Antalya Valisi Ahmet Altınparmak, Antalya’yı tanımlarken “Üç mevsim bahar, bir mevsim yaz” demiş. Doğru. Antalya bir yıldızlar kenti aynı zamanda. Toplam 693 konaklama tesisi bulunuyor. Üstelik de çoğu beş yıldızlı. Bana göre dört yıldızlı olanlar da, dünyadaki beş yıldızlı oteller ayarında. Ben bu kadar lüks ve kaliteli oteli dünyanın hiçbir yerinde görmedim. Turizmin başkenti Antalya’da, 2010 yılının ilk altı ayında 5.5 milyon turist gelmiş. Yıl sonuna kadar da 10 milyon beklenti var. Müthiş bir şey. Amma velakin her şey dahil sistem beni geriyor. Nedeni de gelen yabancının kalitesizliği. Ülkelerinde hayal bile edemeyecekleri lüks içinde, benim ülkemde üç kuruş paraya büyük keyif yapmaları. İşte bu durumda da onların keyfi benim keyifsizliğim oluyor.
Miracle mucizesi
Birkaç günlüğüne Antalya Miracle’ye gittim. Otelin sahipleri sevgili büyüğüm ve ağabey dediğim Fenerbahçe Yönetim Kurulu üyesi Nihat Özbağı ve ağabeyi Mehmet Bey. Genel Müdürü de 30 yıllık dostum Ahmet İllez. Gitmemin bir nedeni de Antalya Büyükşehir’in eski başkanlarından, can dostlarımdan Menderes Türel’i ziyaret etmekti. Babası Suphi Amca’nın vefatına yetişememiştim. Gittiğim gün annesi hastanelik oldu. Bu arada dostum diye asla kollamıyorum. Ama Antalyalıların pek çoğu Menderes’i arıyor. Zaten sokaklar falan rezalet. Pislik içinde. Neyse. Gelelim Antalya’nın turizmine. Sevgili Ahmet İllez, sohbet sırasında, kişi sayısı artarken turist başına düşen gelirin düşmesi, tartışılması gereken ciddi bir konu olduğunu söyledi. Ayrıca giderek artan personel yükü (özellikle kış aylarında) ve yiyecek & içecekteki fiyat artışı, otellerdeki enflasyonu giderek katlamış. Eğer şimdiden tedbir alınmazsa önümüzdeki yıllarda ciddi sorunlar da yaşanılabilinirmiş.
Herkes bilsin istedim. Bu arada Miracle Resort Hotel 2010 sezonunda, ZOOVER Grup’un düzenlemiş olduğu, Avrupa ve dünyanın farklı ülkelerinin, Acente ve firma yöneticilerinin doldurduğu anketler sonucunda ‘En çok tercih ve tavsiye edilen Otel Ödülü’ almış...
Ahmet İllez ve ekibi gerçekten çok başarılı. Yemekler yıkılıyor. Personel saygılı ve çok çalışkan. Zaten otelin konumu da harika. Özellikle mutfak ekibi Mustafa, Hasan ve Serkan Usta, mucize otelde mucize tatlar yaratıyorlar. Metin Özer, Burcu Şakarca, Stella, hayat öyküsü hayli ilginç olan müzisyen Bora Bey’in her akşam üstü harika müzikleriyle Miracle mucizeler yaratmaya devam ediyor. Bu kadar övgüyü yanlış anlamayın. Paramı verdim, faturamı yönetime teslim ettim. Gönlüm rahat. Ayrıca otel de hak ediyor. Neyse otel ekim ayında, futbol dünyasının, dünyaca ünlü bir starını Marodona’yı ağırlamaya hazırlanıyor. Bu güne değin zaten otelde Mehmet Aslantuğ, Tolga Çevik, Bülent Ersoy, İbrahim Tatlıses, Fenerbahçe’nin tüm yönetici ve futbolcuları, Özcan Deniz, Demet Akalın, Deniz Seki, Ebru Gündeş olmak üzere de pek çok ünlü isim ağırlanmış.
Esnaf çok dertli
Bu arada Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle, Antalya Kültür Sanat Vakfı’nın, organize ettiği 47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, 9-12 Ekim 2010’da Antalya halkı ile buluşacak. Fakat halk, daha doğrusu esnaf kan ağlıyor. Bu tarz festivallerin bile ekonomiye hiçbir katkısının olmadığını söylüyor. Daha önceki yıllarda gelen yabancı starların, turizme olan katkılarının ise büyük olduğunu iddia ediyorlar. Özellikle de Antalya’yı, dünyanın tanıması açısından büyük yarar sağlandığını da ekliyorlar. Kısacası öncelikle her şey dahil sistem, yerli turistin Antalya’yı pek cazip bulmaması, esnafın belini bükmüş. Yeni Turizm Yolu Kopak Çayı Mevkii’nde yeni açılan ve muhteşem olan Prenses Çarşı’sı bom boştu. B&M Butik’in sahibi Mehmet Gülcü, Köroğlu Tekstil’in sahibi Halit Yaşar, büyük yatırım yaptıklarını ama karşılık bulamadıklarını söylüyorlar. Yine Kaleiçi’nde Hesapçı Sokak ve Depo Outlet Center’da da durum pek farklı değil.
Eller havaya, Demet çok moda
Ekranlarda gördüğü pilates programlarına özenmiş. Özellikle de sevgili Ebru’ya. Hemen gidip bir DVD satın almış. Sonra ne mi olmuş? Kendisini de bebeğini de az daha tehlikeye atıyormuş. Bereket kayınpeder önemli bir doktor da, müdahale kolay olmuş. Aslında Ebru Şallı’ yı başarılı buluyorum. Ama Pilates öğretmenim Derya Acar’a göre, bu işi yapanların, eğiticilerin özellikle iyi bir anatomi ve fizyoloji bilgisine sahip olması şart. Bir de hamilelik sırasında daha çok dikkat gerekirmiş. Derya’ya ve Hilton Spor Salonu’nun patronlarından Tanju Dokur’a göre, klasik egzersizlerde(ağırlık çalışma ya da koşu gibi..) zayıf kaslar zayıflama, güçlü kaslar güçlenme eğiliminde. Bu da dengesiz adale yapısına ve zamanla sakatlıklara yol açabiliyormuş. Pilates, kasları bir bütün halinde ve de özellikle karın, sırt ve kalça kaslarını çok iyi çalıştırdığından, sağlam bir iskelet oluşturuyormuş.
DVD ve ekranlara güvenmeyin
Herkesin, Pilates eğitmeni olarak ortaya çıkmasını da, çok yanlış bulan genç eğitmen Derya Acar’ın açıklamaları ise şöyle; “Spor akademisi mezunuyum. Spor fizyolojisinde mastar yapıyorum. Hâlâ Pilates üzerine eğitimlerime devam ediyorum. Pilates hareketlerini çok iyi yapabiliyor olmamız, bu hareketleri doğru yaptırabileceğimiz anlamına gelmiyor. Kontrol şart. Bu yüzden televizyondan, veya DVD den izlenerek yapılan Pilates, eğitmen esliğinde yapılan Pilates ile hiçbir zaman eşdeğer olamaz. Nedeni ise yanlış yapılmaya müsait olan hareketlerin, sakatlanmalara neden olabileceği.”
Doktor kontrolü şart
Geçtiğimiz ay İstanbul’a, başta Beyonce olmak üzere dünyaca ünlü pek çok starın pilates eğitmeni Lawrence Biscontini geldi. Bir haftalık seminerine Derya’da katıldı. Derya’yı Biscontini çok beğenmiş. Bunu aynı seminere katılan bir başka Pilates öğretmeni, Erman gururla söyledi. Hamilelik döneminde yapılacak spora da değinilmiş seminerde. Derya hamilelikte, bebeğin ve annenin sağlığı için spor yapılması gerektiğini söylüyor. Amma “Mutlaka doktor kontrolünde ve annenin spor geçmişi göz önünde bulundurularak yapılmalıdır.” Diyor. Hamilelik döneminde yapılan pilates ile bel ve sırt ağrıları azalırmış. Yapılan nefes çalışmaları ve egzersizin verdiği zindelik ile anne adayı psikolojik olarak da kendini iyi hissedermiş. Pilates doğumu kolaylaştırır ve doğum sonrası toparlanmayı hızlandırırmış. Fakat, hamilelik döneminde olan dersler, klasik pilates derslerinden çok farklıymış. Derya “Birçok hareket kısıtlanır (örneğin; yüzüstü egzersizler ve karın egzersizleri asla yapılmaz.) ya da modifikasyonları ile kolaylaştırılır. Bu yüzden mutlaka uzman eşliğinde yapılmalı ve anne adayının doktoru kontrolünde devam edilmelidir” diyor...
Siyasiler bu Aksu yalakalığı niye
Keyifle okuduğum bir gazete Yeniasır. Çarşamba gazetenin yazarlarından Zafer Şahin, eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı merhum Ahmet Piriştina’nın “Sezen Aksu heykeli dikme” isteğini hatırlatmış. İzmirli siyasetçilerin büyük kısmı da, Sezen Aksu heykelinin, memleketi İzmir’e dikilmesini olumlu karşılamış. Bana göre hiç yakışmadı. Bir süredir bazı siyasetçilerin Sezen Aksu yavşaklığı yapmalarına zaten gıcık oluyordum... Tabi rahmetli Piriştina’ yı tenzih ederim. Saygım sonsuz. Neye dayanaraktan böyle bir öneri getirdiğini bilemem. Üzerine de ağırlık olsun istemem. Hele de sevgili eşi Mine Hanım’ı hiç kırmayı düşünmem. Amma niye? diye sormak hakkım. Ben Sezen Aksu’yu Allah göstermesin, bir böbreğimi verecek kadar da severim. ‘Evet’ ya da’ Hayır’ demiş umurumda da değil. Fakat doğruya doğru. Türk Popu’nun Divası memleketi İzmir’e ne yaptı? Bir okul mu? Bir hastane mi? Bir aş ya da düşkünler evi mi? Bir müzik okulu mu veya bir çocuk parkı mı aztı? Ya da geliri İzmir takımlarına veya her hangi bir hayır kurumuna, örnek KİTVAK’a bırakılmak üzere bir konser mi verdi? Ne yaptı da heykeli dikiliyor? Ben anlamadım, anlayan varsa bir anlatsın...
Keyifle dinleyin
Hafta sonu Bodrum’da, evim gibi gördüğüm, dünyanın belki de en güzel manzarasına sahip Manastır Oteli’ndeydim. IBS (İritabl Barsak Sendromu) hastasıyım. 25 yıldır. Özellikle mevsim değişikliklerinde feci artıyor. Sevgili dostum Ali Sayar ve birkaç arkadaşımla, şöyle bir kaçamak yapıp, stresten uzaklaşmak istedik. İyi de oldu. Manastır Oteli’nin sahibi, 20 yıllık sevgili Ağabeyim, Sadri Şener’de oteldeydi. Çok güzel bir sohbet yaptık. Önce bir turizmci, sonra da Trabzonspor Başkanı ve bir iş adamı olarak harika şeyler konuştu. Birlikte keyifli bir gece de yaşadık. Tek eksik Yüksel yengenin (Şener)olmamasıydı. Londra’da avukatlık yapan, biricik kızları Zeynep’in yanındaydı. Bu arada otel uçmuş. Harika olmuş. Baştan, aşağıya yenilenmiş. Genç ve başarılı müdür Eren Terzi çok çalışkan ve vizyonu geniş. Odalardaki incelik ve şıklık da Yüksel Şener’in payı büyük.
25 yıllık büyük başarı
Manastır Otel’i yaz ve kış açık. Ana müşterileri THY. Herkesin anılarının olduğu bir otel. “Çocuk yaşlarda yaptık. Eşimize, dostumuza, arkadaşlarımıza ve de tabi halkımıza. O arada (Yap işler devret) sistemi modası vardı. Ben buranın inşaatına başladığımda herkes alay ediyordu. (Cebinden harcayacak, yatırımını yapacak ve kendi çalıştıracakmış) diye. Sonra benim gibiler çoğaldı. Jenerasyon değişti” diyor Sadri Şener ve devam ediyor;
“Ciddi anlamda Manastır’da büyük değişim yaptık. Gezince göreceksin. Tabi nostaljiye de sadık kaldık. Cağa, gelişen turizme de ayak uydurduk. Fakat organize turizmde, 25 yıl istikrarlı bir şekilde ayakta kalmanın keyfi başka Üstelik de taviz vermeden.”
Turizmde özgürlük şart
Manastır’a gelen yabancılar arasında Fransızlar ve İtalyanlar çoğunlukta. Üstelik de paralı kesim. Bu konuyla ilgili Şener bakın neler anlatıyor;
“Pahalı ya da ucuz turist geliyor diye ben kimseyi tenkit etmem. Ama bana göre para kazanmanın yolu, yerli müşteriden geçer. Yiyen, içen de zaten Türkler, İtalyan ve Fransızlar. Her şey dahil sistemi o nedenle hiç sevmiyorum. Bizde de asla olmaz. Anlattıkları zaman da bana cazip gelmemiştir. Ama bunu yapan arkadaşlar, maliyeti düşürdüklerini savunuyorlar. Nereye kadar düşürülür ki? Aşağıya çekmek rezilliktir. 3000-4000 yataklı otellerde 2-3 EURO karla oda satmak hiç hoş değil. 70 milyonluk bir ülkede, yerli insana turizmi cazip hale getirmek gerekir.
Kebap sevdiği için, Tike’de aldık soluğu. Dünyayı, özellikle de magazini yakından takip eden, siyaset ve ekonomiyi de iyi bilen arkadaşımın yeni torunu oldu. Benden dört yaş büyük. Cildine baktım, Amerikalı gelininden güzel. Biraz sıkıştırdım. Sonunda altı aydır dünyada çok moda olan kök hücre ile gençleşme metodundan söz etti. Madonna, Angelina Jolie, Celine Dion, Jacklin Bisset gibi dünya starları da bu metodu kullanmaya başlamışlar. Bizimkilerin niye haberi yok diye araştırırken, İzmir’de hayli popüler olan diyet ve akupunktur uzmanı, doktor Tayfur Yağcı İzmir’de başlamış. Hemen aradım. Sağ olsun, başladı anlatmaya;
“Şenay Hanım aslında KÖK HÜCRE uygulamaları 2004 yılından beri Japonya, İngiltere,İspanya, Portekiz, Arjantin başta olmak üzere bir çok ülkede başarıyla kullanılmaktadır. Amerika’da ise üç yıldır sanırım iyice yerleşti. Türkiye’de çok yeni olan bu yöntemi ise İzmir’de ben uygulamağa başladım.”
4 ayda bir yapılıyor
Perşembe sabahı soluğu Yağcı’da aldım. Ama yemin ederim bir şey yaptırmadım. Çünkü daha bir ay önce, İstanbul’daki doktorum Mustafa Karataş cildimle ilgili vitaminlerimi yaptı. Aradan en az altı ay geçmesi lazım ki bir başka yöntem uygulansın. Neyse o anlattı ben dinledim. Meraklılar için buyurun;
“Modern yaşam tarzının bize sunduğu kolaylıklar yanında, cildimize verdiği zararlarda kaçınılmaz bir gerçek. Başka bir kimyasal maddeden yararlanılmadan, kişinin kendi hücrelerinin kullanıldığı P.R.P sistem plazma veya Kök Hücre tedavisi denilen bu sistemde, kişinin kendi kanı damardan alınır. Santrifüje edilerek, şekilli elemanları ile plazması birbirinden ayrılarak trombositlerce zengin bir plazma elde edilir. Trombositler, kanda bulunan ve kanamanın durdurulması ile yaraların iyileşmesinde rol oynayan hücrelerdir. Ayrıca yeni Kolejen üretimi için, fibroblastlar gibi hücreleri uyarır ve yağ hücreleriyle, yüzde dolgunluğu sağlayan, pre- adipositlere dönüşebilirler. Trombosit açısından zenginleştirilmiş plazma, daha fazla büyüme faktörünü açığa çıkarır. Bu da kök hücre çekimine neden olan, birkaç milyondan fazla trombosit içerir. Bu işlemden geçen serum, hastanın cildine enjekte edilir. Böylelikle hücreleri tamir edilir ve yeni kolajen sentezleme başlar. 4-6 ay aralıklarla yapılan kök hücre kullanımı ile Cilt Gençleştirme yöntemi, ‘ Otolog Plazma Tedavisi ‘ olarak ta adlandırılır.
(Kendi kanı ile tedavi). Cilt gençleştirme yöntemi yüz, göz kapakları, göz çevresi, yanaklar ve boyun, dekolte, eller, cilt çatlakları, karın, bacaklar gibi sorunlu olan tüm vücut bölgelerine uygulanır. Hatta saç köklerine. Henüz ölmemiş, saç dökülmelerinin tedavisinde de uygulanmaktadır.”
İkİ büyük ayıp…
Hijyene çok dikkat
O nedenle dürüstlük adına, iğneyi önce kendime batırmalıyım. Ekranlarda tam 6 yıl süren“Dobra Dobra” adlı programımda bu konuyla ilgili çok konuk ağırladım. Birçoğuyla da arkadaş oldum. Özellikle de çok sevdiğim Prof. Dr. Erkan Topuz hocamla. Ne zaman çevremde bir kanser vakası görsem, telefona sarılıp, hocamdan yardım isterim. Hocamın zencefil, zerdacal, çöreotu gibi önerdiği tüm kanser önleyici otları alıyorum. Sağlık konularında, tabiri caiz ise çok kıl ve de vesveseliyim. Yıllardır memelerimdeki kistlerden, kolitten, midemdeki gastritten ve reflüden çektim. Ölümden döndüm. Sonunda stres için önce işi bıraktım. Dr. Levent Buda’nın homeopati tedavisi ile şükürler olsun iyiyim. Fakat asıl önemli olan inanç tabii. Sağlığıma kavuşmamın ve de mutluluğun yolunu, sakın yanlış anlamayın ama Allah yolunda ve Mevlana felsefesinde buldum. Tabii yılda bir kez çekap ve mamografimi çektiriyorum..Şimdi niye buralara geldik. Uzun süredir yazacaktım. Denk geldi. Son zamanlarda ekranlarda bir bilgi kirliliği yaşanıyor. Önüne gelen sağlıklı ve uzun yaşamanın formülü konusunda ahkam kesiyor. Özellikle de kadın programlarında. Ramazanda sahur zamanı sabahladığım için, kanallar arasında gezinirken, bakıyorum bazı şarlatanlar, ellerinde “hayat kurtaran iksir” diye birtakım kutuları satışa sunuyorlardı. Halkımız da inanıyordu. Benim, sizin inandığınız gibi...
York testi modası
Kütüphanemde sağlık, biyoenerji, alternatif tıp, Kuantum fiziği ile ilgili pek çok kitap dolu. Prof. Dr. Erkan Topuz, Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu, Ahmet Maranki, Abdurrahman Kansu, Dr. M. Ender Saraç, Dr. Samuel A. Duke, Michael T. Murray’ ın binlerce satan kitapları. Hepsini okudum. Başım sıkıştığı, uykusuz kaldığım, sterese girdiğim an hemen bunlara sarılıyorum. Spor ve pilates yapıyorum. Durun daha bitmedi. Hani şimdilerde çok meşhur olan bir test var. York. İbrahim Tatlıses, Gülben Ergen, Petek Dinçöz, Seda Sayan, Mehmet Ali Erbil’in yanı sıra sosyete ve paralı kesimden de pek çok popüler ismin yaptırdığı Türkçe adıyla gıda duyarlılık testi ile ilk tanışanlardanım. Sene 2006’da. Süper Star Ajda Pekkan, İsmail Akkay kız kardeşi Tansel, o zamanlar Süper Star’ın arkadaşlık yaptığı Okan Tapan, Semiramis Pekkan, ünlü estetik doktoru Serdar Eren’in Nişantaşı’ndaki kliniğinde kan verdik. Tüpler Almanya’ya gitti. Bir süre sonra bize 50 sayfalık bir rapor geldi. Bu arada benim gitmemin nedeni hayatımı karartan barsak ağrılarımdı. Amerika dahil Türkiye’de de hiçbir doktor çözüm bulamamıştı. Neyse Dr. Camile Lieners’in onayladığı pek çok yiyecek, içecek maddesine karşı alerjim olduğu iddia edildi. Diete sokuldum. Sevgili okurlar bir ayda 12 kilo verdim ve ölümden döndüm. Raporlar elimde. O zamanki doktorum Marmara Üniversitesi Gastroenteroloji Bölüm Başkanı Nurdan Tözün, kıyamet kopardı. “Bu testlerin bilimsel karşılığı yok. Bir alerjin yok. Bu yaşa kadar her şeyi yemişsin. Bünye alışmış, Tek tip beslenme olmaz”dedi. Olan 650 Euro’ya oldu.
Öz’ü şişirdik, mucize Allah
Gelelim sadede. Türkiye’ye geldiği her an olay oldu... Bazı sosyetik dergiler, o konferans versin diye özel toplantılar, paneller gerçekleştirdi. Bu toplantılara katılmak için sosyetemiz yarıştı. Fahiş fiyatlarla katılımcılara bilet satıldı. Ama tüm bunlara rağmen Mehmet Öz’e inancım yoktu. Şu an hiç kalmadı. Siren Ertan Çarmıklı, Ender Mermerci, Ahu Aysan, Selma Türkeş, Tilda Tezman, Caroline Koç, Gülay Kamaz, Pelin Akad ve daha pek çok popüler ismin hiçbir konferansını kaçırmadığı Öz’ü zaten her fırsatta babası Prof. Dr. Mustafa Öz yalanladı. Şu anda da yalanlıyor ya. Oğlunun barsağında bir polip olduğunu ki ben her yıl iki üç tane aldırıyorum. Allah saklasın. Kanser olmadığını söylüyor. Kimileri de reklam yaptığını iddia ediyor ki, inşallah değildir. Bu çok şerefsizce bir şey olur. Pek sanmıyorum. Zaten her bünyenin yemek ihtiyacı farklı, üste de yazdığım gibi. Evrendeki her şey vücudumuzdaki dengeyi sağlıyor. Kebapla, balıkla, sebze ve tatlı ya da turşuyla. Yani Öz başta olmak üzere, Maranki’nin, Saraç’ın, Saraçoğlu’nun, kısacası kimsenin yeşil reçetesine ve diyet önerilerine pek inanmayın. Kendi özel doktorunuza dönün Vücudunuzu sizden başka kimse tanıyamaz. Ayrıca aşırı spor da yapmayın. İşte, medyada, ekranlarda imrenilecek vücutların yaratıcısı olarak gösterilen, benim de tanıdığım Hilal Koray 54 yaşında kansere yenildi. Allah rahmet eğlesin. Yıllarca sağlıklı ve doğal beslendi. Spor, pilates, yoga yaptı. Kuantum fiziğiyle uğraştı. Çiğdem Kayalı, Şebnem Çapa, Betina Hakko, Çiğdem Simavi, Hayal Davran gibi daha adını pek hatırlayamadığım pek çok popüler isme dersler verdi.. Kısacası sevgili okurlar, bu yazının özü ve de sözü: EZBER BOZULDU. ÖMRÜ VEREN ALLAH BİR NEDEN BULUR VE ALIR... KADERDE NE VARSA DA O YAŞANIR...
Haberiniz var mı?
Yasemin yerini buldu
Yurt dışında yaşayan bir dostum ve birkaç arkadaşım söyledi. TRT’nin bir kanalı dikkatini çekmiş. Yasemin Kutsi’yi görmüş. Benim de kendisini sevdiğimi bildiği için anlattı. TRT Sabah El Hayr Min İstanbul. “İstanbul’da Hayırlı Sabahlar” adlı programı sunuyormuş. Kendisi de iyi Arap dilini bildiği için takılmış. Hafta içi her gün sabah yayınlanıyormuş program. TRT El Türkiya kanalın adı. Yasemin’le zamanında ufak kırgınlıklarımız oldu. Ama değmez. Sacit’in de (Aslan) benim için ayrı bir yeri vardır. İnternet sitesini de başarılı bulurum. Yasemin birkaç lisanı anadili gibi konuşur. Arap dilini de çok iyi bilir. Astrolojiyi, yemek yapmayı, hayatı da. Sesi harikadır. Usulüne uygun okur. Sevindim, değerini buldu diye. Geç de olsa hayırlara ve başarılara...
Genç patronlardan sevgili Cüneyt Altınkapı, çocukluk arkadaşım. Çok da sevdiğim ve takdir ettiğim bir iş adamı. Karısı Gönül de öyle. Zaten markalaşmalarında Gönül’ün zehir gibi beyni, becerisi, kıvrak zekası ile vizyonu önemli rol oynadı. Kızları Sezen ve oğulları Yiğit de, arkalarından iyi bir yönetici olarak geliyorlar. Hafta sonu konuklarımla Alsancak Altınkapı’ ya gittim. Servis ne yazık ki kötüydü. Yediklerimden de pek keyif almadım. Dört İskender kebap, bir Adana ve de salata 120 TL verdim. Hemen arka masamda, bir zamanların star türkücülerinden sevgili Şakir Öner Günhan’ ın ayrıldığı eşi Gülbin Hanım vardı. Kuşadası’na dört arkadaşıyla kampa gidiyorlarmış. Keyifli bir yemek için, benim yazımdan ve de İzmir’de kaldıkları yıllardan bildikleri Altınkapı’ya gelmişler. Yemek boyunca servisten yakınıp durdular. Başka masalar da öyle. Sordum, üç patrondan hiç biri işin başında değildi. Araştırdım, kanlı bıçaklı olmuşlar. Şoke oldum. Halbuki Cüneyt ve eşi Gönül olduğu zaman tabiri caiz ise sinek uçmaz, tek aksama olmazdı.
Tam 32 yıldır ayakta
1978 yılında küçücük bir dükkanda köfte yaparak başladı Levent, Cüneyt ve Akın bu işe. Üç kardeş, Altınkapı adını verdiler bu işletmeye. Uğruna, Özkesen olan soyadlarını bile Altınkapı yaptılar. Kalite ve lezzetten ödün vermeyerek büyüdüler. Karşıyaka Bostanlı, Çeşme Ilıca ve Alsancak’ da yalnız kebap değil balık ve Osmanlı yemeklerinde de iddialarını kanıtladılar. Dünya starlarından, Türkiye’nin starlarına pek çok ünlü ismi de ağırladılar. Çok üzüldüm. Cüneyt ve Levent ile konuştum. Burada biraz da Levent’i haklı buldum. Çünkü Cüneyt gençliğinde de çabuk öfkelenirdi. Yani insan 7’sinde neyse 70’şinde de aynı demek. Neyse. Bir sürü dedikodular. Araya pek çok dost ve önemli isim girmiş barıştırmak için. Biraz da küçük kardeş Akın’ın boş boğazlığından kaynaklanmış. Nedenlerini tek tek biliyorum ama aileye saygımdan yazmıyorum. Bayramda da kırgınlık devam etmiş. Düne kadar bir birlerini çok seven bu üç kardeşi, paranın bozduğunu hiş sanmıyorum. Cüneyt, Levent ve Akın, bir an önce barışın. Zaten Müslümanlıkta küslük, bir mendil kuruyuncaya kadar. Yoksa koskoca bir marka yok olup gidecek. Kavganın olduğu yerde bereket de olmaz. Benden söylemesi.
Marrakech açık ara yarışı zirvede kapattı
Kim ne derse desin Çeşme’de sezon iki ay. Hatta sevgili Mahmut Özgener’ le, geçtiğimiz hafta sonu yaptığım röportajda da bunu konuştuk. Çeşme’de çok mekanın açıldığını tartıştık. Bu mekanların sonunda da hayal kırıklığına uğrayacaklarını üzülerek söyledik. Sonuç ne yazık ki öyle. Pek çok işletme sezonu zararla kapatmış. Bu arada, sevgili Mahmut’un da çok takdir ettiği, yakın arkadaşımız Mehmet Özener’in başarısını ise herkesin alkışlaması gerek. Kendi konseptinde Mehmet bu sezonun en iyi işini yaptı. Bırakın Türkiye’deki spor, sanat, sinema ve televizyon starlarını, komşudan da pek çok star isim Mehmet’in Marrakech’ni tercih etti. Niye mi? Mehmet laf ve dedikodu üretmedi. İşini yaptı. Saat 05.00’de evine gitti. 08.30’da da dükkanının başında oldu. Demet Akalın Memo’nun mekanından çıkmadı. Klip bile çekti. Yıldırım evliliklerini yıldırım boşanmayla sona erdiren, Manken Özge Ulusoy ile televizyoncu Ferruh Taşdemir orada evlendi. Naz Elmas, Zeynep Beşerler, Kenan İmirzalioğlu, Beren Saat, İzmir’in popüler isimleri herkes oradaydı. Mehmet, bayram sonrası zirvede kapattı Marrakech’i. Hem de rakiplerine açık ara fark atarak. Şimdi kışlık yerini açacak. Alsancak’da. 23 Eylül’de Amerika’ya gidiyor. Oradan Miami ve Paris. Dünyada eğlence yaşamındaki trendleri inceleyecek. 29 Ekim’de de kışlık Marrakech’i büyük bombalar ve sürprizlerle açacak. Açılış gecesi konuklar arasında popun yeni divası Demet de olacak.
Haydi dansa
Karşıyaka Belediyesi Dans Festivali yarın başlıyor. Çeşme Festivali’ne kusursuz imzasını atan Erol Yaraş, bu festivalde de başarısını ortaya koyuyor. Yarışmaya katılacak olan ülkelere gelince; ?İngiltere ?Fransa ?Türkiye ?Slovenya ?Bulgaristan ?Avusturya ?Macaristan ?Polonya ?Norveç ?Rusya ?Ukrayna ?Hollanda ?Litvanya ?İtalya ?Finlandiya
Dünden devam efendim. Bu güne değin başladığı her işi başarıyla tamamlayan ve yapan genç başkan büyük bir aşkla evlenmiş Ayşe Çolakoğlu ile. Uzun yıllar tanıdığım için Ayşe’ye olan sevdasını ben de biliyorum. İzmir’in köklü ailelerinde Müjde-Kemal Çolakoğlu’ nun kızı Ayşe. Tanışmalarına gelince , ekranların en güzel gülen yüzü Saba Tümer’in annesinin vefatı sırasında oldu. Saba’nın rahmetli annesi Ayşe’nin teyzesiydi. Baş sağlığı için eve gelen Mahmut Özgener, 18 yaşında Ayşe’yi görünce yıldırım aşka tutulur. Ailece de görüşüp, tanışırlar zaten. Öyle ki, Ayşe’nin anne ve babasının nikahını, başkanın dedesi Osman Kibar kıymıştır. Anne Bige hanım, 35 yaşına gelen biricik oğlu Mahmut’un, 18 yaşında Ayşe ile evlenmesi konusunda müthiş gayret gösterir. Zaten onların da yaşadıkları büyük aşk, Allah nazardan saklasın, aynı hız ve güzellikte devam ediyor.
Soslu kalamar yemeği
Mutfak işlerini çok iyi biliyor. Mükemmel bir aşçı. Başkan olmadan önce harika yemekler yaparmış. Özellikle deniz ürünleri ve makarna çeşitleri. Denize çıkmayı sevdiğinden, yakaladıklarını konuklarına kendisi pişiriyor. İşte Futbol Federasyonu’nun genç ve yakışıklı başkanından kalamar yemeği; “Soğanı rendeleyip zeytinyağında öldürüyorum. Yarım kaşık salça ile karıştırıyorum. Dilimlenmiş kalamarı içine atıyorum. Üzerine su ekliyorum. Defne yaprağı, pul biber, bir kadeh kırmızı şarap, biraz tuz ve karabiber. Kısık ateşte su çekilinceye kadar pişiriyorum.” Bu arada karısı Ayşe’nin zeytinyağlı enginarına bayılıyor. Pek düzenli beslenmiyor. Yemek ayrımı yapmıyor. Ama kolesterolü yüksek olduğundan kırmızı etten kaçıyor. Ağırlık balık ve deniz ürünlerinde. Başkan olmadan önce saat 19.00’da yemek işi bitermiş. Ama İstanbul’da, federasyondan 20.30’dan aşağıya çıkamadığından ve yalnız yemeyi sevmediğinden, arkadaş gurubuyla da uzun sürüyormuş akşam yemekleri. Favori restoranları arasında İstanbul’da Sunset, Topaz, Kıyı, Balıkçı Kahraman, Papermoon, Borsa, Zuma, Poyrazköy’ de Balıkçı Poyraz geliyor. İzmir’de ise bir İzmir Klasiği Deniz, Sipari Balık, İzmir’de gidilecek yerlerin sınırlı olduğundan yakınıyor.“Bir misafiriniz geldiğinde getirecek bir İtalyan, Fransız ya da Cin restoran yok. Ama iğneyi de kendimize batırmamız gerekir. Hafta arası İzmir’de kimse dışarıya çıkmadığından açılan her restoran iki-üç ay sonra kapanıyor. Ama Çeşme’de öyle değil. İzmirli kışın sokağa çıkmayı sevmiyor” diyor.
POLiTİKADA ANLAMLI MESAJ
Tıpkı dostluğundan gurur duyan benim gibi… Bu genç yaşta yüklendiği, Türkiye Futbol Federasyon Başkanlığı görevi bıçak sırtı. Ailesi mutsuz. Ama o görev aşkıyla, başarıyı yakalama uğruna, sağlığını bile hiçe sayıyor…
Kimilerine göre belki bu yazdıklarım fazla gelebilir. Ama hayır. Hayatım boyunca hep doğruları yazdım. Benim yaşamımda Mahmut Özgener’in, yani Türkiye Futbol Federasyonu’nun Sayın Başkanı’nın yeri ayrı. Sanırım ondada benim öyle. Şu an isimlerini yazmıyorum. Pek çok ünlü meslektaşım, kendisiyle röportaj yapmak istedi. Sağ olsun, var olsun, vefakar dostum evinin kapılarını, beynindeki güzellikleri bana açtı.
Yakışıklı, karizmatik, İzmir’in gurur duyduğu star bir ismi, gerçek bir delikanlıyı bu kez ‘Bir İnsan, Bir Yaşam, Bir Öykü’ de huzurlarınıza getiriyorum. Ne eksik ne de bir fazlalık var yazdıklarımda ve onun anlattıklarında. Neyse o. Köklü bir aileden gelme. Gencecik yaşında büyük başarılara imza atmış harika bir insan. Dostuna dost. Mahmut Özgener ve yüreği de, kendisi de dünya güzeli olan eşi Ayşe ile Çeşme’de, Ardıç’daki muhteşem yazlıklarında buluştuk. Konuk, Türkiye Futbol Federasyon’u Başkanı olunca tabi ki ilk soru spor olur. Ama aldığım yanıt beni de sizleri de hayal kırıklığına uğratacak. Çünkü yıllardır hemen aynı kiloya sahip, sportmen görünüşlü başkan hiç spor yapmıyor. Niye mi? “Vallahi Şenaycığım aktif spordan söz ediyorsak çok kötü. Üstelik de okul yıllarımda, lise ve üniversitede çok başarılı bir spor hayatım oldu. Yıllarca voleybol oynadım. Karşıyaka Voleybol takımında kaptanlık yaptım. Sportif alanda pek çok başarıya imza attım. Ama 1981 yılında ayak bileğimin kırılmasıyla da tabiri caiz ise bıçak gibi sporu bıraktım.
İnkar etmiyor, Altay hastası
Haftanın altı günü antrenmana giden, bir günü de maç oynayan Başkan, tüm olumsuzluklara rağmen sporu bırakmış. Doktoru bazı sağlık sorunları nedeniyle ısrarla sporu öneriyor. Başkanlığı nedeniyle stres altında olmasından dolayı da şart koşuyor, üstelik. Sabah 07.00 de kalkıyor. Vakti var. Ama sporu sevmiyor. Denizi çok sevdiği halde de denize girip çıkması bile saniye sürüyor. (Burada gülüşmeler). Spor yapmıyor ama futbolu çok seviyor. Hele de Altay’ı. Yıllardır Altaylı. Zaten ailesinde de Altay’ın önemi çok büyük. Rahmeti babası, yine İzmir’in gurur duyduğu işadamlarından Esin Özgener. Altay’ın efsane Başkanı Esin Ağabey. Burteçin Zorlu ile birlikte Altay’ın tarihinde çok önemli iki kahraman isim. Mahmut “Doğduğumda Altay, babam öldüğünde yine Altay ve Allah gecinden versin hepimize. Ölünceye kadar da Altay hayatımda hep olacak. Zaten dört yılda biliyorsun Altay’a başkanlık yaptım. Ayrıca Şenaycığım herkes takım tutar. (tutmadığını söyleyen yalan söyler)” diyor.
İzmirli iş adamları duyarsız
Altay’dan hazır söz açılmışken, “ İzmir takımlarına şöyle bir uzansak?” diyorum. Çok dertli. Öfkeli. Hayli sert konuşuyor; “Şimdi sevgili Şenay, öncelikle İzmir ve İzmir takımları Türkiye’nin neresine giderseniz gidin çok seviliyor. Kimle konuşursam bana hemen (Yahu inşallah bu yıl Süper Toto Süper Lig’de bir İzmir takımı olur) diyorlar. Yıllarca başkanlık yaptığımdan, İzmir takımlarında, başkanların çektikleri sıkıntıları çok iyi biliyorum. Bu sıkıntılar daha da kötüye gidiyor. İzmir’de ne yazık ki hiç bir işadamı bu spor kulüplerine sahip çıkmıyor. Sponsor bile bulamadılar. Sağ olsun Mesut Sancak Bey bir ilki başlattı ve Altay’a sponsor oldu ki İstanbullu bir işadamı. Hatta Siirtli. Dilerim örnek olur. Allah uzun ömür versin bir de Selçuk Bey (Yaşar). İzmir’de, bizim spor kulüplerimiz, çok üzgünüm hep yalnız bırakıldı. Halbuki İzmir’de çok önemli işadamlarımız var. İzmir bir sanayi şehri ama (Biz hangisine yetişelim) diye kesip atıyorlar. Buna katılmıyorum. Her biri bir takıma sahip çıksa. Ya da bir havuz oluşturulsa. Bahane çok. Bir de Belediyenin de sahip çıkması gerek. Mesela Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak, üzerine düşen görevi fazlasıyla yaptı ve yapıyor. Kendisine teşekkür ediyorum. Demek ki istenilirse oluyor. Cemil Şeboy da öyle. Buca Spor’un buralara gelmesinde önemli rol oynadı. Büyükşehir Belediye Balkanı Aziz Kocaoğlu da önderlik etmeli. Şart. Geçmişte yaptı belki ama. Şimdi niye arka plana çekildi. Senin şehrin önemli. Bu işlerde kırgınlık olmaz. Bu gün Spor Toto Süper Lig’e baktığınız zaman İstanbul Belediye Takımı lige heyecan kattı. İzmir takımları da bir yerlere gelirse şehre heyecan gelir. Ekonomi de etkilenir. Bugün maddi sorunlar aşılırsa, İzmir takımları başarıya ulaşır Buca gibi. Birileri çıkıp bir şeyler yapsın. Sayın Ekrem Demirtaş gibi. İzmir sporda çok geri kaldı. İçim acıyor. Defalarca çağrı yaptım. Eğer destek verilmezse İzmir takımlarına yazık olur.”