Geçtiğimiz hafta sevgili öğretmenlerimizin ‘‘Öğretmenler Günü’’nü kutladık...Bu arada yılda bir gün de olsa, bu günün şerefine televizyonlarda, gazetelerde öğretmenlerimizle söyleşiler yaptık, onların sorunlarını dile getirdik...Televizyon ekranlarına, pazarcılık yapan, dahası simit satan öğretmen görüntüleri falan geldi bu arada...Öğretmenlik, gerçekten yetkililerce öylesine sahiplenilmeyen bir meslek haline getirildi ki sonunda; bırakın öğretmenin simitçilik yapmasını, bir gün simitçiler kendi aralarında birbirlerine o simit satan öğretmeni gösterip, ‘‘Biliyor musun, simit satmakla geçinemediğinden gidip bir de öğretmenlik yapıyormuş’’ diyecekler neredeyse...Yalnız şunu da belirteyim... Bu simiti tezgahta değil de, zincir halinde açtıkları fırınlarda, pastanelerde satan öğretmenler de var bu arada...Bilge kişi bilgisini tabii değerlendirecek... Ama sağolsunlar birtakım öğretmen arkadaşlar, bu yabancı okullar ve Anadolu Liseleri'ne çocuk hazırlama nedeniyle, incesine kalınına, zenginine fakirine bakmadan, çocuğunu bir okula koyabilmek için çırpınan ailelere öyle bir vurdular ki, sesi ta Hint'ten, Çin'den geldi...Öğretmenin üçotuz paralık maaşının neredeyse yarısı vergiye giderken, trilyonların döndüğü, tek kuruşunun vergiye dönüşmediği garip bir piyasa oluştu... Dahası, tabii anladığımız anlamında değil ama, bu işin kendi çapında bir mafyası bile peydahlandı...Örneğin bizim Kadıköy yakasında bir ‘‘Garanti Ahmet’’ vardı... Söylenene göre çocuğuna, ‘‘Garanti Ahmet’’ten ders aldırdın mı, Ahmet öğretmen çocuğu garanti bir yere sokuyordu...Yalnız Garanti Ahmet'in de bir koşulu vardı... Garanti Ahmet, ‘‘garanti çocuk’’ istiyordu... Yani ders vereceği çocuğun garanti bir yeri kazanacağına Ahmet beyin de aklının yatması gerekiyordu...Yoksa bir çocuk ki, hem Ahmet Bey'den ders alacak, hem de bir koleje giremeyecek, Garanti Ahmet beyin kariyeri açısından bu olamaz bir şeydi...Bir tarihte bir arkadaşım ders vermesi için kızını Ahmet beye götürmüş... Tabii her ana baba gibi onlar da çocuklarının iyi bir okula girmesini istiyorlar...Fakat Garanti Ahmet kızlarını bir testten geçirdikten sonra, çocuğun kendisinden ders alacak seviyede olmadığını söylemiş...Daha sonra kızlarını Garanti Ahmet'ten ders alacak duruma getirmek için özel bir kursa yazdırmışlar... Kız kursu bitirmiş... Ve daha sonra Garanti Ahmet'ten ders almayı başarmış...***Sevgili öğretmenler... Şimdi sizlere aşağıda öğretmenlerimle ilgili bazı anılarımı anlatacağım... Ara ara bazı şeyleri belki abartacağım da...Ama sakın ola ki, bunlardan alınmayın...Bunlar tamamen keyif... Öğretmen öğrenci ilişkisi dediğin de yalnızca bilgi alışverişinden ibaret değildir ki zaten?..Ben, okuyabildiğim okulların tümünü yatılı okudum...Eski deyimiyle ‘‘tahsil’’ serüvenim hafif tertip zor durumdaki çocukların okuduğu Küçükyalı Pansiyonlu İlkokulu'nda başladı... Yaşamımda çok büyük yeri olan Darüşşafaka Lisesi'nde noktalandı...Şimdi sizlere kıyısından köşesinden bende iz bırakmış, (örneğin izlerin biri çenemin hafif alt tarafındadır) sevgili öğretmenlerimden söz edeceğim...Küçükyalı'da bizim için çok önemli iki öğretmenimiz vardı...Gaddar Aliço dediğimiz Ali bey ve Karındeşen Seyfi... Şimdi bu isimler size biraz acımasızca gelebilir ama, ne yapalım ki, o günlerde bizim çocuk kafamızla bulduğumuz isimlerdi bunlar...İkisinin bizim için önemli özellikleri, öğretmenliklerinin yanı sıra, aynı zamanda müdür muavini olmalarıydı... Yani bir gün biri, bir gün diğeri nöbetçi olduklarından, gece gündüz onlara emanettik...Ali beye ‘‘gaddar’’ denmesinin nedeni, gerçekten biraz gaddarca olduğu içindi...Boyu bir doksanın üzerindeydi... Tenis raketi büyüklüğünde elleri vardı... Şöyle bir backhand çekti mi, feleğini şaşırtırdı adama... Boyu çok uzun olduğundan, fazla eğilemez, çok kez ıska geçirdi ama, bu açığını alttan yaptığı slise vuruşlarla kapatırdı...Karındeşen Seyfi ise aslında sürekli güleç yüzle dolaşan bir öğretmenimizdi... Müşfik görünümüne bakan, öğrenci marizleyebileceğine asla inanmazdı...Ali bey, ne kadar boyuna ise, Seyfi bey de öylesine enine idi... Onun özelliği alttan mideye, karaciğere çalışmasıydı...O zamanlar bizim beşinci sınıf öğrenciler neredeyse bayağı sakallı bıyıklı çocuklardı... Karındeşen Seyfi bir beşinci sınıf öğrencisini tepelemeye kalktığında, öğrenci de eskivler falan yaptığından, ortaya resmen bir boks maçı görünümü çıkardı...Biz nöbet günleri sırasında Gaddar Ali beyden mi, yoksa Karındeşen Seyfi'den mi daha çok hasara uğradığımız konusunda tereddütlüydük...Ama bir gün kantin yönetimi konusunda ikisi arasında bir meydan kavgası çıktı...Seyfi bey, karın boşluğuna çalışıp Ali beyi yere serince, adamımızı öğrendik... Karındeşen Seyfi, Ali beyden daha tehlikeliydi. Gaddar Ali beyin daha çok nöbetçi olmasına dua ettik hep...Yaşıyorlarsa, ikisine de daha da uzun ömürler diliyorum... Aramızda değillerse de, ikisine de rahmet olsun!..***Darüşşafaka Lisesi'ndeki coğrafya hocamız Kurukafa ihsan namıyla maruf İhsan Tok hocamız onun öğrencisi olmuş tüm Darüşşafakalılar'ın unutamayacağı bir öğretmendir...İhsan hocamızın bir özelliği vardı... Onun yaptığı yazılılarda kitap açmak, haritaya bakmak serbestti...İhsan Hoca bu konuda, ‘‘Hiçbirinizin ders çalışmadığınızı biliyorum... Hiç değilse yazılılarda kitap okuyup haritalara bakın diye böyle yapıyorum...’’ derdi...***Anımsadıklarımdan, gene Küçükyalı'da bir Safinaz öğretmen vardı... Marifeti kulak çekmek, ama kulağı çekerken tırnaklarını da kulağa geçirip kulakta delik açmaktı...Şimdi günümüzde, bazı gençlerde küpe takma modası var...Bizim Safinaz öğretmen belki de bugünleri görerek kulakları o günden bu küpe modası için deliyordu.Darüşşafaka'da orta son sınıftayken sınıfımıza, okulundan yeni mezun, çiçeği burnunda bir kimya hocası olan Meral hanımı atadılar... Bugünkü mankenlik mesleği o zaman olsa, inanın Meral hanım o günün en kral mankeni olurdu...Okulda kaloriferin çok fazla yandığı bir gün, sınıfta Meral hanım bayıldı...Biz o dünya güzeli Meral hanımı revire, tüm sınıf, yani 34 çiçeği burnunda delikanlı, birbirimizi itip kakarak hep birlikte götürdük...***Bunca şey yazdıktan sonra, bizim gene ilkokuldaki bir başka öğretmenimiz ve yöneticimiz olan ‘‘Makastar Muhittin hoca’’dan bahsetmemek de olmaz tabii...Muhittin hoca, saçı biraz da olsa uzamış öğrencileri kollar, cebinde taşıdığı makasla olur olmaz yerde onların saçlarını keserdi... Bu işi de gayet sessizc yapardı... Örneğin, öğrenci etüt saatinde sınıfta oturmuş ders çalışıyor... Muhittin öğretmen ayaklarının ucuna basarak sınıfa girer, öğrencinin arkasına dolanıp makasını çekerek anında yolunmuş kaza çevirirdi öğrenciyi...Bir gün okula bir müfettiş gelmişti... Oldukça da ufak tefek bir adamdı... Önce sınıfları falan gezdi... Öğle yemeğinde de yemekhaneye gelip aramıza oturdu. Bir yandan yemek yiyor, bir yandan da bizlerle söyleşiyordu...İşte o sırada sessizce yemekhanenin kapısı açıldı ve içeri Muhittin öğretmen girdi... Sağa sola bir göz gezdirdi... Derken gözü müfettişe takıldı...Arkadan sessizce yaklaştı... Sonra ani bir hareketle makasını çekti... Hepimizin şaşkın bakışları arasında:‘‘Lan ben size uzun saç yok demiyor muyum ha!..’’ deyip müfettişin saçlarını kırpmaya başladı...***Hepimizin yaşamı öğretmenlerimizle ilgili bir alay anıyla doludur... Tüm öğretmenlerimize sevgi, selam olsun...