Eğer hukuk siyasetten üstün olmalıysa siyasi görüşlerimizi bir tarafa bırakıp hukuk hassasiyetiyle bakmalıyız.
Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı şu: Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ‘Terör Soruşturmaları Bilgi Kitapçığı’ adıyla bir metin bastırmış, hâkim ve savcılara dağıtmış. Kitapçıkta tutuklu yargılanan hâkimler ve savcılar konusunda mahkemelerin nasıl davranacağına ilişkin şu talimat yer alıyor:
“Tahliye konusunda Hâkimler Savcılar Kurulu’yla mutlaka istişarede bulunulduktan sonra irade oluşturulacaktır.”
Yani mahkemeler, HSK’nın onayını almadan bu davalarda tahliye kararı vermeyeceklerdir!
Politikacılar daha yumuşak ‘gönül coğrafyamız, medeniyet coğrafyamız’ gibi kavramlar kullanıyorlar.
Arap Baharı’nın hazin sonuçları görülmeden söylenen ‘Yüz yıllık parantezi kapatıyoruz’ sözü de aynı heyecanın ifadesiydi.
Hayatımda derin hisler yaşadığım ziyaretler Endülüs’tür, Lahor’daki Badşahi camisidir, Semerkant’ta İmam Buhari türbesidir. Elbette Şam’daki Selahattin Eyyübi’nin türbesini ziyaret edip Fatiha okumak, iki rekât namaz kılmak isterim.
Bunlar manevi ve kültürel dünyamızla ilgili duygulardır. Fakat siyaset konusu olabilir mi? ‘Ümmet coğrafyası’ diye bir dış politika olabilir mi?
“Cumanın farzına kadar bekliyor ve kılar kılmaz çıkıyorum, ikrah geldi bu siyasi hutbelerden...”
Din siyasetle özdeş gösterilirse, bunun ne gibi etkilerinin olabileceğine dair yaygın bir örnektir bu.
BAŞKANLIK MI, PARLAMENTER Mİ?
Sayın Hayrettin Karaman bir yazısında “İslâmî sistem referans olarak değil ama mekanizma olarak başkanlık sistemine benzer” diye yazmıştı. (Yeni Şafak, 25.11.2015)
Referandum sırasında da ‘evet’ oylarını “bizi hedefe yaklaştıracak olan bir adım” diye niteleyerek bunun ‘farz’ olduğu bile yazdı. (13.4.2017)
Peki, samimi dindar bir Müslüman parlamenter sistemi tercih ediyorsa ne olacak?
Dahası, başkanlık sistemine sempati duyan bir Müslüman, önerilen sistemde mesela kuvvetler ayrılığının zayıflayacağını düşünerek ‘hayır’ oyu verdiyse, ‘farz’a aykırı davranmış mı olacak?
Aslında İslam hiç bir sistemi emretmemiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde, yeni yöneticinin nasıl belirleneceği konusunda Müslümanlar şaşırmışlar, hatta Hz. Ebubekir
Ödül ’tasavvuf tarihi’ dalında verildi ama Uludağ’ın ilgi alanı çok daha geniştir; İslam’ın tarih, sosyoloji, iktisat ve siyaset bilimiyle ilgili yönlerini de araştırmıştır.
Uludağ’ın “İslam ve Siyaset İlişkisi” adlı eserinden bir paragrafı buraya alıyorum:
“Ne yazık ki İslam uleması doğuracağı sonuçları hiç hesaba katmadan sırf bir tepki olmak üzere demokrasinin karşısına İslam’ı koymakta ve onu da ‘İslam egemenliğin Allah’a ait olduğu bir yönetim şeklidir’ tarzında tanımlamaktadır. Bu tanımı yapanlar... halk kelimesinin yerine Allah’ı koymaktan başka bir şey yapmış değillerdir. Bu ise bilinçsiz, duygusal bir tepkinin ürünüdür.” (Dergah Yay. s. 27)
HÂKİMİYET KİMİN?
Hâkimiyet kavramı siyasidir; yasama, yürütme ve yargı erklerinin toplamını ifade eder. Pakistanlı âlim Fazullur Rahman’ın dediği gibi, din devleti kurulursa “Allah gelip insanları yönetmeyecektir.”
İnsanlar çok dindar olsa bile Cemel ve Sıffin’de olduğu gibi siyasi ihtilaflar sebebiyle birbirinin kanlarını dökebilirler.
İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur.
Demokrasi, işte bu tecrübelerden hareketle; yönetimlerin siyasi meşruiyeti, muhaliflerini ezmesinin önlenmesi ve iktidarın kansız el değiştirmesi konularında geliştirmiş değerler ve kurallar bütünüdür. Dinde bu konularda ahlaki tavsiyeler elbette vardır ama ayrıntılı kurallar ve kurumlar tarihi evrimle gelişir.
Irak sınırına kadar uzanacak böyle bir harekât Suriye’deki dengeleri köklü surette değiştirir.
Böyle bir harekât Amerikan askerleriyle karşı karşıya gelmek ve NATO içindeki çatlamalara yol açmak gibi sonuçlar doğurabilir.
Moskova ve Tahran bundan memnun olurlar ama Esad’ın hakimiyet alanının daralmasını, Türkiye’nin kontrol alanının o kadar genişlemesini istemezler.
Diplomatik durum böylesine karmaşıksa Cumhurbaşkanı neden şimdiden böyle bir harekâtı ilan ediyor?
ASKERİ DEĞİL SİYASİ
Teknoloji öylesine gelişmiştir ki, Suriye’deki bütün askeri ve terörist hareketleri Google’dan izleyebilirsiniz.
Çağımızda harekâtların siyasi zamanlaması önemlidir.
Onun için Cumhurbaşkanı’nın yaz ayları için düşünülen harekâtı şimdiden defalarca ve TV ekranlarında ilan etmesi
Seçim sistemleri uzmanı Seyfettin Gürsel’in belirttiği gibi, milletvekili sayısının hesabında kullanılan d’Hondt sistemi büyük partiyi ödüllendirir. İttifak yapan iki partinin toplam oyu her birinden daha fazla olacağı için, aynı oylarla ayrı ayrı çıkaracakları vekilden daha fazlasını “ittifak” olarak kazanırlar.
“İttifak”ın kazanacağı vekil sayısı iki parti arasında paylaştırılırken yine büyük parti avantajlı olacak; aynı oylarla AK Parti bir miktar daha fazla, MHP bir miktar daha az vekil alacaktır.
MHP buna niye razı oldu? İktidarın istediği “dar bölge”den ve “baraj”dan kurtuldu da ondan.
HUKUK NE DİYOR?
Yazımda kentleşme ve eğitimin din kültürü üzerindeki etkileri konusunda James Beckford’un bir kitabını tavsiye etmiştim.
Okuyucum şöyle diyordu:
“James Beckford ALLAH’ın Yüce Dini İSLAM’ı ne kadar biliyor da o yüce dinden kitabında bahsediyor.”
Halbuki Beckford’un kitabı İslam dini hakkında değil, “İslam toplumları”nın kentleşme, sanayileşme gibi sosyolojik faktörlerden nasıl etkilendiğiyle ilgilidir.
Elini öptürüp cennete adam gönderenler, cehennemden koruyan kefen satanlar bile çıktı. Cübbeli Ahmet Hoca’nın şu sözleri, tam bir sosyolojik fotoğraftır:
“Yeşil sarığı sararsan, bir de cübbeyi giyersen, beş on adam da bulursan, istersen de parayla bul fark etmez, bedava bin kişi geliyor... Beş on kişiye para ver, sana hürmet etsinler, elini öpsünler, sana ‘efendi hazretleri’ desinler bir iki bin de bedavadan gelir. Sakın yapmayın böyle şeyleri, helak olursunuz... Böyle tarikat mı olur, böyle tasavvuf mu olur, şeriatsız dinsiz tarikat mı olur? Tarikatız diye, şeyhiz diye memleket doldu. Çok var böyle.”
Cübbeli mekanizmanın nasıl işlediğini çok iyi anlatmış! Onun 'Bana garibanlar geliyor' sözü de sosyolojik bir fotoğraftır.
SOSYOLOJİK FAKTÖRLER
Kazım Karabekir, Doğu köylerinde “Şeyh efendi hazretleri”nin ayaklarını yıkadığı suyu içerek şifa arayanlardan bahseder, elbette derin bir üzüntüyle.
Tabii o zaman doktor ve ilaç yokluğu, korkunç sefalet, yol ve mektep olmamasından dolayı başka türlü bir hayatı tanıyamamak ve imkânlarına ulaşamamak gibi esaslı sosyolojik sebepler vardı.
Bu yüzden yasaklar sadece büsbütün içe kapanmaya yol açmıştı.
Çağımızda ise hızlı şehirleşme ve yarım eğitim gibi faktörler kırsaldan kente gelen nesillerde dayanışma, büyük bir kişiye, hele de