Sevgili Manitas ilk tekliniz ‘Olsun’la Alternatif ve Synthpop Türkçe Müziğe yepyeni bir soluk getirdiniz. Şarkının dinlenmeleri nasıl gidiyor? Bu türe olan ilgi konusunda neler söylersiniz?
Öncelikle bu yorumunuz bizi çok mutlu etti, çok teşekkür ederiz. Bu görüşte olan müzik severlerin olması heyecan verici. Başından beri dinlenmeler üzerine kendimizde bir beklenti oluşturmamaya çabaladık çünkü bu sadece bir başlangıç. Bir süredir genel anlamda elektronik altyapılara olan ilgi ve üretim artıyor. Ülkemiz de bu türe küresel seviyede isimler kattı. Ama biz bir şekilde bu akım içerisinde akışkan olabileceğimize inanıyoruz. Ana tür olarak çok değişmese de alt türler açısından farklı parçalar ortaya koyarak, işbirlikleri yaparak müzikal anlamda yeni yerler keşfedebiliriz.
İsim hikayelerini hep merak ederim siz iki kadın müzisyen bir araya gelerek bu ikiliyi kurduğunuz için mi Manitas?
Evet, vardığımız nokta tam olarak öyle. Ama ismin ilham kaynağı Roma (Alfonso Cuaron) filminden kısa bir replik. Daha sonra biraz dönüştürerek ‘kızlar’ olarak çevirebileceğimiz yeni bir kelime yarattık. Diğer yandan, direkt İspanyolca karşılığını arayanlar ‘küçük eller’ çevirisiyle karşılaşacak.
2014 yılında kuruldunuz ama ilk çalışmanız ‘Olsun’u bu yılın ağustos ayında dinleyiciyle buluşturdunuz. 2014’ten bugüne geçen bu süreçte neler yaptınız?
Biz 2014 yılında tanıştık ve çok kısa sürede aramızda güçlü bir dostluk ve bağ oluştu. Birlikte müzik yapmaktan, üretmekten çok keyif aldık. Amatör olarak şarkılar yazmaya ve bestelemeye bu dönemde başladık. O zamanlar henüz bir ismimiz yoktu. İlk şarkımız ‘Olsun'un dinleyicilerle buluşma vakti bu zamana kısmetmiş demek ki. Bundan sonra çok ara vermeden yeni şarkılarda buluşmaya devam edeceğiz.
Benim İkiye On Kala ile tanışmam ‘Ben Bu Kafayla Napıcam’ şarkısıyla oldu. O gün bugündür takip ederim kendilerini. Uzun zamandır aklımdaydı bu röportajı yapmak. Harekete geçmem neden bu kadar zaman aldı diye düşünürken Gandalf ve Frodo arasındaki şu diyaloğu hatırladım. Frodo, Gandalf’a “Geç Kaldın” der, Gandalf da “Bir büyücü asla geç kalmaz, erken gelmediği gibi. O hep tam zamanında gelir” diye cevap verir. Evet evet anladınız siz onu her şey tam olması gerektiği zamanda olur. Bu güzel röportajın da vakti de şimdi gelmiş demek ki.
Sevgili İkiye On Kala bütün yaz hepimizin kafasında ‘kentsel dönüşümler’ yaşandı. Ama sanmayın ki ben sizi ‘Kafamda Kentsel Dönüşümler’le tanıdım. Gururla söyleyebilirim ki sizi ‘Ben Bu Kafayla Napıcam’ şarkınızla tanıdım. Şarkıyı ayrı sizi ayrı sevdim. Ha dedim işte tam benim kafalar. Ve gerçekten de bazen bu kafayla n’apacağımızı bilemiyoruz. Siz şarkıda soruyu sordunuz peki cevabı da buldunuz mu?
Merhabalar, öncelikle ilginiz için teşekkür ederim. Cevabı tabii ki bulamadım. Anlatmaya çalıştıklarımın ya da sorduklarımın karşılığını alırsam sanırım o gün şarkı yapmayı bırakmış olurum. Şimdilik görünüyor ki aynen devam.
İzmir’den İstanbul’a geldiniz ve müziğe İstanbul’da devam etmeye karar verdiniz. Ev kayıtları yaparken daha profesyonel kayıt süreçlerine girdiniz. Bu geçişlerin üretiminize yansımaları nasıl oldu? Bir nevi evden çıkıp yaşadığınız şehri bırakıp yeni bir yola girdiniz. Bu kararları almak zor oldu mu ve şimdi ne hissediyorsunuz?
Tabii ki İstanbul'a geldikten sonra çok şey değişti. Ciddi zararlar da gördüm, zorlandığım birçok konu oldu ama müziğime ve sürece genel olarak büyük katkı sağladı bu taşınma süreci. Diğer yandan alışmanın ve bir yerden ayrılmanın can yakıcı tarafını da dibine kadar yaşadım. Hatta 'Yatsam Uyurum' şarkısı tam da bu sürecimi anlatmaktadır.
Gelelim herkesin bayıla bayıla dinlediği ‘Kafamda Kentsel Dönüşümler’ şarkısına. Bu şarkı İstanbul’da mı çıktı (kentsel dönüşüm biraz İstanbul’la özdeşleşmiş bir tabir gibi geliyor bana) yoksa şarkı İzmir’li mi? Bir de bu kadar sevileceğini tahmin ediyor muydunuz?
Evet 2015'ten beri İstanbul'dayım ve o vakitten sonra yayınlanan tüm şarkılar İstanbul'da ortaya çıktı. Bu şarkı aslında İstanbul'la ilgili ikinci yakarışımdır ve dediğiniz gibi benim için de 'kentsel dönüşüm' buralarla ilgilidir. Şarkının sevileceğiyle ilgili bir öngörüm yoktu ama ben şarkıyı çok sevmiştim ve diyordum ki “umarım bir miktar dinlenir de sahnede çalabilirim” çünkü sahnede çalmayı çok istiyordum ve dinleyicinin de eşlik etmesini.
Tabi ‘Kafamda Kentsel Dönüşümler’i bu kadar konuşup ‘Bütün İstanbul Biliyo’yu atlayacak değilim. Diskografinizde en sevdiğim şarkılardan biridir. İstanbul öyle bir şehir ki edebiyatın, sinemanın, müziğin ve sanatın birçok dalının başrolüdür. Hatta aşıklardan bile rol çalabiliyor. İstanbul sizin için ne ifade ediyor ve bu şarkının hikayesi nedir?
Sevgili MYFO, öncelikle bize pop opera türünü biraz daha açar mısınız çok bildiğimiz ve örnekleriyle sık karşılaştığımız bir tür değil.
Evet, aslında birçok kez karşılaştığımız ama aşina olmadığımız bir tarz olduğu için tanımlayamıyoruz aslında, pop opera bir dönem 3 Tenor'un ( Pavarotti, Domingo, Carreras ) cross-over yaparak 100.000 kişilik statlarda popüler jazz ve müzikal parçaları yorumlamalarıyla tanınmaya başladı. Hatta James Brown, Bryan Adams, Michael Jackson gibi isimlerle düetler yapıldı, onlar da İtalya Napoliten Şarkıları yorumladı. Bunların ardında ödüllü daha güncel parçaları yorumlayan IL Divo ve Il Volo grupları çıktı. Bunlar arasında klasik elementleri en çok kırmayı başaran grup biz olduk. Özetlemek gerekirse bu tarz opera söyleme yeterliliği için gerekli şan tekniklerini biraz daha pop şarkı söyleme biçemine uyarlama ile elde ediliyor.
Grubun hikayesini bilmek isteriz bir araya gelme ve MYFO olma sürecinizden bahseder misiniz? İsminizin açılımı ya da sizin için anlamından da söz eder misiniz?
Hepimiz farklı şehirlerde yaşıyor farklı hedeflerle hayatımıza devam ediyorduk. En küçüğümüz ve en büyüğümüz arasında 7 yaş olmasına rağmen hepimiz aynı yılda konservatuvara girdik. Ders çalışmak için buluşmalarımızın sonunda herkes iyi şarkı söylediği dalları gösterirken bir gün tesadüfen beraber söylemeye başladık. Sihirli bir andı, birbirimize baka kaldık, üzerine konuşmadık hatta. 3 ay sonra grubu kurma kararı aldık. Kanka gibi hitap şekilleri bize samimiyetsiz geldiği için birbirimize ‘My Friend’ diye seslenmeye başladık. Zamanla bu ‘My Four’ ve MYFO'ya evrildi.
‘Nostalji Sendromu’ dört şarkılık bir EP. Sendrom tıbbi bir terim ve kullanıldığında biraz sorunlu bir durum hakkında konuşuluyormuş algısı yaratıyor bu kelime. EP için bu ismi seçmenizin nedenleri nedir? Sizin için sendrom ne ifade ediyor?
Evet, aslında takıntı derecesinde mükemmeliyetçiliğimiz, işimize olan bağlılığımız, biraz da anarşizm barındırıyor. Herkesin işimizle ilgili doğal olarak yorumları oluyor ancak biz nostaljik şarkıları yorumlamayı çok seviyoruz. Şu an ağlıyorum, tüylerim diken diken diyen bir kitle var, amacımız bu etkiyi yaratmak, yani bizim için vazgeçilmez hale gelen bir projenin bu denli beğenilmesinde bizde bir nevi pozitif bir hastalık oluşturdu. Nostaljiyi yeniden yorumluyoruz ve bunun ‘hastasıyız’.
Turan Sarıbay’ı bugünlerde yeni şarkısı ‘Vuruldum’la dinliyoruz. Ruh hallerimizi çok iyi analiz edip onlardan kurguladığı hikayelerle bizi etkileyen şarkılara imza atan Turan Sarıbay sorularımı yanıtladı.
Sevgili Turan, severek ve içimiz acıya acıya dinlediğimiz Sertab Erener’in ‘İyileşiyorum’ şarkısını Sezen Aksu ile birlikte yazdın. Aynı zamanda Sezen Aksu'dan Nükhet Duru’ya birçok önemli isme de söz yazan bir isimsin. Bugünlerde de seni yeni şarkın ‘Vuruldum’la severek dinliyoruz. Senin diskografine baktığımda çıkıp şarkı söylemek konusunda bir kararsızlık yaşadığını ya da söz yazarlığının bu durumun önüne geçtiğini düşünüyorum. Çünkü bir var bir yok gibisin şarkı söylemek konusunda neden böyle oldu açıkçası merak ettim senin gibi yetenekli bir müzisyeni şarkı söylerken neden daha az gördük ve bundan sonrası için bu durum değişecek mi?
Aslında her zaman müziğin içinde kaldım, fakat şarkıcı ve şarkı yazarı olarak ne istediğimi bulmam biraz zaman aldı. Hala da arayışım devam ediyor. Sanatsal olarak kimliğimi oluşturabilmek için müzik sektöründe şarkı yazarlığı, grup solistliği, solist eşlikçiliği gibi çok fazla alanda tecrübe yaşama şansım oldu. Bu tecrübelerden sonra tam olarak ne yapmak istediğime karar verdim. Belki biraz da hayatı doya doya yaşama hevesim ve mükemmeliyetçiliğim bazı süreçleri yavaşlatmış olabilir. Bundan sonra hız kesmeden üretmeye ve paylaşmaya devam etmek istiyorum.
‘Vuruldum’da “Hem limansın hem fırtına / Uçuyorum rüzgârında” diyorsun ya çok da iyi demişsin. Peki sence ne olacak aşkın bizi düşürdüğü bu durumlar. Hem limanımız hem fırtınamız olan bir insanın yaşattığı duygu durumlarıyla nasıl baş edeceğiz derken hemen bir ‘İyileşiyorum’ geliyor yani bir nevi reçeteyi de veriyorsun. Tabi reçete olsa da iyileşmek zaman alıyor. Ama bu duygularla başa çıkmakta neden böyle zorlanıyoruz sence?
Coğrafya olarak biraz acıya ve onun getirdiği tanıdık rahatlık alanına bağımlıyız. Sevdiğimiz çoğu şeyle aşk ve nefret ilişkisi yaşıyoruz. Ya çok yüksek oluyoruz ya da yerlerde. Ben de bu “ya hep ya hiç” durumuna kafayı acayip takmış durumdayım. Ben de çoğu zaman bir şeylerin ortasını bulmakta zorlanan bir insanım. Hayat insanın karşısına öyle birini çıkarıyor ki işin içinden çıkılmıyor. Bence romantik olan da, ya da bizim romantik diye tanımladığımız da bu kördüğüm hali zaten.
Sadece Sertab Erener’in söylediği ‘İyileşiyorum’u dinlediğimiz zaman bile kadın duygu ve dünyasını çok iyi anladığını ve sözlerinde bunu çok iyi ifade ettiğini görüyoruz. Bu yeteneği nasıl kazandın. Zira bir kadının iç dünyasını tüm gelgitleriyle doğru anlayıp onu şarkı sözlerine dökmek pek kolay değil. Senin bu dünyayı çözme konusundaki sırrın nedir?
Beni ben yapan, izlemekten ve okumaktan büyük keyif aldığım hikayelerin hemen hepsinde duygusal olarak gelgit yaşayan kadın karakterler ilgimi çekti. ‘Dövüş Kulübü’ndeki Marla ya da ‘Siyah Kuğu’daki Nina ya da ‘Kürk Mantolu Madonna’daki Maria Puder gibi. Böyle gelgitli karakterleri çok ilgi çekici bulduğum için, ben de böyle karakterler yaratmak istedim. ‘İyileşiyorum’daki kadın da böyle bir karakter. Önce iyileşiyorum diyor, sonra da resimlerini atamıyorum diyor. Dinleyicilere ve sanırım özellikle de kadın dinleyicilere samimi ve çıplak gelen de yine bu arada kalma hali oldu.
6 Ağustos’ta yayınladığı yeni şarkısı ‘Deli’ dinamik klibiyle ve Gökhan’ın danslarıyla ayrı bir tatlı olmuş. Kızları için yazdığı ve 1 Eylül’de yayınladığı ‘Mavi’yi Gökhan Türkmen, kızı Nil Rona ile birlikte söylüyor. ‘Mavi’nin klibi o kadar güzel ki izlemelere doyamıyorum. Ailenin ve sevginin gücünü temsil eden, doğada kökleriyle yaşama hayat veren koca bir ağacın etrafında çekilen klipte Gökhan Türkmen kızları Nil Rona ve Leyla Ada ile birlikte kameraların karşısına geçmiş. Bu duygusal şarkı vesilesi sevgili Gökhan Türkmen’le aşağıda keyifle okuyacağınız röportajı yaptım.
Sevgili Gökhan, ‘Mavi’ kızların için yazdığın bir şarkı. Daha doğrusu Nil Rona’nın ağzından kız kardeşi Leyla Ada için söylenen oldukça duygusal bir şarkı. ‘Mavi’yi kızın Nil Rona ile beraber söylüyorsun ve bu şarkıda Nil Rona’yı dinlemek ayrı bir mutluluk. Bu fikir nasıl doğdu, kızınla birlikte şarkı söylemek ve onlarla klip çekmek sana neler hissettirdi?
Ben ablamla birlikte büyüdüm. İki kardeş paylaşım ve sevgi üzerine kurulu bir ilişkimiz var. Bu nedenle kardeşliğin candan bir duygu olduğunu hep deneyimliyorum. Kızlarım Nil Rona ve Leyla Ada da aynı şekilde birbirlerine çok düşkünler. Nil Rona çok yetenekli bir çocuk. Evde şarkılar söylerken kendi kendine müziğe söz yazıyor. Çok eğleniyoruz, bazen öyle ifadeler kullanıyor ve sözleri birbirine bağlıyor ki ben de aynı şevkle ona eşlik ediyorum. Evde sürekli müzik olduğu için Leyla Ada ile birlikte o çocukluğun saf yaratıcılığıyla birden dahil olabiliyorlar. Bu, müzisyen bir babanın gerçekten tarif edilmez bir doyumu. O yüzden böylesine sevdiğim bir şeyi yaparken onların bana eşlik ederek yanı başımda oluyor olması çok güzel ve büyük bir şans benim için.
‘Mavi’ gibi şarkılardan oluşan yani kızların için yaptığın şarkıların olduğu bir albüm yapma düşüncen var mı? Bu çalışmanın devamı gelecek mi?
Şimdilik böyle bir düşüncem yok; ama sağlığım yerinde oldukça onlar için şarkı yapmaya devam edeceğim.
Dinleyicinin seni tanıdığı ilk şarkı ‘Büyük İnsan’dı. Ne şahane bir şarkı ve yorumdur şarkının klibini de arada açar izlerim ve ben de kendimi klipteki adam gibi “ne kadar ne kadar” diye içimden bağırırken bulurum. Kendi diskografine baktığında eklemek ya da çıkarmak istediklerin oluyor mu? Ya da geriye dönüp bakar mısın senin için geçmiş geçmiş midir?
Teşekkür ederim. Sizinle birlikte onlarca müzisyenin ve teknisyenin de emek verdiği şarkılar için ben yalnızca zamanında kendimi geliştirmem, yaratıcılığımı ortaya çıkarmam için en doğru adımdı diye düşünebilirim. Her bir motifin bir dinleyicisi var. Benden çıkan ve dinleyiciye sunulan bir şarkı, onlarla birlikte yaşıyor. Bundan yalnızca memnuniyet duyabilirim.
Listelerin üst sıralarında dolaşan ‘Galaksi’nin yanı sıra Ece’nin coverları da dinleyicileri tarafından çok seviliyor. Ayrıca Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları Projesi’nde Tuna Kiremitçi’yle birlikte söyledikleri ‘Yalnızlığıma Ver’ şarkısı da benim çok sevdiklerimden. Çok yakında yeni çalışmalarıyla sevenleriyle buluşmaya hazırlanan Ece Mumay sorularımı yanıtladı.
Sevgili Ece bu yaz ‘Galaksi’yi çok dinledik onunla dans ettik, peki seninkisi nasıl bir galaksi? Seni biraz daha yakından tanımak isteriz müzikle bağın ne zaman nasıl başladı ve ‘Galaksi’ nasıl çıktı ortaya?
Benim galaksimi anlatmaya lügatımdaki kelimeler yetmez. Müziğe çok küçük yaşlarımda başladım. Derslerimden ve sosyal çevreme uyumsuzluğumdan yaşadığım problemlerden ötürü dikkatimi dağıtacak bir şeye ihtiyacım vardı. Müzik beni komplike iç dünyamdan çıkardı ve kendimi doğru ifade edebileceğim yepyeni bir yolla tanıştırdı. ‘Galaksi’ ise Ece’nin dünyasının bir parçası. Ece’nin sayısız perspektiflerinden biri. Ben dünyayı ‘Galaksi’ çizgisinde görüyorum. Sadece dinleyicimi de aynı pencereden bakmaya davet ettim. Hepsi bu kadar.
Dinleyiciler senin coverlarını da seviyor sadece coverlardan oluşan bir albüm yapma ihtimalin var mı?
Yakın zamanda Youtube kanalıma konuklar aldığımız bir akustik projemiz olacak. Dinleyicim yakın zamanda hem sevdikleri isimlerle beni yan yana görecekler hep sevdikleri şarkıları benden ve partnerimden farklı yorumlarda duyacaklar.
Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları Projesi’nde seni Tuna Kiremitçi ile birlikte ‘Yalnızlığıma Ver’ şarkısında dinledik. Bu projede benim de en sevdiğim parçalardan biridir ‘Yalnızlığıma Ver’. Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları Projesi’ne dahil olma ve bu şarkıyı söyleme hikayeni anlatır mısın?
Önceden Tuna Bey’le aynı plak şirketiyle çalışıyorduk. Bizi bir araya getiren onlardı. Kendisine daha ilk görüşmede çok ısındığımı hatırlıyorum. Şarkıyı kaydederken kendimi rahat hissetmem için elinden gelen özveriyi göstermişti bana. Tuna Bey öyle biridir ki, onunla konuşurken istemsiz rahatlar ve kendi özünüze dönersiniz. Sizi asla olduğunuz kimliğinizden dışarı çıkarmaz. Projenin en güzel şarkılarından birine beni layık gördüğü için kendisine tekrar teşekkür etmek istedim. İnanın sizlerin zevkle dinlediği parçayı ben de aynı zevkle okudum.
Ayrıca Can Kazaz bu sene yayınlanan Ezginin Günlüğü tribute albümünde de grubun en sevdiğim şarkılarından biri olan ‘Gemi’yi öyle bir yorumlamış ki derin bir ‘ohh’ çektim dinlerken. Çünkü bu saygı albümlerindeki yeniden yorumların çoğu bende bir hayal kırıklığı yaratıyor. Ama Can Kazaz’ın ‘Gemi’ yorumunu en az şarkının orijinalini dinlemeyi sevdiğim kadar seviyorum.
Yakında ‘Kızılgerdan’ isimli albümünü de yayınlayacak olan Can Kazaz’ın en sevdiğim şarkılarından bir liste yaptım işte o liste: ‘Biraz’, ‘Bir Delinin Kaç Cehennemi Olmalı’, ‘Kırlangıçlar Gibi’, ‘Sürsün Bahar’, ‘Keşke Uyuyabilsem’ ve ‘Bunca Yıl’.
Duyar duymaz işte bir Can Kazaz şarkısı diyebileceğiniz şarkılar yapan Can’ın şarkı sözlerinde ve hikayelerinde kendine has bir anlatımı var. İşte bu özel isimle aşağıdaki güzel röportajı yaptık.
Sevgili Can ilk soruma yeni single’ın ‘Yaz Bitince’ ile başlamak istiyorum. Öncelikle çok güzel bir şarkı olmuş özellikle sonbaharın halet-i ruhiyesini yansıtıyor. Ben şarkıyı dinlerken bu şarkıyı senin bir iç hesaplaşman olarak okudum. Günün sonunda kendi kendine verdiğin telkinler öğütler ve kendinle girdiğin bir hesaplaşma. Yaz biter ve tüm yaz yaşadıklarımızla sonbaharda hesaplaşmak gibi? Seni böyle bir şarkı yapmaya götüren hesaplaşmaların nelerdi?
Aslında yazın yaşadıklarından pişman olacağını düşündüğüm bir kurgu karakter için şarkının nakaratı. Diğer kısımlarda da dediğiniz gibi bir iç hesaplaşma var. Aslında albümün genelinde olacak bir iç hesaplaşmanın fragmanları bunlar. Ve bir aşk hikayesiyle bağlantısı yok diyebilirim. Geride bıraktıklarım ve yeni yöneldiğim şeylere dair bir kopuşun parçaları. Bilinç akışımdan gelen cümleler olduğu için bazı sözlerim müzik sektöründeki pozisyonum, kızgınlıklarım ya da pişmanlıklarıma dair bile olabiliyor. Yaratıcı süreçte bunu bir güçlü duygusal ilişki bağlamına oturtmak mümkün oluyor. Sembolik anlatımlara devam ediyorum özetle.
Müzikte kendi dilini ve soundunu oluşturan isimlerdensin. Bir şarkının senden çıkıp çıkmadığını dinleyici hemen anlayabiliyor. Bu duruma özel olarak dikkat eder misin yoksa kendiliğinden hiç çabasızca ortaya çıkan bir sonuç mu?
Bunun böyle olmasına çok seviniyorum, takip ettiğim isimlerde de en kıymetli bulduğum şeylerden biridir. Her bestecinin zaman içinde sahip olduğu bir müzik dağarcığı var ve bunun doğal sonucu olarak o dağarcıkla ilintili üretimler sergiliyorlar. Benim en çok çaba sarfettiğim şey ‘iyi melodi’ ve o melodilerin akılda kalıcı olup olmadığına dair içselleşmiş bir süzgecim var. O bahsettiğim kişisel dağarcık ve melodi odaklı bestecilik böyle bir sonuç elde etmemi sağlıyor sanırım. Bunun dışında benden çıktığı anlaşılsın diye özel bir çaba sarfetmiyorum.
Sevgili Şenay Lambaoğlu seni tanıdığım ve de müptelası olduğum şarkın ‘Ah Ne Hoş’tu. Bu şarkıyla beraber hemen senin peşine düştüm ve aslında senin caz müziği yaptığını öğrendim ve hiç şaşırmadım. Çünkü çok sevdiğim bazı isimlerin caz kökenli çıkmasına alışkınım. Bizim caz müziğiyle bağımız biraz enteresan. Tam olarak hayatımıza nasıl konumlandıracağımızı bilemiyoruz gibi seviyor muyuz sevmiyor muyuz belli değil bu konuda bu türe biraz mesafeli gibiyiz. Bir caz müzisyeni olarak senin bu müzik türüyle ilişkin nasıl başladı ve sence gerçekten de caz müziği ve dinleyiciler arasında bir mesafe var mı? Varsa da neden var ve nasıl aşılır?
Müzikle dinleyici arasında mesafe olmaz. Mesafeyi kuran önyargılarımızdır. Ailemde Caz Müzik dinleyen kimse olmamasına rağmen küçük bir radyo sayesinde çocukluğumda bu müzik tarzıyla tanıştım ve hiç vazgeçemedim. Genç yaşlarda insan yeniye sanırım daha açık oluyor. Kültürümüzün dışında olsa da aslında evrensel bir müzik türünden bahsediyoruz ve caz su gibi her kalıba sığan, her müzik tarzında başka güzelliklerle kendini yenileyen ve anlatan bir müzik. Louis Armstrong’un çok sevdiğim bir sözü vardır “Dünyada yalnızca iki müzik türü vardır: İyi müzik ve kötü müzik” o yüzden tarzlara çok takılmadan kalbimize dokunuyor mu ona bakalım.
‘Müzik İyileştirir’ yeni single’ın. Müziğe bir saygı ve minnet şarkısı mıdır? Gerçekten de iyileştirir mi müzik? Bu şarkı nasıl bir ruh haliyle çıktı?
Müziğin her canlı için pozitif bir etkisi olduğu biliniyor. Müzik her koşulda bizi iyileştirir. Pandemi günlerinde eve kapandığınız günlerde müziğe sığınmak, şifa bulmak beni ayakta tuttu. Günlerin ve gecelerin birbirine karıştığı günlerde sazıma, sözüme döktüm duygularımı ve müzikle iyileştim.
‘Başka Türlü Bir Şey’ adıyla bir de cover albümü yaptın. Aslında bir saygı albümü de denebilir. Ruhumuzda iz bırakmış ‘Farketmeden’, ‘Sensiz Olmaz’, ‘Başka Türlü Bir Şey’, ‘Seni Düşünmek’ gibi şarkıları yorumlamışsın. Bu şarkıları seçmende ve yeniden yorumlamandaki nedenler ve sende bıraktığı izler neydi?
Şarkıcı, besteci ve söz yazarı olarak kimleri dinlediğim, ne okuduğum hep sorulurdu. ‘Başka Türlü Bir Şey’ albümü benim beslendiğim ilham aldığım usta şair ve müzik insanlarının kimler olduğunu anlatıyor aslında. Müzikal yolculuğumda önemli bir durak. İlk aşık olduğumda, ilk hayal kırıklığımda hep bu şarkılar yanıbaşımda oldu.