Hastanenin KBB Vokoloji Birimi’ni kurmuş ve başında duruyormuş. Sohbet sırasında bana, “Bu birimimize sayısız ses sanatçısı, şan öğrencileri ve hocaları geliyor. Hepsi önemli isimler. Tabii meslek gereği açıklayamam...” dedi. Çok ilgimi çekti. Bu yıl da üç üniversitenin konservatuarında, ders programında, İlter hocanın hazırladığı, Vokoloji dersinde, sanatın içindeki bilimi, anlayıp, uygulamaya çalışıyorlarmış. “Öğrenciler, müziğin içindeki matematiği keşfettikçe çok heyecanlanıyorlar. Görmelisiniz” dedi... Hafta içi buluşup, birimi gezdim. İlgimi çektiği ve sizlerin de ilgisini çekeceğini umduğum için de bir röportaj yaptım. Buyurun;
İlk ve tek ses merkezi- ŞD- Müzikle ilişkinizin başlangıcı ve derecesi nedir?
» İD- Müziğe olan ilgim çocuklukta başladı. İlk enstrümanım ıslığım ve sesim oldu. 1990-2000 yılları arasında, ud, keman, ney ve piyano dersleri yanında, vokal müzikle ilgili olarak, Türk Sanat Müziği usul ve makam dersleri aldım. Klasik şan pedagojisi ile ilgili olarak Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı Opera Ana Sanat Dalı’nda, 2 yıl süreyle şan derslerine katıldım. İnsan sesi üzerindeki çalışmalarıma, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Kliniği, KBB uzmanlık eğitimi sonrasında devam ettim. Yurt içi ve yurt dışı eğitimlerle, muhtelif ses terapi yöntemleri ve şan pedagojisi konusunda çalışma imkanı buldum...
- ŞD- Peki Vokoloji’nin anlamı nedir? Bilmeyenler için...
» İD- İnsan sesinin, bilimsel olarak araştırılması, geliştirilmesi ve ses bozukluklarının tedavisi için oluşturulan ve dünyada da yeni sayılabilecek bir bilim dalı. 2003 yılında, Alsancak Devlet Hastanesi KBB Kliniği bünyesinde, Vokoloji birimini kurdum. Vokoloji alanında, ülkemizin merkezlerden birisi olan, Alsancak Devlet Hastanesi Vokoloji Birimi, Sağlık Bakanlığı’na bağlı, hizmet hastaneleri arasında ilk ve tek ses merkezi. Vokoloji birimine, sadece İzmir ve Ege Bölgesi’nden değil; İstanbul, Ankara ve daha pek çok ilden başvuru olmaktadır.
Uluslararası kriterlere sahip
- ŞD- Birim’de neler yapılmakta? Yöntemler nelerdir?
Gezdiğim, gördüğüm yerleri, yediğim, içtiklerimi önümüzdeki günlerde size yazacağım. Bu aralar biraz canım sıkkın. O nedenle eğlenceden hafif kaçıyorum. Her gün bir yerlerde akan kanlar ve şehitlerimiz... Yüreğim yanıyor. Döndüğüm gün, kara haber, beni de yaraladı. Yine analar ağladı. Sözün bittiği yerdeyiz. ‘Sağ duyu’ derken, ‘Dik duranlar kazanır’ derken, 50 bine yaklaşan tweet dostlarım, canlarım tek vücut oldular. Haykırdılar “Artık yeter” diye. Evet artık yeter...Gelelim bu günkü konumuza. “Bir gün biz de engelli olabiliriz.” Evet, içinizden “Allah korusun” diyenleri duyuyorum. Ama olabilir. Belki bu pazar, sizler için tatsız bir konu. Fakat engellilerimize sahip çıkmak, insanlık görevimiz. Onlara yardım eli uzatmak gerek. Yukarıda da yazdım. Size yaşadığım güzellikleri yeri gelince anlatacağım tabi. Her insanın bu güzellikleri yaşaması için de, bir birimizi düşünmek, yardım eli uzatmak zorundayız. Bu gün artık halk otobüslerinde bile, engelliler için bir mekanizmanın konulması şartken, bakın koskoca Tepecik SSK’da, yaşanılana. Bir meslektaşım anlattı. Evrim Özaydın Aslan...
“22 yaşında, Çeşme’de, her zaman yüzdüğü yere, balıklama dalan, bir yakınım maalesef felç oldu, Yaşaması ve oturması mucize denildi. Ama, o şimdi her şeye rağmen, yaşama sevinci ile tekerlekli sandalyede oturur pozisyonda.” diyen Evrim, bu yakının, yaşadığı bir sıkıntıyı, aynen şöyle özetledi;
“Tepecik SSK’da, muayene için gittiği 3 katlı poliklinik binasında, asansör olmadığından, engelli vatandaşlar, 4 kişilik bir ekip tarafından, kucakta taşınarak, katlara götürülüyor. Çok üzüldüm. Sizi bende, başına bu olay gelen yakınım da okuyor. Yazmanızı özellikle istedik. Dilerim Sağlık Bakanlığı ve yetkililer, gereken hassasiyeti gösterirler...”
Evet, AB bizi bu durumda alır m?...Yeni Türkiye’ye bu yakışıyor mu?
Ünlü isimlerin, Bodrum’daki sığınağı Çocukların da yuvası, Borabora Apart Otel
Öyle her mektubu, yazıyı, şikayeti köşeme taşıyan ve yer dolduran yazar takımından, hiç olmadım. Ama Sultan Çetin hanımefendi, birkaç kez öylesine samimi, içten, kendi otelini tanıtan yazılar, sıcak mektuplar gönderdi ki, duyarsız kalamadım. Zaten hoş da bir yer yapmış. Tesadüf bir dostum gitmiş. Gidenler de hayli renkli isimler ve de çok mutlu olmuşlar. O nedenle bu günkü köşeme konuk oldu Sultan Çetin ve Borabora Oteli... Yaz-kış açık. Karamsarlıktan, Bodrum’un ılık, güneşli günlerine getireyim biraz da sizi...Buyurun;
Şenay hanım, önce şunu belirtmek istiyorum. Artık günümüzde bir yazıya veya talebe, adına ne derseniz deyin, geri dönmek, cevap vermek pek önemsenmiyor. Bir kalitenin göstergesi olan cevabınız için teşekkür ediyorum.
Gözlerinizi kapatın. Süper bir tur şirketi Lady Travel ve süper bir rehber Baydu Oral ile birlikte, İtalyan Başbakanı Berlusconi’nin eşinin kendisini affetmesi için villa aldığı, yakışıklı aktör George Clooney ve Sophia Loren ile, magazin medyasında anılan Como’ya gidelim. Avrupa Birliği’nin, 5. büyük metropolü, Avrupa’nın ticaret ve moda merkezi Milano sokaklarında turlayalım. Cenevre Gölü çevresindeki restoranlarda keyiflenelim. Zürih’te çikolataya doyalım... Haydi buyrun. Kemerlerinizi bağlayın... Haaa bu arada, bu gezimin faturası kasamda. O nedenle gönül rahatlığıyla yazıyorum. Aslanlar gibi yani. Bedava değil...
Sanat ve alışverişte Milano
Otomobil, moda fuarlarıyla, zirvede bir şehir Milano. Milano, İtalya’nın en büyük şehirlerinden, en şık, en hareketli, en cazibeli merkezi aynı zamanda. Dünyanın dördüncü büyük katedrali 600 yılda bitmiş. Dışı da içi de etkileyici. Piazza (meydan) Duomo, Galleria Vittorio Emmanuele Kapalı Çarşısı, Scala Opera ve Bale Binası ilk göze çarpanlar. Mutlaka görülmeli. Moda dünyasının, en popüler iki caddesi, Duomo Meydanı’ndan, beş dakika mesafede... Via Monte Napoleone ve Via Spiga, en pahalı İtalyan ve dünya devlerinin sıralandığı sokaklar. Corso Buenos Aires, metro ile üç durak. “Alışveriş yetmedi” diyenler için. Via Bagutta 2’de Temporary Fashion Garage ve Via Forcella 13’de DMagazine Outlet, dünya markalarının satıldığı harika iki outlet. Kaçmaz. Gece hayatı için Navigli bölgesi cafeler, barlar, gece kulüpleriyle dolu. Duomo Meydanı’nın civarı da uygun alışveriş için ideal. Eski tüccar locasının bulunduğu yerde, Ristorante Al Mercante, klas ve tarihin içinde. Lezzetli yemekleriyle Risotto a la Milanese ya da Cotoletta a al Milanese, denemek için uygun bir adres. Hemen yakınında, Brera ve Ambrosiana sanat müzeleri de var üstelik...
Binlerce Türk yaşıyor
Milano’dan, yaklaşık yarım saatlik mesafede, harika bir yer. Milano gibi, buraya da beşinci gidişim. Sevgili Yıldırım Mayruk, yamağı Barboros Şansal, Nur Yerlitaş ile anılarımız çok Como’da. Beyonce, Sophia Loren, Madonna, Victoria Beckham, Jennifer Lopez, Sharon Stone, Mel Gibson, Sting, Dona Karan, Dolce& Gabbana, Roberto Cavalli gibi, dünya starlarının, en sıklıkla kaçamak yaptıkları yer Como. Ayrıca Como, ipek ticaretinin merkezi... Göl kenarında. Katedrali, eski sokakları, şık otel ve restoranlarıyla, İtalya’nın en görülmesi gereken noktalarından. Como’yu dolaşmak yanında, bir tekne turu yapmak da burası için olmazsa olmazlardan. Marconi’den, Mussoliniye, Manzoni, Stendhal, Byron, Verdi, Bellini, Rossini, Napolyon, çoğu ünlü, bu villalarda ve saray yavrularında kalmış. Bugünde, birçok ünlü, bu villaların kiracısı. Yabancıya mülk satışı yasak. Bir taraf İsviçre, bir taraf İtalya ve İstanbul Boğazı havasında bir yer Como Gölü. Göl kıyısında, Imbarcadero Restoran, en şık ve en hoş restoran. Como’nun bir özelliği de burada toplam 4 ila 4500’e yakın, Türk’ün yaşıyor olması. Pek çok Türk restoranlarına denk gelebilirsiniz...
İsviçre fondüsü yenilmeli
Cenevre, BM Avrupa Merkezi. Cern (Yüksek Enerji Fiziği Laboratuvarı) ve Kızıl Haç gibi, diğer kuruluşlara ev sahipliği yapan, dünyanın yaşanabilirlik sırasında, ilk on içinde yer alan şehirlerinden... Zürih’le bu dereceyi paylaşıyor. Bu arada, İstanbul 110. sırada. Cenevre’de Fransızca konuşuluyor. Saat, çikolata, ülkenin silikon vadisi, sigorta, farmakoloji, finans konularında en ünlü kent. Yüzyıllar boyunca, Cenevre Gölü çevresinde yer alan, şehrin merkezi, iki saatte gezilebilir. Rue Basse, çiçek saatinin paralelinde bulunan caddeler de alışveriş için. Burada, pasajların içinde, fast food tarzı ya da süpermarketler bulunuyor. Bu arada, Place de Madeleine civarında ünlü İsviçre fondüsü yenecek, uygun fiyatlı restoranlar var. Mutlaka yenilmeli. Gezilecek yerler arasında ise; İlk protestan katedrallerine dönüştürülen, dev katedraller, Hotel de La Ville, Place Du Bourg de Four, Place Neuve... Akşam yemeği ya da bir kadeh içki içmek için meydan Place du Molard, hoş...
Tarihi anlaşmalar
Yine yaptı yapacağını... Ertan, İzmir’in elitleri içinde en VİP ve popüler 50 kadını, 11 Ekim 2011 tarihinde, muhteşem bir davet ve şov ile ağırlayacak.
16.00 ile 18.00 saatleri arası, davetliler, şampanya ile karşılanacak... “2012 İlkbahar-Yaz Ertan Kayıtken” koleksiyonun tanıtımı, söyleşi ve görsel doyumla ağırlanacaklar... Yine İzmir’in tanınmış bir mücevher markası olan, Leyla Özakbaş’ın da mücevherlerinin tanıtılacağı, bu work-shop’da ise, şu an Türkiye’nin en popüler mankenlerinden olan, Özge Ulusoy da yer alacak. Bu davet için Özge, bir günlüğüne İzmir’e gelip, gidecek... Ayrıca, 6 erkek ve 4 kadın mankenin daha katılacağı, bu görsel tanıtımda, Ertan, kendi el yazısıyla yazmış olduğu teşekkür mektuplarını, birer buket çiçekle süsleyecek...
Evlerinden özel alınacak
Son anda bir değişiklik olmazsa, 50 VİP davetli, evlerinden özel davetiyelerle alınacak. Şampanya ile karşılanan davetlilere, salona girerken, 2 Arp çalan müzisyen eşlik edecek. Erkek mankenlerin tanıtacağı, mücevherlerden sonra, Özge ve diğer mankenler, “2012 İlkbahar-Yaz Ertan Kayıtken” defilesini, küçük bir şovla sergileyecekler. Hilton Oteli, Turgut Reis Salonu’nda yapılacak olan bu özel davet, ayrıca 50 hanımefendinin, kendi aralarındaki şıklık yarışlarıyla da bana göre göz kamaştıracak, sanırım... Bu tarz davetlerini, kasım ve aralık aylarında da tekrarlayacağını söyleyen, sevgili Ertan, “Leyla Özakbaş hanımefendi ile birlikte, modanın fantezi ruhunu, İzmir’ in özel insanlarına yaşatmaya çalışacağım. Ayrıca şimdiden, 50 kişilik davet için pek çok hanımefendi beni arıyor. Hepsine saygım sonsuz. Ben onlarla varım. Ama üzülmesinler. Bu ilk davette yer alamayan hanımefendiler, kasım ve aralık aylarındaki davetlerde yer alacaklar. Benim bu şovlarım da sürecek” dedi.
Kimler var?
Duyumlarıma göre, 11 Ekim Salı günü gerçekleşecek olan ve de 50 kişiyi geçmeyecek davetliler arasında; Rebab Gürel, Mey Bakioğlu, Sinem Sağel, Melis Türkoğlu, eski mankenlerden Yüksel Ak, İnci Korsini, Neşe Akgerman, Nilgün Özsaruhan, Emel Özkardeş ve Siren Ertan gibi, İzmir-İstanbul sosyetesinin, elit isimleri yer alıyor... Davetin ikramı, yine İzmir’in hayli popüler butik pastanelerinden CakeWalk, sahne ve salon süslemelerini Sahne 360 üstleniyor. Mankenlerin makyajı Tuğberk Yılmaz’a, saçları ise Şener Sarıgül’e emanet...
Afiyet Olsun
REY ortaklığı çabuk bitti
İzmir’in önde gazetelerin temsilcilerini ve de yazarlarını, Sakız’da, iki günlük bir seyahate davet ettiğini ve benim de katılmamı istedi. Hepsi sevdiğim, inandığım, dost ve arkadaş olarak gördüğüm isimler olunca, vallahi koşarak gittim. Bir de Erdoğan Ağabey, turizm şirketinin adına uygun, tam bir ekselans... Harika kibar, saygın ve gerçekten İzmir için çok önemli bir isim. Kırılmaması gereken. Neyse uzatmayayım. Biz, dostum Gülengül Uslu ile Erdoğan Ağabey’in arabasıyla, önce Çeşme’ye gittik. Yolda Erdoğan Ağabey, turizmde başarı için, tanıtım, ulaşım ve konaklama olmak üzere, üç ayağın gerekli olduğunu söyledi. Çeşme ve İzmir için bunların eksik olduğunu vurguladı. Bükreş’te gerçekleşen bir turizm fuarında, katılan her ülkenin, müthiş bir tanıtım kampanyası yaptığını, ama bizim yoksun kaldığımızı belirterek, “Yılda bir milyon Romanyalı turist dünyayı geziyor. Bunun yarısı Bulgaristan’a gidiyor. Niye İzmir ya da Çeşme’ye gelmesin. Demek ki, bir şeyler eksik yapılıyor” dedi... Çeşme Ulusoy Limanı’nda, 14 arkadaş buluştuk. Bize Ekselans Turizm’in Genel Müdür’ü Laura Balkır ve rehber Ali Payzaroğlu ile Ege-Koop Başkanı sevgili Hüseyin Aslan da eşlik etti. Bu arada Laura da mükemmel ve başarılı. Yüzü devamlı gülüyor. Herkesin isteklerini yerine getiriyor. Kısacası baştan yazayım, muhteşem bir seyahatti ve Erdoğan Ağabey’e de Laura’ya da teşekkürler...
Limenas Mesta, Chios Chandris
50 dakikalık keyifli bir yolculuğun ardından, adaya ulaştık. Yunan Adaları’nın, beşincisi olan Sakız’a, deniz yolu ile ulaşım var. Sakız’ın tüm sokakları dar. Temmuz ve ağustos ayı, turistin en yoğun olduğu aylar. 24 de köyü var. Antik çağlardan beri adanın sembolü, Sfenks. Sakız Adası, sakız ağacının bir türünün meyvesi olan, damla sakızı üretiminde, dünya çapında... Rehberimizle birlikte, grup bir otobüsle, adanın güneyine indi... Rehberimiz, bizim ve de ilk kez gidenlerin de mutlaka görmesi gerekli yerleri, keyifle anlattı. Bir kısmını gördük, bir kısmıyla da ilgili, fikir sahibi olduk... Nereleri mi?
‘‘Mastikohorya’’ olarak olarak bilinen, yani sakız bölgesi. Adanın en büyük geçim kaynağı olan bu damla sakızının (mastic) üretildiği köyler... Seramik işçiliği ile meşhur Armolia Köyü... Picasso’yu kıskandıran köy Pirgi... Bu arada, evlerin dış cephesinde, beyaz ve siyah geometrik şekiller, sıva üzerine işlenmiş... Bir el oymacılığı tekniği olan bu otantik kazıma tekniğine, ksista (xysta) adı veriliyor... 13. yüzyıldan kalma, Bizans kilisesi St. Apostles... Günümüzde tamamen orijinal, tüm yapısını koruyan Olimpi Köyü ve Mesta...
Tam on kez gittiğim, Sakız’da tabii ki farklılıklar yaşadım. Mesta’da 65-70 yaşında bir Yunanlı köylü ile karşılaştık... Türk hayranı. Annesi ona hamile iken, babasını Almanlar öldürmüş. İstanbul’a kaçmışlar. Türk ve Türkiye’yi, Nazım Hikmet, Galatasaray ve Yılmaz Güney olarak özetliyor. İlginç tabii. Öğle yemeğini Mesta Limanı’nda, harika bir restoranda yedik. Limenas Mesta... Yemekler yıkılıyor. Patron Giannis ve Kosta Papamichalakis, Türk dostu. Giannis, Türk-Yunan kardeşliği üzerine, güzel bir konuşma yaptı. Yolunuz Sakız’a düşerse mutlaka gidip keyifle bir yemek yiyin. Telefon: +3022710 76389.
Ardından Muhteşem bir manzaraya sahip, Sakız’ın belki de en güzel otellerinden Chandris’e geldik...
Bu adresleri saklayın
Otelin Genel Müdürü Nicholas G.Panteloukas sıcak biri. O akşam, bizim için özel bir davet verdi. Otelin kahvaltısı da zengin bu arada. Bir zincir olan Chandris’in, Atina ve Corfu’da da şubeleri var. Akşam yemeği için, havaalanına yakın müzikli bir yer seçilmiş. Adı Mouses (Müzler). Zengin mönüsü var. Fakat benim ve pek çok arkadaşımın da damak tadına uymadı. Ama çok eğlendik. Herkes tabiri caiz ise, kurtlarını döktü. Aramızda piste çıkmayan kalmadı. Muhteşem bir birliktelik ve samimiyet vardı Bir gece, iki günlük bu güzel seyahatte, sizler için bazı adresler de edindim.
Ayak üstü dertleştik. Bana eğitimin, çok önemli olduğunu ve bu konuyla ilgili de köşemde titiz davranmamı önerdiler. Giderken de, “Sizin fanatik okuyucunuzuz. Takipteyiz” dediler. Sporda antrenörüm, 4 yaşındaki yeğenini, anaokuluna yazdırdıklarını, ama çok sıkıntı çektiklerini söyledi. Neden de oğlanın annesinden ayrılmak istememesi. İlk gün altını ıslatmış. Ailece psikoloğa gitmişler. Antrenörüm, “Aman Şenay Hanım okul öncesi eğitim çok gerekli. Ama okul fobisi de bu yaşlarda oluyormuş. Psikolog, kız kardeşimi bu konuda uyarmış. Ne olur siz de köşenizde bir işleyin bu konuyu” dedi. Ardından, plazada komşum, biri oğlan, diğeri kız ayrı yumurta ikizlerini, kreşe verdiğini, ama ikisinin de bir haftadır türlü bahaneler uydurduklarını, hastalandıklarını ve gitmek istemediklerini söyleyince, ben de okul öncesi eğitim konusunda, yaşanan bu sıkıntıları köşeme taşımaya karar verdim...
Ayrılık öfke de yaratıyor
Bir pedagog dostum, 0-6 yaş olarak, okul öncesi dönemde, bazı çocukların, anne ve babadan ayrıldığı için, öfke de sergileyebileceğini, bu hassas dönemde, çok dikkatli olunması gerektiğini söyleyince, bu konuda, İzmir’de artık bir marka olan, Nur Yaraş’la bu konuyu tartışalım ve aydınlatalım istedim. İzmir’de, 25 yıllık, okul öncesi eğitim tecrübesiyle, dördüncü şubesini açan, Beyaz Balon Anaokulları’nın kurucusu Nur Yaraş, okul öncesi eğitimin, öncelikle niye gerekli olduğunu bakın nasıl anlattı; “Kendi çocukluğunuzu, kendi çocuğunuzla kıyaslayın lütfen... Bizden daha akıllı, daha çok hayal edebilen, teknolojiye bizden daha hakim, daha çabuk kavrayan bireyler olduklarını, hemen fark edeceksiniz. Zaman zaman anneler, aralarında konuşurken, “Hamileyken içtiğim vitaminler yüzünden herhalde” dediklerini biliyorum. Elbette ki, faydası olmuştur. Ama gerçek şu ki, bugünün çocukları, çok daha fazla görsel malzemeyle karşılaşıyorlar. 2-6 yaş arasında, çevrelerindeki dünyayı tanımak için, oluşturdukları düşünsel yapı, kişilik ve davranışlarına, temel oluşturarak, çocuklarımıza, bütün hayatları boyunca eşlik eder. Bu nedenle, okul öncesi eğitim, artık çok daha büyük öneme sahip.”
Yaşayarak ve görerek öğrenme
“Biz eğitimcilerin sorumluluğunun, çocukların düşünme yeteneğini geliştirmek, değişen ve gelişen dünyaya uyum sağlayan, hayat boyu öğrenen bireyler yetiştirmek olduğuna, inanıyorum” diyen Yaraş, çocuklara uygulanan eğitim programlarında, yaparak, yaşayarak, eğlenerek ve yaratıcılıklarını kullanarak, gözlem yaparak, grup çalışmalarının zevkine vardırarak, problem çözerek ve öğrendiklerini yaşama geçirmelerinin, önemli olduğunu belirtiyor...
“Duyduğumu unuturum, gördüğümü hatırlarım, yaptığımı öğrenirim.” Çin atasözünden yola çıkarak, “Yaşayarak-Görerek Öğrenme” sistemi uygulanmasının şart olduğunu söyleyen Yaraş, bu konudaki görüşlerini şöyle noktalıyor; “Çünkü okul öncesi dönemde, değişik kişiler ve nesnelerle etkileşimde bulunmak, yaşantılardaki farklılık ve zenginlik, beynin farklı yollarla, gelişmesine neden olmaktadır.”
Her çocuk aynı değildir
Çocukda, “Annem-babam beni bıraktı!” ya da “akşam beni almaya gelecekler mi ?” gibi düşünceler, baş göstermesiyle başlayan, okul fobisi konusunda ise, 25 yıllık başarılı eğitimci Nur Yaraş, bakın ne diyor; “Çocuk ne kadar zeki, başarılı, yetenekli olursa olsun, okul fobisi var ise, bu durum onun tüm eğitim hayatını olumsuz etkiliyor. Okul fobisi de genellikle, çocuk henüz anaokuluna başlarken, okul ve ailenin yeterince, bilinçli olmayıp, disiplin bir tutumla, hareket etmeleri sonucunda ortaya çıkıyor. Anaokulu’nun ilk gününde, aile gibi küçük bir sosyal ortamdan çıkıp, yeni, farklı ve değişik bir sosyal ortama, ilk kez adım atan çocuk da okul fobisinin oluşmaması için ailelerin çocuklarının, anaokuluna başladıkları ilk güne, çok dikkat etmesi gerekiyor. Bu çok hassas bir dönemdir. Bu dönemde, anne babanın ve tabii ki, eğitimcilerin, bilinçli hareket etmesi gerekiyor. Ne çok katı, ne de çok tavizkar, olmamak gerekiyor. Biz, annelerin, anaokulunun ilk gününde, böyle bir ihtiyaç varsa, çocuktaki bu da iyi gözlemlenmelidir, sınıfa girip oturmak olarak değil, ama okulda, bir sure zaman geçirmelerini öneriyoruz. Tabii, her çocuk aynı değildir. Bazı çocuklar anaokuluna çok hızlı alışırken, bazıları alışamayabilir. Özellikle hiç sosyal ortama girmemiş, aileden hiç ayrılmamış çocuk, zorlanacaktır. Böyle bir çocuğa izlenecek yaklaşımla, oyun gruplarına katılan, geniş bir arkadaş çevresi olan, bir çocuğa izlenecek yaklaşım, çok farklı olmalıdır...”
Dedikodu bilmez. Kıskançlığı, hasetliği yoktur. Oturup, karşılıklı sohbet edebilirsiniz. Sözü, sohbeti dinlenir. Bazıları gibi, çok affedersiniz, dangalak, hadsiz, şımarık değildir. Para onun için hep ikinci plandadır. O nedenle de, aynı jenerasyonundaki isimler arasında, en çok çalışan ve ilgi görenlerin başında gelir. Hatta bana göre en baştadır. Şimdilerde Emel Sayın’a, süper bir proje hazırlanıyor. Projenin mimarı, eğitimci ve de arkadaşım olan Sinan Kuzucu. Ama projede, modanın duayeni, büyük usta Yıldırım Mayruk’da var...
19 Kasım’da ilk gala
Projenin, daha doğrusu müzikalin adı, ‘Başrolde Emel Sayın’... Son anda bir değişiklik olmazsa, Sayın’ın doğum günü olan, 19 Kasım’da, İstanbul Bostancı gösteri merkezinde sergilenecek. Sayın’a, eşlik edecek, bir fasıl gurubu için müthiş isimlere teklif gitti. Sezen Aksu, Tarkan, Yıldırım Mayruk, Mehmet Barlas, Nilgün Belgün, Nalan Altınörs, Sibel Can, Mustafa Sağyaşar, Zekai Tunca, Yıldırım Bekçi gibi... Tabi Sayın’ın doğum gününe, özel bir davet olacak bu gece. Bu arada, Emel Sayın’ın en büyük hayali de, bu gecede, fasılda, Pascal Nouma’ ya da def çaldırmak. Bakalım 19 Kasım’da, ne kadarı gerçek, ne kadarı Sayın’ın hayali olarak kalacak?
DiKKAT
Tatlıses’in evliliğindeki bilmece Aşk mı? Çaresizlik mi? Değişim mi?
Aslında cumartesi, sıcağı sıcağına sizlere, İbrahim Tatlıses-Ayşegül Yıldız evliliğindeki duyumlarımı, bilinmeyen bazı gerçekleri, iddiaları aktaracaktım. Ama biraz bekledim ve daha çok araştırdım. Tam 35 yıldır tanıdığımı sandığım, İmparator’un, bu ani evlilik kararını, daha medyaya düşmeden, tweetler atılmadan öğrendim. Hem de, siyaset dünyasından, hatırı sayılır bir dostumdan. Nikah şahitlerine, nikahı kimin kıyacağına dair bilgileri, bana aktardı. Dobra dobra inanamadım. İlk kez yanıldım. Ben Tatlıses’i hep Derya Tuna ya da asistanı olarak yıllardır yanında olan, Damla ile evleneceğini düşledim... O malum vurulma olayından sonra... Tatlıses’in kadınları arasında, en çok kavga ettiği, geçinemediği tek isimdi Ayşegül Yıldız. Hastanede kaldığı sıralar, bir başkaydı Derya ile ilişkileri. Üstelik ana kraliçeydi Derya. Bu arada Perihan’ı (Savaş) saymıyorum. Çünkü Perihan’ın, dünya güzeli kızı Melek Zübeyde’nin dışında, bir bağı yoktu Tatlıses ile. Ayrıca o tarihlerde, ciddi bir beraberliği de vardı. İmparator’un ayrıldığı kadınlar arasında, nikahlı eşi Adalet Hanım, Derya ve Ayşegül, hayatlarına hiç kimseye sokmamışlardı... Bir de ona en sadık Damla’ydı. Zaten o da ölümden dönmüştü. Adalet Hanım’a dönmesi olanaksızdı. Ayşegül ile aralarında 30 yaş fark ve çok büyük kavgaları oluyordu. Evlilik için ben ve Tatlıses’e yakın pek çok isim, hep Derya’yı ve de Damla’yı yakıştırıyorduk...
Ayşegül’ün intikamı
Tatlıses’in, Ayşegül Yıldız ile evliliğini duyduğumda, şoke oldum. Fakat sonra, duyumlarım ve iddialarla, bu evliliğin biraz da, Sayın Başbakan’ın isteği, değişim ve çaresizlikten kaynaklandığı fikri, kafamda büyüdü. Ben de ölümden döndüğümde, radikal bir karar alarak İzmir’e yerleştim. Değişimdi bu. Tatlıses de böyle bir değişim duyabilirdi. ‘Hep Tatlıses’in kadınları’ denilmesinden artık sıkılıp, geçirdiği bu zorlu savaşta, biraz yaş, biraz sağlık sorunları nedeniyle çaresizliğe kapılıp, tam 12 yıldır birlikte olduğu bu genç kadına sığınmak istemiş olabilirdi... Aşk mı? derseniz, belki sevgi ve alışkanlık... Bodrum sokaklarında tanıdığı, klip ve reklamlarında oynattığı, daha sonra iş yerinde çalıştırdığı 2002 Miss Türkiye dördüncü güzeli, Ayşegül Yıldız’ın intikamı yalnız büyük oldu ... Neden mi?
Nasıl olmasın, tam 34 yıl, gençliğim, ömrümün büyük bir kısmı burada geçti. Ailem olmasaydı, kimse darılmasın, İzmir’e biraz zor gelirdim. Neyse güzel dostluklar oluştu da İzmir’in pisliğine, gürültüsüne, artık sesim çıkmıyor. Bütün yaz ve Ramazan boyunca, Devlet Demiryolları Lokali’ndeki o gürültü kirliliğinden, bütün plaza yaka silktik. Bakalım kış sezonu ne olacak? Neyse, üç günlüğüne İstanbul’a gittim. Dostlarımla biraz hasret giderdim. Geçtiğimiz yıl ailemle kaldığım, harika bir yerdeydim yine... Erten Konak Otel... Butik... Sultanahmet’in ortasında... Aslında burada kalmamın bir nedeni de nostalji. Çünkü hep Etiler, Levent, İstinye ve Bebek, Cihangir arasında sıkışmış kalmıştım, yıllardır. Şimdi minik İstanbul turumdan söz etmek istiyorum sizlere. Bir, iki şık adresle birlikte... Bu arada gündemde olan İBRAHİM TATLISES’in evliliğiyle ilgili yorumum yarın efendim...
Avukat karı-kocanın başarısı
Kaldığım Erten Konak Otel, 1892 yılında, Sultanahmet mahallesinde, dönemin Medine Muhafızı Cemal Paşa tarafından, hayata geçirilmiş bir konak. 100 yıllık tarihimize tanıklık ettikten sonra, Erten Turizm İşletmeciliği tarafından, satın alınmış. Erten Turizm, üç nesildir, avukatlık mesleğini icra eden, Erten Ailesi ‘nin kurmuş olduğu, bir turizm firması. Ayrıca, Erten Turizm, Osmanlı tarihini koruma ve yaşatabilmeyi, kendine bir görev bilip, bu güzel konağı, aslına uygun olarak yenileyip, onarmış. Konak Sultanahmet’te... Firmanın ortaklarından Cavidan Erten, müthiş bir hanımefendi. Eşi ise tam bir İstanbul beyefendisi. Cavidan Erten, bu konak gibi, İstanbul ‘da, başka bir konakta doğmuş, büyümüş, İstanbullu bir ailenin kızı... İstanbul’un, o güzel kültür ve yaşantısını, birebir yaşamış ve tanıklık etmiş...
Sanata verilen değer
Ben kendimi bir sarayda hissettim. Bu arada otelin restoranı, servisi, ekibi, kısacası her şey bu kadar mükemmel ve kusursuz olabilir mi? Evet, gerçekten muhteşem. Fiyatları ise komik. Günlüğü 100-150 Euro arası. Muhteşem sabah kahvaltısı dahil. Bu oda fiyatı. İki kişi rahatlıkla kalabilirsiniz. Boğaz manzarası, güneşin doğuşu ve batışı, ezan sesleri, o tarihi doku, sizi bir başka dünyaya getiriyor. Konak’ta tarihi yaşamak, içine sindirmek, tarihle uyumak ve uyanmak, eski günlerdeki gibi, geniş bir aile ile konağın bahçesinde, yemek yemek, sohbet etmek çok keyifli. Dahası, dönemin antika camaltı, kıyafet, şapka, oya, hat ve resimlerinden oluşan, hepimizi farklı anılara taşıyacak, Erten Ailesi’nin, etnografik koleksiyonunu ise, görülmeğe değer. Ha bir de Osman Usta’nın yaptığı, enfes yemekler...
SuAda Frederic’s farkı
Bu yıl Suada’ya hareket ve lezzet katan Frederic’s, bugün, yarın kışlığa geçecek. Öyle de olsa, Tolga Atalay imzası, burada da kendisini hissettiriyor. Tıpkı Çeşme Tabu’da olduğu gibi. İstanbul’un, ilk ve tek “Steak&Lobster” restaurantı, Frederic’s daha öne Süzer Plaza’nın altında Maçka’daydı. O tarihlerden beri de bendeniz buranın müdavimiydi. Kimse yadırgamasın Lobster çok severim. O nedenle de bulduğum an kaçırmam. Altı yıl aradan sonra Tolga, bu kez SuAda içinde açmış. Reina’nın da patronu olan sevgili arkadaşım Mehmet Koçaslan’ ın yerinde yani. Neyse, adını yakın dostu Frederic Zoupanos’tan esinlenerek, Frederic’s koyan, Tolga mutfağı hayli geniş tutmuş. Mönüde, en çok satanların başında, trüf risotto, dangeness yengeci, 3 haftalık “dry aged” t-bone ve rib eye gibi etlerin yanı sıra, ev yapımı sorbeler geliyor. Bu yaz mönüsü, ekim sonu kış mönüsüne geçecekler. Tolga, Suada Frederic’s’de, kışın büyük sürprizlerin yer alacağını söylüyor. Bu arada Frederic’s’in müdavimleri arasında, Yiğit Şardan, Lemi Gülman, Güneri Civaoğlu, Erol Aksoy, Murat Dedeman, Mustafa Sirmen, Cem Üçdoğan ile Çuhadaroğulları, Akkermanlar ve Cevahiroğulları var...