İki tane pırıl pırıl genç kadın. Akrabalar. Eltiler. Nihal ve Zeynep Minareci. Yıllar önce hayal etmişler. Ama sonunda gerçekleştirmişler. Onlara göre bir mucize. TEA&POT BUTİK KAFE. Tesadüf fark ettim. Gazi Okulu’nun karşısında. Dominik Caddesi’nde. Hayatta en çok sevdiğim, bir içecekle ilgili mekanları. Adından da anlaşılacağı üzere. Çay satıyorlar. Ama ne çaylar... Gidip, görmeniz yetmez. Tatmanız gerek. Aslında bir gıda mühendisi Nihan, diğeri iletişimci Zeynep, ülkemiz insanı için, önemli bir içecek haline gelen çayı, yaklaşık 30 farklı çeşidi ve özel sunumuyla, çay severlerle paylaşıyorlar. Bir de ithal ediyorlar. TEA&POT’un, ev gibi sıcacık bir enerjisi var. Çayın, binlerce yıllık felsefesi TEA&POT’da... Minareci’ler “Şenay Hanım, çayı içmek, tadına varmak, biraz da anlamak gerekiyor. Ancak bu sadece demleyip içmekle olmuyor. Bu işi bilen araştıran kişilerin elinde çay bir kimlik kazanıyor” diyorlar...
Her çay çeşidinde sihir var
Oturduğunuzda, başınız mı ağrıyor, stresli misiniz? Daha ileri gidelim, kilolu musunuz? İşte Nihan ve Zeynep Minareci, belgelerle size iyi gelecek çayı veriyorlar. Öneriyorlar. Örneğin; “Yasemin İncileri” çayı, dinlendirici, sizi rahatlatıyor. Kiloluysanız, yıllanmış çay olarak bilinen, yağ yakıcı özelliğe sahip, Pu-Erh sizi ideal kilonuza ulaştırmak için. Ama en önemlisi, çayın ne olduğunu, niye içtiğinizi burada anlıyorsunuz... İki ortak, çay kültürü ile ilgili ise, hayli ilginç bilgilere sahip. Buyurun; “Çayın, Türkiye’de aslında, temel içeceklerimiz arasında, yer almasına rağmen, hak ettiği değeri bulamaması üzücü. Avrupa ve Amerika’da, sırf çay servisinin yapıldığı ve aksesuarlarının satıldığı yerler, büyük ilgi görüyor. Türkiye’de, İstanbul’da birkaç tane, İzmir’de de TEA&POT’la bu eksiklik giderilmeye çalışılıyor. Türkiye’de çayı, sadece siyah çay olarak algılıyoruz. Oysa ki, çay bir kültür. Hazırlanması, sunumu, aksesuarları ile dünyada ayrı bir sektör. Çay bitkisi olan Camellia Sinenesis’in, doğallığı ve içerdiği antioksidanların, değerleri bozulmadan, farklı işleme yöntemleriyle, yüzlerce çeşit çay elde ediliyor. İşte bizler bunları, sakin bir ortamda insanlarla buluşturuyoruz” diyorlar.
Büyük şifa kaynağı
Çayın şifalarının, saymakla bitmeyeceği konusunda iddialılar, Minareci’ler. Şifa konusunda da bakın ne bilgiler veriyorlar;
“Çay çeşitlerinin temelinde, antioksidanlar bulunuyor. Elimizde yaklaşık, 30 çeşit çay var. Ancak, herbiri, ayrı bir özelliğe sahip. Gelen müşterilerimizin, en önemli yakınmaları arasında, kilo, kolesterol, cilt sorunları yer alıyor. Bunlar için de önerilerde bulunuyoruz. Tabii, tıbbi denetim altın da.”
Çok üzgünüm hem de çok. Yarın 7 mevlidi okunacak. Cenazesi için bana, müşterek bir dostumuz, “İkindi namazına müteakip kaldırılacak” dedi. Koşa koşa son görevimi yapmaya gittim. Ama son anda kızı Yasemin Dündar, öğle namazında kaldırılmasını istemiş. Sizin anlayacağınız, veda edemedim. Kimden söz ettiğimi anlamışsınızdır... Ümran Baradan’dan... Ekspres Gazetesi ve Haftasonu Dergisi’nde, çalıştığım yıllarda, çok röportaj yapmıştım. Ara, sıra telefon ile görüşürdük. Benim saygı, sevgi ve hürmet ettiğim, üç-beş insandan biriydi. Bir de Zühal Yorgancıoğlu kıymetlimdir. Uzatmayayım. En son iki sene önce Oya Corsini, Ege TV için hazırladığı portreler programında, konuk olarak çağırmıştı. “Bir de Ümran Hanım (Baradan) var. Sizin isminizi duyunca, çok mutlu oldu” dedi. İşte son görüşümdü. Amma, sokağa adının verilmesinde yazdığım yazının büyük katkısı olmuştu. Helal, hoş olsun. Eli öpülecek, heykeli dikilecek bir kadındı, Ümran Baradan...
Son nefesine kadar üretti
Cumartesi gecesi, yakın arkadaşlarım, Dr. Nazan ve Dr. Serdar Pedükcoşkun çifti ve Gülengül Uslu ile son trend Tavacı Recep’de yemek yedik. Nazan anlattı. Gözlerim doldu. Sizler de bilin istedim. Son nefesine kadar üretmiş hep. Ağrıları için aldığı ilaçlar, ellerini titretirken, resim çizemediği ve seramik yapamadığı için beyninle olağanüstü projeler gerçekleştirmiş. 15 Mart’ da sonuçlanacak, ‘Parmak bebekler kompozisyon’ yarışması varmış. Sevgili Başkan, 30 yıllık arkadaşım Hakan Tartan, bu projeyi sonuçlandıracakmış. Daha başka projeleri de sonuçlandırmak, boynumuzun borcu. Çağdaş Türk kadının, bana göre, zirvedeki birkaç isminden biri Ümran Baradan. Uluslarası bir değer. Seramik sanatının öncülerinden. Bir İzmir aşığı. Kendisini çocuklara adamış muhteşem bir kadın.
Büyük yardımseverNazan yemekte, gözyaşları içinde anlattı; “Hastalığını herkesten sakladı. Çok acılar çekiyordu. Ama bu acıların ardına sığınmadı. Elleri uyuştuğu için, resim ve seramik yapamıyordu. Ama beyni ile hepimize hükmediyordu. Çinilerini yaptığı, Konak’taki camiye en son, muhteşem bir avize hediye etti. Bunun da bir öyküsü var. İlk kez sana anlatıyorum. Kaddafi sarayı için bir avize istemiş. Nakil sırasında kırılır, bir şey olur diye iki tane yapmış, aynı avizeden. Tabii sağlam bir şekilde, saraya avize ulaşınca, elindekini de çinisini yaptığı camiye hediye etti. Pakistan’da sel baskını sırasında, biliyorsun, büyük su sıkıntısı çekildi. İnsanlar mikroplu sular içti. O bir kamyon ped su yolladı. Varını yoğunu yardıma harcayan yüce bir kadındı...” Evet bir kez daha saygı ile analım, ruhun şad olsun Sayın Ümran Baradan...
Biraz da magazinBergüzar’ın kötü kaderi hep istenmeyen gelin
Sevdiğim, dürüstlüğüne inandığım, birkaç isimden biri Bergüzar Korel. İzmirli olmasının da bunda etkinliği var. Annesi Hülya Darcan Korel’i de iyi tanırım. Medyada, ana-kız, ilk röportajlarını bana vermişlerdi. Özel yaşamıyla, eşi Halit Ergenç ile olan saygın evliliği, oğlu Ali’ye düşkünlüğü, bence sanatsal başarısında önemli etkenler. Bergüzar’ın, Tom Hanks ve Nicole Kidman gibi, iki dünya starının, oyuncu koçluğunu yapan, Susan Boston ile çalışmasının da tabii... Neyse asıl konuya gireyim... Bergüzar’ın TV ekranlarında, ‘Bitmeyen Şarkı’ adlı, reytingi hayli iyi bir dizisi oynuyor. Keyifle izliyorum. Bergüzar burada, Feraye adlı bir pavyon kadını canlandırıyor. Şansı yaver gidiyor. Çok zengin iyi bir aileye gelin gidiyor. Ama istenmeyen bir gelin. Bergüzar’ın kötü şansı sanırım, hep istenmeyen gelin rolleri. Çünkü, 2006-20009 yılında, yine izlenme rekoru kıran, Kanal D’de yayınlanan, ‘Bin Bir Gece’de de, istenmeyen gelin di de... Bir filmde de öyle... Bakalım hangi dizide şeytanın bacağını kıracak ve sevilen bir gelin olacak...
Gökhan hız kesmiyor
Birkaç ay önce kendisiyle röportaj yapmıştım. Yakın dostluğumuzun dışında, özellikle eğlence sektöründe, önemli başarılara imza atmış bir işadamıydı o. Nida Büyükbayraktar. Yaklaşık altı aydır, İzmir’de, Türkiye’nin en büyük ulaşım filolarından olan Metro Turizm’in, Ege Bölgesi başkanlığını yapıyor. Çarşamba Nida ve Didem Taslan’la bir yemek yedik. Gürel Sipari’de. Nida, Marmaris’ten yeni geldiğini söyleyince, şaşırdım. Meğersem, Libya’dan tahliye edilen vatandaşlarımızın, Türkiye’ye geliş operasyonunu, onun başkanlığında bir ekip yürütmüş. Yaklaşık 150 kişi... Tam 9 günde, toplam 19 saat uyku ile bu tahliyenin kusursuz olması için çalışmışlar. Yani önce devlet, sonra da Metro Turizm ekibi ve Nida, bu işten alınlarının akı ile çıkmışlar...
Devletin başarısı kusursuz bir çalışma
Nida heyecanla bir tahliyenin bilinmeyen öyküsünü, perde arkasında yaşananları anlattı. “Afet Koordinasyon Merkezi’nden Metro Turizm’e haber geliyor. Galip Öztürk, büyük patrona. Bunun üzerine biz, İzmir’den Marmaris’e hareket ettik. Ekipte benimle, yönetimden olan, Münür Birgül, Osman Usta İbrahimoğlu ve Murat Pak vardı. İzmir’den 15 kişi gittik. Marmaris’ten takviye ettik. Her şey saat gibi işledi. Devletin gücü müthiş. Bir kere ilk gün bakanlarımız, bürokratlar hep oradaydı. Görmen gerek abla. İnsanlar tir tir titriyordu. Bir mucize gerçekleşmişti sanki. Uçakla gelenler, Dalaman Havaalanı’ndan, deniz yolu ile gelenler Marmaris Limanı’ndan alınıp, herkes yaşadığı, ailelerinin bulunduğu yerlere teslim edildi. Tek tek sağlık kontrollerinden geçildi. Karınları doyuruldu. Çoğu beş yıldızlı otellerde ağırlandı. Biz dokuz günde 10.500 kişinin 81 ile dağılımını yaptık. 2000 sefer... ”
Bazı otel sahipleri sıkıntı yarattı
Dokuz günde, toplam 81 otobüs ile 10.500 kişinin, Metro Turizm tarafından tahliyesi yapılmış. Aralarında Etopyalı, Mısırlı, Afrikalı, Bangladeşli, bir gurup yabancı da varmış. Devlet yetkilileri, yerli, yabancı, herkesi ağırlamışlar. Fakat Marmaris’te, bazı otel sahipleri, pek otellerini açmak istememiş. Gerek havaalanında, gerekse limanda, Kızılay, AKUT, Kaymakamlık, Sağlık Bakanlığı’ndan ekipler, 24 saat hizmet vermişler. Çocuklar oyuncaklarla, büyükler çiçek ve gıda torbalarıyla karşılanmışlar. Nida, “Bu olayda devlet de biz de büyük sınav verdik. Bu başarıyı kimse yabana atmasın” diyor. Bence de...
Bacılarından Seda’ya not: ‘Ahmet Maranki çok sıktı’
Perşembe Fatma Teyzemi kaybettik. Cenazesini, Eşrefpaşa Cami’nden kaldırdık. Her semtten insan vardı. Sevilen, sayılan biriydi. Karşıyaka’dan da gelen oldu. Alsancak ve Güzelyalı’dan da. Niye bunları söylüyorum. Cenaze evi de olsa, kadınlar bir ekran yüzünü görünce konuşuyorlar. Bana hemen on kadından dokuzu, Seda Sayan’ı sordu. Ahmet Maranki’den bıktıklarını ve bu kişinin asıl mesleğini merak ettiklerini söylediler.
Halk diplomasını görmek istiyor
Başarılı işlere imza atan bir meslektaşım. Ama o güzel imzanın, bir sosyal sorumluluk projesinde yer aldığını ilk kez öğrendim. Benimde destek verdiğim, KİT-VAK yönetiminde. Başkan Ramazan Soncul ile birlikte, aslan yürekli bir avuç insan bu derneği, İzmir gibi, eli sıkı işadamlarının çoğunlukta olduğu, bir kentte, ayakta tutmaya çalışıyorlar. Üstelik de harikalar yaratıyorlar. Tam 20 yılda, müthiş yol almışlar. Kemik İliği Transplantasyon Derneği, (KİT-DER), kemik iliği nakliyle, sağlığına kavuşacak, hasta çocuklara, destek olmak için kurulmuş. O zamanki İzmir Valisi Kutlu Aktaş ve eşi merhume Tülay Aktaş’ın da aralarında bulunduğu, 53 kişi kurmuş. Büyümüş ve Kemik İliği Transplantasyon ve Onkoloji Merkezi Kurma ve Geliştirme Vakfı (KİT-VAK) doğmuş. KİT-VAK hayırseverlerin, gönül dostlarının destekleriyle, ilk büyük projesini gerçekleştirmiş. Ege Üniversitesi Hastanesi Kampusü’nde yaptırılan Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi 18 Mayıs 2004 açılmış...
Uluslararası akreditasyon sahibi
Bu hastane, 5500 metrekarelik kapalı alana sahip... Kendi alanında Türkiye’nin en büyük kapasiteli hastanesi... 6 yoğun bakım ünitesi, 1 ameliyathane, 4’ü özel, 48 oda ve 88 yatak kapasitesi mevcut... Hastanede, aynı anda, 6 - 7 hastaya ilik nakli, günde 50 - 60 hastaya ayakta kemoterapi, yılda 45 bin hastaya hem ayakta kemoterapi, hem de poliklinik hizmeti veriliyor. Ayrıca, bugüne kadar 200’ün üzerinde çocuğumuza başarıyla ilik nakli gerçekleştirilmiş... Hastanenin, EÜ Pediatrik KİT Ünitesi, Avrupa Transplant Birliği’nden, (EBMT) Uluslararası Akreditasyon almış. Bu sertifika ile Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi, Çocuk Onkoloji Bölümü, uluslararası kemik iliği nakli yapılabilme yetkisine, sahip olmuş. Bir başka değişle, Türkiye’de, akraba dışı, verici ilik nakli yapma yetkisine sahip, iki merkezden biri.
Hasta yakınlarına konukeviVakfın ikinci büyük projesi, en az hastane kadar önemli... Adı H.A.Y.D.İ (Hasta Yakınlarına Destek İçin Konukevi) Projesi. Ege Üniversitesi Hastanesi’nin, çeşitli kliniklerinde, hastaları olan, tedavi sürecinde gidecek yeri olmayıp, hastane bahçesinde, bir karton parçasını yatak yaparak, ağaçların altında yatan, hasta yakınlarını, bu çileden kurtaracak bir proje bu. Hasta yakınları, sembolik bir ücretle, gecelerini yumuşak bir yatakta, sıcak bir odada geçirebilecek. Kaba inşaatı biten, ince işleri süren 2050 metrekare kullanım alanı olan, 40 oda, 100 yatak kapasiteli konukevi, söz verilen süre olan 30 aydan önce hizmete açılmak isteniliyor. Ama sizler olursa, o yüzden, pamuk eller cebe...
Ya bir tuğla, ya bir odaEvet, cömert İzmirliler, bir tuğla da sizden. Yaklaşık maliyeti, tefrişiyle birlikte, 2-3 milyon lira olması beklenen, konukevinin yapımı için, çok ciddi ayni, nakdi bağışlar, destekler alınmış. ESBAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Kaya Tuncer 700 bin lira bağışta bulunmuş. Çalışmaları yakından takip eden, İzmir’de yaşayan biri olarak, benim de büyük sempati duyduğum, Sayın Vali Cahit Kıraç’ın da destek verdiği vakfa, ikinci büyük bağış, İzmir Özel İdaresi İZYARIŞ Şirketi’nden gelmiş. İZYARIŞ 150 bin lira bağışlamış. Sona doğru yaklaşırken, 10 bin lira karşılığında, oda isim hakkı satışlarına başlanıldı bu arada. Henüz duyurusu yapılmadan, 40 odadan 13’ü satılmış. Diğer odalar bonkör işadamlarını bekliyor! Bu arada, oda isim hakkı alan hayırseverleri de yazayım ki, belki aşka gelen olur... Meral Korkut Özsoy, Gülgün Çıtak, EREN Fren ve Debr. Balata . Ltd.Şti., Emel Buldanlıoğlu, Oya & Coşkun Dilme, Ali & Aysel Ceylan, Pelin Akdağ (anısına yatan 13 bin lira), Nuray Üner, Cemal Elmasoğlu, Sürüşan - Şükrü Baysak , Vahit Celep, Hayat Soncul.
Bağışlarınız için
HALK BANKASI KONAK ŞUBESİ
TRT’ye program yapan bir arkadaşım aradı. Bir projesiyle ilgili fikrimi aldı. Laf lafı açtı... TRT’nin, belgesel, haber ve müzik kanallarına geldi söz... TRT Müzik Kanalı’nın bir yarışma yapacağını söyledi. Bir gazetede okumuştum. “Yahu Emel Sayın, Muazzez Abacı, Muazzez Ersoy, İbrahim Tatlıses, Tarkan, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses gibi ustalar bu işin dışında tutulmalı” dedim. Vallahi arkadaşım da hak verdi. Amma, çocuk TRT ile iş yaptığı için, adını yazamıyorum... Bir de yarışma bugün. Tabii, son anda gün değişikliği yapılmazsa. Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndaymış...
Müziğin ustaları karşı koymalı
Yıllardır Kelebek yaptı. Sonra Kral TV... Şimdi TRT Müzik kanalının, yılın şarkılarını, albümlerini, grupları ve sanatçılarını seçmesi, aslında yeni bir şey değil. İtirazım yok. Amma, albüm ve şarkı yarışması neyse de. ‘Yılın Sanatçısı’ olmaz... İbrahim Tatlıses ile Kubat ve Orhan Ölmez yarıştırılır mı? Ölmez de Kubat da Tatlıses’in çocuğu gibi. Keza Türk Halk Müziği’nin Diva’sı Sabahat Akkiraz ile Şükriye Tutkun karşı karşıya getirilir mi? Bu kategoride Niran Ünsal’ın ve Şevval Sam’ın işi ne? Birkaç türkü söyledi diye, Niran ya da Karadeniz şarkılarından bir albüm yaptı diye Şevval, Türk Halk Müziği sanatçısı mı oldu? Keza, Ahmet Özhan ile Yılmaz Morgül ya da Zekai Tunca ile Gökhan Sezen yarıştırılır mı? Yine, Emel Sayın, Muazzez Abacı’nın çocuğu yaştaki Umut Akyürek ile karşı karşıya bırakılması, yıllardır jüri koltuklarında oturmuş, Abacı ve Sayın’a ayıp olmaz mı? Bu tarz kategorilerde, Kral TV’ye de itiraz etmiştim. Hatta Sezen Aksu da “Arkadaşlar beni artık bu tarz yarışmalara sokmayın” demişti. Haklı... Bu isimler, jüri koltuğuna yakışır. Şimdi bana, böyle ustaların yarışacağı, bir yarışmada, jüri üyeliği verseniz, onurdur ama vallahi oturmam. Müziğin ustalarının da bence karşı koymaları gerekir. Komik bir durum, hem de çok komik...
Biraz da magazinFunda Arar yeni albümüyle İzmir’de görücüye çıkıyor
Sanırım 80’li yıllardı... Etiler’in girişinde, Melodi Pasajı’nın karşısında, sevgili Erhan’a ait, Dedikodulu Meyhane vardı. Bir şubesi de Bodrum’daydı. Erhan, “Ablam sana bu akşam bir kız dinleteceğim. Bak bakalım, gelecek var mı?” dedi. Etine dolgun, saçları kuaför görmemiş, üzerinde doğru dürüst bir kıyafet olmayan bir kız çıktı. Allah Allah... Bir okudu, anlatamam size... Erhan’a, “Oğlum bu kızla anlaşma yap. En az 20-25 yıl sizi kimse tutamaz” demiştim. Erhan, Kıbrıs’ta casino işine daldı. Meyhaneciliği bıraktı. İşte o gece sahnede olan kız Funda Arar’dı...
Harika bir yorumcu
Funda, kısmetse bu cuma, pop ve rock müziğinin usta ve dev isimlerinin sahne aldığı, Ooze Venue’de çıkacak. O da İzmir’in uğuruna inananlardan. Çünkü, DMC etiketi ile müzik marketlerde yerini alan ‘Aşkın Masum Çocukları’ adlı albümünün, ilk konserini, İzmir’de verecek. 18 Mart’ta ise, İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde, 25 Mart’ta da Ankara Gösteri Merkezi’nde. Bir birinden güzel 13 şarkı ve Funda Arar klasiklerini dinlemek için Qoze Venue kaçmaz. Bu arada, yarın, yani perşembe günü ise, Türk Halk Müziği’nin güçlü sesi Kubat var...
Kadının hala adının olmadığı, şiddetin arttığı, gün geçmiyor ki, sokak ortasında, kadınların öldürüldüğü bir ülke burası... Kadınlarımıza devlet sahip çıkamıyor. Öldürülen kadınların çocuklarına da. Yalnızca, AK Parti’ye özel değil bu durum. Yıllardır devam ediyor... Daha çarşamba günü, dört çocuk annesi, 43 yaşında Arzu Odabaşı, ayrıldığı kocası tarafından, yine gözler önünde kurşunlandı. Niye bu konulara girdiğime gelince, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Dilerseniz, biraz tarihinden söz edeyim, bu özel günün... Birleşmiş Milletler tarafından, 1977 yılında ilan edilen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün, geçmişi çok eskilere dayanıyor. Kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip olma yolunda, verdiği savaşın, temsili başlangıcı 8 Mart 1857. ABD’nin New York kentinde başladı. Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan, 40 bin işçinin, insanlık dışı çalışma koşullarına ve düşük ücrete karşı, başlattığı grev, polisin saldırısıyla kanlı bitti. Saldırı sırasında çıkan yangında, çoğu kadın, 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine, 100 bini aşkın kişi katıldı...
16 Aralık 1977’de kabul edildi
1910 yılında, Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplanan, 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, bu yangında yaşamını yitiren, 129 kadın işçi anısına, 8 Mart gününün, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak, kutlanmasını önerdi. Kadın hakları hareketini, özellikle oy hakkını onurlandırmayı amaçlayan, Kadınlar Günü önerisi, oy birliği ile kabul edildi. 1975 yılında, ‘Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde, 8 Mart’ın tüm kadınlar için, ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak kutlanmasını kararlaştırdı. Kadınlara, eşit hakların verilmesinin, dünya barışını güçlendireceği kabul edildi. Böylece 8 Mart, dünyada kadınların, yüzyıldır yürüttüğü özgürleşme mücadelesinin, kutlandığı ve kadınların, güncel taleplerinin ifade edildiği bir gün haline geldi...
Modanın kraliçelerinden defile
Kadın dostu kent İzmir’de, ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel muhteşem bir festival düzenlendi. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, bu özel gün, bir hafta kutlanacak. Renkli defileler, konserler, tiyatro gösterileri, paneller... Kısacası yok yok... Üstelik tüm etkinlikler, ücretsiz. 7 Mart Pazartesi, Fuar Atlas Pavyonu’nda, saat 10.30’da, kutlamalar İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun açış konuşmasıyla başlıyor. Hemen ardından, Türk modasının, İzmirli kraliçelerinden, duayen Zühal Yorgancıoğlu, Merhume Hanife Çetiner, Esin Yılmaz ve Zeynep Acar kreasyonlarıyla, ‘Smyrna’dan İzmir’e Kadın’ adlı bir defile var. Ardından, Ege Üniversitesi Halk Oyunları gösterisi, yer alıyor. İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde, ise ‘Kadın Hakları ve Siyaset’ konulu bir panel var. Konuşmacılar, Nazan Moroğlu, Türkan Miçooğulları...
Emel Müftüoğlu’ndan konser
8 Mart’ta saat 10.30’da da Cumhuriyet Meydanı’nda tören var. Buradan, Fuar Atlas Pavyonu’na ise yürüyüş. Saat 14.00’de de popun altın seslerinden, Emel Müftüoğlu’nun konseri yer alıyor. Yine aynı gün, İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde, ‘İadesiz-Taahhütsüz’ adlı, tiyatro oyunu var. Etkinlikler genelde, Fuar Atlas Pavyonu’nda. 9 Mart’ta Saime Cantürk konseri, İzmir Sanat’ta, üç seans, ‘Soraya’yı Taşlamak’ adlı, film gösterisi ve konuşmalar yer alıyor. 10 Mart’ta, ‘Engellilik ve Kadın Olmak’ adlı panel, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Pop Müzik Gurubu’nun konseri var. 11 Mart’ta, İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde, ‘Ay Işığı Tarifesi’ adlı oyunun, iki seans gösterimi gerşekleşiyor. Festival 12 Mart’ta, Makbule Kaya’nın konseri ile sona eriyor...
Nemalanan, bazı dangalaklar, ikide bir, kankası oldukları, bazı muhabir arkadaşları, istedikleri gibi ellerinde oynattılar. Sizleri de yanlış bilgilendirdiler. Ben açılış ve kapanış defilelerinde, Simay Bülbül ve Gamze Saracoğlu yerine, İzmir’de yaşayan, İzmirli’ye iş veren ve kazandığını İzmirlilerle paylaşan, yani yeri, yurda burada olan kişilerden söz ettim. Yoksa, Simay Bülbül, beğendiğim ve alkışladığım bir tasarımcı... Ama İzmir’de yaşamıyor. Yalnızca İzmirli. Niye Esin Yılmaz, Kahyaoğlu, Ertan Kayıtken, duayen Zühal Yorgancıoğlu, Hikmet Alcan, Sister’s gibi, İzmir’de yaşayan isimlerin, olmamasından yakındım. Bir de madem gelinlik, damatlık fuarı, o zaman da, Yıldırım Mayruk, Vural Gökçaylı, Faruk Saraç, Canan Yaka, Muzaffer Caha gibi duayenler niye yok? diye sordum... Neyse, anlayan anladı. Fuarın bitiminde, Büyükşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Reşat Yörük aradı. Çarşamba günü de sağ olsun Sayın Başkan Aziz Kocaoğlu’nun bu konudaki görüşlerini mail yoluyla bildirdiler. Reşat’a ve Sayın Kocaoğlu’na, duyarlılıkları için teşekkürler. Gelelim sadede ve Sayın Kocaoğlu’nun açıklamalarına;
İzmir tasarım üssü olacak“Geçen gün sözünü ettiğiniz konuda İzmir’de, modanın ve tasarımcılığın geliştirilmesi, teşvik edilmesi konusunda, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, özellikle son dönemde, ciddi çabalar harcamaya başladık. Kendimize, moda tasarım konusunda, bir hedef koyduk. Gelinlik Tasarım Yarışması ile yakaladığımız ivmeyi, artırarak sürdürmeyi hedefliyoruz. Hedefimiz İzmir’i tasarım üssü haline getirmek. Bu sözlerimin, sadece, “söylem” niteliğinde kalmaması için de hemen eyleme geçip, ilk müjdeyi veriyorum. Gelinlik Damatlık ve Abiye Giyim Fuarı bünyesinde açılan, tasarım yarışmasında, birinci olan, genç modacılara, gelecek yıldan itibaren, defile olanağı sağlayacağız.”
Başkan’dan destekİzmir’in tasarım kenti olması için, ellerinden gelen her türlü desteği vereceklerini ifade eden Başkan Kocaoğlu, sözlerini söyle sürdürüyor; “Bu fuara başlarken, gelinlik ve abiye sektöründe, lokomotif olmayı hedefliyorduk. Bunu başardık. Şimdi hedefimiz, İzmir’i tasarım üssü haline getirmek. Fuar bünyesinde düzenlenen, tasarım yarışmasında, birinci olan genç modacıları desteklemenin de İzmir’in tasarımdaki sıçramasında, önemli bir etken olacağını biliyorum. Gelinlik Damatlık ve Abiye Giyim Fuarı bünyesinde, gelecek yıldan itibaren, yarışma birincisi gençlere, defile olanağı sağlayacağız. Gelecek yılki defilelerden biri, geçtiğimiz yıl düzenlenen, tasarım yarışmasının birincisi, Fatma Paloğlu tarafından hazırlanacak.”
Başkan, bu arada, yine ilk kez, bu gün, benden öğreneceğiniz harika bir müjde verdi. Ne mi? Buyurun; “Kentin, sadece gelinlik-damatlık ve abiye sektöründe değil, sanayi ve mobilya gibi diğer sektörlerde de tasarım konusunda, gelişmesi ve bunun fuarcılıkla artırılması konusunda, çalışmalar yapıyoruz. Önümüzdeki aylarda, bu çalışmaları kamuoyuna duyuracağız.”
Kordon’un gözdesi Sosyetik Kebapchi dekoru, müziği ve mönüsüyle yenilendi
İstanbul’dan geldiğimde gitmiştim ilk. Yemekler, müzik, personel, benden tam puan almıştı, Sosyetik Kebapchi’de. Daha sonra, yakın dostlarımla bir kaç kez gittim. Onlar da çok beğendiler. Özellikle de patron Kadir Pordoğan’ ın, gösterdiği titizliğe ve işine olan saygınlığına, hayran kaldılar. Geçtiğimiz gün, Kadir Bey aradı. Dekoru yenilemişler. Mönüye yeni tatlar eklemişler. Fasıl grubunu da daha zenginleştirmişler. Hafta sonu gittim. Harika... Dekor daha hoş olmuş. Mönüsü daha zengin, fasıl öyle. Kalitelerinden ödün vermeden, devam ediyorlar yollarına yani.
Doğaya ve insana Saygılı
İzmir’e geldiğim günden beri, DHA’nın başarılı, sevilen muhabirlerinden Mehmet Kurt, “Cumba” diye bir yeri önerdi… Bir türlü gidemedim. Aslında mazisi eski. İzmirlilerin bir kısmı, iyi biliyor. Bir kısmı ise, adını hiç duymamış. Birkaç kez de şu an emekliliğinin tadını çıkaran, sevgili Ebru Ertamay söz etmişti. Sonunda, şeytanın bacağını kırdım. Hafta arası gittim. Şoke oldum. Muhteşem bir manzara. Kendinizden geçiyorsunuz. İzmir’in, ne kadar üst düzeyde yöneticisi, bürokratı, sanayici ve işadamı varsa, hepsi aileleriyle geliyorlarmış. Yalnız onlar mı? Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan ve aileleri, Bülent Ersoy, Cemil İpekçi, Tarık Akan, Sezen Aksu, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören, daha kimler kimler. Vehbi Güldoğan ve Can Ortabaş’a ait. İkisini de kutlarım. Dünya standardında bir yer yapmışlar. Zaten, dünyanın sayılı et restoranları arasında yer alıyor Cumba.
Zengin bir kav ve harika etler
Alsancak’tan toplam 17 dakikada aldık yolu. Manisa yolu üzerinde. Bornova sapağından çıkışta. Bir benzin istasyonu var. Hemen yanından giriyorsunuz. Ayrıca, burada harika da bir cafe var. Buranın da manzarası ömür. Bir şarap mahzeni var. Çok zengin... Genelde, Can Ortabaş’ın ürettiği çeşitler ağırlıkta. Ama dünya markaları da mevcut. Aşçıbaşı Abdullah Sever ve personel kusursuz. İşin başında, bu işi hobi olarak gören, eşi de kendisi de bir gurme olan, işadamı Vehbi Güldoğan duruyor, genelde. Tanıştık... İzmir’i çok sevdiğini, konuşmalarından hemen anladım. Müthiş bir yatırım yapılmış Cumba’ya. Yazın cennet sanırım. Kışında ayrı bir havası var...
Yat turizmi geliştirilmeli
Yemek yerken, Vehbi Bey’le sohbet ettik. Çok dolu, kültürlü, yemek kadar yapmayı da seven bir işadamı. “İzmir’de turizmin önünü açmamız gerek. Çok seçenek var. Örneğin; sağlık turizmi. Termal var. Ama değerlendiremiyoruz. Keza, limanları açabiliriz. Yat turizmini geliştirebiliriz...” diyor heyecanla. Ben de çok mutlu oldum. İzmir’i konuştuğumuz için. “Başka?” diyorum. Ve başlıyor anlatmaya Güldoğan, buyurun; “Burnumuzun dibinde Selçuk var. Nasıl canlandıramıyoruz? Nasıl, İzmir’e faydası olmuyor. Turist Kuşadası’na, İzmir’e geliyor. Pıtır pıtır geldiği gibi gidiyor. Biz bunu neden değerlendiremiyoruz? Tarih... Agora ve niceleri var... Kiliseler... İzmirliler olarak biz bunu niye değerlendiremiyoruz ki? Niye canlandıramıyoruz?”
Emekli kenti olmaktan bıktık
İzmir’in, artık bir emekli kenti olmaktan çıkarılma zamanının, çoktan geçtiğini, öfkeyle dile getiren Vehbi Güldoğan’ın, sözlerine, gerçek İzmirliler, lütfen kulak ve değer verin...