İşte bu noktada faizin hangi koşullarda bir “Nas” olduğu ve “haram” sayılacağı tartışmaları tekrar gündeme gelecek.
Bazı İslami otoritelere göre Kuran’da yasaklananın faiz değil “riba” olduğu ifade ediliyor. Onlara göre, bir borç-alacak ilişkisi olmadan faizden söz edilemez. Böylesi ilişkide, verdiğinden fazlasını almak “haram” olarak ifade ediliyor. Kuran “artan fazlalığın” bırakılmasını emrediyor. Artan fazlalık ise elde eden nezdinde oluşan reel getiridir diye değerlendiriliyor. Bu manada, “kâğıt paranın” bir mal olmadığı, değer kaybının faiz adı altında telafi edilmesinin haram addedilmeyeceği, ifade ediliyor.
Ancak, yasak olanın “katlamalı (bileşik) faiz” olduğu, bu halde değer kaybını aşan fazlalığın haksız bir “sömürme” yarattığı, bunun da “riba” sayılacağını belirtiliyor. Riba’nın “tümsek” anlamında “rabbe”den geldiğini bir ek bilgi olarak belirtelim.
Özetle; yüzde 15 olarak açıklanan TCMB gösterge faizi enflasyonun altındadır, bu haliyle alacaklıyı mağdur edebilecek bir seviyedir ve ribaya hayli mesafelidir.
Esasında gecekondu ve eskimiş yapılar daha ziyade büyük kentlerin sorunudur. İstanbul, toprağın aşırı kıymetlenmesine paralel kentsel yenilenmede daha hızlı mesafe alabildi. Sultanbeyli, Başakşehir, Beylikdüzü, Zeytinburnu... bambaşka çehreye bürünüyor. Ankara bile gecekondularını hızla tasfiye ediyor. Pursaklar bizim Yeşildere’den farksızdı. Çukurambar’ın bu hali inanılmaz.
Deprem gerçeği İzmir ve İstanbul’un başında demokrasi kılıcı gibi sallanıyor. Bu noktada mevzuat hazretlerinin kısıtlayıcı koşulları mutlaka kolaylaştırılmalı. Eğer insanların binaları dönüştürecek yeterli birikimi yoksa, ki ana sebep budur, imalat maliyetini yüklenecek müteahhitlere cazibe yaratılması tek çözümdür.
Paylaştığımız fotoğraf aynı karede iki ayrı dünyayı resmediyor.
---------------
KEMAL ZORLU
BU yıl mart ayının sonlarında kaybettiğimiz Kemal Zorlu sürekli dostları arasında anılmaya devam ediyor. Hemen her gün çok hoş bir Kemal Zorlu anektodu duyuyoruz.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bile “düşük faiz” politikasına devam edileceğini söylemişti. Hiç şüphesiz uzun vadede her ülke faizlerin düşürülmesini planlar. Cumhurbaşkanı herhalde böyle bir “hedefi” vurguladı. Aksi durum, ortodoks iktisat politika anlayışını temsil eden Mehmet Şimşek’in atamasını anlamsız kılar. Nitekim Şimşek de mevcut uygulamalardan vazgeçileceğini açıklamıştı.
Bakan Şimşek’in ilk icraatı herhalde Merkez Bankası, TÜİK, SPK ve benzeri kurumların yönetici kadrolarında değişiklikler yapılması olacaktır. Heterodoks yönetim anlayışı acil ihtiyaçları yama formüllerle çözme üzerineydi. Alışılmadık ve ekonomi literatüründe duyulmamış yöntemlerle, “yanlış, başka bir yanlışla tedavi edilmeye” çalışılıyordu. Ülke risk primini gösteren CDS’ler 700 puanlar seviyesine ulaşmıştı. Halen; krediye erişim yine çok sorunlu, döviz sıkıntısı had safhada, net rezervler ekside, faiz ve dövizde çift fiyat oluşmuş, kamunun açıkladığı faiz ve enflasyon oranları gerçeklikten kopmuş, dış yatırım hatta sıcak para ülkeden kaçıyor, bütçe muazzam açık veriyor... Özetle Sayın Şimşek çok zor bir noktadan görevi aldı.
Atanmasını piyasalar çok iyi karşıladı. CDS’ler bile 500’ler seviyesine geriledi. Bakan dengeleri hassasiyetle gözeterek uygulama yapma durumunda. Örneğin Kur Korumalı Mevduat 120 milyar doları hayli aştı. TCMB’nin net rezervlerinin (-)75 milyar dolarlara ulaştığı bir ortamda KKM’nin tasfiyesi fiili imkansızlık içeriyor.
Mehmet Şimşek’ten beklenen öncelikli olarak güveni tesis etmesi ve beklentileri karamsarlıktan olumlu hale dönüştürmesi. Bazı çözüm uygulamaları belki iki- üç yıla yayılarak alınmalı. Süreci kuyumcu titizliği ile yönetememek o hep korkulan büyük tahribatlara neden olabilir. Neticede Mehmet Şimşek tecrübeli ve liyakatli bir kaptan. Tehlike sinyalleri veren gemiyi tekrar sakin sahillere getirebilecek bir kişi. Onun ve ekibinin kararlılıkla işe girişmesi beraberinde “acı reçete” leri de kaçınılmaz olarak gündeme getirecektir.
Umarız siyasi irade de yeni ekonomik programların arkasında kararlılıkla durur.
O, bu toprakların aşığıydı. Türkiye pasaportu övünç kaynağıydı. Tam manasıyla bir Türk vatandaşıydı. Aynı zamanda ait kimliklerini gururla taşımasını bilirdi. İzmir Yahudi Cemaati’nin onur başkanıydı. Tüm bahse konu değerlerden beslenen “insan” kimliği, onu, ülkenin şu kutuplaşmış ortamında dahi herkesin sevdiği bir örnek birey konumuna taşımıştı. Dostları arasında her daim çok sevilir ve saygı duyulurdu. Konu; kültür, sanat, eğitim, sağlık, spor ise bir destek ihtiyacı söz konusu olduğunda ilk müracaat edilen Moris Bencuya olurdu.
Hiç kimseyi geri çevirmezdi.
Moris beyin hayran olduğum diğer bir kişilik özelliği, bulunduğu ortamı anında keyiflendirmesiydi. O anlarda içindeki “haşarı çocuk” ortaya çıkar, etrafındaki herkesi mutluluk büyüsüne dahil ederdi. Cenaze töreni tam ona yakıştığı şekilde geçekleşti. Altındağ’da, vaktiyle yeniden düzenlenmesinde çok ciddi katkı yaptığı Yahudi Mezarlığı ve Sinagogu’nda çok kalabalık bir katılımla uğurlandı. Törende sevgili Tunç Soyer başta olmak üzere çok sayıda İzmirli hazır bulundu. Başkan Soyer yaptığı kısa konuşmada Moris Bencuya’nın adının İzmir’de bir cadde veya benzeri bir yere verileceğini ifade etti. Yanı sıra; Hahambaşı’lıktan gelen mesaj, Moris beyin iki kız torununun konuşmaları ve ailenin tarafıma verdiği büyük onurla benim de kısa bir hitabım söz konusu oldu.
Müsaadenizle benim yaptığım konuşmayı burada da paylaşmak istiyorum.
“Çok kültürlü kent kimliğimizin yaşayan simge ismiydi Moris Bencuya. Otistik çocukların Moris amcasıydı. Erişilmez yardımseverliği ve her daim iyilik ışıkları yayan müthiş enerjisi ile gönlünün uzanabildiği her yeri aydınlatırdı. Moris bey bilindiği üzere çok başarılı bir iş insanıydı. Ama onu farklı kılan, tanıyan herkesin hemen hissettiği, doğasından gelen ‘kalbi’ özellikleriydi. Mutluluğun paylaşmaktan geçtiğini Moris Bey kadar içselleştirmiş insan çok azdır. Hayattan her daim keyif almaya çalışırdı. Moris beyle beraber olmak, onun ‘paşam’ diye başlayan hitabıyla özel çekim alanına dâhil olmak demekti. Orada; insani duyarlılık, zarafet, nezaket, neşe ve mutluluk vardı. Sevgili Bencuya aynı zamanda bir sanatsever, sivil toplumcu, Altay ve Beşiktaş aşığı, muhteşem bir aile babası, gerçek bir İzmir ve Osmanlı beyefendisiydi. Kendisini katıksız bir sevgi ve özlemle anıyoruz.”
İyi ki vardınız Bay İzmir, çok sevdiğiniz bu kenti varlığınızla zenginleştirdiniz. Huzur içinde dinlenin, hemşehrileriniz sizi unutmayacak.
Nitekim an itibari ile rakamlar büyüdükçe büyüyor. Artan döviz talebini bastırmak için bankalara TL cinsinden uzun vadeli ve düşük faizli hazine tahvili verme “ceza sopası” ile onların müşterilerini ikna etmeleri isteniyor. Pek çok banka yaptırımlara muhatap olmamak için müşterilerini KKM’ye geçişte dövizlerine yüzde 50’lere varan yıllık peşin faiz önermeye başladılar. Rakamlar 125 milyar dolar mertebesine ulaşmasına rağmen talebi düşürmeye kifayet etmiyor. Bu defa bankalar nezdinde bulunan Türk Lirası’nın dövize yönelmesini önlemek için kredi kısıtlamaları getirilmeye başlandı. Halen serbest piyasada döviz ve faizler resmi fiyatlarının hayli üstünde seyrediyor.
Hani yine “ortodoks” yöntemlere geri dönülmeye kalkılsa, TCMB rezervlerinin seviyesi KKM uygulamasından geri dönüşü kısa dönemde mümkün kılamayacağı açık. Şu anda, kişilerin kendi hesaplarında bulunan, bırakın dövizi, TL talep edildiğinde bile bankalar ciddi zorluk çıkartıyor. İş dünyası üretim ve satış planlamaları yaparken ihtiyacı olan ithalat dövizini temin edip edemeyeceği hususunda tedirgin olmaya başladı.
Pek çok ekonomist büyük bir kriz öngörüsünde bulunuyor. Üst yönetim, uygulanan politikaların doğru olduğunu, faizlerin düşürülmesinin enflasyonu aşağıya çekmeye başladığını ısrarla ifade ediyor. Ancak piyasaların genel görünümü; bu yönetim anlayışının “sürdürülemez” olduğunu gösteriyor. Piyasalar finansmana erişim konusunda çok büyük zorluk içinde.
Özetle; ekonomide derin bir “darboğaz” yaşanıyor. Analistler; bankacılık sisteminde döviz mevduat yükümlülüğünün 212 milyar dolar, yurtdışı borçlarının 95 milyar dolar olduğu bir ortamda nakit mevcudunun sadece 23 milyar dolar olduğunu belirtiliyor. TCMB’nin net döviz pozisyonunun (-) 75 milyar dolar olduğu biliniyor. Seçim sonrası kim kazanırsa kazansın ekonomi yönetiminde yeni yüzler ve yeni bir program elzem gözüküyor. Türkiye dinamik bir ülke, her şeye rağmen rasyonel kararlarla çabuk toparlar. Aksi halde ateşlenmiş fitilin üzerinde oturduğumuz dinamit fıçısına iştahla yaklaştığını belirtmek gerekiyor. Kanaatimiz odur ki seçim sonrasında siyasi gelişmelerden bağımsız, piyasa gerçeklerine uyumlu bir geçiş mutlaka beklenmelidir.
Cumhurbaşkanlığının ikinci tur oylaması haftaya eda ediliyor.
Parlamento seçimleri ise tamamlandı.
Neticede bu ülke 75 yıllık bir geçmişi olan demokrasisini işletti.
Milli iradenin teşekkül etmesi ne ölçüde bir başarı ise, maalesef seçim süreçlerinin sert bir tonda geçmesi de artık yorucu geliyor
Siyası dengelerin yarı yarıya olduğu bir ortamda memleket bütünlüğü açısından bir arada yaşamak en net gerçekliğimiz.
Bu sebeple, hiçbir taraf diğerini “cennet- cehennem, aydınlık-karanlık...” benzeri ikilemlerle sıkıştırmamalı.
Sandık heyecanı sebebiyle demokrasinin o kendine özgü soluğu, hele mayıs ayında, insanları mutlu etti hatta tazeledi, diyebiliriz. Esasında toplumsal iradenin belirleyici gücü, siyaset üzerindeki ağırlığı keşke her bir yılın her gününe yayabilse. Bunun yolu hayatın her alanında sivil inisiyatiflerin gelişmesinden geçiyor.
Siyaset, şimdiki haliyle maalesef “5 yıllık bir vekâletname aldım, siz artık kenarda durun” demekte. Oysa halk ağırlığını her an göstermeli. Mahalle, ilçe, şehir veya ülke, her ölçekte yaşamları doğrudan etkileyebilecek kararlar vatandaşların mutabakatıyla uygulanmalı. Neyse, burası neticede bir Ortadoğu coğrafyası. 75 yıldır kendince sürdürdüğümüz yarı aksak bir demokrasimiz var. Hiç olmazsa “Senede bir gün” şarkısı gibi bir “onay demokrasisi” ni becerebildik. Ancak kendimize haksızlık yapmayalım, bu hakkımızdan da asla vazgeçemeyiz.
Kimse” sandığı” bu ülkede bir kesintiye uğratamaz.
Hayalimiz, demokrasi denilen insan odaklı oyunun tüm kurum ve kurallarıyla toplumun kılcal damarlarında yaşanır hale gelmesi. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında umarız güzel ülkemize bu kaliteyi de kazandırırız.
Bugün maalesef bu kenti dünyalı yapan çeşitliğimiz korunamamıştır. Halen az sayıda Yahudi, Levanten ve Rum nüfusumuz bir zamanlar sahip olunan çok kültürlü kimliğin bugüne ulaşmış, pamuklara sararak koruduğumuz yurttaşlarımızdır. 8500 yıllık kentimizde Çaka Beyler de Türk kimliğimizin tohumlarını atmışlardır. Bu geçmiş de hiç şüphesiz temel kimliğimiz, onur ve gurur kaynağımızdır.
Özetle, 100 yıl öncesine kadar bir imparatorluk şehri olan İzmir, gavurluğundan yüksünmez. Bu tanımlamaya milli bir hassasiyet duygusuyla yaklaşmaz, tehdit olarak hiç görmez. Ötesinde, kaybolmaya yüz tutmuş kültürel zenginliğine bir hasret ifadesi olarak hüzünle hatırlar.
-----
KARARINDA SEÇMEN
ÜLKEDE ana gündem belli; Seçimler... İnsanlarımızın bu konuda görüşleri muhtelif. Konuşuyorlar ve değerlendirme yapıyorlar. Sıradan insanların ilgi alanları sadece seçimlerden ibaret değil. Süper Lig, TV dizileri, geçim gailesi gibi konular hayat desenlerini oluşturuyor. Ama bazıları var ki, tuttukları parti ile ilişkilerini tutkuya dönüştürmüş durumdalar. Onlara göre seçimleri karşı tarafın kazanması tam bir kâbus senaryosu. Hatta “dünya sonu” bile denilebilir. Hoşlarına gitmeyen bir yoruma rastladıklarında sinirleniyorlar. Sadece kendilerini mutlu eden haberlere ilgililer.