Nişantaşı, bildiğiniz gibi İstanbul'un en mutena semtlerinden biridir... Ben bu mutena semt sözünü ilk kez yıllar önce, sinema ve radyolardaki banka reklamlarında duymuştum... Müşterilerine çekilişlerle ikramiye olarak apartman dairesi veren bankalar, özellikle Nişantaşı'ndan ‘‘seçkin’’ anlamına gelen ‘‘mutena semt’’ diye söz ederlerdi...Ben Salacaklı'lığım yanısıra, aslında çeyrekkan da Nişantaşlı sayılırım. Hem gençliğimin, delikanlılığımın birkaç yılı Nişantaşı'nda geçti... Hem de daha sonraki yıllar bir süre Topağacı'nda oturdum...Bu arada sizlere Nişantaşı'yla ilgili bir de gerçeği açıklayayım: Herkes başka bir şey söylüyor, rivayetler muhtelif ama, Nişantaşı'na ‘‘Nişantaşı’’ denmesinin nedeni, bana göre biraz da benden dolayıdır... Gerçi buranın adı eskiden beri Nişantaşı'dır ama, bu daha sonraları benimle daha da pekişmiştir...Nişantaşı'nda oturduğum o delikanlılık yıllarımda, biz semtin gençleri, dörtyol ağzında, tam köşedeki adını semte veren ünlü tarihi taşın önünde mevzilenir, gelen geçen kızlara oradan musallat olurduk...Ben o dikilitaşın önünde dikile dikile sonunda bir gün bir kız tavlamayı başardım...Yalnız, adı Nursan olan kız sokaktan geçenlerden değildi... Taş'ın hemen yanındaki kitapçının bulunduğu apartmanda oturuyordu...Ben gecenin bir vakti taşın önünde nöbete dikilir, Nursan'ı orada beklerdim... Bir yolunu bulup evden tüyen Nursan'la orada buluşurduk...Nursan'ı beklediğim ilk geceler, birinin sanki kafama bir şeyler attığını hisseder gibi oldum, ama pek önemsemedim...Daha sonraki geceler fark ettim ki, biri bir yerlerden kafama fındık, fıstık, leblebi vs. yağdırıyor... Bunların nereden atıldığını karanlıkta bir türlü sökemedim... Ama daha sonra taşı da siper edip kendimi kollamaya başladım... Bu fındık ve leblebiler boş bulunursam arada bir kafama, ama daha çok o tarihi taşa geliyordu...Sonunda bir gün bunu Nursan'a söylediğimde, ‘‘Boşver kafana takma... Benim 90 yaşında bir dedem var... Yirmidört saat pencerenin önünde oturur... Seninle burada buluştuğumuzu görüp sana kızdığından o atıyor leblebileri...’’ dedi.İşte köşedeki o ünlü taşa Nişantaşı denmesinde, daha önce de söylediğim gibi, Nursan'ın dedesinin bana nişan alıp alıp attığı o leblebilerin, fıstıkların da büyük payı vardır inanın...***Nişantaşı, Topağacı, Teşvikiye ve Şişli, TSK yani Türk Sivaslı Kuvvetleri'nin çıkartmalarını yaptığı ilk İstanbul semtleridir...Yalnız sakın ola ki Sivaslı yurttaşlarım bu sözlerimden alınmasınlar...Tam tersi, büyük şehir yaşamından bunalmış biri olarak, Topağacı'nda oturduğum yıllar onlar sayesinde yaşadığım o köy hayatını unutamam...Sabahları kapıcımız Muhlis'in tavuğunun sıcak yumurtasını yer, boş olan 3 numarada çaktırmadan beslediği ineğinin sütünü içerdik...Daha sonra bilumum Muhlis'ler yedi sülalelerini de köyden taşıyınca, işin iyice moku çıktı...Birine, ‘‘Nişantaşlıyım’’ ya da ‘‘Şişliliyim’’ dediğinde, ‘‘İçinden misin?..’’ diye sormaya başladı...Ben arada bir Nişantaşı'na uğruyorum...Geçen gün eşimle birlikte gene gittik... Teşvikiye'de bir işimiz vardı... Önce oraya gidelim, bir yer bulup arabamızı da oraya bırakalım dedik...Park yeri ararken yanımıza elinde cep telefonu, gençten bir arkadaş geldi... Bizi ite kaka bir park yerine soktuktan sonra da ‘‘Abi sizde benim telefonum yok mu?..’’ deyip bize cebinden çıkardığı kartını verdi...Genç arkadaş oranın kahyasıymış... Gelmeden önce telefon ediyormuşsun, sana park yeri ayırıyormuş... Ayrıca park yerinin bulunduğu yerdeki AFM sinemalarından istediğin seansa bilet alıyormuş...***Bildiğiniz gibi Nişantaşı tam bir alışveriş merkezi... Bu alışveriş merkezi olma durumu, zaman zaman Etiler tarafına, zaman zaman ise gene Nişantaşı'na kayıyormuş...Alışveriş merkezleri kayıyor ama, bu kaymalar alışverişlerde (af buyurun) biz kayılanlar için pek birşey fark etmiyor!..Vakti zamanında Nişantaşı'ndan, Teşvikiye'den ta Osmanbey'e kadar öyle mağaza falan filan yoktu...Bu işi ilk akıl edip, o büyük cadde üzerinde ilk mağazayı açmaya soyunan VePa'nın sahibi sevgili ve eski arkadaşım Vedat Öztarhan'dır...Vedat bu fikri bize açtığında öyle coşkuyla karşıladık ki, mağazanın dekoratörünü bulmayı biz üstlenip Vedat'a, bu ülkenin belki gelmiş geçmiş en iyi dekoratörlerinden biri olan sevgili arkadaşımız Oktar'ı tanıştırdık...Oktar, Vedat'a gerçekten nefis bir mağaza yaptı... Fakat Oktar yaptığı işi öylesine ince eleyip sık dokuyan, yaptığını beğenmeyip en iyisi olana dek öylesine tekrar tekrar yapan biriydi ki, sonunda Vedat'ın mağazası Rumeli Caddesi'nde açılan 42. mağaza oldu!..Bizim Emlak Dergisi'nin son sayısında Nişantaşı'nda yaşayanların nüfusu 25 bin kişi olarak görülüyor... Ama benim gördüğüm, bırakın 25 bini, en azından 125 bin kişi Nişantaşı'nın lokanta, bar ve kafelerinde mevcut... Üstelik bu kişilerin aşağı yukarı hepsi de yerlerinde sabit... Arada bir rotasyona çıkıyor, yalnızca lokanta ve barlarını değiştiriyorlar...Örneğin geçen akşam, buranın ünlü İtalyan lokantalarından Bice'ye gittim... Bir yıl önce makarna yerken gördüğüm bir çift, gene aynı masada makarna yiyorlardı... Ya makarnaları geç gelmişti, ya da az önce dediğim gibi sabit bir durumda her akşam o lokantadalardı...İtalyan lokantaları şimdi çok moda... Nişantaşı'ndaki Bice, Mezzaluna vs. yanı sıra, İstanbul'un her bir yanında daha bir alay İtalyan lokantası var... Spasso, La Toretta, Bellini, Vito, İl Padrino, Monteverdi ve birçoğu...Benim bir arkadaşım bu İtalyan lokantalarına gide gide resmen İtalyanca öğrendi... Ama İtalyanca konuştuğu zaman herkese yemek isimleriyle hitap ediyor, örneğin gene İtalyanca konuşurken biri kendisine ‘‘Nasılsın?..’’ diye sorduğunda, biraz ‘‘Acılı makarna gibiyim’’ anlamına gelen ‘‘Spaghetti Arabiata...’’ falan diyor...Nişantaşı'nda lokantaların yanı sıra, bir alay da bar ve kafe var... Cafe Keyif, Bella Cafe, Cafe Inn, All Sports Cafe bunlardan birkaçı... Bunların bazılarının da ilginç dekorları var...Örneğin All Sports Cafe tamamen spor malzemeleriyle dekore edilmiş bir mekan... Olası bir hesap anlaşmazlığına karşı kasada oturan patronun bile ellerinde boks eldiveni var!..Nişantaşı'nda sandviçin bile en bi Fransız'ı var... Hani, ‘‘Bugünü de sandviçle idare edelim...’’ diye bir laf vardır. Nişantaşı'ndaki bu Fransız sandviççisine ödediğiniz parayla değil o günü, onbeş günü idare edersiniz!..***Nişantaşı'nda dünyanın en ünlü mağazaları, en büyük markaları da mevzilenmiş durumda...Örneğin dünyanın en ünlü çantacısı Louis Vuitton'un da Nişantaşı'nda şubesi var...Louis Vuitton çantaları kadar bavullarıyla da ünlü... Padişah Abdülhamit bavullarını hep bu Louis Vuitton'a yaptırırmış... Zaten buradan bir şey alabilmek için ancak padişah olmak lazım!.. Zira, örneğin buradan bir bavul almak için, buraya içi para dolu üç bavul vermek gerek!..Bir sürü mağazanın yanı sıra, özellikle kadın çamaşırlarıyla ünlü Mark's and Spencer'in de burada bir mağazası var... Onlar da bu mağazayı, bizim milletçe çamaşır defilelerine olan ilgimizi görerek açmışlar...Hasılı kelam... Beymen'iyle, Vakko'suyla, Derimod'u, Derishow'uyla, Nişantaşı cıvıl cıvıl...Ha, deri mağazalarından söz edince aklıma geldi; siz onlara pek kulak asmayın... En iyi deri insanın, kendi naturel derisidir... Zira gidişata göre üstte başta bir şey kalmadığında, sonunda bizi tabliata, ele güne karşı koruyacak olan gene o, kendi derimizdir!..Nişantaşı böyle işte...Ben gene böyle zaman zaman semtleri belediye zabıtası gibi denetlemeyi sürdürecek, fırsat buldukça da sizlere yazacağım...
button