Bu sözleri başka partiden biri söyleseydi kıyamet kopardı. Nitekim ‘Tek Parti’ devrinde söylenen bu tür sözler, İslamcı yazarlar tarafından ağır sözlerle eleştirilir.
Erdoğan’ın bu sözlerini seküler bir insan memnunlukla, fakat bazı dindarlar ise tereddütle karşılayabilir. Hele ‘güncelleme’ kavramı, din ilimleri terminolojisinde bulunmayan, dolayısıyla dini açıdan ne anlama geldiği kestirilemeyecek bir kavramdır.
Terminoloji (ıstılah) sorunları bir kenara, Cumhurbaşkanı Erdoğan fevkalade önemli bir soruna parmak basmış, “Hoca efendilerin tefe koyması” ihtimalini göze alarak soruna neşter vurmuştur.
‘ZAMANIN DEĞİŞMESİ’
Birtakım tepkiler gelmiş olmalı ki, önce Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın tweet atarak bu sözlerin ne anlama geldiğini açıklama gereğini duydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi de parti akademisinde iyi hazırlanmış, terminolojisi (ıstılahları) özenli seçilmiş bir konuşma yaptı, “Dinde reform haddimize değildir” dedi, İslami esasların değişmeyeceğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı da sözcüsü de Mecelle’nin ünlü maddesini gerekçe gösterdiler, bugünkü Türkçe’yle: “Zamanların değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz.” (Md. 39)
Hemen belirtmeliyim, Mustafa Kemal Paşa da 1 Mart 1922’de Meclis’te yaptığı konuşmada Mecelle’nin aynı maddesini okuyarak ‘adli siyasetimizin’ bu ilkeye dayanacağını söylemişti.
O zaman ulema Mecelle’nin eksiklerini tamamlama ve yenileştirme konusunda başarısız kaldığı için 1926’da İsviçre’den Medeni Kanun alındı.
Nerede, kime, ne zaman demişti?
Kazan Türkleri’nden modernist İslamcı ve Türkçü Fatih Kerimi’ye söylemişti bunu.
Gazeteci Fatih Kerimi, Balkan Harbi’nin felaket yıllarında İstanbul’a gelmiştir. Amacı yazılarıyla Türkiye’ye destek vermektir. İstanbul onun gözünde hilafet merkezi ve Osmanlı payitahtı olarak bir idealdir. Fakat İstanbul’a geldiğinde görür ki, uyuşuk, ezik bir ahali var. İstanbul sokaklarında kadın azdır, erkekler kadınlara laf atarlar, sarkıntılık yaparlar.
Büyük hayal kırıklığına uğrayan Fatih Kerimi, görüştüğü aydınlara bu sorunu da sorar. Akif’in cevabı böyleydi.
Türk dizilerindeki hayat tarzı, Suudi ülkesine ‘fazla modern’ gelmiş olmalı. Suudlar kadınların araba sürebilmesini dahi ‘reform’ ve ‘ılımlılık’ diye dünyaya takdim ediyorlar!
Siyasi tavırlar daha dikkat çekici.
TÜRKİYE KARŞITLIĞI
Veliaht Prens Muhammed bin Salman Mısır’da gazetecilerle konuşurken Türkiye, İran ve Katar’ı ‘şer ekseni’ olarak nitelemiş, ‘Osmanlılar’a yüklenmeyi de ihmal etmemiş.
Haberin kaynağı Arapça El Cezire, CBS Arap televizyonları.
Suudlar Mısır’daki darbenin de finansörüydü. Müslüman Kardeşler hükümetinin IMF’den almak istediği 5 milyar doları bir gecede darbecilere transfer etmişlerdi.
Ankara ise Mısır darbesini elbette kınadı ama bununla yetinmedi, her platformda Mısır’a karşı vaziyet aldı. Mısır, Türkiye aleyhine atıp tutmak için çok müsait bir zemindir.
BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah’ın Medine Kahramanı Fahrettin Paşa ve Osmanlılar hakkındaki çirkin sözlerini, Sergey Lavrov’la birlikte düzenlediği basın toplantısında Türkiye’yi sömürgecilikle suçlamasını da hatırlıyorsunuz değil mi?
Yargının her türlü güç odağı karşısında ‘Herkül gibi’ güçlü olması, her türlü kayırmaya karşı ehliyet ve liyakat ilkesinin geçerli kılınması. Bunları kim reddedebilir?
Hele de şu sözleri bence tarihe düşülmüş not değerindedir:
“Zulüm yaparsak aynı Ergenekon, Balyoz davalarında olduğu gibi, toplumda onarılmaz yaralar açar. Hâkimlik, hukuk hınç alma yeri değildir, en adil olanı yapmaktır, adaletli davranmaktır.”
Başkan, FETÖ’nün “2007-2013 arasında yargıyı ve birçok devlet erkini ele geçirmesi”nin yarattığı tahribatı vurguluyor, bunu inkâr etmek mümkün mü?
İtirazlarıma gelince...
YARGININ TEMEL SORUNU
Sayın Başkan, yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı konularında ciddi sorunlar yokmuş gibi konuştu. Hatta yeni sistemde yargı tarafsızlığının “en iyi şekilde yapıldığını” bile söyledi.
Aksini iddia edenleri ispata davet etti.
Siyaset bilimcilerin otoriterliğe yönelişin simgesi olarak gösterdiği isimlerin başında Putin geliyor. Ama AB üyesi Macaristan’la Polonya’da da böyle; AB’nin yaptırımları etkili olmuyor.
Diyelim ki eski komünist ülkelerin köklü bireysel özgürlük kültürü yok.
Fakat liberal değerlerin yani kamu karşısında ‘bireysel özgürlük’, yetki yoğunlaşması karşısında ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkelerinin beşiği olan Amerika’da da böyle. İşte Trump...
Avrupa’nın diğer ülkelerinde de şu veya bu ölçüde aşırı sağ otoriterlik yükseliyor.
DİKTATÖRLER YÜZYILI
Durum, bir ölçüde 1918 sonrası Avrupa’ya benziyor: Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım, sefalet ve öfkelerin karşısında demokratik partiler yetersiz kalmış, Rönesans’ın beşiği İtalya’da faşizm, Reform’un beşiği Almanya’da Nazizm yükselmişti!
Arthur Conte ‘Diktatörler Yüzyılı’ adlı harika kitabında isimleri sıralar: Primo de Revera, Mussolini, Lenin, Stalin, Hitler, Franko, Salazar...
Tabii Marksizm, faşizmden kapsamlı bir ideoloji sunduğu için, hem Sovyet diktatörlüğü daha uzun ömürlü oldu, hem İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Mao ve Castro gibi kitlelerin desteğine sahip diktatörler çıkardı...
Zaten “Tarihte en büyük jeopolitik trajedi Sovyetler Birliği’nin çöküşüdür” sözü de ona ait.
Putin Rus parlamentosunda geçen Cuma günü yaptığı geleneksel konuşmada, “Dünyanın her noktasını vurabilecek, menzil tanımayan, engellenemeyen” yeni silah sistemlerini açıkladı. Bu da Sovyet psikolojisinin bir tezahürüdür.
Yüzde 80’e varan bir oranda 18 Mart seçimlerini kazanacak olan Putin’in en etkili propaganda silahı bu nükleer füzelerdir.
Putin daha önce de söylemişti:
“Ordumuz ve donanmamız en iyi silahlara sahip olmalı, rakiplerimizi geçmeliyiz... Rusya Batı ülkelerinin askeri kapasitelerini geçmek zorundadır. Eğer kazanmak istiyorsak daha iyi olmalıyız.” (23.11.2017)
Putin’in silahlanma tutkusu uzun vadeli ve çok geniş coğrafyaları kapsıyor. Ukrayna ve Kırım’da bu görüldüğü gibi Akdeniz, Kafkasya ve Orta Asya’daki askeri üs faaliyetleri de bir fikir vermektedir. Suriye Putin için küçük kalır.
PUTİN DEVLETİ
Putin’in seçim konuşmasında gelir dağılımı, özgürlükler, hukuk gibi vaadleri değil de
Mesela kendisi için ‘Cumhurbaşkanı Yardımcısı’ makamını isteyebilir.
Partisine ayrılacak milletvekili sayısı için pazarlık yapabilir...
Bunların hepsini kabul ettirebilecek kadar eli de güçlüdür. ‘Cumhur ittifakı’nın SP’ye ihtiyacı vardır.
SOMUT İLKELER
AK Parti ve MHP yaptıkları seçim ittifakını ‘milli ve yerli’ olarak takdim ediyorlar. Geniş muhafazakâr camiada ‘milli’ kelimesine verilen anlamda, ‘Milli Görüş’ün beşiği olan bu partinin ‘milli ve yerli’ olmadığını AK Partililer söyleyebilir mi?
Numan Kurtulmuş’un ‘Has Parti’sinin bilinen şekilde AK Parti’ye dâhil edilmesi de muhafazakâr hassasiyetlerin tek partide toplanmasını sağlamak içindi.
Ama Saadet Partililer direndiler ve şimdi ‘sayısal’ın üstünde bir ‘siyasal’ ağırlığa sahip oldular.
Bu ağırlığı devlette makam veya Meclis’te sandalye kazanmak için kullanmıyorlar, aksine,
Güçlü ve esrarengiz bir el dünyanın her yerinde aleyhimize tuzaklar kuruyor anlamında değil...
PYD’yi ve silahlı kolu olan YPG’yi terör örgütü olarak kabul ettiremezsek hukuk ve siyaset alanında yeni sıkıntılarla karşılaşabiliriz.
MAHKEME KARARLARI...
Dosyayı bilmediğim için ve ‘iade hukuku’ konusunda yeterli bilgim olmadığı için Çek mahkemesinin kararı hakkında hukuki bir tahlil yapamam. Ancak siyaseten bellidir ki Çek mahkemesi teröre karşı duyarsız davranmıştır.