Şenol Kalyoncu

Mutluluğun sırrı sağlıklı dişlerde

23 Kasım 2013
Sevgili okurlar bu hafta konumuz 22 Kasım Dünya Diş Hekimliği Günü ve Ağız-Diş Sağlığı Haftası nedeniyle ‘ortodonti’ yani, diş çapraşıklığı, çene ilişkilerindeki uyumsuzluk veya her ikisinin sonucu olarak ortaya çıkan sorunların tedavisi ile ilgilenen diş hekimliği uzmanlık dalı...

Dişlerimiz sindirimin ilk aşaması olan besinlerin parçalanmasına, koparılmasına ve ezilmesine yardım eder. Dişlerimiz sağlam olmazsa aldığımız besinleri yeterince çiğnemeyiz ve sindirim sistemimiz olumsuz etkilenir. Dişlerin, besinlerin parçalanması ve öğütülmesi görevlerinin yanında konuşma ve görünümümüzde de önemli etkisi vardır. Dişleri eksilmiş insanların bazı sesleri çıkarabilmeleri zorlaşır. Bu yüzden dişlerimizin sağlıklı ve tam olmasına dikkat etmeliyiz.

YILDA EN AZ İKİ

Çocukluk döneminde A, C, D vitaminleri ve çeşitli mineralleri yeterince almak, süt ve süt ürünleri ile taze meyveleri bolca yemek, fındık, ceviz gibi sert kabuklu yiyecekleri dişlerimizle kırmamak diş sağlığımız için önemlidir. Dişlerimizdeki çürük oluşumunu engellemek için yemeklerden sonra dişlerimizi fırçalayarak besin atıklarını ağzımızdan uzaklaştırmamız gerekir. Bunun yanında yılda en az iki kez diş doktoruna gidilmelidir.

ALPAKAN YANITLADI

Bu kısa ön bilgilelendirmeden sonra gelelim bugünkü konumuza yani ortodonti... Nedir bu ortodonti, insanlar neden bir ortodontiste görünmelidir, ortodontik tedaviye başlamak için en uygun zaman nedir, tedavi için herhangi bir yaş sınırı var mıdır, estetik kaygıları olan hastalara hangi yöntemler önerilir gibi ortodonti ile ilgili merak edilen tüm soruları TOBB ETÜ Hastanesi Diş Kliniğinde çalışan Dr. S.

Ödül Onur Alpakan’a sordum:

* Ortodonti nedir, bize basitçe açıklayabilir misiniz?Ortodontik tedavi deyince akla sadece dişlerin düzeltilmesi gelmemelidir. Ortodonti, dişlerin kapanışı, iskeletsel ve dişsel ilişkileri, çene yüz deformiteleri, yüz estetiği ve formu ile ilgilenen diş hekimliğinin bir uzmanlık dalıdır.

* İnsanlar neden bir ortodontiste görünmeli?

Yazının Devamını Oku

Mucize bebekler

16 Kasım 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz ‘prematüre bebekler’ yani gebeliğin 37 haftadan önce sonlanması sonucunda doğan bebekler...

Bütün dünyada her yıl yaklaşık 13 milyon bebek prematür olarak doğmakta ve bu bebeklerin yaklaşık 1 milyonu prematürite ve bunun getirdiği sorunlar nedeniyle kaybedilmektedir. Prematürite bugün yenidoğan ölümleri içerisinde ilk sırasında yer almaktadır. Yine ülkemizde de her yıl 1,3 milyon bebek doğmakta bu bebeklerin yüzde 10-12’si yani 130 bini prematür olarak dünyaya gelmektedir. Bu bebeklere doğum sonrasında ve uzun süreli takiplerinde özel bakım gerekmektedir. Son yıllarda prematür doğumlarda hem ülkemizde hem de dünyada artış olmuştur. Prematür doğumlar ve prematür bebeklerin yaşatılması, bakımı ve sağ kalan bebeklerin uzun süreli takiplerinin getirdiği sorunlar bütün dünyada ve ülkemizde en önemli sağlık problemleri arasında yer almaktadır. 17 Kasım Dünya Prematüre Günü kapsamında, prematür doğan bebeklerin ve annenin yaşadığı sorunları TOBB ETÜ Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Neonatoloji uzmanı Dr. Yelda Mumcu ile konuştuk.

- Hocam, öncelikle prematür bebek ne demektir?Normal bir gebelik süresi 40±2 haftadır. Gebeliğin 37. haftasından önce doğan bebekler, prematür olarak kabul edilir. 30-34 hafta arasında klasik prematür, 30 haftanın altındakiler ileri derecede prematür bebekler, 34-37 hafta arasında olanlar ise sınırda prematür olarak kabul edilir. Doğum ağırlıklarına göre ise 2500 gr altındaki bebekler düşük doğum ağırlıklı, 1500 gr altındakiler çok düşük doğum ağırlıklı, 1000 gr altında olan bebekler ise aşırı düşük doğum ağırlığı olan bebeklerdir.

- Peki prematür doğum neden oluyor?Bugün için prematür doğumların yaklaşık yarısının nedenini bilemiyoruz. Ama gebelikte oluşan bazı hastalıklar ve durumlar erken doğum eylemi riskini artırıyor. Annede rahimde gelişim anomalisi olması, rahim ağzının yetersiz oluşu, annenin hastalıkları (tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı, tiroid hastalığı vb), enfeksiyonun olması, daha önce prematür doğum öyküsü olması, yetersiz beslenme, sigara ve diğer kötü alışkanlıkların kullanımı, plesantanın anormal yerleşimi, anne yaşının çok genç (18 yaş altı) veya ileri oluşu (35yaş üstü), yeterli gebelik izlemi yapılmaması ve özellikle tüp bebek gibi yardımcı üreme teknikleri sonucu olan çoğul gebelikler gibi nedenler erken doğum eylemine neden olabilir.

ANNE SÜTÜ HER ZAMAN İLK BESİNDİR

- Doğum sonrası prematür bebekleri bekleyen sorunlar nelerdir?Prematür bebekler anne karnında organ sistemlerinin yeterli olgunluğa erişmeden doğdukları için dış ortamda buna bağlı değişik sorunlar yaşarlar. Bebeğin haftası ve doğum ağırlığı ne kadar küçükse karşılaştığı sorunlar daha fazla ve ciddidir. Yine bebeğin haftası ve ağırlığına bağlı olarak bebek ne kadar küçükse yenidoğan bakım ünitesinde yatma süresi de o kadar uzun olmaktadır. Çoğunlukla anne karnında tamamlayamadıkları süreyi yenidoğan bakım ünitelerinde yatarak tamamlamaktadırlar. Bu bebeklerde yoğun bakımda yattıkları süre içerisinde solunum yetmezliği (respiratuvar distres sendromu), pömotoraks (akciğer hava kaçağı) kalp hastalıkları (patent duktus arteriyozus), barsak hastalığı (nekrotizan enterokolit), kafa içi kanamaları (intraventriküler hemoraji), enfeksiyonlar, kan şekeri ve elektrolit sorunları, tansiyon düşmeleri, apne (solunum durması), sarılık vb problemler görülebilir.

- Gelelim beslenmeye... Prematür bebekler nasıl beslenir?Prematür bebeklerin beslenmesinde anne sütü esas besindir. Fakat özellikle 33-34 hafta altında doğan bebeklerin emme ve yutma fonksiyonlarının koordinasyonu yeterli olmadığı için anne memesinden emerek beslenmede sorunlar yaşabilirler. Bu nedenle emme yutma reflekslerini koordine edene kadar bebekler sağılmış anne sütü ile bir beslenme sondası yardımı ile beslenirler. Çok ufak ve daha hasta durumda olan bebekler ise ilk günlerde ağızdan yeterli miktarda beslenemezler. Damar yoluyla parenteral beslenme olarak adlandırılan bir yöntemle alması gereken protein, şeker, yağ ve elektolitleri içeren serum ile beslenirler. Yani anne sütü prematür bebek için her zaman ilk besindir.

SAĞLIK DURUMLARI YAKINDAN TAKİP EDİLMELİ

- Prematür bebeklerin takipleri nasıl olmalıdır?

Yazının Devamını Oku

ORGAN BAĞIŞLA HAYAT KURTAR

9 Kasım 2013
Sevgili okurlar, içinde bulunduğumuz 3-9 Kasım tarihleri arasında kutlanan Organ Bağışı haftası nedeniyle bu önemli konuyla ilgili farkındalık yaratabilmek adına bu hafta Sağlık Olsun köşesinde konumuz ‘karaciğer nakli...’

Bilindiği gibi vücutta görevini yerine getiremeyen bir organın yerine canlı veya beyin ölümü olan bir vericiden alınan sağlam bir organın cerrahi yöntemlerle nakledilmesi işlemine ‘organ transplantasyonu’ yani ‘organ nakli’ denir. 2013 yılı verilerine bakıldığında ülkemizde 30 bini aşkın kişi hayatını sürdürebilmek için sırasıyla, böbrek, karaciğer, pankreas, kalp ve akciğer nakli beklemektedir.

ALTERNATİFİ YOK

Karaciğer nakli bekleyen hastaların böbrek hastalarına göre önemli bir dezavantajı vardır. Bu hastalar için hemodiyaliz ya da periton diyalizi gibi alternatif bir tedavi yöntemi olmadığından kendilerine uygun bir organ bulunup nakil yapılmazsa, yaşamlarını kaybetme gerçeği ile karşı karşıya kalmaları kaçınılmazdır. Başarılı bir nakilden sonra ise kişiye gerçek bir yaşam armağan edilmiş olur.
İşte biz de bu hafta, karaciğer nakli ile ilgili tüm bilinmeyenleri Ankara Güven Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Sedat Karademir ile konuştuk. Karaciğer nakli nedir ve neden önemlidir, kaç çeşit karaciğer nakli vardır, organ dağıtım sistemi nasıl çalışır, karaciğer naklinde başarı kriterileri nelerdir, dünyada ve ülkemizde karaciğer naklinin gelişimi nasıldır gibi merak edilen soruları Dr. Karademir’e sordum, o da cevapladı.

* Hocam öncelikle karaciğer nakli nedir ve neden önemlidir?

Karaciğer nakli, hastanın var olan karaciğeri ile artık devam edemeyeceğini düşündüğümüzde gündeme gelen bir tedavi seçeneğidir. Böbrek yetmezliğinde sunduğumuz diyaliz gibi alternatif tedavi seçenekleri karaciğer için henüz söz konusu değildir. Bu açıdan karaciğer nakli, böbrek nakline kıyasla, hayat kurtarıcı bir tedavi şeklidir.

* Peki eski karaciğere ne oluyor?

Hastalıklı eski organ tamamen çıkarılıp yerine yenisi takılır. Bu açıdan böbrek naklinden farklıdır. Böbrek naklinde eski organlar sıklıkla yerinde bırakılır ve yeni böbrek hastanın her iki kasık bölgesinden birine yerleştirilir. Öyle ki, bazı böbrek nakil hastaları ikinci kez nakil olup, vücutlarında 4 böbrekle yaşamlarını sürdürmektedirler.

Yazının Devamını Oku

Şiddet içeride

2 Kasım 2013
Psikolog Aybegüm Memişoğlu, çocukların en çok şiddete maruz kaldığı, ya da tanıklık etmek zorunda bırakıldığı yerin ‘aile’ olduğunu söyledi. Şiddeti uygulayanlar ise büyük oranla anne ve babalar.

Sevgili okurlar bu hafta konumuz, “şiddet ve şiddetin çocuklar üzerindeki etkileri...”
Geçtiğimiz haftalarda en kıymetli varlığımız olan çocuklarımızın ruh sağlığının ne kadar hassas olduğunu ve çocuk yetiştirmenin bir sanat olduğunu belirtmiştik. Bu hafta ise çocuklarımızın yaşadığı diğer bir travma ve ruhsal çöküntü olan şiddeti ele aldık. Konuyla ilgili tüm merak edilenleri psikolog Aybegüm Memişoğlu’na sordum, O da yanıtladı.

* Çocuklar şiddete en çok kim tarafından maruz bırakılıyor?Her ne kadar son yıllarda şiddet konusunda toplumsal olarak bir farkındalık içerisinde okul, medya gibi çeşitli alanlarda yer alan şiddet ile ilgili çocukları korumaya yönelik girişimlerde bulunuluyor olsa da, çocukların en çok şiddete maruz kaldığı, ya da tanıklık etmek zorunda bırakıldığı yer aile olarak istatistiklerde yer almaktadır. Şiddeti uygulayanlar ise maalesef çok büyük oranla anne ve babalardır.

* O zaman şiddet gören çocuğun yaşadığı ve yaşayabileceği psikolojik problemler nelerdir?Çocuklar, yaygın bir şekilde gelişimsel problemler yaşamakta, depresyon ve anksiyete gibi içsel; agresyon ve uyum problemleri gibi dışsal semptomlar göstermektedir. Aşırı çekingenlik, pasiflik, özgüvenden yoksunluk gibi daha çok içsel semptomlar ve hırçınlık, agresiflik, kural tanımazlık gibi dışsal semptomlar söz konusu olmaktadır. Gelişimsel gerilik özellikle dil gelişimi alanında gözlenmektedir. Araştırmalar, aile içi şiddete tanık olan ve olmayan çocukların gelişimsel evrelere girişlerinde anlamlı farklılıklar olduğunu göstermektedir. Ayrıca dikkat eksikliği, depresyon, madde bağımlılığı, yeme bozuklukları ve bunun gibi sebeplere bağlı olarak akademik başarıda düşüş gibi problemleri gözlemlemek de mümkündür. Yine kendini suçlama, düşük özgüven, dürtü kontrollerinde zayıflık, nadir de olsa travma sonrası stres semptomları, uykusuzluk, enüresisnokturna dediğimiz gece idrar kaçırmaları ile vücut dirençlerinde düşüklük ve boğaz ağrısı grip, gibi semptomlar gösterebilirler.

* Bahsettiğimiz özellikler kız ve erkek çocukları, ya da belirli yaş grupları arasında farklılık göstermekte midir?En belirgin farklılık biraz önce bahsettiğimiz içsel ve dışsal semptomlar konusunda gözlenmektedir. Kız çocuklarında daha çok içsel semptomlar, erkek çocuklarında ise hırçınlık agresiflik gibi uyum bozuklukları olarak örnekleyebileceğimiz daha çok dışsal semptomlar göze çarpmaktadır. Ancak yine de her iki cinsiyet için de tüm özellikleri gözlemleyebilmek mümkündür. Yani kesin bire ayrım söz konusu değildir. Yaş grubu açısından baktığımızda okul çağı çocuklarında daha çok depresyon kaygı, korku gibi özellikler gözlenirken, okul öncesi gurubunda gerileme dediğimiz yaşından küçük çocuklara uygun davranışlar gösterme, fiziksel yakınmalar, korku, yalnız kalamama, anneye aşırı bağlılık davranışları daha sık gözlenmektedir. Her iki yaş grubunda ise artan agresif davranışlarda bulunmak ortak olarak belirlenebilmektedir.

OKUL BAŞARISINI ETKİLİYOR

* Şiddetin okul başarısına etkisi var mıdır?Şiddete maruz kalmak, özellikle sıklıkla yinelenen şekilde, çocukların düşünme öğrenme yeteneklerini engelleyerek sağlıklı fiziksel duygusal bilişsel gelişimlerini sekteye uğratır. Bu durumdaki çocuk, yaşıtlarından geri düzeyde akademik başarı göstermesi mümkündür. Yardım almadan öğrenme becerileri düşüktür. Ayrıca şiddetin çocuğun normal gelişim evrelerini sekteye uğradığından bahsetmiştik. Dil gelişimindeki gerilik de dolaylı olarak okul başarılarını etkilemektedir. Yaşadığı diğer problemler de çocuğu dersler söz konusu olduğunda konsantrasyon eksikliği gibi problemler yaşamasına da sebep olmaktadır. Daha büyük yaş gruplarında okuldan kaçma, devamsızlık ve çeşitli disiplin sorunları ortaya çıkabilir.

* Peki ne yapmalıyız yani tedavisi nasıldır?

Yazının Devamını Oku

Öksürük deyip geçmeyin

26 Ekim 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz, zaman zaman herkesin yaşadığı ancak üzerinde çok durulmayan bir sorun olan “öksürük...”

Çoğunlukla basit bir soğuk algınlığı belirtisi olan öksürük, bazen boğmaca, zatürre, astım gibi çok ciddi başka hastalıkların habercisi olabiliyor. Solunum yollarına giren yabancı maddeleri ya da içeride oluşan bronş salgısı, kan, balgam gibi patolojik maddeleri dışarıya atmak için bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkan öksürük konusunu, tüm bilinmeyenleriyle Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ebru Güneş Yalçın ile konuştuk. Öksürük nedir, çocuklarda öksürüğün en sık görülen nedenleri nelerdir, ne zaman doktora gitmeliyiz, hangi durumlarda antibiyotik kullanmalıyız, öksürük kesici ilaçlar etkili midir gibi merak edilen soruları Dr. Yalçın’a sordum, o da cevapladı.

* Hocam nedir öksürük?Öksürük, hiçbir hastalık olmaksızın normalde de günde ortalama 5-10 kez olabilen havayollarımıza ya da akciğerlerimize giren toz, mikrop gibi yabancı cisimleri ve artmış sekresyonları çıkarmamıza, onları atmamıza yardımcı olan koruyucu bir reflekstir.

* Çocuklarda öksürüğün en sık görülen nedenleri nelerdir?En sık farenjit, sinüsit, nezle, grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında öksürük görülür ve giderek azalarak 1 hafta içerisinde neden olana hastalığın iyileşmesiyle düzelir. Bu enfeksiyonlar sonrasında %10 kadar hastada öksürük 1 aya kadar azalarak devam edebilir. Bir aydan kısa süren öksürüklerde beraberinde yüksek ateş, solunum sıkıntısı, hışıltı, gece uykudan uyandırma gibi bulgular eşlik etmiyorsa endişelenmeye gerek yoktur.

* Peki ne zaman doktora gidilmeli?Öksürüğe 38 derecenin üzerinde yüksek ateş, solunum sıkıntısı, hızlı soluk alıp verme, göğüste çekintiler olması, morarma, havlar gibi ses çıkarma, hışıltı, kusma gibi bulgulardan en az biri eşlik ediyorsa ya da gece öksürüğü çok belirginse, havayollarına yabancı bir cismin kaçtığından şüpheleniliyorsa, yakın çevrede verem hastalığı varsa veya öksürük 4 haftadan daha uzun süredir devam ediyorsa hasta, çocuk sağlığı ve hastalıkları veya çocuk göğüs hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

ÇOCUKLARI SİGARA DUMANINDAN UZAK TUTUN

* Kronik öksürük nedir?Dört haftadan daha uzun süren öksürüğe kronik öksürük denir. Astım, tüberküloz, zatüre (pnömoni), yabancı bir cismin hava yollarına kaçması, doğumsal kalp hastalıklarında, doğumsal havayolları-akciğerleri ilgilendiren anomaliler, gastroözafageal reflü hastalığı ya da bağışıklık sistemini baskılayan hastalık durumları dört haftadan daha uzun süren öksürüğe neden olabilir. Hasta mutlaka bu hastalıklar açısından uzman doktorlar tarafından incelenmelidir.

* Okuyucularımızın da en çok sorduğu sorulardan biri, öksürük kesici ilaçlar kullanmalı mıyız?Çocuklardaki öksürük tedavisinde öksürük kesici ilaçlar kullanılmamalıdır, öksürüğün neden olduğu hastalığa yönelik tedavi uygulanmalıdır. Öksürük kesici ilaçlar hem etkisizdir hem de içeriğindeki birtakım maddeler nedeniyle yan etkileri oldukça fazladır. Enfeksiyonlar sırasında meydana gelen öksürükte bol bol su, ıhlamur içirmek, sıvı tüketmek artmış sekresyonların sulanıp daha kolay atılmasına neden olacaktır.

* Evde sigara içilmesi çocukta öksürüğe neden olur mu?

Yazının Devamını Oku

Önyargılar yıkılıyor

19 Ekim 2013
Toplumda, yaygın olan ‘psikiyatriste akıl hastası gider’ anlayışının son yıllarda değiştiğini belirten Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Doç. Dr. Yasemen Işık Taner, “Artık çocuklar ve özellikle de ergenler kendilerinin bir ruh sağlığı uzmanına ihtiyacı olduğunu anne-babalarına açıkça söyler hale bile geldi” diyor.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz çocuk ve ergenlerin ruh sağlığı yani “çocuk ve ergen psikiyatrisi”. Nüfusunun yarıya yakını çocuk ve gençlerden oluşan ülkemizde, gözbebeğimiz çocuklarımızın ruhsal yönden sağlıklı bir gelişim göstermeleri, mutlu, üretken ve huzurlu bir gelecek için büyük önem taşımaktadır.
Çocuklarda doğumdan itibaren her yaşta duygusal ve davranışsal sorunlar görülebilmektedir. Bu sorunlar yapısal nitelikte olabileceği gibi çevresel etmenlere bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Sorunların giderilmesinde erken tanı ve doğru tedavinin önemi büyüktür. Bu nedenle bir çocukta davranış sorunları görüldüğünde zaman yitirmeden hekime başvurmak ve çocuğun değerlendirilmesini sağlamak gerekir.
Çocuk ve ergenlerde ortaya çıkan zihinsel, duygusal ve davranışsal sorunları erken dönemde saptayıp önlemeye ve tedavi etmeye çalışan çocuk ve ergen psikiyatrisi, ruhsal açıdan sağlıklı ve mutlu bir çocuk yetiştirilmesinin yanısıra, gençlik ve erişkinlikte karşılaşılabilecek uyum sorunlarını çözerek suç oranlarını azaltmayı da hedefler.
Bu hafta çocuklarımızın ruh sağlığını Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Doç. Dr. Yasemen Işık Taner, ile konuştuk. Konuyla ilgili merak edilenleri, anne-babaların başucu kitabı sayılabilecek “Ah Bir Büyüse” isimli kitabın da yazarı Dr. Taner’e sordum, o da cevapladı.

ÖZEL UZMANLIK GEREKTİRİR

Çocuk ve ergen psikiyatrisi, erişkin psikiyatriden farklı bir tıp dalı. Neden böyle bir ayırım söz konusudur?

Bebeklikten başlayan yaşam dönemleri, ergenlik bitimine kadar duygusal gelişim, düşüncesel gelişim, davranışlar ve bedensel gelişim olarak devamlı değişim içerisindedir. Bebeklik, oyun çağı, okul dönemi ve ergenlik dönemi diye kabaca ayırabileceğimiz bu dönemlerin her birinin kendine göre normal olan gelişimsel özellikleri var. Normal ve anormal ayırımı da her dönem için özel ve erişkinden çoğunlukla farklı. Bu sebeple de, çocuk ve ergen psikiyatrisi özel uzmanlık gerektiren bir alan.

GENİŞ BİR YELPAZE

Yazının Devamını Oku

BEBEĞİN YAŞAM KAYNAĞI ‘ANNE SÜTÜ’

12 Ekim 2013
Sevgili okurlar, Dünya Emzirme Haftası nedeniyle bu hafta konumuz “emzirme” yada tıptaki adıyla “laktasyon...”

Günümüzde yeni doğan bebeklerin ilk altı ay boyunca sadece anne sütü ile beslenmesi önerilir. Anne sütü bebek için en sağlıklı olan besindir ve uygun koşullarda gereksinim duyulduğu anı bekleyebilmektedir. Isıtma, soğutma, depolama, mikroptan arındırma için özel aletlere, biberon, emzik gibi aracılara ve temiz su kaynağına bağımlı değildir. Bu yüzden anne sütünde mikrop üremez, bozulmaz, hastalık kaynağı olmaz. Bebeklerin içgüdüsel olarak sahip oldukları emzirme refleksi sayesinde bir öğrenme süreci gerekli değildir.

* * *

Emzirmek hem bebeğe hem de anneye son derece faydalıdır. Anne sütü ile beslenen bebeklerde enfeksiyon hastalıkları daha az görülür, beyin gelişimi daha iyi olur. Allerjik hastalıklar, ishal ve solunum yolu hastalıkları riski de azalır. Yapılan araştırmalar, bebeklerini emziren annelerin ileriki yaşlarda yakalanabilecekleri; meme kanseri, diyabet, yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları ve felç riskini önemli ölçüde azaltığını göstermektedir.

* * *

Bebeğinizi ilk emzirdiğiniz yer hastanedir ve bu deneyime kadar hem siz hem de bebeğiniz için hazırlık yapılır. “Bebek dostu” hastane unvanı almış hastaneler, gebeliklerinden itibaren anne adaylarını anne sütü ve emzirme konusunda bilgilendiren, doğumdan hemen sonra annelerin bebeklerini emzirmesini sağlayan, güncel bilgilerle eğitilmiş sağlık personeli ile annelere bebeklerini nasıl emzirecekleri konusunda yardımcı olan hastanelerdir. İşte biz de bu hafta TOBB ETÜ Hastanesi’nden Hemşirelik Hizmetleri Direktörü Yasemen Özkan ile tüm yönleriyle “emzirme” konusunu konuştuk.

DOĞUMU BEKLEMEMEK GEREKİR

* Emzirmenin önemiyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Dünyada her sene bir milyondan fazla bebeğin anne sütü ile beslenemediği UNICEF tarafından raporlanmaktadır. Emzirilemeyen bu bebekler ishal, solunum yolu ve yakalandıkları diğer enfeksiyonlar nedeniyle ölmektedirler. Oysa sadece yeterli ve başarılı bir emzirmeyle bebeği bu hastalıklardan korumak mümkün. Anne sütü mükemmel bir besin içeriğine sahiptir, hazmı kolaydır, yapay beslenmeden daha ucuza mal olur, annenin sağlığını korur, doğum sonu kiloların verilmesine yardımcı olur. Anne sütü sterildir, tam gereken sıcaklıktadır, her an hazırdır, taşıması kolaydır. Fiziksel bu etkilerin yanında anne–bebek bağının kurulmasında köprüdür, emzirmenin anne ve bebek üzerindeki olumlu ruhsal etkileri de çoktur.

Yazının Devamını Oku

ÜROLOJİK KANSERLER

5 Ekim 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz dünyada üzerinde en fazla araştırma yapılan hastalıklardan biri, “ürolojik kanserler...”

Ürolojik kanserler; böbrek, idrar yolları ve genital organların kanserleri olarak üçe ayrılır. Genetik yatkınlık, bu kanserlerde en önemli faktörlerden biridir. Ailesinde böbreklerde, idrar yollarında ya da genital organlarda kanser olan kişiler, risk grubunda yer almaktadır.
Ürolojik kanserlerden böbrek kanseri tüm kanserlerin yüzde 2’sini oluşturur. Ürolojide en sık görülen kanser türlerinden biri olan mesane kanseri, erkeklerde kadınlara nazaran 3 kat daha fazla görülür. Önceki hafta köşemizde bahsettiğimiz prostat kanseri, her 6 erkekten 1’ini etkilemektedir. Testis kanserlerinde ise erken teşhisle tedavi oranı yüzde 95’ tir.
İşte bu hafta tüm bu ürolojik kanserleri her yönüyle Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sümer Baltacı ile konuştuk. Ürolojik kanserlerin belirtileri ve risk faktörleri nelerdir, hangi yaşlarda görülür, tedavileri nasıldır gibi merak edilen soruları Dr. Baltacı’ya sordum, o da cevapladı.

* Hocam nelerdir ürolojik kanserler?Böbrek kanserleri, mesane (idrar kesesi) kanserleri, erkeklerde prostat ve testis (yumurtalık) kanserleri ürolojik kanserlerdir. Daha az görülen böbrek üstü bezi (sürrenal) kanserleri, böbrekten idrarı mesaneye götüren kanalların (üreterler) kanserleri ve penis kanserleri de ürolojik kanserler arasında yer alır.

* Prostat kanseri ile başlayalım. En çok hangi yaşta görülür prostat kanseri?Prostat kanseri, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde cilt kanseri hariç tutulursa, erkeklerde en sık görülen kanserdir. Ülkemizde Üroonkoloji Derneği’nin 2010 yılında yaptığı çalışmada ise, prostat kanseri erkeklerde akciğer kanserinden sonra sıklık açısından ikinci sırada yer almıştır. Yaş ilerledikçe, özellikle 50 yaşından sonra, prostat kanseri görülme sıklığı artar.

* Prostat kanserinden korunmak için nelere dikkat etmek gerekir?Prostat kanserini önleyecek ispatlanmış bir yöntem yoktur. Ancak, sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz prostat kanser riskini azaltabilir. Hayvansal yağlardan fakir, sebze ve meyveden zengin gıdalarla beslenmenin, balık ve yeşil çayın prostat kanser riskini azaltabileceği bildirilmiştir.

* Peki prostat kanserinde erken teşhis mümkün müdür?Kanda ölçülen prostat spesifik antijen (PSA) denilen hormon ve parmakla makattan yapılan muayene prostat kanseri erken teşhisi için yapılan iki incelemedir. Bunlardan birinin ya da her ikisinin anormal olması durumunda, prostatın iğne ile biyopsisi yapılarak, eğer varsa prostat kanser teşhisi konulabilir.

* Tedavinin başarısı şansı nedir?

Yazının Devamını Oku