Paylaş
Al Monitor sitesinde yazısı çıkan Rus Vladimir Avatkov, bir akademisyen fakat aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Kamu Diplomasisi Merkezi’nin başkanı.
Rus Büyükelçi Karlov’un öldürülmesiyle çıkabilecek büyük krizi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yerinde ve zamanında tepki vererek” önlediğini, hatta ilişkilerin geliştiğini yazıyor.
Fakat dikkate almamız gereken şüpheleri de ileri sürüyor.
RUS GÖZLÜĞÜYLE
Avatkov’a göre Türkiye Batı’yı seçmiş bir ülke fakat bundan uzaklaşıyor, buna karşılık da ABD ve Avrupa’nın Türkiye’den desteğini çekmeye başlaması Türkiye’nin “ulusal güvenliğini zayıflatıyor”.
Avatkov “Türkiye’nin bölgesel güç olmakla yetinmeyip dünya güçleri arasına girme arzusu” taşıdığını, fakat Türkiye’nin kaynaklarının bunun için yeterli olmadığını da ileri sürüyor.
Avatkov şu sonuca varıyor:
“Türkiye dünyadaki yerini yeniden tanımlamaya çalışırken bölgesel gelişmeler ve Türkiye’nin dengesiz dış politikası ciddi riskler üretiyor. Bu yeniden tanımlama çabası Moskova dahil birçok başkentte endişeyle karşılanıyor.”
Avatkov tabii Rus gözlüğüyle böyle görüyor fakat Türkiye, dost olsun olmasın hiç kimseye “dengesiz politika” izlenimi vermemelidir.
Avatkov “Ankara politikalarını daha akılcı ve dengeli bir çizgiye oturtma şansına sahip” diye de yazıyor. Bu şansımızı çok iyi ve çok maharetle kullanmamız gerektiği açıktır.
TRUMP AMERİKA’SI
İkinci makale Ortadoğu uzmanı Amerikalı Robin Wright’ın New Yorker’da çıkan yazısı... Trump’a kadar bütün Amerikan başkanlarının, siyasetleri ne olursa olsun İslam’la ve İslam dünyasıyla bir türlü ilişki kurmaya dikkat ettiklerini anlatıyor. Trump’ın ise İslamofobik bir kabine kurduğunu belirtiyor. Trump ekibinin “faşizm, nazizm, emperyalizm ve İslamizm” şeklindeki İslamofobik söylemlerinden örnekler veriyor.
Trump’ın “dar kafalı” bu anlayışını eleştiriyor, Müslümanların çok büyük çoğunluğunun radikallere destek vermediğini vurguluyor. Fas ve Tunus’taki İslami hareketlerin demokratik olduğuna dikkat çekiyor.
İçimi yaralayan tarafı, Tunus’un bilge İslamcı lideri Gannuşi’den övgüyle bahsediyor, onun “siyasetle dinin ayrılması” bildirisini hatırlatıyor. Gannuşi gerçek bir bilgedir elbette, içimi yaralayan, Türkiye’nin akla gelmemiş olmasıdır.
Halbuki hem Batı hem Gannuşi’nin kendisi son yıllara kadar Türkiye’yi, AK Parti’yi İslam ve demokrasi uyumu konusunda örnek gösterirlerdi, Türkiye “yükselen yıldız” olarak görülürdü.
Abdullah Gül’ün deyimiyle son yıllarda Türkiye’nin yıldızı “eskisi gibi parlamıyor”.
İKİ SONUÇ
İki makaleyi dış dünyadaki çeşitli eğilimlerden iki örnek olarak aldığımızda, benim vardığım sonuçlar şöyle:
- Çağımızda bütün ülkelerin istikrar ve güvenliğe, dış politikada istikrarlı ilişkilere ihtiyacı var.
Batı ittifakına bağlı fakat Rusya ile iyi ilişkiler geliştiren bir Türkiye, Rusya için istikrarsız görünen bir Türkiye’den bin defa daha iyidir.
- Batı’da popülist otoriter sağ yükseliyor ve siyasi ajandaları farklı olsa da İslamofobi ortak yönleridir, özellikle Avrupa’da aşırı sağ Türkiye karşıtıdır.
Türkiye demokrasi ve hukuk devleti imajını yükselterek popülist sağdan endişe duyan liberal, sosyal demokrat, yeşil ve hatta bir ölçüde merkez sağ çevrelerden destek alabilir. Hem entelektüel hem siyasi destek.
Terörle mücadelemiz için de bu gereklidir.
Dün bu desteği alıyorduk, ekonomimizin de en iyi gittiği dönemlerdi.
Bugün bu desteği laiklerle uzlaşarak anayasa yapan Gannuşi ve Tunus alıyor.
Paylaş