Geçen cuma günü TV’lerde dinlediğim bir haber: 15 Temmuz’daki darbe girişiminde AK Parti İstanbul il binasını işgal eden 14’ü tutuklu 74 askerin yargılandığı davanın beşinci duruşmasında, mahkeme 10 sanığın daha tahliyesine karar vermişti...
12 Eylül döneminde kendi tutuklanmamı ve tahliyemi hatırladım.
12 Eylül’de ben de tutuklanmış, 14 ay tutuklu kaldıktan sonra çıktığım sıkıyönetim mahkemesinde tahliye edilmiştim.
Olayın sıcaklığında ve deliller toplanmadan sulh hâkiminin tutuklama kararı vermesiyle, deliller toplanıp iddianame yazıldıktan sonra mahkemenin tahliye kararı vermesi arasındaki büyük fark!
Adalet bakımından çok önemlidir bu.
HUKUKA GÜVENEBİLMEK
12 Eylül döneminin ilk günlerinde MHP yöneticileri hakkında toptan gıyabi tutuklama kararı verilmişti. Hukuka güveniyorum ya, gidip teslim olmuştum, birkaç günde bırakılırım diyordum.
Tam 14 ay tutuklu kaldım.
“Ülkemizin geçtiğimiz 14 yılda yaşadığı büyük dönüşümün en zayıf halkalarını ne yazık ki eğitim ve kültür oluşturuyor. Bu konularda hayal ettiğim düzeylere ulaşamamış olmamızdan fevkalade müteessirim. Bu bir özeleştiridir ama gerçektir.”
Bu sözler üzerine siyasi polemik yapmak mümkün. Fakat ben aşırı siyasallaşmanın eğitimde kaliteye, kültürde gelişmeye zarar verdiğine inandığım için bunu yapmayacağım.
İktidarın niye bu iki alanda başarısız kaldığının objektif olarak analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
ÜNİVERSİTE YAPMAK!
Sosyal bilimlerin ve ekonominin genel kabulüdür: Maddi kalkınma bir ölçüde kolay ve nispeten hızlı olabilir, fakat eğitim ve kültürel gelişme öyle değildir.
Muhteşem bir üniversite binası, bir kültür sarayı yapabilirsiniz ama içinin bilimle ve kültürle dolması kolay değildir. Hem zaman hem özel dikkat ve teşvik gerektirir.
Bu açıdan Cumhurbaşkanı’nın sözleri anlaşılabilir niteliktedir. Nitekim BM “insani gelişme indeksleri”nde Türkiye’nin sırası, daima ekonomi sırasının altındadır.
Eğitim ve kültürün gelişmesiyle insani kalitenin yükselmesi için esaslı bir birikim, vizyon ve öncelik sıralaması gerekir.
İktidara bu imkânı Anayasa Mahkemesi’nin 2016/159 Sayılı kararı verdi.
Anayasa Mahkemesi OHAL kararnamelerini denetleme yetkisinin olmadığından bahisle CHP’nin açtığı iptal davalarını reddetmişti.
Böylece OHAL kararnameleri üzerinde hiçbir anayasal denetim imkânı kalmadı.
Bu denetimsizliğin sonuçlarını yaşıyoruz.
Dün de 330’u akademisyen, 4464 kişi daha kamu görevlerinden çıkarıldı.
Anayasa hukuku profesörü İbrahim Kaboğlu da üniversiteden atıldı.
Prof. Kaboğlu ile anayasa hukuku alanında farklı görüşlerimiz var, tartıştığımız da oldu. Fakat bir hukuk profesörünün, genelde akademisyenlerin hiçbir suç isnadı ve işlemi yapılmadan, yapılamadan, sırf OHAL’in sağladığı “denetimsiz” yetkilerle üniversitelerden atılmalarını hoş görmek mümkün değildir.
Prof. Kaboğlu daima Batılı demokrasiyi savundu. Reformlar döneminde AK Parti hükümeti tarafından İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığı’na atanmıştı.
Siyasi tavrımıza göre hemen benziyor veya benzemiyor diyebiliriz.Varlık Fonu hakkında gazete ve TV’lerden bugünlerde birtakım bilgiler edinmişizdir. Fakat mukayese yapmak için Düyun-u Umumiye, yani Osmanlı’daki Kamu Borçları İdaresi hakkında da bir şeyler bilmek gerekmez mi?
Kaldı ki, son iki asırlık çağdaşlaşma tarihimizin niteliğini anlamada en önemli anahtarlardan biri Düyun-u Umumiye’dir.
OSMANLI BORÇLARI
Osmanlı’da parasal istikrarsızlık 16. yüzyılda başladı. Tanzimat devrinde yüzde 12’ye varan çok yüksek faizlerle Avrupa’ya borçlanıldı.
İlgili kanun 19 Ağustos’ta çıkmıştı.
Geçen hafta Kanun Hükmünde Kararnamelerle Ziraat Bankası, BOTAŞ, Türksat gibi dev kuruluşlar, THY’nin yüzde 49’u, çeşitli dev kuruluşlardaki kamu hisseleri ve çeşitli illerde kamuya ait taşınmazlar bu fona aktarıldı.
Amaç, kuruluş kanununda “sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurtiçinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak” olarak ifade ediliyor.
TVF’nin idarecileri de atandı: Mehmet Bostan başkanlığında yönetim kurulu üyeleri Yiğit Bulut, Kerem Alkin, Himmet Karadağ ve Oral Erdoğan.
FİNANSMAN İHTİYACI
Zamanımızda ülkeler yeni finansman kaynakları oluşturmak ve sermaye piyasalarına derinlik kazandırmak için çeşitli teknikler geliştiriyor, fonlar veya benzer kuruluşlar meydana getiriyor.
Ekonomist olmadığım için TVF hakkında iktisadi yorum yapamam, bir vatandaş olarak tanımlanan amaca uygun başarılara ulaşılmasını dilerim elbette.
Fakat belirtmeliyim ki, bütçe dışında böyle dev bir fon kurulması
Trump’ın icraatını anlatan etkili İngiliz dergisi The Economist, Amerika’da “denetim ve denge isteminin bir despotla mücadele edebileceğini” yazıyor.
Trump’ın 7 Müslüman ülkeyle ilgili yasak kararnamesini yargının durdurduğu haberini veren CNN’in alt yazısı şöyleydi: “Trump dengelendi ve denetlendi.”
Liberal demokraside “denetim ve denge” elbette demokrasinin olmazsa olmazlarından biridir. Fakat yürütmeye ve yasamaya egemen olan popülizmi “denetlemek ve dengelemek” mümkün olacak mı?
21. yüzyılda demokrasinin önündeki büyük soru budur.
AMERİKA’DA YARGI
4 Şubat’ta Federal Yargıç James Robart, Trump’ın Başkanlık Kararnamesi’nin bütün Amerika’da durdurulmasına karar verdi. Başkan Trump “sözde yargıç” diye tepki gösterdi. İç Güvenlik Bakanlığı yargı kararına uydu. Yasak kalktı...
Aynı gün Beyaz Saray, Yargıç Robart’ın kararını temyiz etti.
5 Şubat’ta Temyiz Mahkemesi, Robart’ın kararını anayasaya uygun buldu, Beyaz Saray’ın iptal talebini reddetti!
Fakat başka bir konu var ki, siyaseten ne kadar önemli olduğu birkaç ay içinde ortaya çıkacaktır; bu “kuvvetler ayrılığı” tartışmasıdır!
Yeni sistemle Türkiye’de kuvvetler ayrılığının kısıtlandığı görüşü hâkim olursa işimiz hayli zorlaşır.
MÜSLÜMANLARIN SORUNU
Öncelikle, “İslam” ve “terör” kavramlarının birlikte anılması elbette her samimi Müslüman’ı rahatsız eder. İslamofobiyi körüklemekten sakınmak için Batılı lider ve aydınların bu konuda son derece dikkatli olması gerekir.
Bu açıdan Cumhurbaşkanı’nın uyarısı isabetlidir.
Bunun yanında, yine Cumhurbaşkanı’nın deyişiyle, “tekbir getirerek adam öldürüyorlar”, mezhep katliamlarında “kurbanları da tekbir getirerek ölüyor! Bu ne iştir?!”
Bu kanlı tablo, İslam dünyasındaki din algısında ne büyük sorunlar olduğunu gösteriyor. Müslüman din bilginleri maalesef bu konuda ortak bir protesto tavrı geliştiremediler.
Siyaset ve mezhep duyguları öteden beri onları bölüyor.