Öncelikle, konusu ‘kentsel dönüşüm’ olduğu için sergilenen pek çok eserde de görüldüğü gibi Gezi gösterileri ile iç içe geçen Bienal’i gezenlerin sayısının 350 bini aşmış olmasının altını yeniden çizmekte yarar var.
Yazıma bu etkinliklere atıfla başlamamın nedeni ise üçünde de hem sanatçı hem de izleyici sayısındaki ciddi kadın ağırlığına işaret etmek içindir.
Sanata ilgide, erkeğin de önüne geçmekte olan kadının, Türkiye’de diğer alanlarda kendini aynı boyutta gösterememesi üzerinde düşünmek gerek.
Tabii ki bunu öncelikle kadınlar düşünmeli; ama ya erkekler?
KARAR YİNE ERKEKLERİN
Asıl görev erkeklerde ve o görev, ‘kadınlar adına karar vermek, kadın üzerinden siyasi malzeme üretmekten vazgeçmekle’ sınırlı tutulsa yeterlidir.
Erkekler kadınlar adına hayatın her alanına müdahale etmeyi sürdürüyor.
Üniversite öğrencilerinin evlerinde ne ahlaksız (!) işler yaptıklarını gözleyip raporlar yazmış; bunları, onca uluslararası sorunla uğraşan dünya lideri bir başbakana sunmuşlar. Sonra da oturup kafa yormuş ‘manevi’ gerekliliğe göre karar almışlar. Meğer on yıllar boyu, “Üniversiteli bir genç, neyi giyip neyi giymeyeceğine karar verecek yaştadır” deyip başörtüsünü, ‘özgürlük’ ve ‘yaşam tarzına saygı’ temelli savunanların amacı kendi ahlak anlayışını dayatmakmış. Bu iki ‘meğer’, nereden çıktı, açıklayayım.
MANEN ALTINA GİREMEYİZ
Önce Başbakan Erdoğan’ın, Bülent Arınç ile Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ı ters köşeye yatırdığı salı günkü AKP grup konuşmasına bakalım.
Öğrenci evlerine yönelik ifadelerinin sonuna doğru, oralarda karmakarışık, her tür şeyler olabileceğini savunan Erdoğan, sözlerini farklı yorumlayacaklara, “Aynen devam etsinler; ama biz, böyle bir sorumluluğun MANEN altına giremeyiz. Bunu herkes böyle bilmeli” diye seslendi. Eğer kararlar böyle alınıyorsa, Başbakan yarın, ‘manen’ (TDK: manevi bakımdan) altına giremeyeceği başka uygulamaları da gündeme alabilir.
Başbakan’ın, 4 milletvekilinin başörtüsü takma kararını, “Bunun dinin emri olduğunu bilmeyen cahiller” diye savunması da ikinci ‘meğer’in gerekçesi. Dinin emrinin ne olduğunu herkes kendince biliyor; ancak bir başbakanın bu tarz açıklaması, konuyu ‘özgürlük’ bağlamından koparması, hem başı açık kadınları dışlayıcıdır hem de onlar üzerinde baskı kurmanın bir şeklidir. Bilin ki Başbakan’ın, öğrenci evlerine yaklaşımı şu sonuçları da doğurur: Devletin ceberut yüzü, yetişkin insanları, özel mekânlarında taciz edecek, “Şu adreste, falancanın elini tuttu” diye fişleyecek, korku yayacak.
Yetmedi; komşuya da, “Ahlakına uymayanı bana ihbar et” görevi verecek.
UMUT VEREN TEPKİ
Allah aşkına; İran gibi bir rejim, milyonları cezaevine tıkarak, asarak, öldürerek bunu başaramadığını görüp çark ederken Türkiye mi başarılı olacak?
Sarıgül’ün dönüş için dilekçe verip vermeyeceğinden Kılıçdaroğlu’nun yerine göz dikmesine, CHP içinden alacağı tepkiden hakkındaki olası dosyalara kadar pek çok olumsuz haber yazıldı, çizildi, dillendirildi.
Sarıgül, o dilekçeyi geldi bizzat Kılıçdaroğlu’na teslim etti, zaten böyle bir sorun da yoktu, ama dün baktım, aynı çevrelerin konuya bakışı hiç değişmemiş.
O zaman da insan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “10 tane Mustafa Sarıgül olsa İstanbul’u bizden alamaz” iddiasına rağmen iktidar çevrelerinin yarattığı panik algısını anlamakta güçlük çekiyor.
KURTULMUŞ VE SOYLU ÖRNEĞİ Dün aniden Kılıçdaroğlu sever kesilen bazı kalemler çıktı, ‘Sarıgül projesinin CHP dışından Kılıçdaroğlu’na dayatıldığından, onun da kabullenmek zorunda kaldığından’ dahi dem vurdular. Neyse, bilgi eksikliği deyip geçelim.
Ancak şunu belirtmeli ki, Kılıçdaroğlu’na asıl baskı, “Sarıgül’ün dönüşüne izin verme” diye yapıldı, ama kendisi, bütün bunlara hiç kulak asmadı.
Çünkü, hem Kılıçdaroğlu hem de CHP bu kez, ‘en uygun aday, en çok oy’ temelinde hareket ediyor ve ‘Kim daha başarılı olursa yolu açık’ mesajı veriyor.
Böylece, resmi törenler, ikili temaslar için Çankaya Köşkü’ne çıkan Kılıçdaroğlu ve CHP adına bir anlamsız algı daha ortadan kalktı. Kılıçdaroğlu için hiçbir zaman söz konusu olmayacak, “Hayrünnisa Hanım’la aynı kareye girmek, elini sıkmak istemiyor” tezi de son buldu.
CHP’yi eski dönem reflekslerinden uzaklaştıran Kılıçdaroğlu’nun bu adımının bir ilki oluşturmadığı ortada.
Cumhurbaşkanı Gül’ün de işaret ettiği gibi, üniversiteler ve kamuda başörtüsü serbestisi bunun açık göstergeleri oldu.
CHP’NİN ÖNCÜLÜK GÖREVİ
Bu durum, bazı küçük itirazlar dışında, CHP’de sorun oluşturmamalı; aksine konu hak ve özgürlük temelinde doğru bir noktaya oturtulmalı.
CHP, Türkiye’de hâlâ çok geride olan kadın haklarını genişletecek, istihdamını artıracak, siyasetin, dini alanda kadın üzerinden hareket etmesinin, şov yapmasının zeminini ortadan kaldıracak her ilerlemeye öncülük etmeli.
AKP’li 4 milletvekilinin TBMM’ye türbanlı katılımı da böyle görülmeli.
Kılıçdaroğlu’nun o günlerde, “Özel bir nedeni yok, sorun benim programım” demiş olmasını da kayda geçirmiştik.
Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun 29 Ekim’de ne yapacağını merak etmekteydim.
Dün yaptığım sohbetin ardından,
“Büyük bir olasılıkla Kılıçdaroğlu yarın akşam Köşk’deki resepsiyona katılacak” diyebiliyorum.
RICCIARDONE VE SARIGÜL
Sohbetimizde ABD Büyükelçisi Ricciardone ile yaptığı baş başa görüşmeyi de açınca Kılıçdaroğlu, önce “Çok şaşırıyorum” dedi sonra şunu söyledi:
“Ben, her büyükelçi ile yemek yerim. Öyle otel odalarında, gizli kapaklı falan da değil. Görüşme samimi olsun diye bir lokanta tercih edildi. Şimdi şaşkınlıkla izliyorum; ‘Vay niye yemek yenmiş’, ‘Yok genel merkez yöneticileri habersizmiş, Faruk Loğoğlu da küsmüş!’, ‘Yok parti içinde eleştiri varmış’”.
Bu kararın hemen öncesinde yayınlanan İlerleme Raporu ile AB’nin önceki Türkiye Temsilcisi Marc Pierini’nin pazartesi Hürriyet’te çıkan demecini yan yana koymakta yarar var; çünkü ikisinde de önemli tespitler var.
İlerleme Raporu da Pierini de Gezi Parkı gösterilerine, toplumun demokratik hak kullanımı bakımından yüksek değer biçiyor, alkış tutuyor.
Bu çok da sürpriz değil; çünkü sadece AB veya Pierini değil, demokratik her ülke Gezi gösterilerine karşı benzer tutum aldı.
Göstericiler, demokrasi çıtasını öyle yükselttiler ki Türkiye’ye prestij kattılar.
Cumhurbaşkanı Gül’ün gösterilerle gurur duyması da hiç boşuna değil.
TERS ORANTILI İMAJ
Gel gör ki, Türkiye’nin kazandığı bu prestiji, Başbakan Erdoğan ve iktidarın önemli bir kesimi hep görmezden gelip, içlerine sindiremedi.
2014’ten kasıt, yerel seçimler ve CHP yönetiminde, “AKP’den çok daha iyi bir çalışma yaptığımız, çok daha iyi bir strateji içinde olduğumuz bilinsin” gibi iddialı laflar edenler çok çıkıyor.
Tabii ki bu iddialı lafların test edileceği seçim günü, eninde sonunda gelecek; ancak gelinen noktada CHP’deki atmosfer de sanki geçmiş seçimlerden farklı.
Örneğin, 2009 seçiminde binden fazla yerde aday çıkaramamış CHP, bu kez rakamı çok sınırlı düzeyde tutacak.
Aday adayı sayısı ve adaylık ücretinin yüksekliği yüzleri gülümsetmiş.
ADAY ADAYLIĞI SÜRPRİZİ
CHP yöneticileri, AKP karşısında pek şanslı görülmedikleri önemli bazı merkezlerde 15-20 aday adayının ilk kez çıkmasına özel önem atfediyorlar.
İstanbul ilçelerinden örnekler verip bunu, seçimdeki olası başarının işaretlerinden biri sayıyorlar.
Böyle bir sevgi gününde, ‘ahlak’ anonsları ardından Ankara metrosunda çıkan ‘öpüşme’ tartışmasına bakmak istedim.
Öncelikle Ankara’da olanın öpüşme değil, oturma şekline, samimiyet gösterisine itiraz olduğunu söylemeli; çünkü Türkiye’de metroda kim öpüşür ki?
Ancak o anonslar haklılık kazansın diye olay ‘öpüşme’ üzerine kurgulandı.
Kentin belediye başkanı da Viyana metrosunda öpüşmenin yasaklandığını, 50 Euro da ceza kesildiğini açıkladı, oysa böyle bir ceza yoktu. Türkiye’de son dönemde pek çok alanda dezenformasyon yapılmaya başlandı.
Kimi yazar-çizer de bunları doğru kabul edince bu iddiaya takıldım kaldım.
Konuyu araştırınca da bakın ortaya ne gariplikler çıktı?