Fakat “adalet yönetimi” yani hâkim ve savcıları atayan, haklarına disiplin işlemi yapan kurullar “bağımsız ve tarafsız” olmazsa, bütün o güzel hükümler kâğıt üzerinde kalır.
Bizde her zaman böyle oldu. Buna göre vesayet yargısı, cemaat yargısı ve iktidar yargısı oluştu.
Adalet böyle bir elden öbür ele savrulurken Anayasa’nın “yargı bağımsızdır” ve “kimse yargıya talimat veremez” gibi genel hükümleri kâğıt üzerinde duruyordu.
Onun için anayasaların genel hükümleri önemlidir fakat yönetime, yetkiye, denetime ilişkin hükümleri çok daha önemlidir.
BİR YARGICIN SÖZLERİ
Referandumla oluşan yeni Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun “yaz kararnamesi”yle birçok hâkim ve savcı değişik yerlere atandı. Normal atamalar da vardır fakat ‘normal’le izah edilemeyen, ‘siyasi’ atamalar da var.
İsimlere girmeyeceğim. İstanbul’dan kendisi istemediği halde Afyon’a atanan 30 yıllık birinci sınıf hâkim Ali Haydar Yücesoy’un sözlerine bakın:
“Şimdi çocuklarımız yaşındakiler İstanbul’a atanırken, biz yine Anadolu’ya... Yargıda bir zamanlar kıdem, liyakat esası vardı...”
Geçen hafta CNN Türk’te Sabah gazetesinden Hasan Bülent Kahraman ve Karar gazetesinden Mustafa Öztürk’le konuşurken bu meseleye de değinmiştik.
Dün Etyen Mahçupyan Karar’da “Muhafazakâr zihnin fakirleşmesi” başlıklı bir yazı yazdı. “Siyasetin toplumsal alan üzerinde hegemonya kurduğu bir dönemden geçiyoruz” diyordu.
Zihinlerin hegemon siyasetten ayrı, farklı ve çeşitli fikirler geliştirmesi kolay mı?
Bu adeta bir tabiat kanunudur. Kemalist düşüncenin de en yalınlaştığı dönem, 1930’lardı.
İnsani gelişmenin en yüksek seviyesini temsil eden “hukuk devleti”ne ulaşmak ancak bütün siyasi, ideolojik ve itikadi kesimlerin ortak ve üstün değer olarak “hukuk”u benimsemesine bağlıdır.
Aksi halde iktidarı sağlam bir şekilde ele aldığını düşünenler, kendi gücünün hukukunu tesis etmeye yönelir...
Bu bizim hukuk serüvenimizin çok kısa bir özetidir: İşte vesayet yargısı, cemaat yargısı, iktidar yargısı!
DEĞİŞEN ADALET
Buna göre üç türlü HSK’mız oldu. İşte bugün HSK üyelerini iktidar bloku tayin ediyor.
Siyasi güce göre Anayasa ve Ceza Kanunu’nda değişiklikler yapıldı.
Hatta Yargıtay kararlarında temel kavramların tanımı bile siyasi devirlere göre değişiklikler gösterdi.
Evrensel hukuka en açık yargı kurumumuz olan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında AİHM yönünde istikrarlı bir yöneliş olmakla birlikte, OHAL konusundaki kararı siyasi ortama göre değişti.
İktidarın tepkisi “Bizim yaptığımız yollarda yürüyorlar, trene binsinler, teröristlerle beraberler” gibi polemik ve suçlamadan öteye gitmiyor, “öz”e değinmiyor.
Çok da şaşırtıcı değil, çünkü bizde hiçbir iktidar hukuk ve adalet konularını başlı başına ciddi sorunlar ve yüksek değerler olarak ele almadı.
Her devirde muhalefetteyken yani güçsüzken ifade edilen hukuk ve adalet özlemleri, iktidara sağlamca yerleştikten sonra hukuku ve adaleti siyasi araç olarak kullanmaya dönüştü.
Elbette gelişmeler oldu ama bugün hâlâ “hukuk devleti” haline gelemediysek bunun asli sebebi “siyaset”i “adalet”ten üstün tutan siyasi kültürümüzün çok köklü olmasıdır.
TARİHİN İÇİNDEN
Değerli tarihçi Şükrü Hanioğlu’nun son yazısı bu konuda tarihimizin tam bir özetiydi: Önceleri “kadı adaleti” yani kadıların çeşitli fetvalardan birini seçerek hüküm vermesi, bu yüzden aynı konularda çok farklı hükümlerin çıkabilmesi...
Tanzimat buna karşı “kanun” fikrini ifade eder.
Fetvalardan hüküm çıkarmak yerine, yargıçların elinde standart
Gençlik ve Spor Bakanlığı ile imzaladığı protokolün bir benzerini Kültür Bakanlığı ile de imzalayacakmış.
5. sınıftan itibaren yönlendirilerek belli bir spor dalında yahut sinema, tiyatro, resim ve müzik gibi sanat dallarında faaliyet gösteren öğrenciler TEOG’da ilave puan kazanacaklar...
Milli Eğitim Müsteşarı Yusuf Tekin, arkadaşımız Nuran Çakmakçı’ya iki yıl önce bu özlemini anlatmıştı: “8 yıl boyunca bir çocuğun piyano, keman ya da halkoyunları eğitimi aldığını düşünün ya da bir spor dalında lisanslı sporcu olarak gittiğini düşünün...” (Hürriyet, 20 Ekim 2014)
Bu başarılabilirse çok şey değişir, çok iyi olur.
DİPLOMA YETMİYOR
Uygulamada ortaya çıkabilecek ciddi sorunlara aşağıda dikkat çekeceğim. Öncelikle Milli Eğitim’de böyle bir arayışın ortaya çıkmasını kutlamak ve teşvik etmek gerekir. Bizde çağdaşlaşma geciktiği için, gençlerin, özellikle kızların “sosyalleşmesi” ve “hobi”ler kazanması maalesef yaygın değildir.
Halbuki çağımızda sadece “diploma” değil, aynı zamanda sosyalleşmiş, ekip çalışması yapabilecek, bağımsız düşünceli, beceri ve hobileri olan insanlar gerekiyor.
Amerikan üniversitelerinde yüksek lisans için başvurduğunuzda diploma ve notlardan başka hobiler, sosyal etkinlikler, çaldığınız müzik aletleri soruluyor.
Çünkü Amerika ve Rusya daha fazla dahil olduğu gibi, Barzani’nin bağımsızlık ilan edecek olması ve Katar-Suud kriziyle bölgede tansiyonun büsbütün yükselmesi önümüzdeki sıkıntıların büyüyeceğini gösteriyor.
Mesele Türkiye açısından birinci dereceden terör meselesidir. DAİŞ terörü ve Türkiye açısından ülke bütünlüğü ve egemenlik tehdidi olan PKK/PYD terörü...
Suriye ve Irak sorunları PKK/PYD terörünün esaslı kaynaklarıdır.
PKK’NIN AKDENİZ YOLU!
Aşağıdaki haritada Kuzey Suriye’nin en stratejik bölgesi görülüyor:
Genelde “konu” odaklı değil, “kişi” odaklı düşünüyoruz.
Liderimize mutlak bağlılık, partimize mutlak destek...
Öbür lidere mutlak tepki, öbür partiye öfke...
Kılıçdaroğlu’na destek veya Kılıçdarolu’na tepki... Yürüyüşün konusu, yani adalet kavramı çok da önemli değil!
Kılıçdaroğlu’nun “kendi aklıyla hareket etmediğini” yazanlar bile vardı; bu “bilgi”yi nereden aldılar, bilmiyorum.
ÖNYARGI VE BİLGİ
Halbuki “lider” ve “parti” değil, “konu” ve “kavram” odaklı yorumların daha çok olmasını beklerdirm.
Tekrar ve ısrarla vurgulamak istiyorum:
Bunu bir ölçüde anlamak mümkün çünkü iktidarın yargı ve adaletle ilgili tutumunu eleştiriyor.
İnkâr edilemeyecek gerçek, Türkiye’de öteden beri ve bugün bir adalet ve yargı sorunu olduğudur. Toplumda adaletsizlik duygusu ve yargının siyasallaşması endişesi yaygınlaşmıştır.
İktidar bunu gidermedikçe endişelerin artması kaçınılmazdır.
İKİ KELİME
Siyasi tarihimizde kitlelerde büyük karşılık bulmuş birkaç kavramdan biri “hürriyet” ise öbürü “adalet”tir.
Bunlar eksik olduğu için sürekli talep edilmiştir.
1930’larda rejimin “diktatör manzarası” taşıdığını Atatürk de söylemişti. O ortamda kurulan Serbest Fırka, ismindeki “Serbest” (özgür) kavramıyla halkın büyük desteğini kazanmış, ama kapatılmıştı.
27 Mayıs darbesinin uydurma mahkemeyle verdiği idam ve müebbet hapis kararları... Yeni kurulan partilerden birinin adı