Tekin Aral

Yasemin'in penceresi

27 Şubat 1998
Yasemin Bozkurt programını oturttu... Daha doğrusu işin ‘‘incesini’’ yakaladı...Programında hem halkı gıdıklayacak, reytingi sağlayacak popülist öğeleri öne çıkarıyor, hem de programında belli bir kaliteyi koruyor...Yasemin Bozkurt'un bu haftaki konuğu Cüneyt Arkın'dı...Yasemin'in sorularına Cüneyt de ‘‘N'ayır n'olamaz’’ demeyip içtenlikli cevaplar verince, seyri keyif veren bir program oldu...Tabii bu arada programda bir alay da gırgır şey vardı...Örneğin Yasemin, 35 yıldır yaptığı sinema oyunculuğu sanki meslek değilmiş gibi, asıl mesleğinin ısrarla doktorluk olduğu vurgulanan Cüneyt'e beyaz önlük giydirip doktorluk yaptırdı... Cüneyt'e, programa müdahil konuk olarak katılan Hülya Koçyiğit'in tansiyonuna baktırdı...Cüneyt, tansiyonuna bakarken Hülya'ya bir karate çekip kolunu kıracak diye ödüm koptu...Zira Cüneyt program süresince Yasemin'e devamlı ‘‘Ya abla, n'olur bırak bir karate yapayım’’ deyip duruyordu...Ben asıl, tüm programlarına katılanları sular seller gibi ağlatan Yasemin, Cüneyt Arkın'ı nasıl ağlatacak diye merak ettim...Valla Yasemin Bozkurt, Cüneyt'in geçmişine ilişkin, moda deyimiyle öyle bir canlandırma sineması ekrana getirdi ki, yıllardır yalnız seyircilerinin değil, oynadığı filmlerde kafasını gözünü yararak rol arkadaşlarının da analarını ağlatan Cüneyt, makaraları koyverip ağladı...Cüneyt Arkın'ın eşi Betül hanımın yanı sıra, programın diğer iki konuğu da Tamer Yiğit ve Murat Soydan'dılar...Hem Tamer'in hem Murat Soydan'ın ses tonlarının güzelliği ve ne kadar düzgün konuştukları sanırım programı tüm izleyenlerin de dikkatlerini çekmiştir...Ama çevirdikleri yüzlerce filmde kendilerini hiç konuşmadılar, herkesi hep bilinen iki üç aynı kişi konuştu...Türk sinemasında yıllarca yapılan yanlışlıklardan biri de buydu...Ve programın sonunda Yasemin, Cüneyt'i ata bindirerek uğurladı...Valla iyi de etti... Zira artık İstanbul'da otomobile falan binmek iyice çılgınlık... At en iyisi...SAÇ SAÇAKenan Erçetingöz, atv'de yaptığı ‘‘Yüz Yüze’’ programında Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş gibi oldu valla...Karşısına oturttuğunun tozunu atıyor, adamı duman ediyor...Kenan'ın bu hafta mahkemeye pardon programa çıkardığı konuğu ‘‘hisli şair çocuk’’ numarasıyla sinema ve sahne dünyasındaki bir alay hatunu tedrisinden geçirip hislendiren Kerem Alışık'tı...Kenan, Kerem'i programda soru bombardımanına tuttu...Bu duruma bozulan Kerem, ‘‘Benim soyadım her ne kadar Alışık'sa da, ben böyle sorulara alışık değilim arkadaş...’’ dedi.Adı ‘‘Yüz Yüze’’ olan program neredeyse ‘‘Saç saça, baş başa’’ bir duruma geliyordu ki, celse sona erdi... Taraflar şimdilik öpüşerek ayrıldılar...BU İŞİN KİTABINI YAZDITelevizyon ustası, ünlü sunucu, gazeteci, yazar ve benim için en önemlisi eski Fırt'çı Halit Kıvanç anılarından derlediği, ‘‘Hadi Anlat Bakalım’’ adlı nefis bir kitap çıkardı...Kitapla ilgili en çok merak edilen şey, Halit Abi'nin bu kitabı ne zaman, nasıl yazdığı...Çünkü biliyorsunuz yazı yazmak sessiz bir ortam ister... Uyurken bile konuşan Halit Abi'nin bir kitap yazacak süre konuşmadan durması ise olanaksızdır...‘‘Hadi Anlat Bakalım’’ı, mutlaka okuyun... Ama sakın ola ki bu cümleyi olur a bir yerde rastlarsanız Halit Abi'ye söylemeyin... Yoksa feleğinizi şaşırırsınız, hayatınız kayar...SİZİ GİDİ TELEVOLE’CİLERFutbolcularımızın ‘‘Televole’’lerdeki performansları maşallah başarıyla sürüyor, ama aynı arkadaşlar takımlarında dökülüyor, maçlarda yerlerde sürünüyorlar...Başta Alpay olmak üzere Televole milli takımına hayli oyuncu veren Beşiktaş, biraz daha gayret etse kendini küme düşme mücadelesi içinde bulacak...Türkiye Kupası'nı da alamazsa, vay haline...Kadrosunun çoğu gene Televole müdavimi futbolculardan oluşan Fenerbahçe ise artık puanları neredeyse Padişah Deli İbrahim gibi balıklara atacak...Aslında kulüp yöneticileri yapacakları şeyi bilmiyorlar...Bunlara maça çıkarlarken, ‘‘Çocuklar bugün maç falan yok... Sahada Televole çekimi var, Televole'ye çıkıyorsunuz...’’ diyeceksin...Bak o zaman ne biçim oynuyorlar, önlerinde kimse durabiliyor mu?..Erbakan'ın ‘‘Sizi gidi Batı kulüpçüleri sizi!’’ diye bir sözü vardı...Bunlara da ‘‘Sizi gidi Televole kulüpçüleri sizi!..’’ demek lazım.
Yazının Devamını Oku

‘‘Boat Show’’

22 Şubat 1998
Artık maşallah Fuar'lar ülkesi olduk... Her gün her yerde bir Fuar var...Tekne Fuarı, Deri Fuarı, Gıda Fuarı, Açlık Fuarı vs...Tabii bu sonuncusu henüz yok ama, eli kulağındadır...Geçenlerde Dünya Ticaret Merkezi'ndeki ‘‘BOAT SHOW 98’’ Tekne Fuarı'na gittim...Hem, ‘‘Şimdi hangi tekneler moda?.. Çamaşır tekneleriyle bu deniz tekneleri arasındaki fark hangi boyutlara vardı?..’’ göreyim dedim...Hem de, Fuar'ın son günleri olduğundan, bakarsın akşam pazarından şöyle keseme göre bir yat falan kaparım diye düşündüm...Zira tekne sahibi arkadaşlarım, onca zamandır ısrar kıyamet hep teknelerine davet ederler...Ben de yıllardır bir yat sahibi olup karşılık olarak onları teknemde ağırlayamamanın ezikliğini duyarım... Ayrıca, onları teknemde sabahlardan akşamlara dek köle gibi çalıştırıp intikamımı alamamanın öfkesiyle kahrolurum...Zira bugüne dek hangi arkadaşımın teknesine davet edilmiş ve de ‘‘Aaa gitmezsek vallahi çok ayıp olur...’’ diyen karımın ısrarlarıyla gitmişsem, hep davet edilmiş gibi değil de, istihdam edilmiş, yani işe alınmış gibi olmuşumdur...Güverte paspasından lomboz camı silmeye, kıyıya halat bağlamaktan denizden kovayla su çekmeye kadar yapmadığım iş kalmamıştır...Tüm gün teknede güneşlenip denize giren ve ancak akşam yemeklerinde bir araya geldiğimiz tekne sahibi arkadaşlarım, karısı ve kendi karıma bu durumu şikayet ettiğimde ise bana hep ‘‘Teknecilikte herkesin çalışması gerektiğini’’ söylemişler, ‘‘Sen şimdi buzdolabından iki soğuk bira kap gel, bunları sonra konuşuruz’’ demişlerdir...Ama benim bu tekne misafirliği konusunda moralimi en çok bozan olay, geçtiğimiz yaz gerçekleşti... Ve yoluma halı serseler, arkadaş teknesine gitmeme konusunda yemin ettim...Gene böyle, üstelik karımın yakın akrabası olan bir arkadaşımın teknesindeydik... İlk günümüzdü...Günün bir saatinde ben lomboz camlarını parlatıyordum... Teknede çalışan bir diğer arkadaş ise o sıra güverteyi yıkıyordu...Biraz şişmanca, aydınlık yüzlü, belli ki zamanında görmüş geçirmiş biriydi...Bir ara yaptığı işten başını kaldırıp bana, ‘‘Sen yeni misin?..’’ dedi... Sonra da öyküsünü anlattı...Bir zamanlar o da benim gibi o tekne sahibinin çok yakın arkadaşıymış... Tekne davetlerine gide gele, güverte yıkayıp lomboz camı sile sile sonunda arkadaşının personeli, teknenin tayfası olmuş...*Ê*Ê*Fuar'daki yatlar, botlar arasında bir saat kadar dolanıp durdum...‘‘Show Boat’’ta, 2 milyon dolarlık yattan, hali vakti yerinde olmayanlara hitap eden 300 bin dolarlık tekneye kadar her türlü hizmet vardı...Ben çok beğendiğim epey lüks bir tekneye bakınıp dururken, yanıma biri geldi...‘‘Niyetli misiniz?..’’ diye sordu...Ben, ‘‘Ramazan bitti... Adam bana neden niyetli misiniz diye soruyor...’’ diye düşünürken de anlaşıldı ki arkadaş tekneyi almaya niyetli olup olmadığımı sormaktadır...Arkadan da ‘‘Bu tekneyi kaçırmayın Tekin Bey’’ dedi...‘‘Zaten istesem de kaçıramam... Benim bu koca tekneyi buradan kaçırabilmek için, geceyarısı buraya yüzelli kişiyle gelmem lazım...’’Sözünü ettiğim bu tekneler güneyde, daha çok Göcek ve Marmaris'te mevzilenip faaliyet gösteriyorlar...Alayının direklerinde İngiliz bayrağı dalgalandığından, sanırsınız ki İngiliz donanması Çanakkale yenilgisini kendine yedirememiş, intikam almak için geri gelmiş...Beni bağışlasınlar, nasıl işse bu İngiliz bayraklı yatların çoğunun sahiplerinde ‘‘yes, no’’dan başka tek kelime İngilizce de yoktur...Bir gün bir açık denizde, güç durumda kalan gerçek bir İngiliz teknesi bunları görüp ‘‘Yaşasın vatandaşlarım!..’’ diye bu arkadaşlardan yardım istese, derdini anlatıncaya kadar adamın teknesi batar...Tekneciler arasında en büyük rekabet tekne boylarında yaşanıyor...Kim olursan ol, Marmaris'te, Göcek'te teknenin boyu kadar konuşuyorsun...Örneğin, 1.85 boyunda aslanlar gibi bir işadamımız, teknesinin boyu onunkinden daha kısa diye, marinada 1.60'lık arkadaşının yanında ezile büzüle, süklüm püklüm dolaşıyor...Bir arkadaşım anlatmıştı... Bu tekne ve yat sahipleri sırtlarında balıkadam kıyafeti, ellerinde metre, geceleri sessizce suya dalıyor, demirledikleri koyda gizlice birbirlerinin teknelerinin boylarını ölçüyorlarmış...Yahu tekne sahibi arkadaşlar... Sakın ola ki tüm bu yazdıklarımı üstünüze almayın... Benim denizi seven, deniz keyfi olanlara sözüm yok...Ben ortaya konuşuyorum...Bu büyük tekne merakı işi öyle boyutlara varmış, öyle abartılı hale gelmiş ki, geçenlerde televizyonda şu günler gösterime giren ‘‘Titanic’’ filminin reklamı oynarken, batma sahnesinde bu büyük tekne sahiplerinden bir arkadaş denizdeki kendi teknesi batıyor da haberler veriyor zannetmiş... Kalp krizi geçirmiş...Karısı batanın kendi tekneleri değil, Titanic olduğunu herife zor anlatmış...*Ê*Ê*Bir de denizden korktuğu halde, sırf hava olsun diye milyonlarca dolar sayıp tekne alanlar varmış...Marmaris Marina'nın genel müdürü Levent anlatmıştı...Marina'da demirleyen muazzam bir yatın sahibi bir müşterisi varmış... Her hafta sonu İstanbul'dan muntazaman yatına geliyor; korkudan denize açılamadığından bir sürü personelin bulunduğu teknesinin güvertesinde yemeğini yiyip, viskisini, purosunu içerek hafta sonunu geçiriyor, tekrar İstanbul'a dönüyormuş...Levent'in söylediğine göre, bu zatın özel uçağı da varmış... Bir yere gideceği zaman hava olsun diye otomobiliyle havaalanındaki uçağının yanına geliyor, korktuğundan uçağa biniyormuş gibi yapıp binmiyor, gideceği yere arabasıyla devam ediyormuş...Ulan bu zenginlik de zor iş be!..Şimdi bunları yazıyorum diye, beni bu tekneleri kıskanıyor da mok atıyor falan zannetmeyin...Ben zamanında bu ‘‘Boat’’ denen teknenin Allah'ına ‘‘Love Boat’’a, yani Aşk Gemisi'ne binmiş adamım... (Bakınız üstteki resim...)BU FUAR ÇOK FAYDALINeticei kelam... Ben denizciliğimizin geleceği, halkın tekne sevgisinin gelişmesi açısından bu fuarı çok olumlu ve yararlı buldum...Zira üç yanı denizlerle çevrili bir ülke olmamıza karşın, biliyorsunuz denizle başımız pek hoş değildir...Denizi daha çok, sıkıştığımızda arabayı kenara çekip çiş yapmak, bir de özellikle Şile ve Kilyos sahillerinde boğulmak için kullanırız...Kaptan-ı Derya Barbaros'un torunlarıyızdır ama, vapurların iskeleye yanaşmalarına daha on metre kala yaradana sığınıp telef olma pahasına kendimizi iskeleye fırlatır, denizden bir an önce kurtulmaya çalışırız...Onun için deniz sevgimizi, denizciliğimizi geliştirecek bu tip fuarları yürekten destekliyorum!..Ama o tekneleri alacak parayı nereden egavlayacağınız konusunda da maalesef sizlere bir fikir veremiyorum...
Yazının Devamını Oku

Kumar

20 Şubat 1998
Kumarhanelerin kapatılması üzerine çok şey yazıldı, çizildi ama, geçen akşam Uğur Dündar ve ekibinin ARENA'da ekranlara getirdiği görüntülerden sonra artık ne söylenir bilmiyorum...Genç bir insan kumarda kaybettiği paralar nedeniyle polis dahil bir alay kişinin gözü önünde canına kıydı...Kumarhanelerin kapatılması, özellikle bizim medyadaki bazı arkadaşlarımızca tepki gördü...Her ne demekse, ülkemize kumar oynamak için gelenler ve bu alanda ülkemize döviz getirenler düşünüldüğünde onlara katılmamak tabi olası değil... Demek ki bizim ülke olarak kumardan para kazanmak gibi de bir sorumluluğumuz var...Ama dünyanın her yerinde kurallara bağlannmış kumar, bizde kural, yasa tanımaz bir hale gelip körün tuttuğunu boğazladığı bir düzeye tırmanmış... Yeraltını yerüstüne terfi ettirmiş, sonunda başa bela bir hale gelmiş... Ve disipline edilmeyen, ocaklar söndüren bu düzene, sonuçta son verilmiş...Şimdi bir de, ‘‘Bu kumarhanelerde çalışanlar ve aileleri ne olacak?..’’ ağlaşması var...Yahu, o kumarhanelerde donunu verenlere ve onların ailelerine ne olduysa, o kumarhanelerde çalışanlara ve onların ailelerine de o olacak...Aslında tabi trajedik bir durum... Birinin ailesinin nafakası, diğerinin aile nafakası oldu...Ama bazı mutluluklar, bazı mutsuzluklar üstüne kuruluyorsa o işte bir yanlışlık var demektir...Kumarhanecilik devlet denetiminde olur... Mafya denetiminde olmaz...Herkes, tüm Medya'daki arkadaşlar kumarhaneleri hep döviz kaynağı, bilmem kaç İsrailli ya da Rus turistin döviz bıraktığı mekanlar olarak gördü...Oysa Türkiye'deki tüm kumarhanelerin asıl geliri tamamen Türk vatandaşlarındandı...Sönen onların ocakları oldu...‘‘Bir sürü aile şu an işsiz kaldı...’’ edebiyatına gelince... Bir sürü aile de evsiz barksız, işsiz, dahası babasız kaldı...BEYAZ SHOWBen Beyaz'ı birkaç yıl önce rastgeldikçe dinlediğim radyo programlarından tanıdım...Daha sonra da, Kanal 6'da yaptığı ‘‘Beyaz Ötesi’’ adlı programda izledim...‘‘Beyaz Ötesi’’ çok sevdiğim, gırgır bir programdı... Kulağında kulaklıklarla, minicik bir radyo yayın odası dekorunda Beyaz, programa telefonla katılanlarla söyleşiyor, doğaçlama yaptığı esprilerle konuklarıyla, ama daha da çok kendisiyle dalga geçiyordu...Sanıyorum Beyaz'ın o günlerdeki programıyla ilgili birkaç şey de yazdım...Beyaz aslında bizden biri... Yani mizahçı takımından... Duyduğum kadarıyla arkadaşlarıyla zamanında mizah dergisi bile çıkarmış...Ama sonra aklı başına gelmiş kendini bizim bu alemden kurtarmış... Bir gün inşallah bizi de biri gelir kurtarır bu hayattan...Beyaz'ın Kanal D'deki ‘‘Beyaz Show’’unu denk düşürdükçe gene keyifle izliyorum...Bildiğiniz gibi Beyaz burda konuklar ağırlıyor... Radyo programlarında ve sözünü ettiğim eski televizyon programlarındaki telefon söyleşilerinde katılımcılara uyguladığı o hafiften kafa bulma işini, bu defa canlı konuklar üzerinde hayata geçiriyor... Bu işte bazen dozu kaçırdığı şeklinde görüşler var ama, o iş alan razı veren razı bir durum olduğundan söylenecek fazla şey yok... Oraya gelen Beyaz'ı da tanıyor, programda başına gelecekleri de biliyor zaten...Beyaz'ın programında bir beceriler bölümü var... Ben burada ona değinmek istiyorum...Beyaz oraya sözümona, ilginç şeyler yapan, burnuyla kaval çalan, bir tabure üstünde cambazlık yapan, bardak yiyen vs. kişileri çıkarıyor... Bunu belli ki programına renk katmak için yapıyor ama...Bu kişileri gerek sunuşu, onlarla yapılan gırgır söyleşiler vs. işi sonunda ‘‘Bakın hayatta ne manyaklar var’’ görünümüne getiriyor... İnsanda bu duyguyu uyandırıyor ki, hoş olmuyor...Ben olsam bu işi bir gözden geçiririm...Beyaz Show'un sevdiğim bölümü, belki daha çok mizah içerdiğinden ‘‘Cezve’’ bölümü...Hayvansever olmama karşın, o ‘‘High onelar’’ bölümünü hala çakabilmiş değilim.HABER İÇİN SAÇINI SÜPÜRGE EDEN ADAMAtv'de Ali Kırca'nın yeni saç stilini takibetmekten, haberleri seyredemez, haberlerden resmen birşey anlayamaz olduk...Sevgili Ali karşımıza hergün yeni bir saç modeliyle çıkıyor, izleyenlerine sürprizler yapıyor...İnşallah tutup birgün karşımıza gelinbaşı ile çıkmaz...Saçlarından mı hoşnut değil... Yoksa haberler pek iç açıcı olmadığından kendini feda edip dikkatleri saçlarına mı çekmek istiyor belli değil...Hani bir fıkra vardır:Adam berbere gelmiş... Kafasında üç tel saçı var... Berber uçlarından biraz almış... Sonra da adama saçları ne tarafa tarayacağını sormuş...Adam, ‘‘Sağa’’ demiş... Berber sağa tararken ‘‘ting’’ diye saçın biri kopup gitmiş...Adam biraz kızmış tabi... Bu kez, ‘‘Sola tara’’ demiş... ‘‘Ting’’ öbür saç da gitmiş... Kalmış ortada tek bir kıl...Berber ‘‘Peki şimdi nasıl tarayalım?..’’ deyince de adam, ‘‘Bırak dağınık kalsın...’’ demiş...İşte benim de endişem, sonunda sevgili Ali'nin bu çok, bilinen fıkradaki adamın durumuna düşmesi...Haberlerine hakim olduğunu bildiğimiz Ali Kırca'nın artık biran önce saçlarına da hakim olmasını istiyoruz!..
Yazının Devamını Oku