26 Nisan 2004
<B>DEVLET </B>Opera ve Balesi’nin haziranda sahneleyeceği yeni gösterinin provasını Kültür ve Turizm Bakanı <B>Erkan Mumcu</B> ile birlikte izledik. Türkiye’nin en iyi opera ve bale sanatçılarının görev yaptığı oyunun yönetmeni Beyhan Murphy, müziği ise Mercan Dede imzasını taşıyacak.
Yönetmen de, sanatçılar da NATO zirvesine yetiştirmeyi hedefledikleri oyun için oldukça iddialılar.
Ancak, Mumcu’nun onlardan da iddialı olduğunu gördük.
Mumcu, oyunda rol alan sanatçıların çoğunu özellikleriyle anlatıyor.
Murphy ve asistanlarının taleplerini karşılarken de sınır tanımıyor.
Mumcu’nun, prova sonrası bir eleştirisi olup olmadığını soran Murphy’ye yanıtı da şöyle oluyor:
‘Eleştirmek benim yapabileceğim iş değil. Ama benim sizden tek bir talebim var. Bu da dünya tiyatrolarının sergilemek için sıraya gireceği, yarışacağı bir oyun yaratmanız. Türk balesi için bir prestij olsun. Bizde imkán var; ama bunu değerli kılacak olan yaratıcılıktır; o da sizde var.’
SORUN ULUSAL GELİR
Murphy’den NATO zirvesine yoğunlaşmamalarını da isteyen Mumcu, iddiasını ‘Protokollük bir oyun yaratmayın. Öyle bir eser olsun ki, George W. Bush izlemek istesin, biletini alıp gelsin’ sözleriyle de ortaya koyuyor.
Bakan Mumcu, oyunun içerdiği yerel motiflere işaretle, opera ve baleyi Türk toplumuna sadece dünya klasikleriyle değil, kendi kültürüyle sevdirmenin daha kolay olacağını da vurguluyor.
Balenin Türk kültürüne yabancı olduğu imajının silinmesini, Türklerin de bu dili kullandığını kanıtlanmasını isteyen Mumcu, halkın sanatçıya ve sanata büyük saygı duyduğunu anlatıyor.
Mumcu’nun bu tespitine Mercan Dede’den şöyle bir destek geliyor:
‘Son iki ayda Anadolu’da 30 konser verdik. Hepsinde de salonlar doldu. Her tarafta bizimle birlikte zıplayan, dans eden insanlar gördük. Ama, ney başladığında tam bir sessizlik içinde olanlar da aynı insanlardı.’
Bunun üzerine, Türkiye’de sorunun insanlardan değil, ulusal gelirin düşüklüğünden kaynaklandığını söyleyen Mumcu, ‘Ulusal gelir 10 bin dolar olsun, o zaman görün Türk insanının ilgisini’ diyor.
KAVUN, KİRAZ FESTİVALİ
Sohbetin bu bölümünde, siyasete girmeden önce kiraz, domates, fındık, karpuz, kavun vs. festivallerini garipsediğini, bugün ise bu etkinliklere büyük saygı duyduğunu belirten Mumcu, gerekçesini de şöyle aktarıyor:
‘Kadını erkeği, genci yaşlısı yöre halkı bir araya geliyor, eğleniyor. Festival, herkesin yaratıcılığını birlikte sergilediği yegane etkinlik, ortak bir ürün oluyor. Dar olanağa rağmen sanatçıyı oraya götürüyor, destek veriyor. Sanatçı da ses için belediye hoparlörünü, sahne için belediye balkonunu kullanmaktan gocunmuyor; halkla bütünleştiği için mutlu oluyor.’
Böylesi festivallere, bakanlık olarak daha büyük destek vereceklerini söyleyen Mumcu, bu amaçla, sahne haline getirilen, ses ve ışık donanımlı 7 TIR kiraladıklarını açıklıyor.
‘Göreceksiniz TIR’lar hiç boş kalmayacak’ demeyi de ihmal etmiyor.
Yazının Devamını Oku 22 Nisan 2004
<B>TÜRKİYE,</B> aralıktaki tarihi AB zirvesi öncesinde, müzakerelere başlama umuduyla mevzuatındaki son rötuşu Anayasa değişikliği ile yapıyor. Artık Meclis gündemine girmiş olan Anayasa değişikliği paketi, bu kez CHP’nin desteğini alamıyor.
Bunda, hükümetin izlediği prosedürün de etkili olduğu anlaşılıyor.
Böylesine önemli bir değişiklik yapılırken, CHP’nin görüşleri paket Bakanlar Kurulu’ndan geçtikten sonra alınmak isteniyor.
Buna CHP’nin tepkisi, ‘Katkımıza zaten gerek kalmamış’ oluyor.
Hükümet CHP’ye karşı bu hatasıyla da yetinmiyor.
Hem de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül eliyle CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a karşı şık olmayan bir protokol zaafiyeti gösteriliyor.
GÜL’ÜN ALAMADIĞI MESAJ
Öncelikle başbakan olduğu dönemde Irak ve tezkere konularında Baykal’ı bizzat bilgilendiren Gül’ün, bu işlemi Dışişleri Bakanı olarak ‘Eve Dönüş Yasası’ ve ‘7’nci Uyum Paketi’ için de yaptığını anımsatalım.
Baykal’a bu tür ziyaretlerin çeşitli yasalarla ilgili olarak Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde Erkan Mumcu tarafından yapıldığını da kayda geçirmeli.
Gül, salı günü Baykal’ı bir kez daha aradı.
Yasa değişikliğinde CHP’nin oyuna ihtiyacı hiç olmayan AKP’nin konu Anayasa olunca alacağı desteğin önemini belirtmeye de gerek yok.
İşte böylesine önemli bir konuda Baykal’ı arayan Gül, ‘Arkadaşlarımızın Anayasa değişikliği konusunda sizi bilgilendirmesini istiyoruz’ diyor.
Baykal da, ‘Peki anladım; o zaman bizim de ‘arkadaşlar’ dinler’ yanıtını veriyor ve dinleyicilere Onur Öymen’in başkanlık edeceğini belirtiyor.
Mesaj, Gül tarafından alınmamış veya önemsenmemiş olmalı ki, Dışişleri Bakanlığı’ndan Baykal’ın sekretaryası aranarak, ‘Sayın Genel Başkan’la randevumuz ne zaman, nerede?’ diye soruluyor.
Baykal’ın sekretaryası, ‘Sizin Genel Başkan’la randevunuz yok, arayacağınız kişi Onur Öymen’ karşılığını veriyor.
DİPLOMATLARIN RİCASI
Sonuçta Baykal, Gül’ün diplomat ‘arkadaşları’ AB Genel Sekreteri Murat Sungar ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Volkan Bozkır’ın karşısına, eski diplomatlar Onur Öymen, Şükrü Elekdağ ve İnal Batu’dan oluşan ‘arkadaşlarını’ çıkarıyor.
Baykal’ın arkadaşları, ziyaretin Bakanlar Kurulu sonrası olması ve Gül’ün tavrını diplomatik incelikle dile getiriyorlar.Gül’ün arkadaşları mesajı alıyor; ama bir anımsatmada da bulunuyorlar:
‘Paket bizlerin, yani bürokrasinin hükümete telkini sonucu ortaya çıktı. Paketin, Anayasa değişikliği konusunda hükümetle muhalefet arasındaki görüşmelerin, tartışmaların dışında tutulmasını umuyoruz.’
Diplomatların ricası, bugün itibarıyla, CHP’de yankı bulmuş görünmüyor.
CHP’nin, ‘Bir yıl sonra ele alalım’ sözüne karşın dokunulmazlık konusunu bir türlü masaya getirmeyen AKP’ye eleştiri yöneltmesi haksız bulunamaz.
Ancak, önümüzdeki günlerde Baykal Brüksel’de, Avrupalı sosyalistlere Türkiye’nin AB üyeliğinin ne kadar önemli olduğunu anlatırken, Ankara’da CHP’nin bu amaca yönelik düzenlemelere karşı çıkması da bir açmaz olacak.
CHP’nin AB konusunda yanlış anlaşılmasının nedeni de bu açmaz değil mi?
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2004
<B>CHP </B>Genel Başkan Yardımcısı <B>Eşref Erdem</B>, Genel Başkanları <B>Deniz Baykal</B>’ın mayıs ayından başlayarak bir minibüsle Anadolu’yu dolaşacağını açıkladı. Hızlı hareket etmek için minibüsün tercih edildiğini söyleyen Erdem amacın, ‘CHP’ye yönelik neden bu kadar saldırı var? Vatandaş ne düşünüyor?’ sorularına yanıt olduğunu açıkladı.
Amacı, ‘28 Mart’ta başarısız olunmadığını anlatmak’ diye de tercüme edilebilir.
Daha önceki yazılarımızda liderlerin gezi performansını değerlendirirken Baykal’ın geride kalan liderlerden olduğunu belirtmiştik.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 3 Kasım öncesi 80 il gezerken Baykal’ın 37’de kaldığını; 28 Mart’ta Erdoğan’ın 55 il’e giderken Baykal’ın ancak 30’u zorlayabildiğini, 3 Kasım ile 28 Mart arasında da Erdoğan’ın daha çok gezdiğini anımsattığımızda Erdem, ‘Sayın Genel Başkan’ın hayatı boyunca gezmediği il kalmadı’ gerekçesiyle bize katılmadığını belirtti.
HALKTAN ÖNCE VEKİLLERE
CHP’de kampanyayı, ‘Bu çalışma 3 Kasım ve 28 Mart öncesi yapılsaydı daha iyi sonuç alınırdı. O gün oy isteyecektik, bugün ise neden başarısız olmadığımızı anlatacağız’ diye geç bulanlar çok fazla.
‘Halka gitmeden önce milletvekillerine gidilsin’ diyenler de az değil.
Erdem, Derviş ve arkadaşlarının ‘sevgisizliği’ hangi gerekçeye dayandırdıklarını kestiremediğini belirtse de bu sözcük tutmuş görünüyor.
Sözcük, neredeyse CHP’nin çıkış yapamamasının tılsımı haline gelmiş.
AKP’nin kamplarını hayranlıkla izlediklerini söyleyen CHP milletvekilleri, 1.5 yıldır bir yemek ve bir de kokteyl buluşması dışında bir araya gelmediklerini, birbirlerini Meclis albümündeki bilgilerle tanımayı sürdürdüklerini söylüyorlar.
Sevgisizliğin Baykal’ın ekibine de sıçradığı savunuluyor.
28 Mart öncesi Eşref Erdem’le arkadaşlarının, Genel Sekreter Önder Sav’ı hedef alan çıkışları, Erdem’in küsüp 5 gün ortadan kaybolması da buna örnek veriliyor.
Yönetimin kendi içinde bile olmayan sevgiyi muhalefete göstermesini beklemediklerini söyleyen bir milletvekilinin, ‘Zaten partide bir muhalefet bile oluşturamıyoruz. Sol muhalefet yaratabilir miyiz, diye baktık, 10 isim sayamadık. Öyle bir kadro oluşmuş ki, kendilerinin çağırdığı Derviş bile çıkıntı haline geliyor. Sonuçta onu da birilerine kırdırıyorlar’ demesi dikkat çekiciydi.
GİDEN GİDER, KALAN SAĞLAR
Kırdırma örneği Derviş ile Onur Öymen ilişkisine de veriliyor.
Derviş, Genel Başkan Yardımcılığı’ndan istifa ettiği gün yapılan CHP grup toplantısı için salona girince kameralar kendisine yöneldi.
Bu yöneliş sürerken Öymen’in, ‘Giden gider, kalan sağlar bizimdir’ dediğini gazeteciler bile duydu; ama ilginçtir bu sözlere tepki veren CHP’li de çıkmadı.
Aksine, söyle ilginç bir yorum bile kulaktan kulağa yayıldı:
‘Derviş, ancak AKP’deki liberallerle bir araya gelirse kopar. Böyle bir kopma ise, CHP’den değil, AKP’den oy götürür. Çünkü, 28 Mart gösterdi ki CHP tabanı dağıtılamadı, o zaman başka tabanlara bakmaya karar verildi.’
Derviş’i CHP’de böyle görenler hep oldu; ama bakalım haklı çıkacaklar mı?
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2004
BÜLENT Ecevit hükümetinde görev almasıyla başlayan ‘Kemal Derviş tartışması’, hemen hemen aynı gerekçeyle bugün de CHP’de sürüyor. Tartışmanın tek dayanağı ise ‘Derviş’in özel misyonu mu var?’ sorusu. Temel bu soru üzerine kurulunca, Derviş’in bir ekonomik kriz sonrası Türkiye’ye, ‘davet’ üzerine geldiği ve bugün enflasyonun tek hanelere düşmesini sağlayan programın da Derviş imzası taşıdığı unutuluyor. ‘Derviş’in neden değil, sonuç olduğu’ gerçeği gözardı ediliyor. Derviş, CHP’ye de uzun görüşmeler sonrası yine ‘davet’ üzerine katıldı. Katıldığı günden beri de ideolojik çalışmalar yaptı, görüşler açıkladı.Yankısı ise ortaya konan çalışmaların içeriğine değil, ‘Derviş’ adına yönelik eleştiriyle sınırlı kaldı. Bu eleştiriler, son kongre öncesinde, 28 Mart’a giderken ve sonrasında CHP’de, partinin nasıl büyüyeceği konusunda (doğru ya da yanlış) ortaya düşünce koyan tek ismin Derviş olduğu gerçeğini silmedi. Sadece önerilerinin, ‘misyon’ tartışmasına kurban gitmesini sağladı. KÜRTÇE YAYIN UYARISI Ancak, sahibi ‘IMF ve Derviş’ diye eleştirilen ekonomik program nasıl ki bugüne kadar ortadan kaldırılamadıysa, CHP’de de, sert eleştiriler almasına rağmen Derviş’in önerilerini kabul sinyalleri var. Anadilde yayın konusu da bunun örneklerinden biri. Türkiye’de, üç yıldır yasalar çıkarmasına rağmen anadilde TV ve radyo yayınları bir türlü başlatılamıyor. Avrupa Parlamentosu ve AB çevreleri de konuyu sık sık gündeme getiriyor. Parlamento Karma Komisyon Üyesi olmaları nedeniyle CHP’den Kemal Derviş ile Şükrü Elekdağ da bu konudaki soruların muhatapları oluyorlar. Derviş, mart ayının ilk günlerinde katıldığı bir komisyon toplantısında bu sorularla karşılaşınca, AB Genel Sekreteri Büyükelçi Murat Sungar’a, anadilde yayının neden gerçekleştirilemediğini soruyor. Sungar, özetle, ‘TBMM’nin oybirliği ile kabul ettiği uyum yasasının özgürlükçü özüne karşın RTÜK sınırlayıcı bir yönetmelik çıkardı’ diyor. Bunun üzerine Derviş, ‘O zaman biz bir şeyler yapalım, CHP adına sesimizi duyuralım’ diyerek, Sungar’dan bu açıklama için yazılı bir bilgi notu da talep ediyor. 40 GÜN SONRA ÇIKAN SES Ortaya, ‘Meclis’in oybirliği ile kabul ettiği uyum paketlerinin uygulanması çok önemli. Bu uygulamalar yapılırken, Meclis iradesine karşı çıkılmamalı’ fikrine dayalı iki uyarı içeren bir açıklama metni çıkıyor. Uyarıların ilki, ‘Hiç değilse TRT bu yayınlara hemen başlasın’; diğeri ‘RTÜK yönetmeliği, yayınları ulusal kanallarla sınırlarken, yerel kanallara izni ‘dinleyici izleyici profili çıkardıktan sonra’ şartına bağlıyor. O zaman profil çalışması bir an önce tamamlansın’ oluyor. Açıklama ‘nedense’, bir türlü yapılmadı; ama CHP 40 gün sonra ses verdi. Geçen hafta, Grup Başkanvekili Kemal Anadol, bir Kürtçe şarkıdaki sözler nedeniyle radyo kapatılmasını ‘ilkel uygulama’ olarak görüp, CHP adına şiddetle protesto ediyor. Deniz Baykal ise partisinin bundan sonra Kürt vatandaşları daha çok kucaklayacağını belirtiyordu.
button
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2004
<B>PAZARTESİ </B>günkü Bakanlar Kurulu, salı günkü parti grup toplantısı AKP’de, MGK’nın Kıbrıs ile 1 Mart tezkeresindeki tavırları arasında paralellik bulunduğuna inananların kabarık sayıda olduğunu ortaya koyuyor. AKP’lilerin büyük çoğunluğu MGK’nın tavrını, ‘Uyum yasalarından sonra danışma kurulu niteliğine indirgenen MGK’nın, sorumluluğu hükümete bırakması demokrasi için iyi bir gelişme. Söz de, karar da hükümetin olmalı’ diye değerlendiriyor.
Ancak, MGK’nın bu tavrının, ‘MGK, 1 Mart’ta, Kıbrıs’ta tavır koymayacak da ne zaman koyacak?’ diye soran Annan Planı karşıtı AKP’lilerle, Kıbrıs konusunda en büyük riski yüklenmiş olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü üzdüğü de bir başka gerçek.
Gül’ün grup toplantısının basına kapalı bölümünde, ‘MGK bildirilerini genelde biz yazardık; ama bu kez askerler yazdı’, ‘İsviçre’deki tüm görüşmelerde yanımızda bir general de vardı’ demesi hem üzüntüsünün, hem de MGK’da uzlaşma sağlanamadığının itirafı olarak görüldü.
DENKTAŞ’I DA ANLAYAMADI
Gül’ün tek üzüntüsü askerlerin tavrıyla ilgili değildi.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da, Gül’ü epeyce şaşırtmıştı.
Grup konuşmasında, ‘Sayın Denktaş bugün karşı çıkıyor; ama mülkiyet konusundaki düzenleme kendisinin bize gönderdiği belge doğrultusunda yapıldı. Bu belge de elimizde’ demesinin başka bir izahı olamazdı.
Gül’ün asker ve Denktaş konusundaki üzüntüleri, 1 Mart tezkeresine göre farklı bir konumda olduğunu da sergiliyor.
Tezkereyle ilgili olumsuz görüşlerden pek de rahatsız olmayan, zaman zaman kendisi de aynı yönde görüşler ifade etmekten çekinmeyen Gül, bugün Kıbrıs konusuna tamamen olumlu gözlükle bakıyor.
Kendi bakanlığınca hazırlanan Kıbrıs kitapçığını okuyan AKP milletvekilleri Gül’ün olumlu bakışını abartılı bile buluyor.
Gül’ün grupta, ‘Kıbrıs’ın yıllık bütçemize yükü 1 katrilyon lira’ demesini bu abartının simgesi olarak görüyorlar.
Çünkü, bu AKP’liler, ‘Oraya katkının 300 trilyon civarında olduğunu biliyoruz. Ya abartı yüksek ya da bilmediğimiz ödemeler var’ diyor.
KARŞI ÇIKIŞ CILIZ KALDI
MGK’nın tavrına rağmen AKP’liler, gruplarının Kıbrıs konusunda hükümeti zor durumda bırakmasına hemen hemen hiç olasılık vermiyorlar.
Bakanlar Kurulu’nda tek ses de kalsa, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu Annan Planı’na eleştirilerini sıralarken, 367 üyeli AKP grubunda karşı çıkışların Başesgioğlu’ndan da geride kalması bu kanıyı güçlendiriyor.
Gül’ün plana açık destek vermesinin yanı sıra TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın da kenarda durması önemseniyor.
Ancak, ‘Parti içinde sorun çıkmaz’ diyenlerin asıl dayanağını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın MGK’nın tutumuna rağmen grupta yaptığı ve hükümetini bağlayıcı ifadelerle doldurduğu tavrı oluşturuyor.
Yine de, AKP’de milliyetçi kanadın, Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeleri, özellikle toprak tavizini hiç içlerine sindiremediği gerçeği unutmamalı.
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2004
<B>İKİ </B>günlük Ukrayna gezisi, Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>’ın işadamları ile daha rahat, daha sıcak bir ilişki kurmaya başladığının göstergesi oldu. Erdoğan’ın yurtdışı gezilerine katılan işadamlarının temsil düzeyinin, ilk gezilerine oranla oldukça yükseldiğine tanık olduk.
Turgut Özal ile Süleyman Demirel’in gezilerindeki temsil düzeyi yakalanmış; katılımlar yeniden patron veya CEO düzeyine gelmiş.
Başlangıçtaki mesafeli duruşlar da geride kalmış.
Girişimci kıvraklığı, Başbakan’a ulaşma yollarını keşfettirmiş.
Henüz Başbakan’a ulaşma yollarını bulamayan işadamları ise örnek de vererek, en azından kanalların açık olduğunu gördüklerini söylüyorlar.
Bunda en önemli rolü, Erdoğan’ın şirketlerin yurtdışı işleriyle birebir ilgilenmeye başlaması oynuyor.
AKP yönetimine yakın bilinen işadamı İhsan Kalkavan da ilgi farkını şöyle açıklıyor:
‘Başbakan, ilk gezilerde, bazı ülkelerde arkadaşların karşılaştığı sorunlara yardımcı olmasını istediğimizde çekince gösteriyor, muhataplarına aktarmıyordu. Ama şimdi öyle değil; hiç çekinmeden sorunu söylüyor.’
ŞİRKET ŞİRKET TAKİP
Başbakan’ın Ukrayna gezisinde adli süreç geciktirildiği için iki yıldır alıkonan Türk Sevgin gemisiyle, Garanti Bankası ve Aygaz’ın uğradıkları haksızlıkları Ukrayna Başbakanı Victor Yanukoviç’e şirket isimleri vererek aktarması Kalkavan’ın sözlerini destekliyordu.
Erdoğan, bunlarla da yetinmedi.
Programında olmadığı halde, Türkiye’de hükümetle sorunları bulunan işadamı Mehmet Emin Karamehmet’in, Turkcell adına Ukraynalı bir şirketle 400 milyon dolarlık evlilik anlaşması imzalamasına da tanıklık etti.
Üstelik, ön masada Karamehmet imza atarken, arka masada Yanukoviç’la yan yana oturan Erdoğan’ın görüntüsü, ‘Benim burada ne işim var’ der gibiydi.
İmzanın ardından tokalaşma sırasında da yüz ifadesi sıkıntılıydı.
Bu görüntüsüne rağmen Erdoğan’ın, böyle bir törene katılmış olmasını diğer işadamlarının, ‘Demek ki yurtiçinde durum ne olursa olsun, dışarıda yanımızda olacak mesajı aldık’ diye yorumlaması da dikkat çekiciydi.
TOHUMLAMA DÖNEMİ
Erdoğan, gezisinde Kiev Belediye Başkanı’nın yemek davetine de katıldı.
Yemeğin, daha çok Türk firması Enerji Yapı’nın Dinyaper Nehri üzerinde kurulacak 550 milyon dolarlık köprü ihalesini kazandığının ilanı için düzenlendiğini söylemek abartı olmaz.
Erdoğan’ın katılımı da Türk firmasına desteğinin açık ifadesiydi.
İşadamları ile Erdoğan arasında oluşan dayanışmada bir etkenin daha rol oynadığı da ifade ediliyor.
Bu da, Türkiye’nin uluslararası planda büyük ihaleler kazanmasının yolunun büyük firmalardan geçtiği gerçeği.
Türkiye’nin artık çok büyük ihalelerle ilginebilecek firmaları olması, Erdoğan’ın bu ilişkisine destek sağlıyor.
Geziye katılan bazı işadamlarının Ukrayna’da milyar dolarlık işlere imza atmak için önemli mesafe kat ettiklerini açıklaması, Erdoğan’ın dönüş yolunda, ‘Bu seferimiz tohumlama dönemiydi’ demesi de bunun işaretleriydi.
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2004
<B>CHP’</B>nin seçimlerde oy kaybetmesine rağmen, <B>Deniz Baykal’</B>ın bu durumu başarısızlık olarak görmemesi pek çok kesimde şaşkınlıkla karşılandı.Baykal’ın başarı iddiasının arkasında kendisine ait ilginç bir hesaplama yöntemi var.
Baykal’ın bakışına göre, iktidara yeni gelmiş, halkın açtığı primi henüz kendisinden geri almadığı AKP, Meclis’teki ezici sayısal üstünlüğü ve iktidar gücüyle yerel seçimlere 15 puan avantajla girdi.
Baykal’ın bu hesabından yola çıkılırsa, AKP oylarındaki artış bir yana, 3 Kasım’daki yüzde 34’e göre 7 puanlık bir gerileme söz konusu.
Baykal, iktidara 15 puan avans verirken, muhalefete de yerel seçim yarışında iktidar karşısında yüzde 10’luk bir dezavantaj puanı veriyor.
Bu hesaba göre, AKP’den 15 puan düşüp, CHP’ye de 10 puan verdiğinizde AKP yüzde 27’ye gerilerken, CHP’nin oyu yüzde 28’e yükseliyor.
Bu, tabii Baykal’ın avantaj ve dezavantaj puanlamalarına göre yapılan sanal bir hesaplama.
Hesaba kendisi dışında kaç kişi inanır, bilinemez; ama, Baykal, bu tablonun ilk seçimde partisine iktidar işareti verdiğine inanıyor.
AKP’DE DENGELER ETKİLENECEK
Hesabın doğru olduğunu varsayalım. Ancak, bu durumda da Baykal’ın seçmenin kendisine verdiği, ‘Muhalefette MHP ile DYP’yi sana ortak yaparım’ mesajını da görmesi gerekmez mi?
Baykal’ın mesajları alıp almadığı belli değil; ama AKP kulislerindeki küçük bir gezinti, bu partinin mesajı dikkatle not ettiğini gösteriyor.
Seçimden çıkan sonuç AKP için net bir başarı kabul ediliyor.
Ancak bu sonucun başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, yüzde 50’yi yakalamayı ümit eden AKP yönetiminin beklentilerini tam olarak karşılamadığı da bir sır değil.
AKP için tehdit artık CHP’den çok DYP ve MHP’den geliyor.
Tehdit iki boyut içeriyor.
İlki, parti içindeki milli görüş ağırlığını aşabilme başarısını bir türlü gösteremeyen MHP ve liberal kökenlilerin eskisi kadar uysal davranmamaları olasılığı.
İkincisi, sağ seçmenin oyunun ‘Daha DP olmaya hazır değilsin. Kendini kanıtla, yoksa DYP ve MHP yedekte’ mesajını içermesi.
Zamanlama açısından birinci tehdit AKP’yi daha çok düşündürmeli.
ERDOĞAN’IN BECERİ ZAMANI
MHP kökenli milletvekilleri parti içinde kendilerine daha geniş bir söz hakkı bulamazlar ve ayrıca Güneydoğu, Kıbrıs ya da AB konularında ortaya çıkabilecek olumsuzluklardan rahatsızlık duyarlarsa, hangi yolu izlerler?
Kulislerde konuşulan bir senaryo, ülkü ocakları kökenli milletvekillerinin AKP’den koparak, TBMM’de bir MHP grubu kurmaları ve bir sonraki seçim için seçilme şanslarını da garantiye almaları.
Liberaller ise bazı hassas konularda AKP yönetiminin takınacağı tavra karşılık seslerini daha rahat yükseltebilecekler.
Çünkü onlar için de artık DYP seçeneği uzak değil.
Bu tablonun gerçekleşmesini engelleyecek tek isim ise Başbakan Erdoğan.
Erdoğan için çıkış yolu, ‘partinin oy tabanındaki oranları azalmış olan milli görüşçüleri biraz geriye çekip, milliyetçilerle liberalleri biraz daha ileri itmek’ diye gösteriliyor.
Bu durumda bazı milli görüşçüler, kendisini SP ile tehdit edebilirler, ama daha büyük kopmaların önüne geçmenin başka bir yolu da olmayabilir.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2004
<B>SEÇİMLERİN </B>galibi AKP, sadece iktidar avantajını kullanmadı. <br> Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bakanlarından sade üyesine kadar AKP seçimlere büyük bir hırsla sarıldı.
Erdoğan, bütün anketlerin partisini önde göstermesine, rüzgárın arkasından esmesine rağmen 55 ilde düzenlenen mitinge katıldı.
CHP Lideri Deniz Baykal ise, sonucu önceden kabullenmiş havada, fazla dolaşıp çabalamakla sonucu değiştiremeyeceği izlenimi bıraktı.
Buna karşın MHP Lideri Devlet Bahçeli ile DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar da miting sayısında Erdoğan'a yaklaştılar.
Sonuç ortada; daha çok çalışan daha çok kazandı.
Bundan en çok etkilenecek partinin CHP olması da son derece doğal.
Çünkü; muhalefet denince MHP ve DYP adları da çok duyulmaya başlanacak.
Ancak iktidar partisi AKP'nin önündeki süreç de pek kolay değil.
Anketlerdeki kadar yüksek oy almasa da artık AKP'de ‘‘milli görüş’’ tabanda azınlığa düşmüş durumda.
Oy tabanındaki bu değişimin AKP kadrolarına nasıl yansıyacağı, seçmenin verdiği bu mesajı AKP'nin alıp almayacağı merakla izlenecek.
Bu merakı gidermek için ise bir süre daha beklemek gerekecek.
GERİDE KALANLAR
Ancak geride kalan seçimin bazı yanlarını anımsatmanın zamanı ise şimdi.
Seçim, parti üyelerinin ne kadar naylon olduğunu bir kez daha gösterdi.
Çoğu partinin mitinglerinde, o ildeki üye sayısının yarısı kadar kalabalığın bile toplanamaması bunun açık kanıtı.
Bu durum, parti üyeliğinin isteklilik esasına oturmadığının belgesi.
Çünkü; bazı siyasilerin gelecekteki çıkarları için nüfus bilgileri elde edilerek partili yapılan naylon üyeler, yine o siyasiler tarafından ve de sadece parti içi yarış söz konusu olduğunda sandık başına yığılıyorlar.
Genellikle bu gidişleri bile bir ‘‘karşılığa’’ dayanan üyeleri, parti etkinlikleri için harekete geçirmek mümkün olmuyor tabii.
Lider kadroların rüzgar yaratamaması da buna tuz biber ekiyor.
KADINLARA MUHTARLIK DÜŞTÜ
Bu seçimde de adayların propaganda harcamalarının kabarıklığına karşılık, harcama kaynaklarındaki şeffaflık incecik kaldı.
Oysa, şeffaflık sağlanmadığı sürece, ne bu yarıştaki adeletsizliği ne de seçim sonrası ortaya çıkan çarpık uygulamaları gidermek mümkün.
Beş yıllık görev için seçilen başkanların, beş yılda alacakları maaşın birkaç katını seçimde harcamalarının başka bir açıklaması olası değil.
Bu kabarık harcamanın icraatta başkanları özgür kılması da beklenemez.
Partilerin konvoy düzenleme, liderleri kurban keserek karşılama gelenekleri bu seçimle neredeyse tarihe karıştı.
Bir parti liderinin seçim bölgesinde 280 kurban kesilerek karşılanması bunun istisnası oldu; ama gelecek seçimde istisna bile olmayacak gibi.
Bu seçimlerin mağduru ise yine kadınlar oldu.
Aday sayısındaki azlık üzerine liderlerin timsah gözyaşları döktüğü kadınlar, bu seçimde de erkeklerin tekelini kıramadılar.
Dünkü seçimin en olumlu yanını da yine kadınlar yarattı.
Büyük illerde kadın muhtar adayı sayısındaki patlama, yakın gelecekte, kadının sesini siyasette daha fazla yükselteceğinin işareti gibi.
Yazının Devamını Oku