25 Mart 2004
<B>PAZAR </B>günkü seçimlerin sonucu artık kimsenin merakını çekmiyor. Merak edilen konular, oyunda yüksek artış beklenen AKP'nin hükümetteki tutumunda bir değişiklik olup olmayacağı, yeni dönemdeki öncelikleri ve bu önceliklerin nasıl karşılanacağı.
Bu merak ABD Büyükelçisi Eric Edelman başta olmak üzere Ankara'da görev yapan diplomatların birinci sorunu haline gelmiş durumda.
Edelman geçtiğimiz günlerde evinde bu amaçla bir toplantı da düzenledi.
Toplantıya sosyal bilimciler, araştırma şirketi yöneticileri davetliydi.
Davetin nedeni, ‘‘Yüzde 50'yi aşması halinde AKP, ekstrem çıkışlar yapar mı; yaparsa ne tip gerginlikler çıkar?’’, ‘‘Oranın yüzde 60'ı aşması halinde ise aşırı güvenle ülkeyi Batı'dan uzaklaştırır mı?’’ sorularıydı.
Diğer ülke diplomatlarının sorularının da aynı noktalarda toplandığını, CHP'nin geleceğinin de merak oluşturduğunu buna eklemeli.
Bu çevrelerde, AKP'nin iktidarda kalmak için kendilerini riske sokacak adımlar atmayacağı genel kabul görmüş durumda.
Türkiye'nin, en azından bir süre daha, iki partili sistemle gideceği de bir diğer ortak saptama.
STAND UP
BAYKAL'A YARADI
CHP konusunda ise kafalar net değil.
CHP'nin oy oranını koruyabileceği; ancak bunun bile Deniz Baykal için, sorunsuz yeni bir dönemin başlayacağı anlamına gelmeyeceği ifade ediliyor.
CHP de seçim yaklaştıkça toparlanıyor izlenimi veriyor.
Baykal,liderlerin meydanlarda bir nevi ‘‘stand up’’ yaptıkları kanısında.
Gırtlak zorlamak yerine diyaframdan konuşmayı keşfederek ses kısılmasını da önlemiş olan Baykal, stand up konuşmalarını bir ana kulvar üzerine oturtmuş, ara sıra da yan sokaklara girip çıkıyor.
Zaman zaman ön sıralar dikkatini dağıtmıyor değil; ama Baykal'ı kürsüden izledikten sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemlerinden çıkardığı malzemeyle oluşturduğu ana kulvardan ayrılmadığını fark ediyorsunuz.
Baykal'ın, ‘‘Kürsiye çıktığında, karşındaki seçmenin verdiği tepkiye göre yürüyorsun’’ dediğini anımsadığımızda ise, Erdoğan'ın sağladığı ‘‘stand up’’ malzemesinin meydanlarda Baykal'a alkış olarak döndüğünü görüyoruz.
Erdoğan da, ‘‘CHP'nin kökleri’’, ‘‘vatandaşı azarlama’’, ‘‘10'uncu Yıl Marşı’’, ‘‘maaş ve geçinememe’’ söylemleriyle yeterli malzeme vermedi değil.
Erdoğan sanki, ‘‘CHP'nin oylarını artırmak için çalışıyor’’ iddiasına haklılık kazandırır gibiydi.
ANKARA MORALSİZLİĞİ
CHP'nin oyu ne çıkarsa çıksın Deniz Baykal adı üstünde yapılan tartışmalar bitecek gibi değil.
Uzun yıllara dayanan siyaset deneyimine rağmen solu toparlayıcı bir işlev görememesi ilk eleştiri konusu olacak.
İkincisi ise; bırakın sol seçmeni Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün bile CHP Milletvekili Halil Tiryaki'ye, ‘‘Ankara'da Murat Karayalçın'la neden birleşmiyorsunuz?’’ diye yakındığı konuda sonuca ulaşamamış olması.
Ancak, Ankara'da seçim kaybedildiğinde, solun belki de tek projeci ismi Karayalçın da eleştirilerden yeterli nasibini almaktan kurtulamayacak.
Hem siyasi geleceğini riske attığı, hem de solun moralini bozduğu için. Üstelik, solda aday sayısı bugün ‘‘teke’’ inse bile bu tablo değişmeyecek.
Yazının Devamını Oku 22 Mart 2004
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la birlikte Adana ve Antalya'ya gittik. Yol boyunca yaptığımız sohbetten çıkardığımız ilk sonuç, Baykal'ın 28 Mart seçimlerinden çok ilk genel seçimi düşündüğü. Tarhan Erdem'in anketini etik bulmayan Baykal, tek başına hükümet eden ve önünde yıllar bulunan bir iktidar partisinin yerel seçimlere yüzde 15 avantajla, muhalefetin ise yüzde 10 dezavantajla girdiğini düşünüyor. Bu nedenle AKP'nin yüzde 45'i aşmasını normal görmek, CHP'nin oyunun üstüne yüzde 10 ilave yapmak gerektiği mesajı alıyoruz. Partisinin en azından 3 Kasım'daki oy oranını koruyacağını düşünen Baykal yurt gezilerinden AKP'ye seçmenin açtığı pirimde sona gelindiği, havanın değişmekte olduğu izlenimi almış. Bazı illerde, 3 Kasım'daki oyları ile kıyasladığında kendisini hayrete düşüren kalabalıklarla karşılaşmış. Ancak ilginin oya dönüşmesini bu seçimde değil, genel seçimde bekliyor. ‘‘Baykal, 28 Mart seçimini ve CHP'nin alacağı sonucun yaratması muhtemel fırtınayı sakin karşılamaya hazır’’ demek yerinde olur. İKİ PARTİLİ SİSTEMDEN MEMNUNHedefini ilk genel seçimde CHP'nin başarısına yöneltmiş olan Baykal, bundan emin ve emin halinde Erdem'in anketinin de etkisi söz konusu. Çünkü, anket ikili parti sisteminin devam edeceğini teyit ediyordu. İki partili yapı ise CHP için önemli bir avantaj yaratıyordu. Baykal'ın beklentilerinin gerçekliğini görmek için 29 Mart'ı beklemek gerekiyor; ancak CHP'de hareketli günler görme olasılığı daha yüksek gibi. Kemal Derviş merkezli senaryo ve gelişmeler de bunun işareti. Baykal'ın, parti içi tartışmalara, CHP'de bazı farklı isim ve görüşlerin yer bulmasına daha toleranslı bakması da zemini elverişli kılıyor. BİRİKİMİNİ FONDAN DA ÇEKİYORBaykal'ın töleransını sadece arkadaşlarına karşı değil, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili pek çok konuda da görmek mümkün. Erdoğan'ın Tunceli'ye gitmesini çok olumlu buluyor. Bir başbakanın tüm yurttaşları eşit gördüğünü göstermesinin önemine işaret ediyor, Erdoğan'ın oraya seçim alma hedefiyle gitmediğinden emin konuşuyor. ‘‘Başbakan'ın mitinglere kamu olanaklarıyla gitmesini eleştir’’ diyenlere de olumsuz yanıt veriyor. Ya meydanlardaki üslup ve Erdoğan'ın ‘‘Kemer altı vuruyor’’ demesi... Baykal, kemer altı iddiasını hiç kabul etmiyor, Erdoğan Ailesi'ne saygısını ifade ediyor. Bu iddianın Başbakan'ın çocuklarının işadamı bursu ile okutulmasından kaynaklandığını düşünüyor, ama o konuda net tavır almayı sürdürüyor. Bu durumu içine ‘‘sindiremiyor’’, ‘‘yanlış’’ görüyor ve hatta ‘‘kızıyor’’. Yoksa eleştiriyi çocuklarla ilişkilendirmiyor; aksine babasına her gün, ‘‘Mağrur olma’’ mesajı bırakan Bilal'i ‘‘Pırıl pırıl, akıllı’’ buluyor. Erdoğan'ın Alman Başbakanı ile maaşını konuşması ve geçinemediğini açıklamasını eleştirirken de Baykal'ın yüzündeki gerginlik görülmeli. Bu konuda çok hassas olan Baykal, Erdoğan'ın ‘‘O da borsada oynuyor’’ sözüne mali durumuyla ilgili ayrıntılı döküm yaparak yanıt veriyor. Borsada oynamadığı gibi, en kısa zamanda yatırım fonundaki 40 milyarlık birikimini normal hesaba aktarma kararını da açıklıyor.
button
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2004
<B>İKİ </B>hafta sonraki seçimler öncesinde meydan mücadelesinde CHP ve AKP arasındaki yarış giderek kızışıyor. AKP mitinglerinde takdim ve sunuculuk bir görevli eliyle yapılırken, CHP'de bu görev oldukça üst düzeyde, CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Sevigen tarafından gerçekleştiriliyor.
28 Mart öncesi meydanları geren, muhalefete yükleniş üslubu ile siyasi tansiyonu yükselten isim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan oldu.
Baykal da meydanlarda en çok Erdoğan'ın verdiği bu kozları kullanıyor.
Erdoğan'ın CHP'nin kökleri, maaşı, geçinip geçinemediği, şirketlerindeki konumu ile ilgili sözleri Baykal'ın konuşmalarının en önemli bölümlerini oluşturuyor.
Baykal, AKP'yi kendilerini ve akrabalarını kayırıcı kararlar almakla suçlamaktan da geri kalmıyor.
ERDOĞAN'IN MAAŞI
En büyük alkışı da konuşmasının bu bölümlerinde alıyor.
Başbakan'ın kendisinden iş isteyen üniversite mezunlarına, ‘‘Devlet kapısı, iş kapısı değil. Taşı sıksanız suyunu çıkarırsınız’’ dediğini anımsatan Baykal, ‘‘Memlekette gençlere sıkacak taş mı bıraktınız?’’ diye soruyor.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun mısır ithal etmesini, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın oğlunun gemi işletmesini, Erdoğan'ın şirketlerini örnek verirken esprili bir dil de kullanıyor; anlatımıyla kalabalığı epeyce güldürmeyi de başarıyor.
Baykal, dürüstlük şiarı ile iktidara gelmiş olan AKP'nin aksini yaptığını, kendi yandaşlarını kayırdığını söyleyerek muhalefet ediyor.
Erdoğan'ın meydanlarda halkı azarladığını söyleyen Baykal, kendi diyaloğunu, ‘‘Nasılsınız?’’, ‘‘Kota kalktı mı?’’, ‘‘Gübre ucuzladı mı’’, ‘‘Sütü, eti kaça satıyorsunuz?’’, ‘‘Yemin torbası kaça çıktı?’’, ‘‘Mazotun, benzinin fiyatı ne, hálá Avrupa'nın en pahalısını mı alıyorsunuz?’’ gibi sorularla kurmaya çalışıyor.
Karşılık da alıyor; alamadığını ise rakamları geçen yılla kıyaslayarak kendi veriyor.
Zaman zaman, meydandan gelen uyarıya göre konu değiştirmekten de çekinmiyor.
TEZKEREDEN OY ÇIKARMAK
Baykal, İspanya seçimlerinden de etkilenmiş görünüyor.
Türkiye'nin Irak savaşında yer almamasının CHP'nin tavrından kaynaklandığını belirterek, ‘‘Eğer bir tane milletvekilimiz hasta olup oylamaya katılmasaydı, bugün Türk askeri Irak'ta savaşıyor, 65 bin Amerikan askeri de Türkiye'de bulunuyordu. Bugün Suriye'de Kamışlı'da olanlar Türkiye'de de görülecekti’’ diyerek tezkereyi oya dönüştürmeye çalışıyor.
Meydanlara bakıldığında Baykal, miting sayısında Erdoğan'dan çok geride.
Buna pek aldırış etmeyen Baykal'ın, Erdoğan'ın aksine, partisinin gücünün gerisinde kaldığı izlenimini edinmek de zor değil.
Mitinglerde Erdoğan lehinde pek çok slogan yükselirken, CHP mitinglerinde daha çok hükümete yönelik tepkiler yükseliyor.
Ancak, meydanların gösterdiği bir başka olgu da, AKP başkan adaylarının partilerinin gerisinde kaldığı, CHP adaylarının ise partiye güç veren isimler olduğu.
Kullanılan dile bakıldığında ise Baykal daha uzun, Erdoğan daha basit cümleler kuruyor; Erdoğan, ara sıra yerel şiveye dönerken Baykal stilini değiştirmiyor.
Yazının Devamını Oku 15 Mart 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan,</B> 28 Mart seçimleri öncesinde meydan mitinglerine yüzü yıpranmamış, merak çeken lider olarak giriyor. Kendisini görmeye gelenler sadece AKP taraftarları değil; diğer parti destekçileri de AKP mitinglerine ilgi gösteriyor; ama onlar Erdoğan konuşmaya başladıktan hemen sonra alanı terk ediyorlar.
Benim de izlediğim Erzincan ve Şanlıurfa mitinglerinde de bu yaşandı.
Mitinglerde halkla karşılıklı diyaloğu seven Erdoğan, kampanyasında en çok, 1.5 milyon aileye yapılan kömür desteğinin, ilköğretim öğrencilerine bedava dağıtılan kitapların ve üniversite öğrenci burslarının; yani yardımların reklamını yapıyor.
ALKIŞI HAK ETME
Erdoğan, söylediklerinin doğru şeyler olduğuna inanıyor ve tümünün kabul görmesini bekliyor. Bu nedenle alkışı hak ettiği izlenimi veriyor.
Ancak alkış gelmeyince de şaşırıyor, bazen de kızıyor.
Erzincan'da da, ‘‘Erzincanlı çiftçiye bu yıl 17 trilyon lira verdik’’ sözüne alkış gelmeyince, şaşkınlığını, ‘‘Yahu burada çiftçi yok mu?’’ diye sergiledi.
Urfalı çiftçiye 194 trilyon gönderildiğini söylerkenki vurgusu da büyük alkış beklentisi içeriyordu; ama cılızdı.
Böylece her sözün beklentisini karşılayamadığını; ya da yapılan bazı uygulamalarda hedeflenen amaca ulaşılamadığını görüyor olsa gerek.
Paranın hangi tür çiftçiye gittiği sorusu da bunlardan biri.
AKP mitinglerinde geçmişteki alışık söylemler de diz boyu.
En önemlisi de hizmet vaadinin oya bağlanması.
Üniversite, Erzincanlı'nın 10 yıllık talebi ve vaatlere karınlar doymuş.
Erzincanlı, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de bunu en iyi bilenlerden biri.
Kürsüye çıktığında sadece bu konuya değindi; ancak ‘‘Kabinede Erzincanlı üç bakanız. Kabineyi iknaya çalışacağız; ama yanımızda belediye başkanı olmazsa olur mu?’’ diyerek vaadi AKP adayının seçilmesi şartına bağlıyordu.
‘‘Oy vermezseniz üniversite de yok’’ demenin açık ifadesiydi, bu.
HEYECAN DALGASI
Erdoğan'ın meydanları eskisi kadar heyecanlandırmadığı da gözleniyor.
AKP'ye oy veren seçmen, maaşı, şirketleriyle bağı, seçim gezilerinde kamu olanaklarını kullanması konularında Erdoğan'la hemfikir değil.
Erdoğan'ın, öncekilerden farklı davranmasını beklediklerini söylüyorlar.
Erdoğan'ın bazı vatandaşları azarlaması konusunda ise buna katılan kadar, bunun samimi bir iletişim yolu olduğunu düşünenler de var.
Erdoğan, meydanlarda yöresel ifadeler kullanarak, basit cümleler kurarak seçmenin gönlünü almayı da çok iyi beceriyor.
Şanlıurfa'da, kendisine sevgi gösterisi yapan birine, ‘‘Başşım gözümm üstüne; ben de seni seviyorum’’ yanıtı verirken de bunu gösteriyordu.
Erdoğan konuşmalarının neredeyse yüzde 90'ını da o ilin sorunlarına ayırıyor.
Bu yıl içerisinde gönderilen ve gelecek yıl için ayrılan ödeneklerin ayrıntılı dökümünü veriyor.
Böylece genel söylemini yerel hizmetle tamamlıyor.
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2004
<B>KADIN </B>adaylar için 28 Mart seçimi önceki seçimlerden farklı olmayacak. Kadın aday azlığına en çok üzüldüklerini ifade edenlerin başında da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile eşi Emine Erdoğan geldi.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Necati Çetinkaya da aynı duyguları paylaştı.
Kadın konusunda en duyarlı parti olması gereken CHP ise utangaç bir sessizlik içinde kaldı.
İstanbul adaylarını 8 Mart'ta tanıtan Deniz Baykal'ın, bu güne atıfla kadınları kutlarken podyumdaki 35 CHP adayından sadece birinin kadın olması kara mizahtan başka bir şey değildi.
En fazla üzüntü beyanı yapılan AKP'deki açıklamalar ise çarpıcıydı.
Başbakan, ‘‘Anlaşılıyor ki kadınları güzellikle öne çıkarmak mümkün değil’’ derken, Çetinkaya da, ‘‘Maalesef erkek egemen teşkilatlar kadına izin vermiyor’’ yaklaşımını sergiliyor ve bundan sonra Genel Merkez olarak konuya ağırlık koyacaklarını söylüyor.
SAYGIN NİYE ADAY OLMADI?
Çetinkaya, ‘‘Bazı kadınlara teklifi siz yapamaz mıydınız?’’ sorumuza da, ‘‘Bu da doğru bir yöntem değil. Çünkü o zaman da teşkilatlar karşı çıkıyor. Çare, kadınları teşkilatlardan başlayarak öne çıkarmak. Biz de bundan sonra onu yapacağız’’ yanıtını veriyor.
Işılay Saygın'a bizzat AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın İzmir adaylığı teklifi yapması Çetinkaya'nın sözleriyle çelişmiyor.
Saygın bir istisna; ama ‘AKP ve kadın’ konusunda ilginç de bir örnek.
Çünkü, Erdoğan'ın, Saygın'a adaylık teklifi yapmasından hemen sonra, AKP'de, ‘Saygın, 28 Şubat sürecinin parçasıydı’’ derin kulisi başlıyor.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in daveti üzerine Başbakan'la buluşan Saygın, İzmir'e döndüğünde kulislerden hemen haberdar oluyor.
Saygın da, o andan itibaren filmi 28 Şubat'a doğru geri sarıyor.
Refahyol hükümetinin Devlet Bakanlığı'ndan istifasının gerekçesi olan ‘Aileiçi Şiddetin Önlenmesine Dair Tasarının’ görüşmelerini anımsıyor.
‘KOCA DÖVER DE SEVER DE’
Aileden sorumlu Devlet Bakanı sıfatıyla sahibi olduğu tasarıya Çetinkaya'nın, ‘‘Bu tasarı eşrefi malukata zarar verir’’ diye, bugün önemli bir görevde bulunan bir AKP'linin de, ‘‘Canım, adamın karısı değil mi; döver de sever de’’ sözleriyle karşı çıkışları kulaklarında çınlıyor.
İşte o an, kadın kimliği siyasetçi kimliğinin önüne geçiyor.
Teklifi, Erdoğan'daki değişimin samimi işareti olarak görse de, ‘‘Bu kadroyla ortak hareket zor’’ kanısına ulaşıyor ve ‘‘aday değilim’’ ilanı veriyor.
Saygın örneğini, Erdoğan'ın kadın konusunda daha somut adım atmasının somut işareti sayan pek çok kadın önderleri var; bir de önerileri:
‘‘Başbakan, türbana atıfla devletin kadına karşı ayrımcılık yaptığını söylüyor. Kendisi hükümetin başı. Bazı önemli kademelere kadın bürokrat atayarak, aykırı örnek olabilirdi.’’
KADER Başkanı Bilge Dicleli ise kadın aday konusuna, ‘‘Erdoğan da Baykal da ağlamasınlar. Her şey ellerindeydi. Kadın muhtar adayı yüzde 200 arttığı halde diğer adaylar niye artmıyor diye düşünsünler’’ yaklaşımı getiriyor.
Dicleli, ‘‘Bu toplumda mülkiyetin yüzde 90'ı erkek elinde. Bunu görüp, hiç değilse aday aidatlarına göz yummasalardı ya’’ ilavesini de yapıyor.
Yazının Devamını Oku 8 Mart 2004
Anayasa'da yer alan ‘‘Uluslararası anlaşmalar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz’’ ibaresine şu cümle eklenecek: ‘‘Anayasa ile çatışması halinde uluslararası anlaşma esas alınır.’’ Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in ifadesiyle, Türkiye, AB konusunda artık Anayasa değişikliği olmadan adım atacak durumda değil. Çünkü Çiçek'e göre, mevcut Anayasa AB müktesabatına uymuyor.
Çiçek, Türkiye'yi denetimden çıkaran Avrupa Konseyi'nin ‘Anayasa’ vurgusuna da dikkat çekiyor.
Çiçek, bütün bu gerekçelerle, ‘‘Yarın onlar demeden, biz ne gerekiyorsa yapalım; ama hep birlikte yapalım’’ diyor.
Çiçek, bu sözleri AB ile ilgili bürokratların hazırlayıp iktidara sunduğu Anayasa değişikliği paketiyle ilgili sorularımız üzerine söylüyor.
Türkiye'nin aralık ayı öncesi son kararlılık göstergesi olan Anayasa paketi, üzerinde daha çok konuşulacak düzenlemeler içeriyor.
Anayasa'nın 10'uncu maddesine, ‘‘Devlet, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olmasını fiili olarak gerçekleştirmek için hukuki ve idari düzenlemeler dahil, gereken tüm önlemleri alır’’ cümlesi eklenerek kadın erkek eşitliği Anayasa hükmü yapılıyor.
Böylece, AB'deki bazı çevrelerde oluşan ‘Müslüman toplumlarda kadın erkek eşitliği sağlanamaz’ şeklindeki kanının silinmesi hedefleniyor.
Mevzuattan ölüm cezasını tamamen silmek amacıyla, Anayasa'nın 15, 17, 38 ve 87'inci maddelerinde ölüm cezasına atıf yapan bölümler kaldırılıyor.
ANLAŞMALAR ANAYASADAN ÜSTÜN
Basımevi ve eklentilerin zapt ve müsadere edilmesine olanak sağlayan 30'uncu maddedeki bu hüküm de kaldırılırken, 38'inci maddedeki, ‘Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez’ cümlesinin başına, ‘‘Uluslararası Ceza Divanının gerektirdiği haller dışında’’ ilavesi yapılarak ABD'ye karşı AB tercihi ortaya konuyor.
Çünkü; AB Divanı, kendi çocuğu gibi görürken, ABD karşı duruş içinde.
Paketin can damarı, önceki hükümetin Meclis'ten son anda geri çevirdiği uluslararası anlaşmalarla ilgili 90'ıncı maddedeki değişiklikte atıyor.
‘‘Uluslararası anlaşmalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz’’ ibaresiyle biten madde, ‘‘Anayasa ile çatışması halinde uluslararası anlaşma esas alınır’’ şekline getiriliyor.
Bu ibare, Türkiye'nin egemenliğini AB ile paylaşmayı kabul ettiğini, bunu anayasasına da koyarak somutlaştırdığını teyit edecek.
Paket, YÖK'ten Genelkurmay temsilcisinin çıkarılması, DGM'lerin kaldırılması, Silahlı Kuvvetlerin Sayıştay denetimine girmesi için gereken düzenlemeleri de içeriyor.
Cemil Çiçek, bütün bu düzenlemeleri uzlaşma içinde yapmak istediklerini belirtirken, ‘‘Yargı ve başka kurumların da Anayasa önerileri var. CHP ile oturup konuşarak bu işi bitirmek isteriz’’ dedi.
AKP'NİN AR-GE BİRİMİ DE PAKET HAZIRLADI
Gözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk de bu kurumlardan AKP'nin AR-GE biriminin hazırladığı Anayasa önerisini ortaya koydu.
AKP'nin paketine göre de, Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatı Yargıtay Ceza Dava Daireleri Genel Kurulu'na verilirken, Yüksek Mahkeme üyelerinin seçiminde yargının belirleyiciliği artırılıyor.
Cumhurbaşkanı'nın üye seçme ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı atama yetkileri kısıtlanarak savcı seçiminde etkinlik Yargıtay'a bırakılıyor.
HSYK üyelerinin seçimini de yargıya bırakan paket sivil yargı-askeri yargı ayrımını ortadan kaldırmayı hedefliyor.
Bu amaçla Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’yle Askeri Yargıtay lağvediliyor; ancak aynı görev, Danıştay ve Yargıtay bünyesinde askeri yargıçlardan oluşan dairelere devrediliyor.
Milletvekili ödeneklerine zam yapılmasıyla, vekillerin işlerine devamını olanaklı kılan AKP paketi, Terörle Mücadele Kanunu’na göre sanık olan kamu görevlilerinin hem tutuksuz ve gizli yargılanmalarına son veriyor, hem de soruşturma ve yargılanmalarını zorlaştıran hükümleri yumuşatıyor.
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2004
<B>3 </B>Kasım seçimlerinin galipleri AKP, CHP ve Genç Parti oldu. Meydanlarda da bu partilerin liderleri vardı. Çok gezen, çok oy aldı dense yeridir.
Medya ne kadar geniş bir kesime ulaşma olanağı sağlasa da liderlerin halkın ayağına gitmesinin yarattığı etkinin sonuçlarıydı bunlar.
Üç parti liderlerinin o dönemki performansına bakıldığında, bu durumu en iyi Recep Tayyip Erdoğan ile Cem Uzan'ın değerlendirdiği görülebilir.
Erdoğan, AKP il başkanlığı binalarının açılış törenleri de dahil olmak üzere 80 ili gezmiş, 50'den fazlasında meydan mitingi yapmıştı.
Erdoğan'ın gitmediği tek il, ki hálá da öyle Tunceli olmuştu.
GP Genel Başkanı Cem Uzan ise 42 il, 47 ilçede miting yapmıştı.
Her iki lider 3 Kasım'dan bu yana da 50'den fazla ile ulaştılar.
EN AZ GEZENİ BAYKAL
Deniz Baykal'ın performansı ise biraz daha farklı.
Partisi, 3 Kasım öncesi Meclis'te temsil edilmediği halde, Ankara'yı en geç terk eden liderden biri Baykal olunca, ancak 30 ilde miting yapabildi.
Baykal'ın 3 Kasım'dan bu yana gittiği il sayısı da, defalarca gidilen Antalya hariç tutulursa, 30 civarında.
Bu süre içerisinde Erdoğan 50, Uzan 36 il, 42 ilçe gezmişti.
Şimdi yeni bir seçim dönemindeyiz.
Bugün itibarıyla Erdoğan 16 ile, Uzan 14 il ve 15 ilçeye gitti. Baykal ise şu ana kadar 4 ile gezi yaptı.
Erdoğan, seçim gününe kadar bir yandan Başbakanlık trafiğini yönetecek; konuk ağırlayacak, yurtdışı gezilerine çıkacak, öbür yandan 54 il gezecek.
Uzan, en az 40 ilde halkın karşısına çıkmayı planlamış durumda.
Baykal'ın hedefinde, neredeyse Erdoğan'ın yarısı kadar olan 30 il var.
Bu seçimde yarışa DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın da katıldığını ve bu zamana kadar gittiği 8 ili 50'nin üzerine çıkarmayı planladığını belirtmeli.
BAYKAL'IN ÇITA SORUNU YOK
Bir yandan anamuhalefet, diğer yandan varlığı ciddiye alınan tek sol parti olması nedeniyle CHP'nin performansına özel vurguyu doğal görmeli.
Bu nedenle beklenti; Baykal'ın 3 Kasım sonrası da, bu seçim öncesi de, en çok dolaşan, halka en çok giden lider olmasıydı.
Medya röportajları mutlaka önemliydi.
Bunu Erdoğan da yapıyor; ama Baykal'dan beklenen bundan da fazlası.
Gerekçesi de, demokrasi için daha güçlü bir muhalefet arzusu.
Tabii bu beklenti sahiplerinin CHP'yi, genel başkanından daha fazla düşündüklerini ileri sürmek söz konusu olamaz.
Bu nedenle Baykal'ın, CHP için en doğrusunu yaptığı düşünülmeli. Ancak, kendisinin bu seçimde bir çıta sorunu olmadığı da biliniyor.
Baykal, 28 Mart'ta CHP oylarının yükselmesi veya düşmesinin kendisinin konumu açısından bir sonuç yaratmayacağını bize de ifade etmişti.
CHP'nin bazı anketlerin aksine iyi sonuç alacağını da vurgulamıştı.
Sonuç böyle olursa ne álá; ancak CHP olumsuz bir sonuçla karşılaşırsa kendisinin bile morali bozulabilir.
‘‘CHP tabanıyla sol kamuoyunun morali ne olur?’’ sorusuna gerek bile yok.
Baykal'ın da bundan etkilenmemesi düşünülebilir mi?
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2004
<B>SOL </B>partiler yerel seçimlerde en ilginç sonucu Ankara'da alacak. Seçimin aday sayısının teke indirilmemesi nedeniyle kaybedilmesi halinde adaylar, iki bedeli birden ödemekle karşı karşıya kalacak.
Yeni bir hezimetin nedeni olarak görülecekleri gibi, sol seçmenin ‘‘öfke’’ haline gelen kızgınlığı da onlara yönelecek.
Çünkü; sol seçmen Ankara'da, tercihini kazanma bilinciyle yapıyor.
1999 seçiminde DSP oyları 600 bini aşmışken adayı 169 binde kalmış; oyu 250 bine yakın olan CHP'nin adayı Murat Karayalçın 512 bin oy almıştı.
Bu seçmen, o seçimin 30 bin farkla kaybedilmesini unutmuş değil.
SHP adayı Murat Karayalçın da, CHP adayı Yılmaz Ateş de bunun farkında.
Ancak her ikisi de özveriyi karşı taraftan bekliyor.
‘KARAYALÇIN İÇİN BEKLEDİK’
Karayalçın, ‘‘Partinden istifa et, gel bizden aday ol’’ çağrısını hiç gerçekçi bulmadığını belirtiyor. Ateş ise, ‘‘Oyu yüzde 4 olan partilerin yüzde 31'i aşmış CHP'ye, ‘bizi destekle' demesi mantıklı mı? Buna rağmen sırf Karayalçın gelir diye adaylığımız son ana kadar bekletildi’’ diyor.
Karayalçın, önseçim çağrısını da ‘‘iyi niyet’’ diye sunuyor ve 1999’da aynı öneriyi DSP'ye yaptığında Deniz Baykal'dan destek aldığını açıklıyor.
Ateş ise ‘‘Ön seçim aynı partinin aday adayları arasında olur’’ diyor.
Karayalçın'ın ‘‘Bana bu görevi Ankaralı veriyor’’ sözlerine karşın Ateş, görevi partisinden aldığını vurguluyor.
Ateş, Karayalçın'ın ‘‘Ankaralılık’’ vurgusunu, ‘‘Başbakanlık sevdası için önce Adıyaman, sonra Samsun'dan adaylığı niye?’’ sorusuyla karşılıyor.
Başbakanlık hedefinin eleştirilmesini yadırgayan Karayalçın, ‘‘Seçilmesi halinde ilk milletvekili seçiminde aday olmama’’ sözü de veriyor.
Ateş, ‘‘Bu sevdası Ankara'ya 10 yıllık zulme neden oldu’’ dese de Karayalçın 1999'da aldığı sonucu oldukça başarılı buluyor.
Ancak, sol seçmen ne bu sözlere ne de gerekçelere itibar edecek değil.
Seçim yaklaşıp, önseçim olmasa da anketler ortaya çıktıkça, adaylardan biri üzerindeki ‘‘çekil’’ baskısının dayanılmaz hal alacağı kesin.
Bu baskıya direnen aday, bedeli de şimdiden göze almak durumunda.
VALİ: HUKUKSUZLUK YOK
Perşembe günkü, Birtan Altıntaş davasıyla ilgili yazımızı, CNN Türk'tenBarçın Yinanç'ın Türkiye'ye duyurduğu ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'in Abdullah Gül'e yazdığı mektup nedeniyle ikinci kez yazmak durumunda kaldık.
Acelecilik sonucu atıf yapamadığım arkadaşımız Yinanç'tan özür dilerim.
Yazımız nedeniyle salı günü aradığımız, ancak yanıt alamadığımız Sivas Valisi Hasan Canpolat cuma günü aradı.
‘‘Bu davanın sanıklarından birinin kayınpederim olması hiçbir sonuç yaratmaz’’ diyen Canpolat, benzer binlerce dava olmasına rağmen neden bu davanın öne çıkarıldığını sordu.
Asıl Powell'a, ‘‘Neden mahkemeye baskı yapıyorsunuz?’’ diye sorulması gerektiğini savunan Canpolat, kayınpederinin 20 yıl terörle başarılı bir mücadele yaptığını, bu nedenle terör örgütlerinin hedefi olduğunu söyledi.
Mahkemeye en çok giden ismin kayınpederi olduğunu da anlatan Canpolat, ‘‘Gelecek davaya da gidecek. Ama, gıyabi tutuklulardan hiç söz eden yokken neden sadece benim kayınpederim gündemde?’’ diye sitemde de bulundu.
Yazının Devamını Oku