Paylaş
İktidarın tepkisi “Bizim yaptığımız yollarda yürüyorlar, trene binsinler, teröristlerle beraberler” gibi polemik ve suçlamadan öteye gitmiyor, “öz”e değinmiyor.
Çok da şaşırtıcı değil, çünkü bizde hiçbir iktidar hukuk ve adalet konularını başlı başına ciddi sorunlar ve yüksek değerler olarak ele almadı.
Her devirde muhalefetteyken yani güçsüzken ifade edilen hukuk ve adalet özlemleri, iktidara sağlamca yerleştikten sonra hukuku ve adaleti siyasi araç olarak kullanmaya dönüştü.
Elbette gelişmeler oldu ama bugün hâlâ “hukuk devleti” haline gelemediysek bunun asli sebebi “siyaset”i “adalet”ten üstün tutan siyasi kültürümüzün çok köklü olmasıdır.
TARİHİN İÇİNDEN
Değerli tarihçi Şükrü Hanioğlu’nun son yazısı bu konuda tarihimizin tam bir özetiydi: Önceleri “kadı adaleti” yani kadıların çeşitli fetvalardan birini seçerek hüküm vermesi, bu yüzden aynı konularda çok farklı hükümlerin çıkabilmesi...
Tanzimat buna karşı “kanun” fikrini ifade eder.
Fetvalardan hüküm çıkarmak yerine, yargıçların elinde standart “kanun” metinlerinin bulunmasına ne büyük ihtiyaç olduğunu Cevdet Paşa da anlatmıştı.
Hanioğlu, Tanzimat’tan itibaren Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde “kanun” fikrinin ve uygulamasının güçlendiğini anlatıyor.
Bu çok önemli bir gelişmedir elbette. Fakat Hanioğlu’nun dediği gibi:
“Kuvvetler ayrılığının hayata geçirilmesi ve ‘siyasal iktidar’ın yargı üzerindeki etkisinin sonlandırılması alanlarında ciddi bir ilerleme kaydedilememiştir.” (Sabah, 2 Temmuz)
Hatta Cumhuriyet döneminde hukukun üstünlüğü fikri teorik olarak dahi vurgulanmadı.
BUGÜNKÜ TABLO
Hanioğlu, bugünkü Türkiye’de görülen adalet ve hukuk özlemine iktidar ve muhalefet gözlüğüyle değil, hukuk gözlüğüyle bakmak gerektiğini de şöyle anlatıyor:
“İktidar-muhalefet ilişkisi ve güncel siyaset yerine, geniş ve uzun dönemi kapsayan bir bağlamda değerlendirmek anlamlı olur. Bu yapıldığında Türkiye’nin kâğıt üzerinde kalan güçler ayrımını hayata geçirmesi ve siyasal iktidarın ‘yargı’ üzerinde asırlardır süren egemenliğini sona erdirmesinin gerekliliği görülecektir.”
İşte hayati mesele budur: 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde kuvvetler ayrılığı hâlâ kâğıt üzerindedir! Adalet sorunlarının çözümü için olmazsa olmaz şart, iktidarların yargı üzerinde asırlardır süren egemenliğinin sona erdirilmesidir!
Muhalefetin söz ve davranışlarında “iktidarı yıpratma” saikinin ağır bastığı söylenebilir.
İktidarın söz ve davranışlarında da “daha fazla güçlenme” saikinin ağır bastığı söylenebilir.
Fakat Türkiye’nin hâlâ kanamakta olan adalet yarasını bu saiklerle tedavi edemeyiz.
Tarih boyunca kanayıp durması ve sadece yaralıların değişmesi bu yüzdendir zaten.
ADALET İÇİN NELER YAPMALI?
Adalet ve hukuk kavramlarında samimi isek...
Bu yüksek kavramları siyasi araç olarak kullanmak istemiyorsak, çözüm bellidir: Kuvvetler ayrılığını “kâğıt üzerinden” hayata geçirmek... Yani bu yönde yeni bir anayasa, bu yönde adli teşkilat kanunları ve evrensel seviyede hâkim teminatı...
HSK’nın şimdi olduğu gibi sözde değil, gerçekten tarafsız olması için Venedik Kriterleri’ne göre oluşması...
Ceza Kanunu’nda “yargıya emir ve talimat vermenin” yeniden suç sayılması için değişiklik yapılması...
Görüyor musunuz, güvenilir bir yargı için, adaleti yollarda aramaya gerek kalmaması için yapılacak ne kadar çok şey var.
Bakalım “adalet yürüyüşü”ne kızan iktidar bu yönde bir adım atacak mı?
Paylaş