Benim deri hakkında bilgim Türk Hava Kurumu vs.'ye bağışlanan kurban derilerinden ibarettir...Bu nedenle, ‘‘2. DERİ GİYSİ TASARIM YARIŞMASI’’na jüri üyesi olarak davet edilince, beni davet eden yetkili arkadaşlara, bunun nasıl bir şey olduğunu sordum...Yarışmayı organize eden yetkili arkadaşlar, bu yarışmanın genç Türk deri tasarımcılarını, yani modacılarını teşvik amacıyla yapıldığını, deri konusunda artık Batı'ya kafa tutmamız gerektiğini söylediler...Bu konuda ben de kendilerine yürekten katıldım, bunca yıldır ‘‘derimizi yüzen’’ Batı'ya artık dur demenin zamanının geldiğini söyledim...Ve anlatılana göre bu yarışma bir defile şeklinde olacak, ünlü mankenler sahnede bu tasarımcı arkadaşların modellerini sunacak, biz de onlara puan verecekmişiz...Tabii ben ünlü mankenleri duyunca olaya daha bir ısındım...Deriden pek anlamasam da hiç değilse mankenden anlıyorum... Hatırlarsınız, Pirelli Takvimleri balosu nedeniyle Londra'ya gitmiş, orada dünyanın en ünlü mankenleriyle sarmaş dolaş resimler çektirmiştim... Bu resimler de Hürriyet'te yayınlanmıştı...Uzatmayalım, yarışmanın yapılacağı Hilton Exhibition Center'a gittim... Jürideki yerimizi aldık...Salon hayli kalabalıktı... Ben jüri üyesi olarak Beymen'in eski genel müdürü sevgili Nur Akgerman'la birlikte pistin tam önünde, ortada oturuyordum...Yarışmayı sunan Cüneyt Türel, konuklara ilk olarak biz jüri üyelerini takdim etti... Kırkbeş dakika süren bu takdim töreninde anladım ki, benim daha önce sözünü ettiğim salondaki o kalabalığın dörtte üçü jüri üyesidir... Konuklar ise geri kalanlardır...Nur Hanım'a, ‘‘Bizi değil de konukları takdim etseler, hiç değilse zaman kazanırdık’’ dedim...***Ve yarışma başladı... Birbirinden güzel mankenler birbiri ardına, sırtlarında deri giysilerle podyumda dolanmaya başladılar...Benim deri konusundaki bilgim, yazının başında da dediğim gibi, kurban derisinden ibarettir...Bir de ‘‘Tavuğun derisi ile gerisi makbuldür’’ derler, onu bilirim...Mankenin üçü gidip, beşi gelmeye, biz de önümüze konan kağıtlarda bu deri giysilere not vermeye başladık...Ben sizlere burada sözün gelişi deri giysi diyorum ama, ortada yani kızların üzerlerinde pek öyle giysi falan yoktu... Kızlar defileyi valla öz be öz kendi derileriyle yapıyorlardı... Maksat hasıl olsun diye, oralarına buralarına bir miktar deri serpiştirilmişti...Bundan böyle siz siz olun, kurban derilerinizi Türk Hava Kurumu'na falan değil, bu deri defilesine çıkan mankenlere bağışlayın...Onların o ‘‘Ne üstte var, ne başta...’’ halleri resmen içimi parçaladı...Yarışmayı sunan mankenler çok başarılıydılar...Gerçi ben kendisini daha önce hiç görmedim ama, örneğin Eyşan Özhim'de büyük gelişme vardı... Yani ben öyle tahmin ediyorum...Podyumda salına salına pervasızca yürüyen Eylem Çeliker ise insanı resmen eyleme teşvik ediyordu...Deniz Pulaş ise gerçekten şahaneydi... Bizim Uğur Cebeci, Deniz'e televizyondaki ‘‘Kokpit’’ programının sunuculuğunu yaptırıyor... Yahu bu Deniz'in havaalanlarında falan ne işi var... Bu kız resmen uçak düşürür be!..Yazının bu mankenlerle ilgili bölümünü sırf Hıncal Uluç'tan aşağı kalmayayım diye yazdım... Aslında ‘‘Ben bu işlerin acemisiyim... Mankenlerle ilgili neler yazayım?..’’ diye Hıncal'a soracaktım ama, aradım bulamadım...***Yılbaşı durumları ne alemde?..Bildiğiniz gibi üç gün sonra Yılbaşı... Etrafta ne olup bittiğini gözlemlemek için biraz turaladım...Önce Akmerkez'e gittim... Akmerkez bu yıl hayli sakin görünüyor...Dikkat çeken tek şey, İstanbul'un tüm diğer alışveriş merkezlerinde olduğu gibi, ‘‘Noel Baba’’ yoğunluğu... Nereye gitseniz, her bir yanda insanların üstlerine Noel Baba'lar hücum ediyor...Şimdi sizlere kesinlikle, bu Noel Baba'lardan yola çıkıp ‘‘Mafya babası’’, ‘‘Şapka Babası’’ esprileri yapacak değilim...Ama size bu konuda küçücük bir anektool anlatayım... Mağazalar bu Noel Baba'ları bazen kendi personellerinden, ama genelde üçbeş gün çalışacak işsiz insanlardan seçerlermiş...Ve bu arkadaşlardan bir bölümü hayatta giydikleri en iyi kıyafet olduğundan, yaz kış aylarca şapka hariç, o Noel Baba kıyafetiyle dolaşırlarmış...Noel Baba denince benim aklıma kesinlikle arkadaşım Sami gelir...Yıllarca önce Sami, eşi, ben, eşim, çoluk çocuk yılbaşına bir arkadaşımın Levent'teki evinde girecektik...Sami çok muzip, insanlara sürprizler yapmaktan hoşlanan bir arkadaştır...O akşam bizlere, ‘‘Siz gidin, ben sonradan geleceğim...’’ dedi. Hepimiz arkadaşımızın evinde toplandık... Saatler ilerledi... Sami hala ortada yoktu... Sami'yi beklerken, o Levent'teki evine gittiğimiz arkadaşın şöminesinden önce inlemeler, sonra da canhıraş feryatlar duyuldu...Meğer Sami Noel Baba kılığında, elinde hediyeler, o sözünü ettiğim arkadaşın evinin bacasından girmeye çalışmış ve de sıkışıp kalmış...Sami'yi, sağolsunlar Levent İtfaiyesi sayesinde kurtardık...***N'apiim, söz Noel Baba'dan açılınca, ben de bu Sami'nin hikayesini anlatmadan dayanamıyorum... Akmerkez'e gitmişken, yılbaşı gecesi çevredeki restoranların durumlarını falan da bir soruşturayım, dedim...Akmerkez'e en yakın restoran Paper Moon... Yakın demek zaten yanlış olur, Paper Moon Akmerkez'in dış cephesini kaplayan muazzam bir restoran... Bu arada şunu da söyleyeyim, bu muazzam restoranlar, aynı zamanda dış cephe kaplaması olarak da kullanılıyor...Benim iki kez gittiğim; ve on dakika erken ya da geç gidip restoran sahiplerini çok zor durumda bıraktığım Paper Moon, bu yılbaşı için özel bir uygulama yapıyor... Geç gelen her müşterisini ceza olarak geç geldiği saat kadar tek ayak üzerinde bekletiyor... Bunu da sırf yılbaşı hatırına yapıyor... Başka zaman olsa, zaten içeri bile almıyor...Yılbaşı sofralarıBu yılbaşı turları arasında Çırağan Oteli'ne de uğradım...Çırağan Oteli'nde, bir ‘‘YILBAŞI SOFRALARI’’ sergisi var...Yani, Yılbaşlarında nasıl bir sofra kuracağınıza karar veremiyorsanız, bu sergiyi gezip bilgi sahibi oluyorsunuz!..Ve bu sofraları, yani bu masa donanımlarını, sosyete hanımları gerçekleştirmişler...Zaten sofraların üstünde de, bu sofraları düzenleyen hanımların adları var...Ama size şu kadarını söyleyeyim... Çırağan'da sofra kuran bu hanımlar, hayatlarında evlerinde bir gün sofra kurmuşlarsa şerefsizim bileklerimi keserim...Örneğin bir servis tabağı yığması yapmışlar, üst üste öyle tabak yığmışlar ki çorba içtiğinizde saçlarınızın çorba tabağının içine girmemesi olanaksız... Yani saçınızı Rejois şampuanıyla yıkar gibi, çorbanızı içecek ve çıkacaksınız...İkinci yemek olan et tabağı, ‘‘Allah gözünü doyursun...’’ der gibi tam göz hizasında...Hepsini boşverin, masalar, tabak, çanak, şamdan vs. ile öylesine tıklım tıkış doldurulmuş durumda ki, masaya yemek getirmenin zaten imkanı yok...İlgililer, sosyete mensubu düzenleyicilerin, bu yılbaşı masalarını, rejimde olan arkadaşlarını düşünerek ‘‘dizayn’’ ettiklerini söylediler...Yılbaşıyla ilgili daha çok izlenimlerim var ama, şimdi beni kötü kötü söyletmeyin!..
button