26 Şubat 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan,</B> yabancı konuklar sözü AB yasalarının uygulanmasına getirdiğinde, <B>‘‘Bu işin bizzat takipçisiyim’’</B> diyor. Son iki konuğu Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'le İsveç Başbakanı Göran Persson'un ziyaretinde de aynı tablo yaşandı.
Schröder, ‘‘Bu yılki performansınız çok önemli’’ dediğinde de, Persson somut bazı olaylar ortaya koyduğunda da Erdoğan'ın tavrı netti.
Ancak, Erdoğan'ın bu tavrı ve çabası bürokraside aynı yankıyı bulmuyor.
Erdoğan'a destek için genelge üstüne genelge yayınlayan, demeç üstüne demeç veren bakanların çabaları da yetersiz kalabiliyor.
Son bir örnek, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun 12 Şubat tarihli, ‘‘İşkence iddiaları nedeniyle haklarında dava açılmış kamu personelini bulup mahkemeye çıkarın’’ yönündeki genelgesi.
POWELL'IN MEKTUBUNDAKİ DAVA
Bu genelge, Hacettepe Üniversitesi öğrencisi Birtan Altınbaş'ın öldürülmesiyle ilgili davanın bazı sanıklarının 9 yıldır yakalanıp mahkeme önüne çıkarılamaması üzerine yayınlandı.
Altınbaş davası, uluslararası temaslarında sık sık Erdoğan'ın önüne getirilen, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın da yakın zamanda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e gönderdiği AB'ye destek mektubunda atıfta bulunduğu iki konudan biri olan dava.
Aksu'dan önce de aynı konuda sonuçsuz iki genelge daha yayınlanmıştı.
Çünkü daha önce de aynı tür genelgeler yayınlayan İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, belki de sanıklardan birinin kabine arkadaşı bir devlet bakanının danışmanı olduğunu bilmiyordu.
VALİNİN KAYINPEDERİ
Muhtemelen, aynı sanığın, kendisinin memuru olan İçişleri Bakanlığı Strateji Dairesi Başkanı Dr. Hasan Canpolat'ın kayınpederi olduğunu da...
Son genelgeyi yayınlayan Aksu da bundan habersiz olsa gerek.
Yoksa; genelge yayınlamak yerine, kendi döneminde Sivas Valisi yaptığı Canpolat'a, ‘‘Şu kayınpederinin mahkemeye çıkmasını sağla artık’’ talimatı verebilirdi.
Muhtemel ki, Aksu'nun bu akrabalıktan haberi yoktur, ya da hukuken valinin kayınpederden sorumlu olmadığı gerçeği ile hareket ediyor olabilir.
Fakat kayınpederin, dava karar aşamasına geldiğinde, önce avukatını çekmesi, ardından ortalıkta dolaşıyor olmasına rağmen ‘görünmez adam’ haline gelmesi de bir gerçek.
Uluslararası sorun haline gelen bir başka dava da Persson'ın, ‘‘Türkiye'ye gelen BM ve Avrupa Konseyi temsilcilerine raporlar verdikleri gerekçesiyle İnsan Hakları Vakfı hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü dava açmış’’ sözleriyle gündeme getirdiği dava.
Bu sözleri duyunca, aynı konuyu Uluslararası Af Örgütü Başkanı İrena Khan'ın da gündeme getirdiğini anımsayan Erdoğan, Persson'a mümkünse davayı geri çektirme sözü verdi.
Bu davanın duruşması 9 Mart'ta, Altınbaş'ınki ise 5 Mart'ta.
Bakalım Erdoğan'la Aksu'nun çabaları bu kez sonuç verebilecek mi?
NOT: Akrabalık bağını sormak amacıyla Sivas Valisi Canpolat'ı aradık, mesajımızı bıraktık; ama iki gündür yanıt alamadığımızı belirtmeliyiz.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2004
<B>SABİHA Gökçen'</B>in Ermeni olup olmadığının tartışıldığı şu günlerde, hükümet azınlıklarla ilgili çok önemli bir kararı sessiz sedasız uygulamaya koydu. Azınlıklar Tali Komisyonu (ATK) lağvedildi.
‘‘Böyle bir komisyon mu vardı?’’ sorusu herkesin aklına gelmiş olabilir.
Aynı soru lağvetme kararını alanların aklına da geldiği için, ATK'nın kim tarafından hangi gerekçeyle kurulduğunu araştırma gereği gördüler; ama onlar da bir sonuca ulaşamadılar.
Bunu kurcalamaya da gerek görmediler.
Faaliyetlerine 1962 yılından beri devam ettiği ortaya çıkan komisyon, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'ten oluşan Reform İzleme Grubu'na (RİG) yapılan bir uyarı üzerine gündeme geldi.
AB uyum yasalarının uygulanmasını izlemek amacıyla oluşturulan RİG, konu AB'ye uyumu ilgilendirmese de hemen harekete geçti.
GİZLİ KURULDU GİZLİ KALDIRILDI
Yapılan araştırma sonucunda ATK'nın, 1962'de başbakan imzasıyla yayınlanan gizli bir genelge ile kurulduğu anlaşıldı.
Genelgeye göre ATK, İçişleri ve Dışişleri bakanlıkları, MİT, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Kurulu temsilcilerinden oluşuyor.
ATK azınlıklara farklı işlemleri izlemek amacıyla kurulmuş görünüyor.
Ancak, görev yönergesi ve üye yapısının da ortaya koyduğu gibi, asıl görev azınlıkların milli güvenliğe aykırı işlemlerini izlemek olmuş.
Bazı vatandaşlar, azınlık oldukları gerekçesiyle Türkiye'nin güvenliğine tehdit olarak algılanmış, daha açık bir ifadeyle, ATK ‘‘azınlıkları yıpratma komisyonuna’’ dönüştürülmüş.
Azınlıklar, etkinlikleri için bu komisyondan izin almak zorunda bırakılmış, ama çoğu izinler de verilmemiş.
Örneğin; azınlık okullarının öğrencileri için yaz kampı düzenlemesine, ‘‘Türkiye'nin güvenliği açısından tehlikeli olur’’ diye izin verilmemiş.
100 BİN KALDILAR
İşte 42 yaşındaki bu gizli genelge, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayınlanan bir başka gizli genelge ile ortadan kaldırıldı.
Bununla da yetinilmeyerek, azınlıkların bilinen bazı sorunlarına yardımcı olması amacıyla yeni bir komisyon oluşturuldu.
Bu komisyonda, MGK, Genelkurmay ve MİT temsilcisine yer verilmedi.
Üyeler; İçişleri, Dışişleri, Milli Eğitim bakanlıklarıyla vakıfların bağlı olduğu devlet bakanlığı temsilcilerinden oluşturuldu.
Yeni komisyona, çıkarılan yönetmelikle de azınlıkların sorunlarını AB normları ve Kopenhag Kriterleri çerçevesinde çözme görevi verildi.
Türkiye'de bugün azınlıklara mensup, 60 bini Ermeni, 25 bini Musevi, 2 bini Rum olmak üzere, Süryani, Kedrani de dahil 100 bin kişinin kaldığı biliniyor.
Hükümetin 100 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını ilgilendiren bu kararı devletin, bu vatandaşlarına da diğerleri kadar güvendiğini ortaya koyuyor.
Devlet, bugüne kadar kendi güvenliği açısından sakıncalı gördüğü azınlıkları, artık izlenir vatandaş olmaktan çıkarıyor.
Böylece, devlette önemli bir zihniyet devrimi daha gerçekleşiyor.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2004
AKP'nin 28 Mart seçimlerinde göstereceği belediye başkan adayları tesbitinde en çok zorlandığı il Ankara.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın çok önem verdiği İstanbul'da AKP adayının kim olacağı bile, parti içerisinde o kadar büyük etki yaratmıyor. Ankara'da Melih Gökçek ile Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok yarışıyor. Gökçek'in Ankara'daki ‘gücü’ bir gerçek.Kabinenin bazı etkili isimlerinin kendisinin Demokrat Parti dönemindeki konuşmaları nedeniyle tereddütleri sözkonusu olsa da Başbakan Erdoğan, bu sözleri unutmuş görünüyor. SÖZLERİ UNUTULMUŞ DURUMDAGökçek'i yarışta olumsuz etkileyen bu sözlerin başında da 2002 Haziran'ında Akşam Gazetesine, ‘‘Tayyip'i silerim’’ başlığı altında sorduğu, ‘‘AKP'nin son bir senede tek bir projesini duydunuz mu? ‘Hortumu keseceğiz.' Başka yok, hepsi bu; ama bunlar mesele değil. Slogan atarak, insanları heyecana kaptırarak olmaz. Siz işsizliği nasıl ortadan kaldıracaksınız, enflasyonu nasıl düşüreceksiniz, insanları nasıl ev sahibi yapacaksınız?’’ sorular geliyor. Bir AKP yöneticisinin, ‘‘Zaten hükümetimiz, bir yılda yaptığı icraatla bu soruların hepsine cevap vermiştir’’ demesi de bu sözlerin Gökçek’in konumunu etkilemeyeceğini gösteriyor. Ayrıca Gökçek'e başta belediye başkanlarının amiri konumundaki İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu olmak üzere kabinede bazı bakanların desteği var. Turgut Altınok ise 10 yıldır sürdürdüğü Keçiören Belediye başkanlığından bir adım yukarı çıkmak istiyor. Salı günü AKP grubuna giden Altınok'a gösterilen ilgi hiç de fena değil. Altınok, Ankara'ya yeni bir anlayışla hizmet edilmesi gerektiğini belirtirken, Gökçek'le bilek güreşini yapabilecek güçte görünüyor. En büyük gücünün parti örgütünden gelen destek olduğunu düşünen Altınok, bu nedenle ibre Gökçek'ten yana görünse de hiç umutsuz değil. ‘‘24 ŞUBAT'TA GÖRÜŞÜRÜZ’’Telefonla konuştuğumuz Gökçek ise, kendisiyle ilgili geçmişe yönelik bazı değerlendirmeler yapıldığından haberdar; ancak bunları o kadar da önemsemiyor. Bu değrelendirmelerin belli bir merkezden çıktığı kanısında olan Gökçek, İçişleri Bakanı Aksu'nun, aday açıklamasının hemen öncesinde bazı icraatlarıyla ilgili inceleme başlatmış olmasını da normal buluyor. ‘‘Bunlar rutin şeyler. Bir milletvekilinin Meclis'te verdiği soru önergesi nedeniyle yapılan bir işlem. Ortada ciddi birşey yok, bu hergün olabilecek birşey’’ diyor. Gökçek, ‘‘Aday gösterilmeyecek diyenler de var’’ sözlerimizi ise, kendinden ne kadar emin olduğunu gösteren, ‘‘Son gün 24 Şubat. En geç o günün akşamında görüşürüz. Her iddiaya varım’’ yanıtıyla karşılıyor. AKP'de, okların Gökçek'i gösterdiği, Başbakan Erdoğan'ın da sürprizden kaçınacağı yaygın görüş.Ancak, yine de Gökçek'e muhalefet bazı isimlerin Erdoğan üzerinde ve AKP içerisindeki gücünün görmezden gelinecek türden olduğu söylenemez.
button
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2004
<B>YAKIN </B>zamana kadar dünyanın en iyileri arasında yer alan THY'ye bir şeyler oluyor. Neredeyse tüm uçuşlar tehirli gerçekleşiyor, iç ve dış hatlarda yolculara haber vermeden uçaklar birleştiriliyor.
Bunlara alışılmıştı; ama kar felaketi THY'nin karizmasını sıfırladı.
THY çile şampiyonu olmaya başladı.
İşte size bunlardan sadece birinin kábus gibi hikáyesi.
12 Şubat Perşembe günü akşam saatlerinde değişik ülke ve şehirlerden İstanbul'a inip Ankara'ya gidecek yolcular transit salonuna alındılar.
Son uçuş 22.15'te, 160 sefer sayılı uçakla gerçekleştirilecekti.
Biniş kartları verilip 309 numaralı salona gidilmesi istendi.
Saat 22.15'e geldiğinde ortalıkta bir görevli dahi yoktu.
Nihayet 1 saatlik gecikme uçuş panosuna yansıtıldı.
Saat 23.15 olduğunda gecikme 1 saat daha uzatıldı.
Uzun bir sessizlik ardından yolcular, 00.30'da uçağa alındılar.
PERŞEMBE GÜNÜ GELDİLER
Ancak, uçak bir türlü kalkmıyor; uçak içinde uzun bir bekleyişe giren yolcularda sinirler geriliyor, tepkiler oluşuyorsa da sonuç değişmiyor.
Uçak içinde bekleyiş tam sabah 04.00'e kadar sürüyor.
‘‘Pist açıldı’’ anonsuyla uçak önce harekete geçiyor, sonra duruyor.
Yeni anons, uçağın kalkmayacağı haberini veriyor.
Yurtdışından gelen yolcuların körüğe yanaşık olunduğu halde, merdivenlerden inip otobüslere binmesi isteniyor.
Yolcular, merdivenlerdeki buzlanma nedeniyle isyan bayrağı çekiyor.
Görevliler, ‘‘Pasaport polisinden geçmediğiniz için, Türkiye'ye giriş yapmamış görünüyorsunuz, transit salona geçeceksiniz’’ diyorlar.
Tartışma yarım saat sürüyor ve yolcuların talebi ile bir refakatçi önderliğinde körükten geçilip, salona gidiliyor.
Yeni bir bekleyiş ardından 08.20'de Ankara'ya uçulacağı bildiriliyor.
Yolcular, ‘‘Kar nedeniyle o uçuş da olmaz’’ deseler de durum değişmiyor.
CUMARTESİ GÜNÜ GİTTİLER
Saat 08.20'yi gösterdiğinde ise 1 saatlik yeni bir erteleme, ardından da; ‘‘Bugün (13 Şubat Cuma) hiçbir uçuş yapılmayacak’’ anonsu geliyor.
Yorgunluktan ve sinirden bitmiş durumda otellere dağıtılan yolcular, 14 Şubat Cumartesi sabah 05.00'te uyandırılıp, 08.15 uçağına götürülüyor.
Saati geldiğinde yolcular kendilerini soğuk bir uçağın içinde buluyor.
Ancak, bu kez de saat 10.00'a kadar süren uçak içi bekleyiş başlıyor.
Bu sırada uçağın kanatlarına alkol püskürtülünce yolcular, ‘‘Bu işi biz uçağa binmeden yapamaz mıydınız?’’ diye isyan ediyor.
İsyan ‘‘kalkış anonsu’’ ile bastırılıyor.
Ama olmuyor; bu kez uçağın kapısı kapatılamıyor.
Bunun üzerine ‘‘uçak değişikliği’’ anonsu geliyor.
Yolcular sinir içinde buna da katlanıyor; ama sonuçta 11.30 uçağı ile Ankara'ya hareket etme şansı (!) yakalıyorlar.
Bu sadece bir öykü, onlarcasının yaşandığı ve bunların tümünün de kar nedeniyle olduğunu söyleyebilecek kaç kişi çıkar bilinmez; ama bu çileyi çeken bazı milletvekilleri konuyu Meclis'e taşıma kararında:
THY'nin ‘‘ehil eller’’de olup olmadığını öğrenmek için...
THY'nin eski halini özleyenler ise daha çok bekleyebilir.
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2004
<B>DÜN,</B> Türkiye'nin uzun yıllar adını dahi duymak istemediği Uluslararası Af Örgütü'ne karşı devletin, kimine göre cesur bir çıkışı, kimine göre de bir itirafıyla karşı karşıya kaldık. Temsilcileri 1996 yılında Ankara'da görüşecek tek sorumlu bulamayan örgütün Genel Sekreteri İrena Khan, bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilecek.
Bazı bakanlarla da görüşen Khan'a, Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Genel Müdürü Büyükelçi Daryal Batıbay da Devlet Konukevi'nde bir çalışma yemeği verdi.
Yemekte Türkiye'nin, insan hakları alanında attığı adımlar hem Batıbay, hem de bazı eleştirilerle birlikte Türk sivil toplum örgütleri yöneticileri tarafından dile getirildi.
Atılan adımları cesaret verici bulan, ancak yeterli görmeyen Khan ise hem, ‘‘Türkiye'de gördüğümüz ilgi bile değişmiş gösteriyor. Bunu da biz anlatacağız, yansıtacağız’’ itirafında bulundu, hem de ‘‘Ama üzerinizdeki baskıyı da sürdüreceğiz’’ dedi.
DEVİR DEĞİŞTİ
İşte, Batıbay'ın çarpıcı yanıtı da bu aşamada geldi:
‘‘Artık sizden çekinmiyoruz.'
Batıbay, bunu derken geçmişte Türkiye'nin, örgütün Bulgaristan ve Batı Trakya Türkleriyle ilgili raporlarını her fırsatta kullanıp, kendisiyle ilgili raporlarını görmezlikten geldiği dönemin geride kaldığını ortaya koyuyor gibiydi.
Türkiye'nin son yıllarda attığı adımları sıralayarak, korkulacak bir durum olmadığını ortaya koyan Batıbay, karşı eleştiride bile bulundu:
‘‘İnsan haklarını iyileştirmek bizim de arzumuz, sadece sizin değil. Biz açık bir diyalog içindeyiz. Tamam, her yer gül bahçesi değil. Ama siz de dengeli olun. Doğru, olumsuz örnekler var, oysa sadece bunlara vurgu doğru olmaz. Yarın Başbakanımıza, ‘Káğıttan uygulamaya' başlıklı bir rapor vereceksiniz. Reformların káğıtta kaldığını söylüyorsunuz. Bu başlık Türkiye'ye haksızlık.’’
Batıbay, Türkiye'nin Uluslararası Suç Mahkemesi Konvansiyonu'nu imzalamadığını, ancak şimdi bunu telafi yolunda olduğunu belirtip, ‘‘ABD'nin, vatandaşlarımızı bu konvansiyonlardan ayrı tutalım, önerisine yanaşmadık’’ dediğinde de Khan'ın tepkisi alkış ve sevinç oldu.
CEMİL ÖZGÜR'ÜN MEKTUBU
Pazartesi günkü duble yollarla ilgili yazımız üzerine, 2003 yılı vergi rekortmeni Cemil Özgür'den mektup aldık.
Ancak Sayın Özgür, haklı olarak kendisinin bu hükümetten önceki dönem olan 2002 yılı vergileri nedeniyle rekortmen olduğunu anımsatıyor.
Bu nedenle de rekortmenliğinin Ergezen'in bakan oluşuyla ilişkili düşünülemeyeceğini kaydederek, hiçbir siyasi kuruluşla ilgisi olmadığını da belirtiyor.
Mektubu için teşekkür ettiğimiz Sayın Özgür'le ilgili böylesi yargıların haksızlık olduğuna yazımızda biz de dikkat çekmiştik.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2004
<B>ARAYA </B>İran gezisi izlenimleri girince Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı <B>Sabri Erbakan</B>'ın, duble yollarla ilgili yazımızı canlı yayında <B>‘‘esefle kınamasına’’</B> yanıt veremedik. Karayolları Genel Müdürlüğü'nden de yazılı bir açıklama geldi.
Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen'in memleketi Bitlis'teki yolların yıllar önce programa alındığı, bazılarının duble yol olduğu, yolun Ergezen'in ilçesi Ahlat'tan geçmesi için Van güzergáhının 60 kilometre uzatılmadığı, duble yollardaki bozulmanın normal ölçülerde olduğu belirtiliyor.
Oysa Van'a ulaşımın Gevaş üzerinden olması halinde yolun 60 kilometre kısaldığı, ancak Ahlat tercihi nedeniyle yolun uzadığı bir gerçek.
Türkiye'de yıllardır programa alınmış öncelikli binlerce kilometre yol olmasına karşın, Bitlis'e ağırlık verilmesi de ayrı bir takdir sorunu.
Ödeneklere bakıldığında da, Tatvan-Bitlis-Ahlat 3.4 trilyon, Bitlis-9'uncu Bölge Hududu 5 trilyon, Bitlis-Tatvan-Muş 3 trilyon, Ahlat yolunu tamamlayan Van-Erciş 2.8 trilyon liralık ödenekle 14 trilyon aşılıyor.
ESKİ DUBLELER ÖDENEK YOKSUNU
Önceki dönemlerde başlanmış DPT destekli duble yollardan da örnek vermek gerekirse; Bursa-Yalova 5 trilyon, Kahramanmaraş-Gaziantep 2 trilyon, Antalya-Kemer 3 trilyon, Diyarbakır-Şanlıurfa 600 milyar liralık ödenekler dikkat çekici.
Ayrıca; Müsteşar Erbakan, yapımına önceki hükümetler döneminde başlanmış trafiğin yoğun olduğu 3 bin kilometrelik duble yollarla, bu hükümet döneminde yapımına başlanan trafiği daha düşük yoğunluklu duble yollara iki yıldır verilen ödenekleri açıklasa kıyaslama daha da çarpıcı olabilir.
Örneğin en azından iki katı gibi bir rakam ortaya çıkabilir.
Bitlis yollarıyla ilgili önemli bir düzeltmeyi de mutlaka yapmam gerek.
Küçüksu-Pervari yoluna iki yıldır tek kuruş ödenek ayrılmamış.
Bunun nedeni, yolun Başbakan'ın seçim bölgesi Siirt'e bağlanmasından mı, yoksa bağımsız milletvekili Safder Gaydalı'nın ilçesinden geçmesinden mi pek belli değil.
Bu arada 15 trilyon bedelli 500'ü Bitlis'te, 300'ü Ahlat'ta yapılacak olan konut projelerinin kamusal yararı veya bu konutların satın alınma potansiyeli üzerinde de hiç durmamıştık.
Oysa, konuya yakınlık gösteren herkes, bu yatırımları sadece bakanın Bitlisli olmasıyla açıklayabilmektedir.
HAKSIZ ETKİLENMELER
Müsteşar Bey, bu yatırımlar için de bize ‘esef’ bildirebilir; ama birileri de böylesi yatırımların hiçbir politikacıya hayır getirmediğini söylemeli.
‘‘Popülist yatırım yapmayacağız’’ diyenlere de hiç yaramaz herhalde.
Ergezen, kabul etmeyebilir; ama bakanlığı ile ilgili kesimlerde bakanın Bitlis konusunda ayrımcı davrandığı kanısı oldukça yaygın.
Üstelik bu kanı, zaman zaman haksız yargılara da neden olmuyor değil.
Örneğin, geçen yılın vergi rekortmeni Cemil Özgür gibi etkin bir müteahhidin, rekortmenliğinin Bitlisli olması nedeniyle daha yüksek ödenek almasından kaynaklandığı söylentileri ortalıkta dolaşabiliyor.
Siyasette kayırmacı tutumların farklı izlenim bırakması da beklenemez.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2004
<B>ATATÜRK </B>Havalimanı'nı işleten TAV'ın, İmam Humeyni Havaalanı'nı devralması nedeniyle gittiğimiz İran'dan izlenimlerimizi bu yazımızda da sürdürüyoruz. İran'da çanak anten yasağını uygulayamaz hale gelen rejim, internet kafelere de izin vermek zorunda kalmış.
İçeride parti düzenlendiğine işaret olabilecek en küçük gürültü halinde ev basabilen polisin bu yetkisi ‘‘çok ciddi ihbar’’ şartına bağlanmış.
En büyük baskı camiden uzak duran gençler üzerinde; ama müzik dinleniyor diye otomobillerini durdurup arama yapma olayları eskisine göre azalmış.
Müzik üzerindeki baskı azalmış olsa da öğle yemeğinde konuklarına İran müziği dinletmek isteyen TAV, bunu Kültür Bakanlığı izniyle sağlayabildi.
Kadınların şarkı söylemesi üzerindeki yasak ise hálá sürüyor.
Yakın zamana kadar katı uygulanan içki içene verilen 6 ay 1 gün hapis cezası da 2-3 günlük tutuklamalarla sınırlı hale getirilmiş.
TAVLA, SATRANÇ,
BİLARDONUN DÖNÜŞÜ
Devrim muhafızlarının beslediği ‘‘gönüllüler’’ denen Ensari Hizbullah, motosikletli, silahlı yüzlerce timden oluşuyor.
Bu grup, rejimin hoşuna gitmeyen tüm gösterilere müdahale ediyor ve bu müdahaleciler rejim tarafından ‘‘onlar da halk’’ diye lanse ediliyor.
Yine de artan tepkiler rejimi bu alanda da geriletmiş, dokunulmaz olan bu grubun bir lideri sokakta adam dövdüğü için iki-üç kez tutuklanmış.
Tabii bir-iki gün içinde serbest bırakılmış, ama bu da kazanç görülüyor.
Sokakta ahlak polisi eskisi kadar etkin değil, ama otel lobisinde oturan gazeteci Leyla Umar, eşarbı başından kayınca bir garsondan uyarı aldı.
‘‘Neden garson’’ dediğimizde, ‘‘Çevrede mutlaka bir sivil polis vardır, sonra faturayı garsonlara kesiyorlar’’ yanıtını aldık.
Tavlanın mucidi, satrancın ilk kullanıcıları olan İranlılar bu iki zeká oyunu ve bilardoyla ancak iki yıl önce yeniden buluşabilmişler.
Siyasal İslam satrancı, tavlayı, bilardoyu da günah bulmuştu.
DUAMIZI BEKLEYEN
KADINLAR
Çarşıda el ele dolaşan gençler, göğüs kafesi görünen kızlar, restoranda kız arkadaşını yanağından öpen genç erkekler görmek de artık mümkün.
‘‘Evlerin çoğu eğlence merkezi gibi. İran'da yok yok’’ diyenler çok.
Rejim eskisi kadar sınırlayıcı olamıyor; çünkü halk desteği yok gibi.
Tek avantajı ordu ve devrim muhafızları; yani silah gücü.
Sokakta yeni otomobile pek rastlanmazken polis araçlarının tümünün Mercedes olması da bunun bir başka göstergesi.
Müzikli öğle yemeğinden ayrılırken İranlı genç bir kadın ‘‘İyi eğlendiniz mi?’’ diye sordu.
‘‘Evet, sanki devrim olmuş gibiydi’’ diye espri yapınca üç kez, ‘‘Umarım’’ tekrarı ve ardından da, ‘‘Devrim için bize dua edin’’ talebiyle karşılaştığımızda silahlı gücün de sınırı olacağını düşünmeden edemedik.
Sonra da başını zorla kapatan o kadın için dua edenler arasına, acaba Fransa'nın türban kararını özgürlüğe aykırı bulup dünyanın her yerinde sokağa dökülenler de katılır mı diye düşündüğümüzü de itiraf etmeliyiz.
Yoksa İran'da zorla kapatılan, Afganistan'da burkaya sokulan, Nijerya'da taşlanan, Suudi Arabistan'da tek başına sokağa çıkamayan, Türkiye'de töreye kurban giden hemcinslerine gösterdikleri ilgisizliği sürdürürler mi?
Ama sonuç değişmeyecek, İran'da bile ‘‘siyasal İslam’’ gerilemeye mahkûm.
Şubattaki seçimde katılım düşüklüğü, muhafazakárları iktidar yapsa da...
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2004
<B>ATATÜRK </B>Havalimanı'nı işleten TAV, Tahran İmam Humeyni Havaalanı işletmesini de üstlenerek önemli bir başarıya imza attı. TAV'ın ortakları Hamdi Akın ile Sani Şener, İran'la ekonomik ilişkilerin henüz istenen düzeye ulaşmadığını belirtirken, ‘‘Kısa sürede 10 milyar dolarlık bir ticari ilişki mümkün, yeter ki siyasi ilişkiler bozulmasın’’ dediler.
Hamdi Akın, ‘‘Artık bunu da düşünmüyoruz. Çünkü, yakın zamana kadar önce Rusya dışında hiçbir komşusuyla ticari ilişkisi olmayan Türkiye bugün hepsiyle iyi birer partner. Artık Türkiye'ye açlık yok’’ iddiasında.
Akan ve Şener, İran'da Türkiye'ye yönelik hiçbir negatif enerji almadıklarını, 2 bin 500 yıllık devlet geleneği olan bir ülkede bürokrasinin ağır olduğunu, ama işlediğini vurgulayıp; siyasi iradenin devreye girmesi halinde bunun da ortadan kalktığını aktararak, havaalanında 4 ayda sonuca ulaşmalarını örnek gösterdiler.
İRAN ÖZGÜRLEŞİYOR
Havaalanının TAV'a teslimi nedeniyle geldiğimiz Tahran'da giderek daha özgürleşen bir ülke ile karşılaşıyoruz.
Tam 10 yıl önce İran'a gelmiş olan Akşam yazarı Oya Berberoğlu, o günlerde çorabı nedeniyle bir polisin uyarısını aldığını belirterek, ‘‘Elindeki sopayı bacağıma değdirerek, çorabın nazik (ince) olduğunu söyledi’’ dedi.
Artık böyle bir İran yok.
Türbanlısı da çarşaflısı da var; ama Tahran sokaklarındaki kadınların büyük bölümünün başı yarı yarıya açık neredeyse.
Bu tablonun Hatemi'den sonra değiştiğini söyleyen iyi eğitim almış İranlı bir kadın, değişimin en çok da kadın özgürlüğü ve müzik alanında görüldüğünü anlattı.
Sani Şener'in yarısı doktora, yarısı da master yapmış bu eğitimli toplumda İran kadını da aynı yoldan geçince kontrolü de zorlaşıyor.
Hatemi'den önce ruj kullananların sokak polisi tarafından cezalandırıldığı, makyajlı kadınların tedirgin edildiği İran'a dönüş artık olası görünmüyor.
% 85 BAŞINI AÇMAK İSTİYOR
Bu gelişmelere rağmen İran kadını örtü konusunda henüz istediğini alabilmiş değil.
Başını kendi isteği ile kapattığını ve açmayı düşünmediğini söyleyen bir kadının bize, ‘‘Ben böyleyim; ama artık herkes biliyor ki, kadınlarımızın yüzde 85'i başını açmak istiyor, zorla baş kapatmaya tepki gösteriyor’’ diyor.
İran'da yapılan anketlerde de kadınların yüzde 40'ının başı açık olmayı tercih ettiği gerçeği de aynı değerlendirmeyi veriyor.
Kadınla ilgili bu değişimi havaalanındaki resmi törende de hissetmek mümkün.
Çünkü, burada da türbanlı veya çarşaflı kadın sayısı neredeyse azınlıkta gibi.
Suudi Arabistan'daki gibi harem-selamlık da söz konusu değil.
Törene şarkıları ile katkı yapan koronun bayan elemanları da siyah, çarşafımsı bir kıyafetle sahne aldılar; ama onların bazılarının da saçı yarıya yar İran'da siyasetle ilgili sorulara ise kadın haklarındaki ilerlemeler kadar rahat yanıt almak mümkün değil.
Ancak, suskun sokağın küçük bir kıvılcımla her şeyi değiştirebileceği konusunda da ortak görüş var. Her şeyden önce genç nüfus dine ve camiye oldukça mesafeli hale gelmiş, rejimin kendisini eskisi kadar sağlam görmesinin söz konusu olamayacağı belirtiliyor.
Bunun nedenlerini biraz daha açmamız gerekecek; bunu sürdüreceğiz.
Yazının Devamını Oku