Doğum kontrolü kadınların gebe kalmasını önlemek, gebelik olasılığını azaltmak ya da istedikleri zaman çocuk sahibi olmalarına imkân veren çeşitli yöntemlere verilen addır. Doğum kontrol hapları ise bu yöntemlerin en etkilisi ve en çok kullanılanıdır.
Biliyoruz ki son yıllarda çıkan doğum kontrol haplarının hem daha az yan etkilerinin olması, hem de kadın hormonal döngüsüne daha yakın olması kadınlar arasındaki kullanımını yaygınlaştırmaktadır. İşte bu hafta konuğumuz TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Simla Okumuşoğlu Karaca oldu. Doğum kontrol haplarıyla ilgili tüm merak edilenleri kendisine sorduk, o da cevapladı:
* Nedir doğum kontrol hapı biraz bahseder misiniz?
Türkiye’de kadınların sadece yüzde 20’si doğum kontrolü hakkında doğru bilgiye sahip ve bunların sadece yüzde 9’u doğum kontrol haplarında hangi tip hormonun bulunduğunu biliyor. Çok düşük dozlarda hormon içeren modern doğum kontrol hapları gebeliği yüzde 99 oranında engellemenin yanı sıra adet düzensizliği, adet kanamalarının ağrılı ve fazla olması, sivilce, fazla kıllanma, saç dökülmesi, adet öncesi sendrom gibi sıklıkla rastlanan şikâyetlerin tedavisinde de kullanılıyor.
* Kimler kullanabilir?
Doğum kontrol haplarını, ilk düzenli adetten menopoza kadar tüm kadınlar güvenli bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanabilir. Geri çekilme yöntemi gibi riskli yöntemlerde istemeden gebe kalma riski çok yüksektir ve cinsel ilişkiyi kesintiye uğrattığı için uygulanması da zordur. Bu yüzden gebe kalma riskini almak istemeyen, cinsel hayatı daha rahat yaşamak isteyen tüm kadınlar bu yöntemden faydalanabilir. Bunun yanında sivilce, tüylenme ve saç dökülmesi problemi olanlar, adetleri çok sancılı geçen ve adet öncesi dönemde fiziksel ve psikolojik gerginlik yaşayan kadınlar için de tedavi amaçlı doğum kontrol hapı yazıyoruz.
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz ‘erkek çocuklarda inmemiş testis.’ Erkek bebekler doğmadan önce her iki testis kendi karın boşluğundadır. Bebek anne karnında gelişimine devam ederken, testisler de torbaya inmeye başlar. Karın içi boşluğundan sonra kasık bölgesini geçerek, doğuma yakın dönemde torbaya yerleşir. Nadiren bu torbaya iniş doğumdan sonraki ilk 1 sene içinde de devam eder. Yeni doğan bir erkek çocuk doğduğunda testisler şayet torbada değilse, bu duruma gerçek inmemiş testis adı verilir. Çoğu zaman tek tarafta, bazen de çift tarafta birden olur. Gerçek inmemiş testiste önemli özellik, bir ya da iki testisin hiçbir zaman torbada olmamasıdır. Normal zamanında ve kilosunda doğan erkek bebeklerin her 2 testisinin skrotum denilen torbalar içerisinde olması gerekir. Ancak yeni doğan her 100 erkek bebekten 3 ila 4’ünde testis yerine inmemiştir.
Testisin yerine inmemesi ve bu durumun tedavisinde geç kalınması ileride kısırlık ve testis kanseri gibi çok önemli sorunlara yol açabilir.
Bu hafta köşemizde konuğumuz, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı Başkanı, Üroloji ve Çocuk Ürolojisi uzmanı Prof. Dr. Tarkan Soygür’e çocuklarımızı ilgilendiren bu çok önemli ve tedavi edilebilir rahatsızlıkla ilgili olarak tüm merak edilenleri sordum:
* ‘İnmemiş testis’ ne demek?
Testisler doğum öncesinde karın içerisinde gelişirler. Doğuma yakın dönemde aşağı doğru inerek, kasık kanalından geçerler veskrotuma (torbalara) yerleşirler. Yenidoğan erkek bebeklerin testislerinin torbalar içine yerleşmemesine ‘inmemiş testis’ denir. Bu çocuklarda testis çoğunlukla kasık kanalı içinde, bazen de karnın içerisinde kalmış olabilir.
* İnmemiş testis, sık karşılaşılan bir problem midir? Bu hastalığa neler yol açar?
Yaklaşık olarak 100 erkek bebekten 3-4 tanesinde görülebilir.
Bu hafta ‘Sağlık Olsun’ köşemizde kış mevsiminin ve soğuk havaların insan sağlığına etiklerini konuştuk.
Soğuk havadan en çok çocuklar, ileri yaştaki kişiler, kalp hastaları, şeker hastaları, kanser hastaları ve kronik akciğer hastaları etkilenmektedir. Kış mevsiminde düzenli ve sağlıklı beslenmeye dikkat ederek, vücut direnci korunmalıdır. Çoğunlukla ekim ayında başlayan ve ilkbahar ortasına kadar süren grip de kış mevsiminin dikkat edilmesi gereken hastalıklarındandır. Grip, kalp damar hastalığı olan hastalarda kalp problemlerinde artışa ve komplikasyonlara neden olur. Soğuktan korunma önerileri, grip ve hava yoluyla bulaşan virütik solunum sistemi hastalıklarından korunma yöntemleri, uyarılar ve tüm merak ettiklerinizi TOBB ETÜ Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Berkten Berkalp’le konuştuk.
* Hocam, kış mevsiminin kalbimiz üzerindeki etkileri nelerdir? Sık sık dile getirilen hipotermi (üşütme) ne anlama gelir ve etkileri nasıl olur?
Sıcak geçen yaz mevsiminin ardından gelen sonbahar, hava sıcaklığında azalma ile kendini gösterir. Bu durumda vücudumuz yaşam için gerekli olan normal iç ısıyı dengelemeye çalışır. Vücut ısısını uygun seviyede tutmak için yeterli enerji bulamazsa hipotermi gelişir. Hipotermi, vücut ısısının 35 derecenin altına düşmesidir. Hipotermide başlangıçta titreme, el ve ayaklarda soğukluk ve uyuşma olur, ileri hipotermide koordinasyon bozukluğu, hareketlerde yavaşlama, mental bulanıklık ve uyku hali görülür. Ölümlerin ise çoğu kalp yetmezliğine bağlıdır. Soğuk hava kalbi olumsuz etkiler. Kalp damar hastalarında damarlarda gelişen büzülme nedeniyle göğüs ağrısı tetiklenir. Tansiyon yüksekliği olur. Kanın pıhtılaşma eğilimi artar. Soğuk havada yapılan ağır egzersizlerin kalp krizine neden olma riski vardır.
* Peki soğuk havadan en çok kimler olumsuz etkilenir?
Çocuklar, ileri yaştaki kişiler, kalp hastaları, şeker hastaları, kanser hastaları, kronik akciğer hastaları risk altındadır. Yaşın ilerlemesiyle vücut ısısının normal seviyede sürdürülebilme yeteneği azalır. İleri yaşta orta dereceli soğuğa kısmen duyarsızlık olur, kişiler fark etmeden hipotermiye maruz kalır.
YÜRÜRKEN RÜZGARI ARKANIZA ALIN
* Soğuktan korunma için önerileriniz neler olabilir? Beslenme alışkanlıkları ve giyim kuşkusuz çok önemli. Bunlarda nelere dikkat edilmeli?
Gerçekten birçok bilinmeyeni olan cerrahinin en uç noktası olarak kabul edilen robotik cerrahi, genel olarak prostat ameliyatlarından kalp damar ameliyatlarına, safra kesesi ameliyatlarından kadın hastalıkları ameliyatlarına kadar geniş bir alanda kullanılmaktadır.
Laparaskopi gibi kapalı ameliyat olanağı sağlayan ve üç boyutlu kameraların kullanıldığı bu yöntem, son yıllarda Türkiye’de de çok ilerledi. Bu sistem cerraha ameliyat esnasında derinlik hissi sağlamakta, cerrah ameliyat sahasını, organları ve dokuları daha ayrıntılı ve net olarak görebilmektedir.
Robotik cerrahi konusundaki tüm merak edilenleri, üroloji uzmanı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilimdalı öğretim üyesi Doç. Dr. Lütfi Tunç’la konuştuk:
* Öncelikle hocam, robotik cerrahi teknolojisi nedir, robotik cerrahi dünyada ve Türkiye’de ne zamandan bu yana kullanılıyor?
Robotik cerrahi daha önce açık yapılan cerrahi işlemlerin ve laparoskopik ameliyatların robot vasıtasıyla yapılmasıdır. Günümüzde kullanılan da vinci robotik cerrahi sistemi olarak bilinen robot için 1995 yılında AR-GE çalışmalarına başlanılmış ve 1998 yılında prototip üretimi gerçekleştirilmiştir. İlk önceleri kalp damar cerrahisinde kullanılmaya başlanılan robot, ürolojik cerrahide ilk defa 2001 yılında prostat kanseri ameliyatında başarıyla uygulanmış. Ardından baş döndürücü bir hızla gelişim kaydetmiştir.
* Ürolojide hangi ameliyatlarda robotik cerrahiye başvuruluyor?
Ürolojide sıklıkla uygulandığı hastalıklar ise şöyle:
Varis, en basit şekilde, vücuttaki toplardamarların çapının artması, genişlemesi ve kıvrılması olarak tanımlanabilir. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülen varis, estetik açıdan da sorun teşkil eder. Yaşla birlikte varis görülme olasılığı daha da artmaktadır. Yalnızca estetik açıdan değil, sağlık açısından da önlem almayı gerektiren bu hastalık, vücudun tüm yükünü taşıyan bacaklarda sıkça görülür. Bu hafta köşemizde konuğumuz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hakan Uncu oldu. Varisle ilgili tüm merak edilenleri Uncu ile konuştuk:
* Varis denince pek çoğumuzun aklına, bacaklarda gözle de görülen mavi-yeşil renkte damar genişlemeleri geliyor. Peki gerçekten varis sadece bacaklarda mı görülür yoksa vücudun başka bölgelerinde de rastlanabilir mi?
Genelde bacaklarda görülür ama sadece bacakların hastalığı değildir. Kollarda da olabiliyor, yemek borusunda da, üreme organlarında da. Aslında hemoroid de, anal bölgede ortaya çıkan variköz bir oluşumdur. Fakat en sık karşılaştığımız, doktora en sık başvuru sebebi olan bacak varisleridir.
* Varis, hastalarda hangi şikayetlere sebep oluyor, varisin belirtileri nelerdir?
Çoğu hastalar bize başvurduğunda kendisi teşhisi koymuş olarak gelir ve bende ‘huzursuz bacak sendromu’ var, der. Halbuki çok moda olan huzursuz bacak sendromu bir hastalık değildir, herhangi bir hastalığın sonucu olarak ortaya çıkan bir tablodur ve çok çeşitli sebepleri vardır. Varis ve toplar damar yetmezliği huzursuz bacak sendromunun en önemli sebebidir. Bacaklarda huzursuzluk, ağırlık, gerginlik, dolgunluk hisleri, kas krampları, kaşıntı şikayetleri olabilir. Fakat en dikkat çekici olanlar, özellikle akşamları ve sıcak havalarda artan ağrı ve ödem şikayetleridir. Hastaların en sık söylediği cümlelerden biri, ‘geceleri yattığımda ayaklarımı nereye koyacağımı bilemiyorum’ cümlesidir. Örümcek gibi kötü damar görüntüleri, yani kozmetik sebepler de başlıbaşına bir başvuru sebebidir.
AYAKTA DURMAK TETİKLİYOR
* Varisle ilgili, ayakta sabit durararak oluştuğu yönünde yaygın bir kanı var, acaba bu doğru mu? Hatta varise ‘öğretmen hastalığı’ diye bir tanımlama da yapılır.
Cyberknife, Stereotaktik radyocerrahi (SRS) ya da radyoterapi (SRT) (ışın tedavisi) yapabilen yeni teknoloji bir cihazdır. SRS ya da SRT, hastada uzaysal koordinatların belirlenmesinden sonra hastalığın ya da hedefin yok edilmesi, küçültülmesi, büyümesinin durdurulması anlamına gelmektedir. SRS aslında uzun yıllar beyindeki lezyonların tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Gammaknife denilen cihazla uzun yıllardır bir deneyim elde edilmiştir. 1990’lardan sonra bilgisayar teknolojisinde ve görüntüleme yöntemlerinde meydana gelen hızlı değişim beyinde uygulanan tedavilerin beyin dışındaki vücutta uygulanması görüşünü ortaya çıkarmıştır.
90’LARDA GELİŞTİRİLDİ
Vücuttaki diğer hedeflerin SRS ile tedavisi ise solunum nedeni ile hem normal dokuların, hem de yok edilmesi istenen hedeflerin tedavi sırasında hareket etmesi nedeni ile işi zorlaştırmaktaydı. İşte “Cyberknife” bu amaç için bir beyin cerrahı olan Dr. John Adler tarafından 1990 ların başından itibaren geliştirilen ve 2000’li yıllarda kullanılmaya başlanan bir cihazdır. Biz de bugun köşemizde konunun uzmanı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Cengiz’i konuk ettik. İşte bu hafta sizlerden gelen sorular doğrultusunda Cyberknife nedir, Radyoterapide nerelerde kullanılır, tedavi başarısı cerrahi tedavi kadar iyi midir, en çok hangi tumorlerde kullanılır ve tümoru nasıl yokeder gibi merak edilenleri sorduk, Dr. Cengiz de cevapladı.
Öncelikle nedir bu CyberKnife, biraz anlatır mısınız?
CyberKnife, kelime anlamı olarak robotik bıçak demektir. Robotik bir kol üzerine yerleştirilimiş ışın cihazı olan lineer akseleratör ve ek görüntüleme sistemleri ve bilgisayar teknolojisinin entegre edildiği sistemlerden oluşmaktadır. Cihaz, 1950’li yıllarda geliştirilmiş olan gamaknife cihazının çalışma prensipleri dikkate alınarak, bilgisayar ve robotik sistemler entegre edilerek, Stanford Üniversitesinde geliştirilmiştir. Dünyada yaygınlaşmaya başlaması 2000’li yılların ortalarından itibaren olmuştur.
MİLİMETREDEN DAHA HASSAS
Tüm vücutta milimetreden daha hassas doğrulukla kanser tedavisi yapmak için tasarlanmış radyoterapi ve radyocerrahi sistemidir. Cihaz hasta etrafında serbestçe hareket ederek bir çok farklı açı ve bölgeden odaksal olarak, beyin ve vücuttaki kanserli bölgeleri yüksek dozlarla tedavi edilebilmektedir. Bu işlemi yaparken tumor çevresinde bulunan kritik organları ve yapılara zarar vermemesi veya çok az radyasyon vermesi en önemli avantajıdır.
Peki en çok hangi kanserlerde kullanılmaktadır?
Patoloji yalnız insan değil hayvan ve bitkilerin de hastalık hallerini inceler. Patolojide fizik, kimya, anatomi, histoloji ve bakteriyolojide kullanılan metodlar uygulanır. Patolojide kullanılan bir diğer metod da otopsidir. Otopsi bütün organların çıplak gözle muayenesini sağlar. Bu muayenelerde ölüm sebepleri ve hastalıklarda organ yapısında ortaya çıkan bozukluklar (lezyonlar) belirlenebilir. Bozukluk her zaman çıplak gözle görülemez, bazen de mikroskobik bir inceleme yapmayı gerektirir. Mikroskobun gelişmesi, tespit metodlarıyla hücrenin canlı organizmada olduğu gibi incelenebilmesinin mümkün olması, elektron mikroskobunun çalışma alanına girmesi, doku kültürlerinin yapılabilmesi, mikroskobik muayenelerde fizik ve kimyasal usullerin kullanılması, patolojinin araştırma alanını genişletmiş ve oldukça ayrıntılı araştırmaların yapılabilmesine imkan vermiştir. Bu hafta köşemizde bu gizemli ve çok önemli konuyu yani patolojiyi, TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Sitoloji ve Patoloji Uzmanı Dr. A Şafak Bulut’la konuştuk. Hafta boyunca sizden gelen soruları ve tüm merak edilenleri Dr. A Şafak Bulut’a sordum, o da cevapladı.
* Öncelikle patoloji nedir? Sitolojiden farkı nedir?
Patoloji, Yunanca patos (hastalık) ve logos (bilim) kelimelerinin birleşiminden oluşan ve hastalık bilimi anlamına gelen bir kelime olup hastalığa neden olan durumun/etkenin belirlemesi amacı ile hücre, doku ya da organlardaki değişikliklerin incelenmesidir. Sitolojinin kelime anlamı ise hücre bilimi olup gözle görünür bir dokunun değil, vücudun herhangi bir yerinden enjektör ya da sürüntü (smear) yolu ile alınan hücrelerin ya da sıvıların incelenmesidir.
* Peki Patoloji laboratuvarına hangi örnekler, nerelerden, nasıl gelir?
Patoloji laboratuvarına gastroenteroloji, plastik cerrahi gibi bölümlerden küçük biyopsiler; ameliyathanelerden daha büyük dokular ve organlar; kadın hastalıkları ve doğum, endokrinoloji, radyoloji gibi bölümlerden sitolojik materyaller (yaymalar ve sıvılar) ve bazı durumlarda ameliyata yön vermek, yapılacak operasyonun genişliğini belirlemek amacı ile ameliyathanelerden frozen adı verilen acil inceleme için dondurulmuş dokular gelir. Dondurularak incelenecek örnekler herhangi bir sıvı içine konulmadan acil olarak laboratuvara gönderilirken küçük biyopsiler ve daha büyük dokular yüzde 10’luk formaldehit solüsyonu içinde; sitolojik örnekler ya lam üzerine yayılarak, ya da enjektör içinde laboratuvara gönderilir.
* Bu laboratuvarlarda kimler çalışır? Görevleri nelerdir?
Patoloji laboratuvarında patoloji teknisyeni, patolog ve tıbbi sekreter çalışır. Patoloji teknisyeni, genellikle üniversite ya da yüksek okulların patoloji teknisyenliği bölümünden mezun, patoloji laboratuvarının işleyişi ve cihazların kullanımı konusunda bilgisi olan kişilerdir. Patolog 6 yıllık tıp fakültesi eğitiminden sonra 3 yıllık patoloji uzmanlık eğitimini tamamlamış uzman doktordur. Sekreter ise üniversite ya da yüksekokulların tıbbi sekreterlik bölümünden mezun olmuş, tıbbi terimlere aşina, patoloji ve sitoloji raporlarını, kendisine dikte ettirildiği şekilde doğru olarak yazabilen kişidir.
10 SAATLİK İŞLEME TABİ TUTULUYOR
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz ‘kalın bağırsak kanseri ve bu hastalıktan korunma yolları...’
Kolon ve rektum, sindirim sisteminin kalın bağırsak denen kısmını oluşturur. Son 20 cm’lik kısmı rektum, buradan ince bağırsaklara kadar olan kısmı ise kolon olarak adlandırılır. Kolon su ve mineralleri besinden ayırır, geri kalanı anüsten atılmak üzere depolar. Kolondan başlayan kansere kolon kanseri, rektumdan başlayan kansere rektal kanser denir. Batı dünyasında en sık rastlanan üçüncü kanser tipidir ve ölüme yol açan kanserler arasında da ikinci sıradadır. Erken dönemde tanı koyulan kanserlerde iyileşme oranı yüzde 80-90 arasındadır. Kolorektal kanserlerle ilgili tüm merak edilenleri Ankara Bayındır Hastanesi doktorlarından Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Gürol Öksüzoğlu’na sordum, o da cevapladı.
* Hocam, kalın bağırsak kanseri neden önemli bir hastalıktır?
Dünyada her yıl yaklaşık 800 bin yeni kalın bağırsak kanseri vakası görülür ve tıptaki tüm olumlu gelişmelere rağmen her yıl yaklaşık 450 bin kişi kalın bağırsak kanseri nedeniyle kaybedilir. Kalın bağırsak kanseri yeni tanı kanserlerin önemli bir kısmını, (yaklaşık yüzde 8-9’unu) oluşturur ve kanserden ölümlerde ikinci en sık sebeptir.
* Peki bu bahsettiğiniz oran her ülkede benzer midir? Kalın bağırsak kanseri sıklığı ülkeden ülkeye değişir, coğrafi farklılık gösterir (yaklaşık 20 kat fark). Görülme sıklığı en yüksek olan ülkeler aşırı yağlı, kırmızı et ağırlıklı, fiberden (sebze, meyve, salata, posa vs) fakir beslenen gelişmiş ülkeler ve özellikle Kuzey Amerika, Batı Avrupa, Avustralya, Y. Zelanda ve Japonya’dır. Kalın bağırsak kanseri en az Hindistan ve K. Afrika’da görülür.
YAŞ İLERLEDİKÇE RİSK ARTIYOR
* Cinsiyet faktörü önemli midir?