamics tarafından önerilen geminin özelliği, temel tasarım unsurlarının Osman Gazi 1 feribotu ile aynı olması. Su üzerinde yükselen ve bu nedenle yüksek hızlara ulaşabilen bu gemilerin askeri kullanım amaçla düşünülmesi şaşırtıcı değil.
Amerika Birleşik Devletleri’ni yeni ’asimetrik savaş’ şartlarında avantaj sağlaması öngörülen bu yeni tip savaş gemilerinin istihbarat toplama, helikopter ve insansız hava araçları keşif yapma, donanmanın tüm diğer gemileri ile taktik istihbarat paylaşımı gerçekleştirme, insansız su altı ve su üstü araçlarla çatışmaya girme gibi özellikleri bulunacak.
Amerikan Kongresi’ndeki bütçe görüşmeleri sırasında çıkan tartışmalar Kıyı Savaş Gemisi projesini biraz hırpalasa da, tehdit algılaması değişmeyeceği için, özellikle Amerikan seçimlerinden sonra karar sürecinin hızlanması bekleniyor. Genellikle, askeri kullanım için yapılan tasarımlar, sivil kullanıma zaman içinde aktarılırdı. Ancak ilk kez, sivil sektörde sağlanan önemli teknolojik atılımlar, silahlı kuvvetler tarafından benimsenmiş görünüyor. Yani bizim feribotlara silahlı kardeşler geliyor.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2008
Büyük bir ekonomik bunalımın eşiğinde olduğumuz söyleniyor. Amerika’da başlayan fırtınanın denizi kabarta kabarta üzerimize doğru geldiği, lombozları kapatıp, fırtına floğunu açıp, su geçirmezleri giyip dümene öyle geçmemiz gerektiğini anlıyoruz.
Tüm fırtınalar gibi bu da geçecek tabii. Batan batacak, kalan sağlar bizim olacak. Kalan sağlardan bir bölümü de, bu fırtınadan hayli zenginleşmiş çıkacak. Hep böyle olur çünkü.
Sizlerden kaçı, eğer fırtına Türkiye kıyılarına dendiği kadar sert vurursa, zengin olacak tabii ki bilmiyorum ama eğer içinizde tekne almayı planlayanlar varsa, özellikle Amerika’ya bir uzanmanın zamanıdır diyorum.
Şundan diyorum: Euro / dolar paritesindeki oynamalar, doların değerinin düşmesi, fiyatların zaten nispeten düşük olduğu Amerika’da alıcıya ciddi avantajlar sağlıyor.
*
Elimde Cruising World Dergisi’nin Mart ve Nisan sayıları var. Dünyanın en çok ve bence en keyifli yelken dergilerinden biri Cruising World. Yelkenciliğin gezginlere dönük, pratik yönlerini öne çıkartıyor. Çok kaliteli seyir ve gezi yazıları var. Ama şu an için bu yönleri önemli değil. Derginin sonunda yer alan, tekne ilanlarına bakıyorum.
Yüzlerce, binlerce tekne. Eskisi, yenisi, az kullanılmışı, sıfırı. Kimi sahibinden, kimi ’galeriden’, kimi bayiden. Bu kadar çeşidi birarada bulmak Türkiye’de mümkün değil.
Bildiğimiz markalar da var, pek bilmediklerimiz de; Beneteau, Jeanneau, Bavaria, Hunter, Catalina...
Yeni ya da yeni gibi teknelerin seyre hazır fiyatları Avrupa’nın altında. Örneğin yüklü bir Oceanis 43, 225 bin Dolar’a satılıyor. Beneteau web sitesine göre, Avrupa’da bu teknenin çıplak satış fiyatı 137 bin Euro, yaklaşık 212 bin Dolar. Avrupa’da alınacak bir Oceanis 43, seyre hazır hale getirilinceye kadar fiyatı 300 bin Dolar’ı bulur.
Ya da 2003 model Jeanneau Sun Odyssey 43DS’ye, 115 bin Dolar fiyat vermişler. Pazarlık payı da vardır... 100 - 105 bin dolara alınır bu tekne.
Örnek çok.
*
Peki bu tekne Türkiye şartlarına uyumlu mu? Genel olarak evet. 110 volt elektrik sistemini 220’ye çevirmek ve bir de içindeki prizleri Avrupa’ya uyumlu hale getirmek gerekir. Elinden iş gelen biri kolayca yapabilir bu işleri.
’Amerika neresi, Türkiye neresi’ diye soranlara teknelerin suda gittiğini anımsatmama gerek yok herhalde. Basar yelkeni gelirsiniz. Zamanınız yoksa, koyun gemiye Marmaris’te indirsinler. Maliyeti 10 - 15 bin Dolar.
Yani cebinizde paranız varsa, tekne almayı düşünüyorsanız, tekneden önce bir dergi ile bir uçak bileti alın derim. Ver elini Florida. Yanınızda, tekneden anlayan bir dostunuzun da olması kötü olmaz.
Hem sıkılmazsınız, hem de çürük bir tekne almamış olursunuz.
Yılın teknesi Türkiye’de
Avrupa’da yılın teknesi seçilen Sly 42, Türkiye’de de satılıyor.
Türkiye satış hakları A1 Yatçılık tarafından alınan bu tekneden Türkiye için 2 kontenjan ayrıldı.
Yarışçı özelliklerinin yanı sıra keyfine düşkünler için konforlu bir gezi teknesi de olan İtalyan yapımı Sly 42, Avrupa’da Yılın Tekneleri yarışmasında 12 - 14 metre kategorisinde birinci olmuştu.
Hafif ve dayanıklı karbon gövdenin standart olarak sunulduğu Sly 42’de yelken tutkunları için sunulan çift dümen, şık ve hafif yapı ile güvenlik ve konfor özellikleri dikkat çekiyor.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2008
Marinalara yalnızca tekne bağlanmaz; oralar insanların sergilendiği açık hava müzeleridir aynı zamanda. Otoparkların böyle bir özelliği yoktur tabii ki. Otomobilinizi bırakır, sırtınızı dönüp gidersiniz; sonra ne otomobili ne de diğer otomobil sahiplerini aklınıza getirirsiniz. Havalar ısınmaya başladığından bu yana birkaç kez Halki’ye gittik. Güneş güzel, deniz güzel, tekneler güzel.
Havuzluklarda edilen keyifli kahvaltıların ardından denize açılan çok tekne var hafta sonlarında artık. Mevsim başı olduğu için insan müzesi henüz açılışını yapmamıştı. Her hal ve şartta deniz diyenlerin şenliği vardı marinada.
Bunun sonucunda da geçen pazar günü Kalamış - Bostancı açıkları yelken basmış tekne doluydu ve o kadar güzeldi ki. Ve sanki tekne sayısı da artıyor günden güne.
*
İnsanların sergilendiği bu açık hava müzelerinde, çok çeşitli insan türüne rastlarsınız.
Genç yelkenciler, testosteron fazlalarını, yarışa katılıp vince asılarak enerjiye çevirmek ister. Kibarsanız onlara "değirmenci" dersiniz, sürekli vinç çevirdikleri için; Amerikalılar gibi sözü sakınmayanlardansanız, onlar "gorildir", çünkü "yelken indir, yelken bas", "tremola yap", "trim yap" emirlerine yerine getirecek güce ancak goriller sahiptir. Güneş gözlükleri afillidir. Yüzleri kış boyunca kayak yaptıkları için dağ bronzudur.
Heyecanla iskelede yürüyen genç kız, kışın öğrendiği teoriyi artık pratiğe çevirmek istemekte ve o nedenle bir an önce tekneyi bulmaya çalışmaktadır. Su geçirmez yelken giysileri Marmara değil Kuzey Denizi içindir; ama olsun, zaten günün birinde o da Atlantik Okyanusu’nu tekneyle aşacaktır. Geçen yıl kafayı taktığı yelkeni bu yıl öğrenmiştir. Zaten o her yıl, yeni bir şey öğrenmek isteyen bir zamane kadını olmanın eşiğindedir.
Elinde Migros poşetleri ile büyük guletin başına gelen adam, terliklerini çıkartıp pasarelladan rahat bir alışkanlıkla geçer. Yavaşça iner merdivenlerden, ses çıkarmamaya çalışır. Patron bir kadın ile içerdedir. "Kış gelse" der, "Tekne yine bana kalsa." Patronun ani gelişi nedeniyle içki şişelerini ortadan nasıl kaldıracağını bilemeyip, paniklemiş ve iki şişe canım viskiyi lumbozdan denize atmıştır.
Bir de, o an, orada neden olduğunu bilmeyen ya da bulunduğu mekan ve zamandan hiç memnun olmayanlar vardır ki; bunlar mutsuz eşler (kadın ya da erkek fark etmez) ve bluğ çağı gençleri (yine kız oğlan fark etmez) olarak iki ana kategoride ele alınabilir. Bunları kolaylıkla diğerlerinden ayırd edebilirsiniz.
*
Kendi çocuğunuz ya da eşinizle ilişkileri ütüleyip, kolalamak seyir sırasında mümkün olmasa da, ayarsızlık konusundaki alışkanlık sorunu büyütmeyebilir. Ama yelkeni seven bir dostun sivilceli oğlunun sürekli huysuzluğu sinirinize dokunmaya başladığında, yalnızca oğlanı değil, babasını da tanıksız bir cinayetin kurbanları yapmak, çekici bir seçenek haline gelebilir. Keyifsiz bir ifade, geçimsizliğe hemen dönüşen sirkeleşmek üzere bir ruh hali ve bunları yansıtan hal ve tavırlar... Hemen, ama hemen, vakit geçirmeksizin önlem almak gerekir. Yoksa durum gerçekten vahimdir.
Yani siz siz olun, tekneye yeni birini bindirmeden ve demir almadan önce iskelede iki boy yürütüp uzaktan bilgece bir bakın. En küçük bir ekşilik hissederseniz, paydos deyin.
Ya da gerçek denizcilerin yaptığı gibi, tek başınalığı tercih edin. Hep.
Seç beğen al...
Avrupa’da yılın tekneleri
Avrupa’da yılın tekneleri açıklandı. Yat üreticilerinin en itibarlı ödül olarak nitelendirdiği bu yarışmanın sonuçlarını Avrupa’da yayımlanan 11 yat dergisinin editörleri belirliyor. Bu yıl ödülleri, yılda yüzlerce tekne üreten şirketlerin modelleri değil, ısmarlama üretim yapanların modelleri kazandı.
Teknelerin boylarına göre yapılan yarışmanın bu kadar itibarlı olmasının temelinde nesnellik yatıyor. Haziran ayında ön listeye alınan tekneler, sonucun açıklanacağı ocak ayına kadar jüriyi oluşturan yelken dergilerinin editörlerince deneniyor. Yapılan değerlendirmeler, standart bir forma işleniyor ve sonra sonuçlar karşılaştırılıyor.
Jürinin işi her yıl zorlaşıyor. Bunun nedeni rekabet nedeniyle kalite ve fiyat anlamında birbirine çok yakın teknelerin satışa sunulması. Ön listeye girebilen teknelerin tümünün belli bir fiyat / kalite oranının üzerinde olduğunda herkes birleşiyor.
14 metre üzeri
Comet 52RS
Şirketlerin en tepedeki modellerini yarıştırdığı bu kategoride Dufour 485, Elan Impression 514, Sweden Yachts 54, Najad 570 ve Comet 52RS vardı. Kazanan Comet 52RS oldu. Nedeni, tasarım ve yenilikçi ayrıntılardı. Hızlı ve kolay kullanımı, kabinin zevkli tasarımı ve yapım kalitesi kararı kolaylaştırdı.
10 metreye kadar Sun Fast 3200
Bu kategoride Bavaria 31cr, Dephia 33, Hanse 320 ve Jeanneau Sun Fast 3200 yarıştı. Kazanan "bir açık deniz yarışçısı" olarak nitelenen Sun Fast 3200 oldu. Bu tekne çok daha pahalı Beneteau Figaro II gibi yarışçı teknelerin özelliklerini daha düşük bir fiyatla sunuyordu.
10-12 metre arasında Sunbeam 34
Bu kategorideki teknelerin tümü az sayıda üretim yapan ve pahalı şirketlerdendi. Dehler 34, X-34, Najad 355, Comfortina 39 ve Sunbeam 34. Kazanan Sun Beam 34 oldu. Avusturya’da üretilen bu teknenin güzel görünümünün yanı sıra, iç tasarımında ve uygulamasında gösterilen özen ve verdiği dayanıklılık izlenimi az farkla da olsa ödül getirdi.
12-14 metre arasında Sly 42
Bu kategorideki tekneler Beneteau Oceanis 43, Elan 410, Allures 40, X-41 ve Sly 42 idi. Modern çizgilere sahip Sly 42’nin ekiple ya da tek başına kullanım kolaylığı, yenilikçi ayrıntıları, performansı ve inşa kalitesi ödülü getirdi. Fiyatı rakiplerine göre yüksekti; örneğin bir Sly 42 yerine iki adet Oceanis 43 satın almak mümkündü ama buna rağmen jüri ödülü bu tekneye layık gördü.
Yazının Devamını Oku 8 Mart 2008
Felaket tellallığı yapmak istemem ama durum hiç iyi değil.<br><br>Küresel ısınma korkarım gerçekten ciddi. Ve bu yaz bayağı garip geçecek. Sıcak ve durgun. Sonraki yazlar da. Günün birinde korkulan olur da, Kuzey ve Güney Kutupları’ndan ülke büyüklüğünde trilyonlarca ton ağırlığında buz parçaları koparsa, denizler buzu çok kaçmış rakı kadehi gibi taşacak. Kıyılar deniz, denize bakan küçük tepeler kıyı olacak. Bugün deniz seviyesinde ve altında olan ülkeler çok ciddi sorunlarla karşılaşacak; Bangladeş ile Hollanda gibi.
Öyle bir durumda ne olacak? Tekneler yükselen deniz ile birlikte yükselecek. Yani, tekneler, teknecilik ve tekneciler değer kazanacak.
*
Yaz geliyor. Bu yaz önemli, çünkü 15 aylık kızım Piraye, Halki ile gerçekten tanışacak. Önceki pazar, uzun bir aradan sonra gidip gördüğümüz Halki’nin kamarasında, daha yürüyemediği için pavurya misali yan yan dolaşırken keyfi yerindeydi. Bu yaz Halki’ye gittiğimizde güverteye daha emin basacak kuşkusuz.
Ablası gibi onun da tekneyi ve tekneciliği sevmesini istiyorum çünkü başını gösteren çevre sorunları asıl bedeli onların kuşağına ödetecek. Bir tür sigorta gibi görüyorum tekneciliği onlar için. İstanbul’da ya da en azından deniz kenarında yaşayacaklarına göre (başkasını tahayyül edemiyorum çünkü) deniz eğer düşmanlaşırsa, onun nasıl evcilleştirileceğini bilsinler istiyorum.
Gereksiz korku diyebilirsiniz; olabilir.
*
Bir yandan da deniz şehirlerinin kraliçesine, İstanbul’a bakıyorum.
Farklı nedenlerle denize koşan yüzbinlerce insanın yaşadığı bu şehri yönetenler, bu ülkeyi yönetenlerin de katkısı ve çabası ile insan - deniz bağının oluşmaması için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Teknesiz deniz istiyorlar sanki.
Otomobil için otopark önemli ama tekne için bağlama yerinin hiç önemi yok İstanbul’da.
Dünyanın her büyük deniz şehrinde belediyenin sorumluluğunda olan bağlama yeri konusunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin değnekçilerin elindeki bağlama yerlerini gelir sağlamak için ele almasından başka çabası yok. Küçük barınaklar, marinalar gerekirken bu şehre, belediyenin konu hakkında en ufak bir planı yok. Gerçi denize koşmayan milyonların, sahilde ayçiçeği çitleyerek dolaşmaktan başka bir beklentisi de yok ya.
Olsun... Değişirler herhalde.
Bu yaz kritik. Kızlara tekneciliği sevdirmeliyim.
Okyanus aşmadan keyif yapmak isteyenler için
Denize çıkma hevesi, kışın bahara döndüğü şu günlerde yine depreşiyor. Teknede elden geçmesi gerekenler, işyerinden alınacak iznin zamanlaması ve yolculuk planları hep bu ayların işleridir. Birkaç yıl öncesine kadar tekneyle yedi denizi aşıp, kartpostal kıyılara ulaşmak için zamanı ya da parası bol bir deniz kurdu olmak gerekirdi. Artık öyle değil, dünyanın belli başlı yatçılık bölgelerine tarifeli seferler düzenleyen gemi şirketleri, tekneyi alıp, düşlenen kartpostal kıyıya birkaç hafta sonra bırakabiliyor. Bu ucuz bir hizmet değil kuşkusuz, ama aylar sürecek binlerce millik yolculuk ardından ulaşılabilecek kıyıları çok yakınlaştırdığı için ilgilenenlerin sayısı artıyor.
Deniz ve çıkarttığı zorluklar ile yarattığı keyifler, binlerce yıldır hiç değişmedi değişmesine, ama teknoloji, deniz - insan ilişkisinde dengeyi insan lehine bozarak denizin büyüsünü biraz ortadan kaldırmaya başladı.
Teknelerine binip, sevdiklerini geride bırakıp, denizlere açılanların öyküleri, denizciliğin güçlü olduğu ülkelerde artık çok sıradanlaştı. Biraz da bu nedenle, insan iradesini zorlayan ’aşırı’ denemeler öne çıkıyor. Tarihe bu aşırı denemelerle not düşüyor cesur yelkenciler. Onlara bu çabalarında yeni üretim yöntemleri, yeni malzemeler, hidrodinamik ile ilgili sürekli artan bilgi dağarcığı destek oluyor kuşkusuz.
Bunların sonucunda nispeten kolaylaşan amatör denizciliğin tüm dünyada hızlı gelişimi ve yelkenli tekne sayısının artması, girişimcilerin gözünü açıyor, yeni hizmet dalları ortaya çıkıyor. Bunların en ilginci, teknelerin tarifeli özel gemi seferleri ile dünyanın bir ucundan öbürüne taşınması. Kuşkusuz gemiyle tekne nakletmek yeni bir şey değil; cesareti olan ticari gemilerin güvertelerinde teknelerini taşıtırdı. Bu yeni işin en önemli boyutu, tekne taşımak için tasarlanmış, ’yüzer havuz’ tipi gemilerin dünyanın yatçılık cennetleri arasında düzenli ring seferi yapmaya başlaması.
Örneğin, Marmaris’ten 17 - 23 Ağustos 2008 arasında gemiye yüklenen tekne, 14 - 20 Eylül Eylül 2008 tarihlerinde Florida’da size teslim ediliyor. Buradan Karayip Adaları’na ulaşmak birkaç günlük seyir.
Ya da, tekneyi 12 - 18 Ekim 2008’de Cenova’dan gemiye yükletirseniz, 16 - 22 Kasım 2008 arasında Brezilya’nın Rio de Janeiro Limanı’nda tekrar kavuşabilirsiniz. Sırf Brezilya kıyılarını gezmek aylar sürer.
Eğer amaç yalnızca seyir ve çevreden, şehirden kaçış değilse ve tekne yalnızca ulaşmak için değil, gezmek için bir araç olarak düşünülüyorsa bu hizmet biçilmiş kaftan. Yolda zaman kaybı yok, okyanus aşmanın getireceği kişisel riskler ve tekne donanımı üzerindeki tahribat yok. Yolda zaten para harcanıyor; yani sonuçta, belki maliyeti tek başına götürmek ya da bir teslim kaptanına emanet etmek ile kıyaslandığında yüksek ama, çok etkili, çok çabuk ve çok yararlı bir çözüm. ’İşte bu denizin, denizciliğin büyüsünü ortadan kaldırıyor. Önemli olan varmak değil yolculuktur’ diyenlere söyleyecek pek bir şey yok tabii.
Maliyetler teknenin boyuna göre belirleniyor. Fiyat almadım; ama 14 metrelik bir yelkenli tekne için 15 - 20 bin dolar arası bir navlun ödendiğini bir yerlerde okumuştum.
Ayrıntılar http://www.yacht-transport.com/home adresinde...
Nasıl oluyor?
Teknenizle limana geliyorsunuz. Karşınızda tanklarına su almış ve batmış bir büyük gemi duruyor. Bunun içine, marinaya girer gibi giriyorsunuz, Gösterilen yere yanaşıyorsunuz. Tekne içindeki malzemeleri önerildiği gibi düzenleyip, kamarayı kilitledikten sonra çıkıyorsunuz. Tekne bağlanıyor, dalgıçlar altına destekleri koyuyor, sağlamlaştırıyor. Direkler filan yerinde kalıyor. Geminin tamamı dolduktan sonra, tanklardaki su dışarı basılıyor ve gemi yükselirken, havuzun suyu boşalıyor. Tüm tekneler, altlarındaki destekler ve koltuk halatları ile sabitlenmiş duruyor. Gemi yola çıkıyor, siz de evinize gidiyorsunuz. Sonra, tekneyi teslim almak için uçağa atlayıp, kartpostal kıyıların yakınındaki limana uçuyorsunuz. Ne okyanus fırtınaları, ne yolda geçirilecek zaman sorun oluyor. Teknenize, evinize kavuşup, hemen gezmeye başlıyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2008
HEP aynı şey olur. Bir futbol maçını stadyumda ya da televizyonda izledikten sonra, ertesi gün gazetelerde yazılanları okuduğumda, sanki farklı bir maçtan söz edildiğini düşünürüm.
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2008
Tekneler büyük deniz şehirlerinin olmazsa olmaz süsüdür. Bomboş bir denize bakmak ile gemilerin, yatların, kayıkların hareketlendirdiği bir denizin kıyısında yaşamak arasında çok büyük bir kalite farkı vardır. Boyu ne olursa olsun, denizdeki tekne insanın doğaya attığı bir imzadır çünkü.
Savaş gemileri, süper tankerler gücü simgeler; ’Sana rağmen gidiyorum ey deniz’ derler sanki. Küçük ticaret tekneleri ya da balıkçı tekneleri, ’Ekmeğimi senden çıkartıyorum’ der. Yelkenlilerin denize mesajı basittir: ’Rüzgarın sayesinde, senin hoşgörünle süzülüyorum.’
Sanki İstanbul’da birileri, denizin şenlenmesini istemiyor, denizde bir ’zengin-yoksul’ ayrımının altını çiziyor. Ve o birileri, deniz ile yeni yeni barışmaya başlayan İstanbul’u yeniden denize küstürmeye çalışıyor sanki.
*
Marinalar ticari işletmelerdir. Para kazanmaları gerekir. Hizmet verirler, karşılığını alırlar. Deniz kenarlarında oldukları için ve deniz kenarları medeni ülkelerde ’herkesin’ olduğu için bir imtiyaz kullanırlar. O nedenle de marina yatırımları izni en zor alınan yatırımlardır.
İstanbul’daki 2 marinadan biri olan Ataköy Marinası birkaç hafta önce fiyatlarına çok yüksek oranlı bir zam yapmakla kalmadı, küçük tekneleri cezalandırmak istercesine, marina fiyatlarına temel oluşturan tekne metrekaresi hesabını da 52’den başlatma kararı aldı. Bu şu demek: tekneniz küçücük de olsa, büyük boy tekne fiyatı ödemek zorundasınız. Yani Euro bazında bir yıl önceye göre 2 kat fazlaya varan bir marina ücreti söz konusu; belki bu ücret teknenin değerinden fazla...
Marina işletmecileri, bu zammın ardında, havadan sudan vergi almak isteyen maliyecilerin uygulamalarının yattığını söylüyor. Tekne sahipleri ise öfkeli. İstanbul’daki 2 marinadan birinin hakim konumunu kullandığını belirterek işi Rekabet Kurulu’na taşımaya karar verdiler.
*
Bir yanda denize ilgisini arttıran, refah düzeyi yükseldikçe tekne alan bir orta sınıf var. Onun karşısında denizi bakılacak bir manzara unsuru olarak gören, tekne işini sevmeyen ve belki de tüm teknecilerin zengin olduğunu düşünen bir kesim.
Bu iki kesimin arasında kalmış, teknenin, denizli yaşam için şart olduğunu görmeyen bir belediyecilik anlayışı. Ve buna tuz biber olan bir maliyecilik perspektifi.
Turizm gelirlerinin dörtte birini denizden sağlayan bir ülke için pek hoş bir manzara değil bu tabii. İleri derecede bir perspektif yoksunluğu ve sonuç olarak kendi kendine köstek olan bir düzen.
Şunu rahatlıkla görebiliyoruz artık. Türk’ün denizle ciddi bir imtihanı var. Umarım kazanırız.
Avrasya Boat Show’da bürokrasi tekneleri gölgeledi
Avrasya Boat Show, Türkiye’de bugüne dek yapılmış olan en büyük fuar olarak tarihe geçti. İstanbul CNR Expo Fuar Merkezi’nde 75 bin metrekarelik kapalı alanda 15-24 Şubat’ta yapılan fuarda, 10 metre üzeri 110 tekne sergilendi. Düzenleyicilerinin, dünyanın ikinci büyük tekne fuarı olduğunu söyledikleri Avrasya Boat Show yoğun kar yağışı, bürokratik, hukuki çekişmeler ve düzenleme aksaklıklarının ardından kapanırken, son beş yılda dünya çapında dikkat çeken Türkiye yat sektörünün gerçek gücü tam olarak ortaya çıkamadı.
Yılmaz ÖZTÜRK
Yacht Türkiye Yayın Yönetmeni
Fuar, sergilenen tekneler açısından doyurucuydu. Numarine, Vicem, Viking, Carianda, Mursan, Blue Sailor’s, Elegan, Northstar, Concept, Tacar, Taylan, Senamare Neoclassic, Classic Cruiser, Egemar, Semun, Lahur, Kayacan, Leomar, C-Marine gibi yerli markalar geniş alanlarda, birden çok tekne sergileyerek ağırlıklarını yansıttılar.
Yelkenli ve motorlu modelleriyle Beneteau, Jeanneau ve Bavaria, Riva, Marquis, Sea Ray, Rancraft, Rinker, Fairline, Crowline, Mac Gregor, Harmony, Larson, Galeon, Nortshore, Stingray, Atlantis, Bayliner, Meridian ve Azimut gibi yabancı markalar da fuardaydı.
Avrasya Boat Show’u kaç kişinin ziyaret ettiği henüz açıklanmadı. Ancak fuar açılışıyla birlikte başlayan ve üç gün süren kar yağışının ziyaretçi sayısında ciddi düşüşe yol açması kimseyi şaşırtmaz. Aynı alan içindeki salonlardan birinde Boat Show’un yedinci gününden itibaren bambaşka bir fuarın düzenlenmesi de sağlıklı bir ziyaretçi tahmini yapmayı olanaksızlaştırdı. Görünen o ki Türkiye yat sektörünün cümle áleme gücünü kanıtlaması beklenen ilk "boat show"unu kaç kişinin ziyaret ettiğini asla bilemeyeceğiz.
BEKLENEN TEKNELER FUARDA YOKTU
Yine de yerli ve yabancı firmaların memnun edici satışlara ulaştıklarını "duyduğumuzu" söyleyebiliriz. Eğer her şey planladığı gibi gitseydi, 2. Avrasya Boat Show herhalde, Türkiye’nin en çok sıcak satış yapılan fuarı olarak tarihe geçecekti.
Fuardan birkaç gün önce başlayan aksilikler hem bu rekoru engelledi, hem de birçok katılımcıyı ve ziyaretçiyi canından bezdirdi.
En büyük aksilik Numarine 102 rph’nin fuara sokulamaması oldu. Avrasya Boat Show 2008’in sektör sponsoru olan Numarine bu yüzden 55 serisine ait üç tekneyi sergilemekle yetinmek zorunda kaldı. Ancak bütün tanıtım malzemelerinde kullanılan ve kesinlikle fuarda bulunacağı açıklanan 102’nin sergilenememesi ciddi bir imaj kaybına yol açtı. Fuarın bir diğer yıldızı Vicem 92’nin de başına aynı şey geldi ve ’lobster tipi’ teknelerde ABD piyasasının en çok satan ikinci markası olan bu Türk yıldızını görmek isteyenler ne yazık ki hayal kırıklığı yaşadı.
102 rph’nin sergileneceği açıklanan 8. Salon, yat sektörüyle alakasız ihtilaflar ve hukuki sorunlar nedeniyle açılamayınca, fuarın "ters döndürülmesi" bir başka sorundu. 8. Salon mahkeme emriyle kapattırılınca, bu sene kesinlikle açılmayacağı belirtilen 1. Salon’un açılmasına aniden karar verildi ve bu karar doğrultusunda da bomba, hesaplarını 8. Salon Girişi’nin ana giriş olacağı beklentisi üzerine yapanların elinde patlamış oldu. Sabık 8. Salon’un, Avrasya Boat Show’un son dört günü, bambaşka içerikli bir fuara ev sahipliği yapmasıysa tam bir fiyaskoydu.
Bazıları sıkış tepiş, bazıları fazlasıyla ferah salonlar, kimseye hiçbir şeyi anlatmayı başaramayan tabelalar, kirli yer halıları Türkiye yat sektörünün sahip olduğu ve üstelik o fuarda da fazlasıyla var olan gücünü gerçekten sergilemesini engelledi.
Bekir Coşkun okurlarla buluştu
Yacht Türkiye dergisinin de fuarda bir standı vardı. 21 Şubat Perşembe günü derginin yazarı Bekir Coşkun okurlarla buluştu ve keyifli söyleşiler yapıldı. Türkiye’nin her yanından gelen ve üstelik sadece denizcilerden de ibaret olmayan ziyaretçiler, Bekir Coşkun’u bir dakika olsun yalnız bırakmadılar. Hürriyet’in yayınladığı Ayşegül Denizde ve Ayşegül Yelkenli Kullanıyor kitaplarının ücretsiz dağıtımı, ziyaretçileri Yacht Türkiye standına yönlendiren keyifli bir olaydı. Fuar’da 2.000 adet Ayşegül kitabı dağıtıldı.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2008
Tuzla tersanelerinden ölümlü iş kazası haberleri çok sık gelmeye başladı. İşveren sorun yok, işçiler sorun çok diyor. Yani belli ki, Tuzla’yı yalnızca başarılarıyla değil, sorunlarıyla da konuşmak gerekiyor.
Çocukluğum ve ilk gençliğim Tuzla’da geçti. Kıbrıs Savaşı sırasında karartmaları Tuzla’daki yazlıkta yaşadım. Kendi başıma ilk kez Tuzla’daki evde kaldım. Denizi orada biraz daha sevdim. Dalmayı ilk orada öğrendim.
Sonra Tuzla değişti. Şimdi bizim yazlık evin bulunduğu yerde Deniz Harp Okulu’nun nizamiyesi var; Tuzburnu’ndaki site Deniz Harp Okulu yapımı için kamulaştırıldı. Denizle bağlantısı olan ve ağ ile gümüş balığı avladığımız göl kurutuldu.
Gidip yaban ördeklerini korkuttuğumuz Mercan’ın ötesindeki göl Tuzla’nın tersane bölgesi oldu. Tersaneler Tuzla’yı yedi bitirdi. Deniz kirlendi, göl kirlendi, ördekler, turnalar gelmez oldu. Yıllar geçti ve artık Tuzla, Türkiye’yi gemi inşa ve yat sanayiinde dünyanın önde gelen ülkelerinden birine dönüştürdü. İstanbul gibi büyük bir şehrin bu kadar yakınında, çevre etkileri bu denli büyük bir sanayii merkezinin kurulması doğru muydu, değil miydi diye tartışılmanın anlamı yok artık.
Ama şurası belli: Tuzla’yı konuşmak gerek, çünkü orada can sıkıcı bir şeyler oluyor.
Geçen hafta Tuzla’da bir işçi daha öldü. Çalıştığı geminin güvertesinden düşen 41 yaşındaki Cevat Toy, son 7 ayda ölen on beşinci işçi oldu. Tuzla’nın gemi inşa sanayiindeki küresel başarısının bedeli belli ki, birilerinin kanıyla ödeniyor.
Yanıbaşımızdaki Tuzla’da, bu kadar çok iş kazası olmasının nedenleri belli; işçi güvenliği için gerekli yatırımın yapılmaması, şirketlerin işi verdikleri taşeronların kıyasıya rekabeti nedeniyle işçileri zorlaması ve bunun sonucunda çalışma saatlerinin uzunluğu...
Sonuç; rekabet gücü yüksek bir sanayii için ödenen yüksek insani bedel.
Tersane sahipleri ise böyle düşünmüyor.
Birlik Başkanı Murat Bayrak, NTVMSNBC haber sitesine göre, "Ağır riskli işyerlerinde senede 5 - 6 ölümlü kaza oluyor, kazalar işin doğası gereğidir. Kimi suçlayacağız ki? Her ne sebeple olursa olsun, iş kazasını önlemek mümkün değil. Bu işyerleri dünyada da böyledir. Biz bir araştırma yaptık, gemi inşa sanayinde dünyada en az ölü veren ülke Türkiye’dir. Yani bu kadar iyi tedbirler almışız, ama yine de herkes ayağa kalkıyor. Tabii ki ölümü kimse sevmez, ama bazı sendikacılar tersaneleri kan emici olarak gösteriyor, böyle bir şey olur mu" diye soruyor.
Geçen ağustos ayından beri 15 işçinin tersanelerde ölümü, işveren örgütünün istatistiklerini yalanlıyor. Kan parası ödenerek şikayetlerin engellendiği, olayların üstünün örtüldüğü, ölümlü olmayan ağır iş kazalarının Tuzla’da sıradan olaylar haline geldiği söyleniyor. Bu konularda tanıklıklar var.
Belli ki Tuzla sorunlu. Kuşkusuz hızlı gelişimin bedeli fazla olur.
Tuzla’yı bir çevre felaketi haline getiren ama bu arada önemli bir başarı öyküsü yaratan sektörün, çalışanlara ödettiği bedeli aşağı çekmesi gerekiyor. Tek rekabet unsuru, ucuz emek ise, rekabet zaten kalıcı olmaz.
Teknoloji denizin büyüsüne de karşı
Uzaktan kumandalı oyuncaklara bayılırım.
Geçenlerde aldığım helikopteri nasıl çalıştığını öğrenirken, önce evin duvarına çarptırıp, sonra havuza düşürmemi, yıllar önce İngiltere’de günler boyu çalışarak yaptığım yelkenli tekneyi Battersea Parkı’ndaki havuzda batırmamı saymazsak, uzaktan kumandalı oyuncakları bayağı iyi kullanırım.
Galler’deki Aberystwyth Üniversitesi’nden Dr. Mark Neal’ın, uzaktan kumandalı küçük yelkenli tekneleri okyanusta yarıştırma projesini okuyunca, haliyle, bu dalda bayağı başarılı olabileceğini düşündüm.
A-ber-ist-vit diye okunan bu Gal şehrine gitmişliğim, daha doğrusu şehirden geçmişliğim vardır. Bu fikrin o şehirdeki bir üniversite hocasından çıkmasına hiç şaşırmadım. İnsanların yaşadıkları yerde sıkılınca ne yapacakları hiç belli olmaz; Dr. Neal’in sıkılan insan tipinin iyi bir örneği olduğu anlaşılıyor.
Uzaktan kumanda konusunda benden daha iyileri de varmış ki, Galler’de, kuytu bir koyda yapılan ilk denemeye katılan küçük teknelerin çoğu batmış. Ama Mark Hoca kararlıymış projesini uygulamaya.
*
Düşünsenize, Göcek’te tekneyle giderken, yanınızdan bir insansız deniz aracı (İDA) geçiyor. Nereden gelip, nereye gittiği, kamerasının çektiği görüntüleri uydu bağlantısı ile kime gönderdiği meçhul bir İDA. Ya da okyanusun ortasında ay ışığının altında dalıp gitmişken, birdenbire beliriveren bir İDA. Tekneyi uzaktan kullanan, halinizi hatırınızı sorabilir örneğin.
Nelerle uğraşıyorlar demeyin... Sıkıntıdan kaynaklanmış olsa da böyle fikirler bazen büyük işlerin ilk adımı olabiliyor. Uzaktan kumandalı predator uçakları ile Amerika bugün istihbarat topluyor, istemediklerini Hellfire füzesi ile yok ediyor örneğin.
Hava dinamiği ile su dinamiği birbirinden farklı. Ve su dinamiğinin henüz tam olarak anlaşılamamış yönleri var; uzun menzilli uzaktan kumandalı tekne yapımı o yüzden biraz zor.
*
Bir limandan diğerine kendi kendine giden yelkenli tekneler mümkün.
Tabii önce, bu teknelerin tüm enerjilerini üretebilmeleri, yelkenlerini rüzgara göre ayarlayabilmeleri, hava koşullarına göre rota çizebilmeleri, seyir sırasındaki anlık değişikliklere gerekli tepkileri verebilmeleri gerek.
Yüzlerce kişinin çalıştığı yelkenli yük gemilerinden, yüzbinlerce tonluk yükü 10 kişilik ekip ile taşıyan gemilere 1 yüzyılda geçtik. Şimdi konuşulan ise bu gemileri tam otomatik hale getirmek.
Hong Kong’dan yük kutularını kendi kendine yükleyen, palamarları kendi kendine atıp, ince manevralarla limanı terk ettikten sonra Rotterdam Limanı’na girip yanaşan robot gemilerin mümkün olduğunu düşünüyorlar artık.
Ve tabii savaş gemileri. İşlerin büyük bölümünün bilgisayarlar tarafından yapıldığı savaş gemilerini savaşan robot gemilere çevirmek çok kolay. Dünyadan Mars’a robot gönderip, uzaktan kumanda ile taş toplatabilen teknoloji bunu haydi haydi yapabilir.
Anlaşılan teknoloji denizin büyüsünü de yok edecek yakında. İlerleme bu olsa gerek.
Avrasya Boat Show’da ilk cumartesi
İstanbul CNR Expo Fuar Merkezi’ndeki Avrasya Boat Show, 250 katılımcı şirket, 1500 marka ve sergilenecek 150’nin üzerinde tekne ile bu yıl bir rekor kırdı.
Toplam 75 bin metrekarelik alanda düzenlenen tekne fuarını 120 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
Avrasya Boat Show düzenleyicileri, bir ticari platform olmanın yanı sıra, sosyal bir ortam yaratmayı ve oluşturulacak değişik "tema"larla, denizciliği farklı boyutlarıyla gündeme taşımayı da hedefliyorlar. Boat Show’a Yacht Türkiye Dergisi de bir stand açarak katılıyor. Hürriyet’in çocuklara denizi ve yelkeni sevdirmek için dağıtacağı Ayşegül kitapları, Yacht Türkiye’nin standında okurları ile buluşacak.
Yazının Devamını Oku