Tutuklanmalarının hem ‘özgürlük ve güvenlik hakkı’nın ihlali, hem ‘ifade özgürlüğü’nün ihlali olduğuna karar verdi. Tabii ki sevindim.
Demek ki yazıp çizdikleri darbeye teşvik falan değilmiş.
Ta başından beri tutuklu profesyonel gazetecilerin yüklenen suçlardan ‘en geç AİHM’de aklanacaklarını’ yazıyorum.
Öyleyse neye fevkalade üzüldüm?
Fatih Sultan Mehmet Osmanlı tarihindeki devlet adamlarının en büyüğüdür.
Beylikten kurumsal imparatorluğa geçişin ‘kanunname’leri onun eseridir.
Bunlardan biri olan ‘kardeş katli’ gerçekten vahimdir, trajiktir.
Fakat Osmanlı’nın önceki Türk beylikleri gibi şehzade kavgalarıyla dağılmasını önledi, 17. Yüzyıl’ın başında kaldırıldı.
Unutmamak lazım, Cem Sultan Anadolu’yu kendisinin, Rumeli’yi ağabeyi II. Beyazıt’ın almasını, devleti ‘bölüşmeyi’ önermişti!
FATİH VE BİLİM
Fatih, zamanındaki felsefe ve bilim hareketlerine en çok ilgi duyan padişahımızdı.
Bilim tarihçisi Ekmeleddin İhsanoğlu’na göre, Fatih’e kadar medrese vakfiyelerinde
DİYANETİN tanımı “bazı fıkhî hükümleri, değişen şartlara göre güncellemek”tir.
İl Müftüleri toplantısı sonunda Başkan Prof. Ali Erbaş’ın açıkladığı ‘sonuç bildirisi’ne prensip olarak katılıyorum fakat bazı ifadelere dikkat çekmek ve eleştirilerimi de yazmak istiyorum.
EN ÖNEMLİSİ HOŞGÖRÜ
Bildiride “bugün Müslümanların en temel sorunu parçalanmışlıktır” deniliyor ve “emperyalist müdahalelere” dikkat çekiliyor. Doğru ve fakat tarihte, Müslümanların güçlü olduğu zamanlarda da ’parçalanmışlık’, mesela mezhep çatışmaları yok muydu? Cemel ve Sıffin’de yetmiş bin Müslüman birbirlerini öldürmedi mi?
Farklılıkların çatışmaya dönüşmesi felaketini ‘emperyalizim’e bağlamadan önce Müslümanlar arasındaki ‘hoşgörü’ eksikliğine dikkat çekmek gerekirdi, diye düşünüyorum.
Özgürlük ve demokrasinin olduğu gibi, farklı dini anlayışlara bağlı insanların barış içinde yaşaması da ‘hoşgörü’nün varlığına bağlıdır.
Bizim dini literatürümüzde ‘hoşgörü’ (müsamaha, tolerans) kavramının eksikliği çok pahalıya mal oldu, bunun bir göstergesi ‘tekfir’ facialarıdır.
Bildiride
Bu dosya Mehmet Altan, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne gibi gazetecilerin konumu hakkında da emsal niteliğindedir.
30 Temmuz 2016’da tutuklandılar. Kapsamlı bir darbe teşebbüsüne maruz kalan bir ülkede, böyle çok genel tutuklamalar yapılmasını anlamak bir ölçüde mümkün.
Vahim olan, darbe tamamen bastırılıp hayat normale döndükten sonra da tutuklamaların devam etmesidir.
GECİKEN ADALET
Mahkemeler tutuklamalara itirazı reddettiler. Bunun üzerine Şahin Alpay (ve diğerleri) 6 Eylül 2016’da Anayasa Mahkemesi’ne ‘bireysel başvuru’da bulundu.
Anayasa Mahkemesi, tam 1 yıl 4 ay sonra, 11 Ocak 2018’de tutuklama için gereken delillerin bulunmadığını belirterek ‘ihlal kararı’ verdi.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili başvurular ‘öncelikli’ olduğu için AYM’nin böyle gecikmemesi gerekirdi.
Bu gecikme karşısında Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Ahmet ve Mehmet Altan’la diğer gazeteciler 2017’de ocak ayının değişik günlerinde AİHM’ye başvurdular.
1937 yılında Mehmet Âkif’in güftesinin yerine yeni bir güfte yarışması için şiir yazanlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek’ti.
27 Aralık 1936’daki vefatından önce Mehmet Âkif’e gazeteci Hakkı Tarık ile haber gönderen Atatürk, İstiklal Marşı’nı değiştirmeyeceğini söylemişti. 1937’deki hevesler kâğıt üzerinde kalacaktı.
İster yeni güfte, ister yeni beste denilsin, bu teşebbüsler milli marşlarda bulunması gereken ‘tarihselliğe’ zarar verir. İstiklal Marşı’mız güftesiyle de bestesiyle değişmeden ‘devam’ etmelidir.
Sadece bugün değil, öteden beri “İstiklal marşımız güftesiyle de bestesiyle millidir” görüşünü savunuyorum.
TARİHİ DEĞERLER
Yeni bir bestenin yeni bir kutuplaşma yaratmasından da sakınmak gerekir.
Üstelik milli marşlar bando ile tempolu yürüyüş ya da resmigeçit yapmak için değil, saygı duruşu halinde ve huşu içinde dinlenilmek ve söylenilmek içindir.
Fransız milli marşı ‘La Marseillaise’, içinde kanlı birçok ifadeler bulunan
Avrupa en büyük dış pazarımız ve en büyük yabancı sermaye kaynağımız olduğu gibi, yargı bağımsızlığı, temel hak ve hürriyetler açısından da AİHM içtihatlarının değeri apaçık ortadadır.
SIKINTILI DÖNEM
Türkiye ve Avrupa son dört, beş yılda kötü bir dönem yaşadı. İki tarafın da popülizmi ilişkileri zehirledi. Özellikle referandum sürecinde söylenmedik laf kalmamıştı.
Demokrasi sorunları yüzünden Türkiye hakkında 24 Nisan 2017’de AB yeniden ‘denetim’ kararı almıştı. Bunun anlamı 2004’ün gerisine düşmekti! Ama görüldü ki, popülizm iki tarafa da zarar veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 26 Mayıs 2017’de, “Referandum sürecinde yaşananların geride bırakılması gerekiyor” diye konuşmasıyla tansiyon çok yavaş da olsa düşmeye başladı. 20 Ocak 2018’de Türkiye Raportörü Kati Piri, “AB ciddi hatalar yaptı” dedi, ilişkilerin geliştirilmesini savundu.
7 Şubat’ta AB Bakanı Ömer Çelik, ‘vize’ meselesinde AB ile sorun olan ‘7 konu’ya ilişkin yeni düzenleme taslağını Brüksel’e verdiklerini açıkladı. Bu, göçmen ve vize bakımından olduğu gibi özgürlükler bakımından da çok önemli bir adımdı.
ZİRVEYE HAZIRLIK
Nihayet dün AB,
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle yönetimde istikrar ilkesi sağlanacağına göre, temsilde adaletin temin edilmesine yönelik engel teşkil ettiği açık olan yüzde 10 seçim barajı tıkanmaya yol açmayacak şekilde yeniden ele alınmalıdır.” (14.11.2017)
Evet, demek ki yüzde 10 barajı anayasal ‘temsilde adalet’ ilkesine aykırıdır.
MHP lideri örnekler de vermişti:
“Avrupa ülkelerinin yüzde 36’sında baraj sıfırdır, birçoğunda yüzde 5 veya 6’dır. Almanya, Belçika yüzde 5, İspanya’da da yüzde 3’tür.”
Die Welt, “Türkiye, AB vizesi karşılığı tutuklu gazetecileri serbest bırakabilir” diye yazdı. (DW, 8 Mart)
Fakat tutuklama ve tahliye kararlarını ‘bağımsız yargı’ vermez mi?
Bir hukuk devleti bazı insanları tutuklayıp, siyasi bir gelişme karşılığında serbest bırakabilir mi?
Ülke yararı için varsın olsun diyenler varsa, başlarına gelmesini isterler mi?
‘AJAN’ DAVALARI
Elbette hukuk devletinde böyle bir şey düşünülemez. Ama bazı olaylar bu yönde kuşkulara yol açıyor.
Malum, aynı Die Welt gazetesinin muhabiri Deniz Yücel 27 Şubat 2017’de tutuklanmıştı, ‘Alman ajanı’ ve ‘terör örgütlerinin işbirlikçisi’ diye ilan edilmişti!
Almanya ile Türkiye arasındaki gerilimlerin sebeplerinden biri olmuştu bu tutuklama.