Tekin Aral

Ezeli rekabet

13 Şubat 1998
Türkiye'nin Muhtar'ı ile Türkiye'nin Hakan'ı arasında ekranlarda sürüp duran dehşetengiz rekabet, giderek soluk kesici boyutlara varıyor...Star'ın starı Hakan Aygün, Reha'ya yakın olsun, Reha nefesini ensesinde daha çok hissetsin diye geçtiğimiz günler programını Muhtar'ın icrai sanat eylediği akşam saatlerine çekti... ‘‘Gece Hattı’’nın adını da Reha ile aralarında her an bir olay çıkmasını gözönüne alıp ‘‘Olay Hattı’’ olarak değiştirdi...Bu amansız rekabet bizi nereye götürür bilmem ama, geçenlerde ‘‘Olay Hattı’’nda yayımlanan hipnozla orgazm haberine ve Show TV'de ekrana getirilen annelerini öldüren iki kardeşin görüntülerine bakılırsa, bu amansız rekabetin sonu pek hayra alamet değil...Kendinize biraz çeki düzen verin beyler... Rekabet falan tamam da... Bu iş ilkokuldaki ‘‘Örtmenim önce o başlattı...’’ işine benzemez...ENİNE BOYUNANuri Çolakoğlu, NTV'de hazırladığı ‘‘Enine Boyuna’’ programında, önemli konulardaki ilginç tartışmaları ekrana getirmeyi sürdürüyor...Geçtiğimiz salı gecesi canlı olarak yayımlanan özel programda, Nuri Çolakoğlu'nun konukları, eski Jandarma Genel Komutanı ve eski MİT Müsteşarı Teoman Koman Paşa ile, gene bizim o ünlü bir kısım basındı... Konu ise, Susurluk olayı, öncesi, sonrası, çeteler vs. idi...Programın başlarında, Enis Berberoğlu, Fatih Altalyı, Yalçın Doğan, İsmet Berkan ve Cengiz Çandar'dan oluşan bizim çetenin mensupları, eski MİT Müsteşarı Koman Paşa'yı Susurluk ve çeteler konusunda bir güzel sorguya çektiler...Ama Paşa'yı böylesine sıkıştırmakla da bence büyük haksızlık ettiler...Yahu arkadaşlar, karşınızdaki neticede eski bir MİT Müsteşarı... Nereden bilsin ki böyle ince konuları?.. Bu konuların MİT'le ne alakası var ki?..Neyse, daha sonra bizim arkadaşlar hatalarının farkına vardılar...Programın sonraki bölümünde bu konularda Teoman Paşa'yı aydınlatmak için oturup kendisine topluca bir brifing verdiler...TELEVİZYONUN DÜŞKÜNÜ OLİMPİYAT VEREMEZ KIŞ GÜNÜ!Zamanında bayağı savaş verip Eurosport'u Kablolu TV'ye tekrar koydurmamızın önemi şu günlerde daha da iyi anlaşılıyor...Zira şu an bildiğiniz gibi, dünyanın en önemli spor organizasyonlarından Japonya'daki ‘‘Nagano 98 Kış Olimpiyatları’’ yapılıyor...Bu Kış Olimpiyatları'nın gösterim haklarını da TRT almış...İnsan önce ‘‘Böyle büyük bir olayı ekrana getirebilmek, ancak TRT gücündeki bir kurumun işi olabilir... TRT durur durur ama, sonunda vatandaşa işte böyle hizmet verip turnayı gözünden vurur...’’ diye düşünüyor...Ama sonra, Kış Olimpiyatları adına TRT'de izlediklerini görünce hayal sükutuna uğruyor...Zira koca Olimpiyat adına TRT'de yayımlananlar, ‘‘Bizim millet kış sporu adına hoşlansa hoşlansa ancak bundan hoşlanır...’’ diye düşünülmüş olacak, yalnızca Artistik Buz Pateni yarışmaları...Bir söylentiye göre TRT yönetimi, belli bir paraya yalnızca bu Artistik Paten bölümünü satın almış... Bir söylentiye göre de tüm olimpiyatı almış ama ekrana yalnızca bu bölümü getiriyormuş...Hangisi doğru olursa olsun, her ikisi de ayıp...Oysa TRT bu Olimpiyat'ı adam gibi verse, önüne arkasına da bir iki özenle yapılmış program koysa, bir süre için de olsa özel kanalların çoğunu sollar, üstelik dünyanın da reklamını alırdı...Ama ekmek elden su gölden olunca, böyle işleri kimse iplemiyor tabii...Ama gene de şükredelim... TRT bize yalnızca Nagano'da kartopu oynayıp kardanadam yapanların görüntülerini de verebilirdi...REYTİNG CANAVARI KAMER!Meclis'te iş güç olmayınca, Meclis Başvekili Kamer Genç de kendini televizyonlara attı...Daha önce ‘‘Gece Hattı’’nda Billur Kalkavan'la karşılıklı romantik bir muhabbette izlediğimiz Kamer Bey, geçen gece de ‘‘Laf Lafı Açıyor’’da Cem Özer'in programındaydı...Şimdi kimse kimseyi kandırmasın... Kamer Genç'in televizyon programlarına böyle üst üste çıkarılma nedeni, belli ki kendisiyle hafiften kafa bulmak, izleyiciyi eğlendirmek...Ama Kamer Bey de bu programlara koştur koştur gittiğine göre, demek onun içinde de bir televizyonculuk ateşi yanıyor...Nilgün Belgin ve Ayşen Gruda'nın da konuk olduğu Cem'in geçen geceki programında, o bir türlü söyleyemediği, ‘‘Sivrisinek çok’’ deyişini de bahane ederek özellikle Ayşen, Kamer Beyi epey gırgıra almaya çalıştı...Ama Kamer Genç, mahçup, gerçekten sempatik, kibar konumuyla programdaki mizahi tacizlerden etkilenmez görünmeyi becerdi...Son olarak Sayın Kamer Genç'e şunu söylemek istiyorum...Yahu Sayın Kamer Bey...Senin Meclis'te yaptığın gül gibi kendi show programın var... İçinde de show, komedi, herbirşey mevcut... Onun bunun programına çıkıp, kendine niye rakip yaratıyorsun ki?...
Yazının Devamını Oku

Muzurluk dosyası ‘‘2’’

8 Şubat 1998
Geçen hafta sizlere, Kutlu Savaş'ın hazırladığı ‘‘Susurluk Raporu’’nun daha çok ‘‘Hıfzıssıhha'dan alınan bir içme suyu raporu’’na benzediğinden söz etmiş, onun yerine bu köşede, Kutlu Savaş'ın raporuna karşı Türk müziği sanatçısı Kutlu Payaslı'ya hazırlattığım bir ‘‘Muzurluk Raporu’’ yayımlamıştım...İşte bu hafta da sizlere tüm gerçekleri gözler önüne seren raporun ikinci bölümünü sunuyorum...*Bilindiği gibi, tüm bu olaylar, Susurluk'ta bir Mercedes'in bir kamyona çarpması sonucu meydana gelen kazada Çatlı, Sedat Bucak ve polis müdürü Kocadağ'ın aynı otomobil içinde bulunmaları sonucu gelişti...Oysa düşünülenlerin alayı, daha kafadan yanlıştı... Çatlı, Bucak ve Kocadağ asla birbirlerini tanımıyorlardı... Ve o Mercedes'te tamamen tesadüf eseri bir araya gelmişlerdi...Biliyorsunuz, memleketin her bir yanında kazanın bini bir para...Çatlı ve polis müdürü o sıra başka başka yerlerde kaza geçirmişler, ama kazaların şiddetinden kendilerini aynı anda kaza yapan Bucak'ın Mercedes'inin içinde bulmuşlardı...Abdullah Çatlı bir tarihte Ankara Bahçelievler'de bir kısım TİP'li gencin ‘‘TİP’’lerini beğenmeyip, onların tiplerini ebediyen değiştiren kişidir...Kendisine Devlet tarafından Mehmet Özbay adına düzenlenmiş, yeşil, kırmızı, sarı, sarı-lacivert, siyah-beyaz her türlü pasaport verilmiştir...O aralar yıllardır pasaport alamayan ve bu durum üzerine ‘‘Abi biz Öz Mehmet Özbay'ız, bize de pasaport verin’’ diye Devlet'e başvuran yazar-çizer takımı ise, ‘‘Hastirin lan... Üçbeş adam temizleyin de öyle gelin’’ diye Devlet güçlerince kovalanmışlardır...*Raporun en önemli halkalarından biri Sedat Bucak'tır...Bucak, yıllardır bucaklıktan kurtulup İL olmayı beklemektedir...Zira nüfus olarak Bucak'ın korumalarının sayısı bile bazı illerimizin nüfusunun iki katıdır... Yani, Bucak'ın il olması anasının ak sütü gibi hakkıdır...Söylediğine göre, Bucak'ın elinde de bir türlü açıklamadığı belgeler vardır...Zaten bu Devlet-Çete ilişkisinin en can alıcı noktası; Bucak'tan Yekta Güngör'e, Mesut Yılmaz'dan Çiller'e bir alay kişinin elinde bir türlü açıklanmayan belgeler olmasıdır...Akşamları eve geldiğimde karım ve kızım, bana bile ‘‘Herkesin elinde belgeler var... Senin belgelerin nerede?’’ diye soruyorlar...Evine belge getiremeyen bir koca ve baba olarak şahsen yerin dibine geçiyorum...Raporun bir diğer önemli ismi ise, ömer Lütfü Topal'dır...Topal, Fındıkzade'de tombalacılık yaparak kör topal yaşamını sürdürürken, zamanın Turizm Bakanı Aküzüm ‘‘Üzümünü ye, bağını sorma’’ diye kendisine kumarhane açma izni vermiş, Topal da kısa sürede kumarhaneler kralı olmuştur...Ama daha sonra, Topal parlamenterler dahil, bir alay devlet görevlisine, mafyaya öylesine haraç verir duruma gelmiştir ki, 23 kumarhanenin sahibi olmasına karşın, geçinebilmek için geceleri kılık değiştirip Fındıkzade'de çaktırmadan gene tombalacılık yapmaya başlamıştır...Daha sonra ise bilindiği gibi meçhul kişilerce öldürülmüştür...Topal'ın en büyük hatası, Devlet'in kendisini koruyacağına güvenip, koruma kullanmamasıdır...Aslında bu olaylarda faillerin ortaya çıkarılamama nedeni, aldıkları ‘‘Mehtap Deniz’’, ‘‘Sevda Sev’’, ‘‘Yeşim Yel’’ gibi kod adlarıdır...*Yeşil'i biliyorsunuz... Tanıyamanınız, pardon, tanıyanınız yok...Söylenene göre Yeşil, her gün başka bir kılığa bürünüyor, her an başka bir kişilik oluyor...Son olarak Yeşil Beyaz'lı Bursaspor'da oynayan Baliç'in bile Yeşil olduğu söylendi...Geçenlerde de biraz midem bozulmuştu... Yüzümü biraz yeşil gören karım ‘‘Doğru söyle... Yoksa sen Yeşil misin?..’’ dedi.Bir söylentiye göre Yeşil sakallarını kestirip tanınmamak için berber ararken, yanlışlıkla bizim Enis Berberoğlu'na gelmiştir...Enis de Yeşil'i berber muhabbetiyle karışık bülbül gibi konuşturup, bu olan bitenle ilgili koskoca bir kitap yazmıştır...Yeşil'le ilgili son bilgiyi veren ise, şu an Amerika'da devlet görevlisi olan, MİT'in eski Antiterör Masası Sorumlusu Mehmet Eymür'dür...Eymür'e göre Yeşil yaşamıyor... Zira Yeşil geçenlerde kendisine telefon edip ‘‘Mehmet abi, bizimki de yaşamak mı ya!..’’ demiş.Bu arada Mehmet Eymür üzerine de türlü çeşitli söylentiler var...Valla bu Eymür, ‘‘Eyümür müdür?..’’, ‘‘Kötümür müdür’’ ben şahsen hala anlamış değilim...Yeşil için geçenlerde televizyonda, Devlet Bakanı Eyüp Aşık da bir laf etmiş, ‘‘Yeşil'in yerini biliyoruz. Yeşil denetim altında’’ demişti.Ama tepkiler üzerine daha sonra, ‘‘Yahu adım Aşık... Ben aşkımdan ne yaptığımı biliyor muyum!..’’ diye sözünden çark etti.*Gaziantepli işadama M.Ali Yaprak'ın kaçırılma olayı ise, söylenene göre bir yanlışlık sonucudur...Daha önce Ağar ve İbrahim Şahin kanalıyla bir partiye 500 milyar lira para verdiği bilinen Yaprak'ı kaçıranlar, verdikleri ifadede ‘‘Gerçi Yaprak'ı biz de bir parti menfaatine kaçırırdık... Ama, bir parti veriyorduk, bizim kaçırmak istediğimiz Yaprak, 'Yaprak Özdemiroğlu'ydu...’’ demişlerdir...Jandarma içinde kurulan ve olağanüstü hal bölgesinde ‘‘tuttuğunu öpen’’ Jitem'in kelime anlamı, Fransızca ‘‘Seni seviyorum’’ demek olan ‘‘Jötem’’den kaynaklanmaktadır... Bu Jitem de Doğu'da eline geçirdiğini sevmekten evelallah geri durmamıştır...*Ve gene bir kilit isim Tarık Ümit... Son olarak bilinen, Ümit'in görüldüğü Liman Lokantası'ndan bir rivayete göre Özel Tim'ci İbrahim Şahin ve ekibi tarafından götürüldüğüdür...İbrahim Şahin ve ekibinden rica ediyorum... Önümüzdeki çarşamba gecesi Liman Lokantası'na gelip tam yemeğin ortasında beni de oradan alıp götürsünler...Zira bir gerizekalılık edip, ilk kez gideceğim Liman Lokantası'na dostlarımız iki de aileyi davet ettim...Celal'in Liman Lokantası'nda kellebaşı ödeyeceğimiz hesabı öğrenince de beynimden vurulmuşa döndüm...*Uzun sözün kısası, bu Susurluk ve çete olayları nedeniyle elan devletin elinde üçbeş gün önce yakaladığı bir tek Sami Hoştan var...Ama o da Asayiş Şubesi'nde yapacağı ‘‘Hoştan beşten’’ muhabbetten sonra çekip gidecektir..VE PİŞMANLIK YASASIVe şu an Meclis'te tüm Susurluk Dosyası'nda adı geçenleri kapsayan bir pişmanlık yasası görüşülüyor...Bu yasa çıkarsa, bence ‘‘Yaptığımdan çok pişmanım’’ diye ilgililere ilk başvuracak kişi, ‘‘Susurluk Raporu’’nu hazırlayan Kutlu Savaş olacaktır...Sen bu kadar çalış çabala, sonunda hiçbir numara olmasın...Haksız mı adam?..Kendi hazırladığım ve iki haftadır sizlere sunduğum Muzurluk Dosyaları konusunda ise hiçbir beklentim yok yok...Vatana, millete helal olsun...
Yazının Devamını Oku

‘‘Muzurluk’’ raporu

1 Şubat 1998
Ünlü ‘‘Susurluk Raporu’’ geçtiğimiz günler açıklandı...Rapor açıklanınca kimi, ‘‘Vay anasını sayın seyirciler!..’’ diye ıslık çaldı...Kimi ‘‘Hadi ya sende, böyle fakir ilmühaberi gibi rapor mu olur?..’’ diye burun kıvırdı...Yani kimi rapordan hoşnut oldu, kimi de raporu hiç beğenmedi...Bu konuda söylenecek fazla şey yok... Biliyorsunuz, ‘‘Zevkler ve renkler’’ tartışılmaz!..İşte ben de bu noktadan hareket ederek, ‘‘Susurluk Raporu’’nda aradığını bulamayanlar için, tamamen kendi araştırmalarıma dayanan bir ‘‘Muzurluk Raporu’’ hazırladım... Sizlere aşağıda bu raporu sunuyorum.Raporun sunuluşu biraz ‘‘Agatha Christie’’nin cinayet romanlarındaki zanlıları teker teker tanıtma biçimini anımsatıyor belki ama, bu tamamen gırgırla hazırlanmış bir rapor...Ama benim çok eksiği de olsa, el emeği göz nuru ile oluşturduğum bu raporumu hafife almayın...Çünkü ha ‘‘Susurluk Raporu’’, ha benim ‘‘Muzurluk Raporu’’ ha, ‘‘Işılay Saygın’’ın önerdiği ‘‘Kızlık Raporu’’ sonuç olarak aynı kapıya çıkıyor, çok birşey de farketmiyor...Şimdi gelelim olayları ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren benim raporuma ve bu raporda yeralan kişilere...***Süleyman Bey: ‘‘Suçlular suç mahallinde dolaşırlar’’ diye bir görüş vardır... Süleyman Bey de 40 yıla yakındır gidiyor geliyor, suç mahallinde dolanıp durmaktan kendini alamıyor...‘‘Konser Salonu’’, ‘‘Çocuk Parkı’’ vs. işleterek hafiften kara geçmiş aklıyor...Ayrıca, Sezar'ın ‘‘Gittim, gördüm, yendim...’’ sözüne karşı söylediği, ‘‘Verdimse verdim...’’ sözüyle de ünlü...***Vatandaş Ragıp: ‘‘Yeter be!..’’***Sibel Can: Bu ülke için Sibel ‘‘CAN’’ını veren bir sanatçı...Ülkeye Migros'tan parça tavuk alma örneği, kalça, göğüs, bel vs. herşeyini veriyor... Ama, ‘‘Bunca verdiğim şey yeter...’’ deyip, vergisini vermiyor.Televizyon ekranında kalçasını bir sallıyor, kader utansın, adeta ülke sallanıyor...Bir ara ortada görünmedi, tüm ülkenin gözüne meraktan uyku girmedi...Ama Miami sahillerinde Havai giysileriyle ortaya çıkınca herkesin yüreğine su serpildi...***Vatandaş Ragıp: ‘‘Ohhşşş!..’’***Yeşil: Bilumum icraatını yaptıktan sonra ‘‘Yeşil ördek gibi göllere dalan’’ ve kaybolan bir devlet, pardon, terör görevlisi...Üzerindeki tartışmalar halen sürüyor...Ama tartışmalar daha çok Yeşil'in ‘‘Açık yeşil mi koyu yeşil mi, çağla yeşili mi?’’ olduğu konusunda yoğunlaşıyor...Aslında ‘‘Yeşil’’ İçişleri'ni değil, Çevre Bakanlığı'nı ilgilendiriyor ama kimse farkında değil...Ayrıca bu işi Tema Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca'ya havale edin, bakın ‘‘Yeşil’’i nasıl bulup çıkarıyor ortaya...***Serdar T.: Penisle ilgili yazdığı yazılar nedeniyle tepkileri üzerine çeken beş numara gözlük de taksa gözü pek bir gazeteci...Ama Clinton skandalı patlak verince kendisine bugüne dek nasıl haksızlık yapıldığı anlaşıldı...O ileriyi görüyor, yıllardır penisle ilgili yazılar yazarak toplumu Clinton konusunda uyarıyordu... Ve penisin birgün tüm dünyayı böylesine etkileyeceğini biliyordu...Bu arada Clinton'un Serdar'ın yazılarını mahkemede delil olarak gösstereceği bir Serdar okuru olan Monica Lewinsky'nin onun bir yazısını okuduktan sonra tahrik olarak, ünlü oval odada kendisine saldırdığını söyleyeceği öğrenildi...***Mehmet Ağar: Ahmet Haşim'in ünlü ‘‘Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenleri’’ şiirini, ‘‘AĞAR AĞAR çıkacaksın bu merdivenleri’’ şeklinde anlayıp merdivenlere koşturan ama hızlı hızlı çıktığı için merdivenlerden düşen eski bir polis müdürü, milletvekili ve eski Bakan... İşin ‘‘ağır’’dan alınması konusunda elinden gelen herşeyi yapıyor...***Vatandaş Ragıp: ‘‘Türkiye seninle gurur duyuyor!..’’***Söylemez Çetesi: Şu anda tüm fertleri cezaevinde...Konuşurken konuşmasına sürekli ara veren, söyleyeceğini bir türlü ‘‘söylemeyen’’ Başbakan Yılmaz'ın da bu nedenle, bu ‘‘Söylemez’’ çetesiyle ilişkisi olabileceği tartışılıyor...Sayın Başbakan bu konuda ne söylemez, pardon ne söyler bilmiyorum...***Güneş Taner: Kendini hem ülkeye, hem puroya adamış bir politikacı...Yalnız içtiği puroları söndürmeden yere atması, alayımızı her an cayır cayır yakabilir... Kendisine ve purolarına dikkat edilmesi gerekiyor...***Ragıp: ‘‘Ben bu zammı yapanın!!!’’***İbo Tatlıses: Ortamı uygun görüp Türkiye'de bir ‘‘Lahmacun Cumhuriyeti’’ kurma amacında...Ama ülke Lahmacun Cumhuriyeti olalı yıllar olmuş İbo bunun farkında değil...***Titan'cı Şeranoğlu: ‘‘Bu milleti gelen Titan'lıyor, giden Titan'lıyor... Bir de ben Titan'lasam n'olur?..’’ diyen bir arkadaş...Milleti dolandırmadığını Titan'dan topladığı paraları ‘‘TİTANic’’ filmine yatırdığını söylüyor...Ve tüm üyelerin de bu filmin hasılatından pay alacağını belirtiyor...***Doğuş: Haksız yere hapse giren bir şarkıcı... Suçu, geçmiş yıllarda bir genç kızın yerli film usulü ırzına geçmek...Ama Doğuş yaptığı savunmada o genç kızı kendisinin değil Başkan Clinton'un kirlettiğini söylüyor...Şu ara tüm televizyon kanallarında dakkabaşı ekranlara ‘‘Doğuş'un cezaevi görüntüleri getiriliyor, genç şarkıcının dramı anlatılıyor... (Yahu cezaevlerindeki yazar çizer arkadaşlar... İçinizde sesi güzel hiç mi kimse yok!..’’***Uzun sözü kısası... Sevgili okurlar... Benim bu ‘‘Muzurluk Raporu’’ ile ilgili, vizyonum tabi bu kadar dar değil, ama n'apalım yerimiz bu kadar...Bu ülkede nasıl olsa daha bir alay rapor hazırlanır, biz de milletçek evvelallah o rapordaki yerimizi alırız... Maksat rapor olsun. Biz her zaman varız...***Ve son sözü gene vatandaş Ragıp söylüyor...‘‘Abi n'olacak bu memleketin hali ya?..’’ALİ ULVİYalnızca Türk karikatürünün değil dünya karikatürünün büyük ustası Ali Ulvi'yi kaybettik... Çizdiklerini, düşündüklerini saygı, sevgi ile anıyorum...
Yazının Devamını Oku

Kiralık dünya!..

29 Ocak 1998
‘‘Dünyada mekan, ahirette iman’’ diye bir deyiş vardır...Ben yaşamımın epeyce bir bölümünde bazen küçük birtakım otelleri, daha çok da kira evlerini mekan tutmuşumdur...Ev sahibi oluncaya dek, hele de gençlik yıllarım, hep ev sahipleriyle cebelleşmekle geçmiştir...Baba evinden sonra para vermeksizin başımı sokabildiğim tek yer olan, hep özlemle andığım Darüşşafaka Lisesi yılları sonrası Babıali'ye geldiğimde ilk mekanım, Cağaloğlu'ndaki bir otel odası oldu...Adı Hasan Ağa olan zata ait, Cumhuriyet Gazetesi'nin arka sokağındaki bu küçük otelin üç kişilik odasında tanımadığım kişilerle kalıyor, çalıştığım gazeteden alabilirsem, maaş aldığım aybaşlarında, yer varsa bir ya da iki geceliğine otelin daha pahalı olan ön yüzündeki odalarından birine kapağı atıyordum...Çünkü o odalardan karşıdaki Kız Yurdu görünüyordu...*Benim bu ‘‘kira’’ olayıyla ilgili bir alay da anım vardır...Hatırladığım ilk kira evi, altı yedi yaşlarımda yanlarında kalmaya başladığım anneannem ve teyzelerimin oturduğu Üsküdar İhsaniye'deki evdi...O zamanlar kira sözleşmelerindeki yasal düzenlemeler bugünkü gibi olmadığından, ev sahibi zırt pırt kirayı artırmaya ya da evden çıkmamızı istemeye geliyordu...Birlikte oturduğumuz büyük teyzemin kocası, o sıralar üstteğmendi... Aile adına ev sahibiyle o konuşuyordu...İstekleri kabul edilmeyen ev sahibi eniştemin üstteğmen olduğunu duyunca, bu defa bize sırtında yüzbaşı kaputuyla damadını gönderdi...Ama sonra öğrenildi ki, aslında ev sahibinin damadı da üstteğmendir, bizim enişteye emir komuta zinciri içinde üstünlük sağlamak için bir arkadaşının yüzbaşı kaputunu alıp sırtına giymiş, bize öyle gelmiştir...Bizim enişte de aşağı kalacak değil ya...Kiraya zam istemeye bir daha gelişinde, ev sahibinin damadını kendi komutanından edindiği bir binbaşı kaputuyla püskürttü...Aradan bir süre geçince, damat bu defa yarbay kaputuyla geldi falan derken, yirmi küsur yaşlarındaki kiracı ve ev sahibi temsilcisi bu iki genç subay, orgeneral olmadan biz de o evden çıktık...*Daha sonra özellikle de gençlik yıllarım, yazının başında da sözünü ettiğim gibi kirayı adam gibi ödeyememe nedeniyle hep ev sahipleriyle kaçıp kovalamaca oynamakla geçti...Sakın yanlış anlaşılmasın, bu söylediklerimden, ortalıkta işsiz güçsüz aylak aylak dolanıyordum da para ödemeksizin onun bunun evine çörekleniyordum anlamı çıkarılmasın...Onbeş yaşından beri durdurak demeden gece gündüz çalışıyordum...Ama o zamanlar Babıali geleneği olarak hele de küçükçe gazeteler adama öyle toplu maaş falan vermezler, açlıktan ölmeyip en azından işe gelebilsin diye çalışanlara gıda yardımında bulunur gibi, arada bir üç beş kuruş ihsan eylerlerdi... Tabii o zaman ev kirasını ödeme işi de Allah'a kalırdı...Ondan sonra gelsin mahkemeler, gitsin icra, tahliye kararları falan filan...Ama artık kiralık katillerin kiralık evlerden daha ucuz olduğu bir dönemi yaşıyoruz... O gün bugün olsa, ev kirasının yarı fiyatına tutardın bir kiralık katil, ev sahibini temizletir babanın malıymış gibi paşa paşa adamın evinde kiralık katil fiyatına bedavadan otururdun...Ama o günler öyle değildi...*Bir ara Babıali'den arkadaşım Gündüz'le Şişli Kocamansur Sokak'ta dört katlı küçük bir apartmanın bir dairesinde oturuyorduk... İlk bir iki ay işler iyi gitti, daha sonra iş moka sardı... Kirayı ödeyemez olduk...Ev sahibimiz her gün resmen bizi pencerede bekliyor, apartman kapısında gördüğü anda tepemize biniyor, bizi eve sokmamakla tehdit ediyordu...O da yetmiyor, ev sahibinin cadaloz anası bütün gün ve gece pencerede bizi bekliyor, apartmana girmeye kalktığımızda oturdukları en üst kattan üzerimize tencereyle, o eski savaşlarda mancınıkla kızgın yağ dökme örneği kaynar su döküyor, eve girmemizi önlüyordu...Evimize ön kapıdan giremeyince, hırsız gibi arkadan, mutfak penceresinden girmeye başladık...Kendi evimize girerken, bir defasında bekçilerce hırsız diye yakalandık bile...HACİZVe gene o yıllar, Orhan ve İsmet adlı o zamanlar içtiğimiz suyun ayrı gitmediği iki arkadaşımla birlikte, Cihangir'de bir evde oturuyorduk...Ev küçücük tipik bir bekar eviydi... Bir komisyoncu eliyle bulduğumuz ev, birkaç apartmanı, birçok da dairesi olan Sadullah Bey adlı birinin eviydi...Biz kendisini hiç görmüyorduk... Kirayı evi tuttuğumuz komisyoncuya götürüyor, birkaç gün sonra da gidip Sadullah beye imzalattığı makbuzu alıyorduk... Tabii kirayı üçümüz birlikte ödüyorduk...Uzun süre kirayı muntazaman ödedik... Ama sonra gene kader ağlarını ördü, işin rengi değişti... Benim o sıralar çalıştığım gazetenin birden durumu bozulmuştu... Adam gibi para alamıyordum... İsmet bir anlaşmazlık nedeniyle çalıştığı işi bırakmıştı... Orhan'ın durumu ise bizi sırtlayıp kirayı tek başına ödemeye elverişli değildi... Zira ayrı bir evde oturan annesi ve kızkardeşine yardım ediyor, ayrıca onların ev kiralarını ödüyordu...Birkaç ay ev sahibiyle kavga dövüş böyle gitti... Sonra da işin suyu çıktı...Önce noter kanalıyla ev sahibi Sadullah Bey'in avukatından bir protesto aldık... Aradan bir süre geçtikten sonra da ödemediğimiz kiralar nedeniyle mahkemeden tahliye ve haciz kararı geldi...Haciz memurları geldiği gün, evde İsmet'le ben vardım... Memurlar iki kişiydiler... Tabii yanlarında Sadullah Bey'le avukatı da vardı...Kiralama işini komisyoncuyla yaptığımızdan ev sahibi Sadullah Bey'i o gün ilk kez görüyorduk...Memurlar hemen evdeki eşyaları kaydetmeye başladılar...Evde koltuk, masa, sandalye, yatak, soba ne varsa kaydediyorlardı... Bu arada Sadullah Bey de hiç konuşmadan öfkeli öfkeli bize bakıyor, bir yandan da nerelerini kırıp döktük diye dikkatle evi kontrol ediyordu... Bu arada evi boşaltmamız için mahkemeden karar da aldığından, eve hasar verdiysek onları da ödetmek istiyordu bize anlaşılan...Sonra gelirken beraberlerinde getirdikleri kamyona eşyaları yüklemeye başladılar...O ara Sadullah Bey'in avukatı ve mahkemeden gelen görevliler, birtakım hukuk terimleriyle evi tahliye etmemiz konusunda bize birtakım bildirimlerde bulundular... Sonra da eşyalarla birlikte çıkıp gittiler...Sonra ne mi oldu?..Ceketlerimizi giyip, bir iki parça özel eşyamızı alıp, İsmet'le ben de, yeni bir ev aramak üzere gayet keyifli bir şekilde çıkıp gittik arkalarından...Çünkü, Sadullah Bey'in haczettirdiği o eşyalar zaten kendi eşyalarıydı... Zira biz o evi mobilyalı olarak tutmuştuk...Kiraya verdiği bir alay evi olan Sadullah Bey, o eşyaların kendisinin olduğunu unutmuş, kendi eşyalarını haczettirmişti!..*Uzun sözün kısası, kiracısı olduğumuz bir dünyada yaşıyoruz zaten...Ama ben bu dünyadan giderken, nah şuraya yazın, her zaman olduğu gibi kirayı ödersem şerefsizim!..
Yazının Devamını Oku