Sedat Ergin

Resmi Gazete’de FETÖ’cü generalle ilgili dikkat çekici ayrıntı

13 Şubat 2021
FETÖ’cü olduğunu itiraf eden eski tuğgeneral Serdar Atasoy’un dosyasını karıştırırken her seferinde karşıma yeni ayrıntılar çıkıyor. Dikkatime takılan ayrıntılardan biriyle Resmi Gazete’de karşılaştım.

Resmi Gazete’nin 24 Temmuz 2020 tarihli sayısında yayımlanan 2020/370 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararında bir gün önce (23 Temmuz) yapılan Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplantısının kararları yer alıyor.

Altında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasının bulunduğu bu kararın girişinde, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları’nda 13 general, 4 amiral ve 51 albayın 30 Ağustos 2020 tarihinden geçerli olarak bir üst rütbeye terfi ettirilmelerinin uygun görüldüğü belirtiliyor.

Şimdi bu karara biraz daha yakından bakalım.

32 KARACI ALBAY ARASINDA 5’İNCİ SIRADA TERFİ ETMİŞ

Kararda general/amiral rütbelerini kapsayan terfiler hiyerarşi içinde isim isim sıralanıyor.

Terfilerin dağılımına baktığımızda, tuğgeneralliğe/tuğamiralliğe terfi eden 51 albaydan 32’sinin karacı, 9’unun denizci ve 10’unun havacı olduğunu öğreniyoruz.

Günlerdir Türk kamuoyunda tartışılan FETÖ mensubu Serdar Atasoy’un ismiyle işte bu listede karşılaşıyoruz. Şûra’nın terfi listelerinde üst sıralarda yer almak her zaman önemli bir ölçü olagelmiştir. Kendisinin listede generalliğe kaçıncı sırada terfi ettiğini merak edebilirsiniz. Bu 32 karacı albay arasında beşinci sırada terfi etmiş Atasoy.

GENERALLİĞE TERFİDE 

Yazının Devamını Oku

FETÖ’cü general bilmecesinde bakın hangi bağlantılarla karşılaştım

12 Şubat 2021
Katıksız bir FETÖ mensubu olduğu sonradan kendi itiraflarıyla ortaya çıkan bir subayın geçen temmuz ayındaki Yüksek Askeri Şûra’da (YAŞ) nasıl olup da tuğgeneralliğe terfi edip, ardından Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı gibi son derece hassas bir göreve getirildiği sorusunun peşine düştüğümde, kendimi her aşamasında kafamı daha çok karıştıran bir puzzle’ın karşısında buldum.

Ve bu puzzle’ı tamamlamak üzere önüme gelen parçalar halindeki resmi bilgileri yan yana getirip anlamlandırmaya çalıştığımda bakın karşıma nasıl ilginç bir tablo çıktı.

Ancak parçalara geçmeden önce ana öyküyü kısaca hatırlayalım ki, birazdan yapacağımız egzersizde her şey yerli yerine otursun.

DELİLLER YENİ Mİ, YOKSA HAVUZDA VAR MIYDI?

Serdar Atasoy, geçen 23 Temmuz'da yapılan YAŞ’ta generalliğe terfi ettirilip Kara Kuvvetleri’ndeki kritik makama atanmış olmakla birlikte göreve başlatılmamıştır. Demek ki, bu görevi üstlenmesi problemli görülmüştür. Üstelik Atasoy, 2 Kasım 2020 tarihinde de emekliye ayrılmıştır.

Zaten iki hafta kadar önce 27 Ocak’ta gözaltına alınmış ve 1 Şubat tarihinde de itirafçı olup örgüt bağlantıları hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir.

Burada duralım. İlk bakışta 27 Ocak’ta kendisinin gözaltına alınmasını mümkün kılan yeni deliller, yeni bulgular ortaya çıkmıştır ki, Serdar Atasoy hakkında bu tasarruf yapılabilmiştir.

Ya da can alıcı ikinci bir soru yöneltelim. Yoksa bu deliller zaten devletin bilgi havuzunda bulunan, ancak daha önce değerlendirilmemiş olan veriler midir?

Eğer ikinci şık geçerliyse, o zaman daha da zor bir soru bizi bekliyor: Bu bilginin daha önce değerlendirmeye alınıp

Yazının Devamını Oku

Kod adı ‘Servet’in örgüt abilerinin gözetiminde generalliğe uzanan öyküsü

11 Şubat 2021
Kamuoyu günlerdir Serdar Atasoy’u tartışıyor. Atasoy kim? Geçen Temmuz ayının sonuna doğru yapılan Yüksek Askeri Şûra’da kurmay albaylıktan tuğgeneralliğe terfi ettirilen, hemen ardından Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı gibi kritik bir göreve atanan, ancak bu göreve başlatılmayan, kasım ayında TSK ile ilişiği kesilen ve kısa bir süre önce gözaltına alınınca itirafçı olup FETÖ mensubu olduğunu kabul eden şahıs.

Kendisinin bu rütbeye terfi edişi ve geçirdiği soruşturmalarla ilgili konulara girmeden önce Serdar Atasoy’un kim olduğu, FETÖ’ye nasıl katıldığı, TSK’ya nasıl girdiği, onu tuğgeneralliğe kadar götüren kariyerinin nasıl bir çizgi izlediği ve bütün bu süreçte örgüt ile ilişkisini gizlilik içinde nasıl sürdürdüğü sorularına yanıt arayalım.

Etkin Pişmanlık Yasası’ndan yararlanan Atasoy’un 1 Şubat tarihinde, yani bundan 10 gün önce Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde alınan ifadesi bu soruların önemli bir bölümüne ışık tutuyor.

Atasoy’un öyküsü aslında FETÖ tarafından TSK’ya sokulan pek çok örgüt üyesinin öyküsüyle paralellik gösteriyor. Denizli’nin en küçük ilçelerinden biri olan Babadağ’da 1974 yılında dünyaya geliyor. Kasabada lise olmadığı için ortaokulu bitirince 1988 yılında İzmir Atatürk Lisesi’nde yatılı öğrenci olarak yerleştiriliyor. Atasoy, ifadesinde liseye yerleştirilmesinde cemaatin rolü olup olmadığı konusunda bir işaret vermiyor. FETÖ ile tanışmasının İzmir Atatürk Lisesi’nde gerçekleştiğini söylüyor.

FETÖ sisteminin nasıl işlediğini göstermesi bakımından Atasoy’un askeri kariyerinin seyrini şöyle özetleyebiliriz:

DAHA LİSEDE KOD İSMİ VERİLİYOR: Lisede Denizli’den tanıdığı Cansun Sarıyıldız isimli ilahiyat öğrencisi vasıtasıyla Atatürk Lisesi’nin cemaat sorumlusu olan, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Yavuz kod isimli örgüt abisi ile tanıştırılıyor. Yavuz, hafta sonlarında Atasoy’u Alsancak’taki yatılı öğrenci yurduna götürüyor. Burada eğitim çalışmalarına katılıyor, Fetullah Gülenin kitaplarını okumaya başlıyor. Yavuz, Atasoy’a “Servet” kod ismini veriyor.

KARA HARP OKULUNU’NA HAZIRLIK: Atasoy, üç yıl boyunca İzmir’de Yavuz’un sorumluluğunda kalıyor. Yavuz’un görevlerinden biri askeri okulları kazanabilecek öğrencilerin seçilmesi ve sınavları kazanabilecek şekilde hazırlanmalarıdır. Bu aşamada İskender Girgin, Erdal Baylar ve Serdar isminde üç öğrencinin daha katıldığı bir gruba dahil ediliyor. Yurtta Yavuz’a tahsisli bir odada ders çalışılıyor. Sınavda çıkabilecek soruların bulunduğu testler getiriyor. Ayrıca, cemaat bağlantısı olmayan bir dershaneye de kaydı yaptırılıyor. 1991 yılında bu gruptan Serdar Atasoy, İskender ve Erdal, Ankara’daki Kara Harp Okulu sınavını kazanıyorlar.

‘YAVUZ ABİ’ ANKARA’YA DÜZENLİ GELİYOR:

Yazının Devamını Oku

Bir hukuk düzeninde kabul edilemeyecek şeyler

10 Şubat 2021
Şimdi sıralayacaklarımın hepsi demokrasilerde karşılaşılan, belli ölçülerde kabul edilebilir durumlardır.

Örneğin, ülkenin gidişatından hoşnut olmayabilirsiniz. İktidarın birçok alandaki icraatı sizi ciddi ölçülerde mutsuz ediyor olabilir. Siz de yürütme gücünü elinde bulunduranların tasarruflarına karşı Anayasa’nın tanıdığı haklar çerçevesinde açıklama yapabilir, toplanma hakkından yararlanarak protestonuzu ortaya koyabilirsiniz. Riskleri, yüksek bir maliyeti de olabilir bu itirazın...

Keza, iktidar da sizin sergilediğiniz muhalefetten, farklı, karşıt görüşler ifade ediyor olmanızdan rahatsızlık duyabilir. İtirazınızı ifade ederken ölçüyü kaçırdığınızı da düşünüyor olabilir karar vericiler. Hatta muhtelif yöntemlerle sesinizi kısmaya da çalışabilirler.

*

Ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte üç aşağı beş yukarı bütün demokratik rejimler son tahlilde iktidar ile ona muhalefet edenler arasındaki bir çekişmeye dayanır. İpin iki ucundaki taraflar sıkıca ipi kendi yönlerine çekmeye çalışırlar.

Gelişkin, köklü demokratik rejimlerde bu çekişme daha hoşgörülü bir zeminde, belli bir olgunluk içinde cereyan eder.

Demokrasi geleneklerinin henüz tam olarak içselleşmediği göreceli genç demokrasilerde bu çekişme genellikle daha sert bir zeminde cereyan eder. Çatışma hatları daha keskindir. Güçler ayrılığının tam olarak işlemediği, denetleme mekanizmalarının yetersiz kaldığı ya da işlemediği modellerde, bu çekişme, oyunun adil oynanmadığı zeminlere de kayabilir.

Ancak böyle de olsa seçeneksiz değilsiniz. Bir sonraki seçimde oyunuzu kullanarak yapacağınız tercihle ülkenin gidişatını değiştirmeyi deneyebilirsiniz.

Onun dışında şahsi düzeyde haksızlığa uğradığınızı düşündüğünüzde itirazınızı dile getirmek üzere çalabileceğiniz kapılar var. Mahkemeye gidersiniz; şikâyetiniz sonuçsuz kalırsa Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkınızı kullanırsınız. AYM de haklılığınızı teslim etmezse, bu kez Strasbourg’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dilekçe verebilirsiniz. Gecikmeli de olsa muhtemelen bir aşamada adalet tecelli edecektir.

Yazının Devamını Oku

Akar, ‘FETÖ’cü albay YAŞ’ta nasıl general oldu’ sorusuna ne yanıt verdi

9 Şubat 2021
Geçen cumartesi günü öğleden sonra iki meslektaşımla birlikte Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile uzun bir sohbet yapma imkânı buldum. Kendisine FETÖ ile mücadeleden ABD ile S-400 anlaşmazlığına, son Almanya gezisinden Libya’daki Türk askerlerinin geleceğine kadar birçok konuda soru yöneltme fırsatım oldu. Sohbetin önemli bir bölümü TSK’nın FETÖ’ye karşı yürütmekte olduğu mücadeleyi konu aldı.

Milli Savunma Bakanı Akar, öncelikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gerçekleşen büyük tasfiyenin yol açtığı personel açığına rağmen TSK’nın giriştiği askeri harekâtlarda ortaya koyduğu performansın çok başarılı olduğunu özellikle vurguladı.

Örnek olarak, Hava Kuvvetleri’nde ihraçlardan sonra ciddi bir pilot açığının ortaya çıktığını belirtirken, “Ortalamaya vurulursa, 100 pilottan 80’i gitti. O zaman 5 pilotun yaptığı işi bugün 1 pilot yapıyor ve adeta tarih yazıyorlar” diye konuştu Hulusi Akar. Keza, Deniz Kuvvetleri’nin geçen yıl Doğu Akdeniz’deki seyir süresinin “son yirmi yılın en yüksek düzeyinde” gerçekleştiğine dikkat çekti.



FETÖ BİR ORDUNUN BAŞINA GELEBİLECEK EN BÜYÜK MUSİBET

Bakan, FETÖ ile mücadelede örgütle bağlantılı olduğu ortaya çıkan personelle ilgili bilgiler geldikçe gereken neyse tereddütsüz bir şekilde yapıldığını belirtirken, şu dökümü paylaştı: “15 Temmuz sonrasında bugüne dek toplam 21.147 personel ihraç edilmiştir. Bunun 150’si general-amiral düzeyindedir. 9.373’ü subay, 9.923’ü astsubay, 1.255’i uzman erbaş-er, 446’sı da memur-işçidir. Bu toplam içinde 5.850’si hakkındaki işlem doğrudan bakan tasarrufuyla gerçekleştirilmiştir. Ayrıca daha önce emekli olmuş 1.639 askerin rütbesi alınmıştır. Bu arada, haklarındaki idari işlemler devam eden 3.275 kişi geçici olarak uzaklaştırılmıştır.”

Yazının Devamını Oku

AYM kararlarının uygulanması anayasal düzen için güven sınavı

6 Şubat 2021
Eski İstanbul CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun durumu muhtemelen bundan yıllar sonra bu dönemin yargı alanındaki uygulamalarına bakılırken hukuk fakültelerinde özel bir vaka olarak ele alınacaktır.

Bu dosyayı inceleyenler, Anayasa maddelerinin nihai yorum yetkisinin kime ait olduğu konusunda Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında bir görüş ayrılığı yaşanabilmiş olmasından, AYM kararlarının bazı mahkemeler tarafından tanınmaması, bunun sonucu AYM’nin aynı dosyada tekrarlayan ihlal kararları alması gibi biri dizi problemli, tartışmalı uygulama ve durumla karşılaşacaktır.

PROF. ŞENTOP GÜVENCE VERMİŞTİ

Meselenin temelinde Anayasa’nın milletvekili dokunulmazlığına ilişkin 83’üncü maddesinin “Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclis’in yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır” şeklindeki dördüncü fıkrası yer alıyor.

2016 yılında Anayasa’ya eklenen bir geçici maddeyle haklarında fezleke hazırlanmış tüm milletvekillerinin dokunulmazlıkları bir kereliğine kaldırılmıştır. Bu anaya değişikliği yapılırken, dokunulmazlığını kaybeden bir milletvekilinin bu tasarruftan sonra yeniden seçilmesi halinde durumunun ne olacağı sorusuna da yanıt aranmıştır.

Dönemin TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Mustafa Şentop, yasa değişikliği hazırlanırken bu konudaki tereddütleri gidermek üzere “Anayasa’nın 83’üncü maddesinin dördüncü fıkrasının varlığını sürdürdüğünü” hatırlatarak, “Tekrar bir seçim halinde seçilenlerin -dokunulmazlığı kaldırılan dosyalar bakımından- dokunulmazlığın yeniden kazanılacağının açık olduğu” yolunda beyanda bulunmuştur.

Bu güvencenin verilmesine konu olan ihtimal sonradan birebir yaşanmıştır. Dokunulmazlığının kaldırılmasının ardından 2017 yılında tutuklanıp, yargılandığı mahkeme tarafından mahkûm edilen Enis Berberoğlu, 24 Haziran 2018 genel seçiminde aday gösterilip yeniden İstanbul milletvekili seçilmiştir. Ancak Anayasa’nın 83’üncü maddedeki açık hükmüne rağmen yeniden dokunulmazlığını kazanamamış, tutukluluğu devam etmiştir.

Üstelik bu yeni süreçte daha önce 83’üncü maddeyle ilgili güvenceyi vermiş olan Prof. Şentop bir süre sonra TBMM Başkanı makamına da oturacaktır. Dahası, Berberoğlu hakkındaki mahkûmiyetin Yargıtay tarafından onanmasına ilişkin fezlekeyi 4 Haziran 2020 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda okutup milletvekilliği sıfatının düşmesine de yol açacaktır.

AYM’DEN 

Yazının Devamını Oku

Biden yönetimi ile kurulan ilk diyalogdan yansıyanlar

5 Şubat 2021
ABD’deki yeni Demokrat Yönetim Başkan Joe Biden’ın ant içtiği 20 Ocak günü işbaşı yaptı. O günden itibaren Türkiye-ABD ilişkisinde yanıtı en çok merak edilen soru, yeni yönetim ile Ankara arasında ilk temasın ne zaman ve hangi düzeyde kurulacağıydı.

Başkan Biden, Kanada, Rusya, Almanya ve Fransa gibi sınırlı sayıda ülkenin liderleriyle doğrudan kendisi konuşurken, bazı ülkelerle ilk teması mevkidaşları üzerinden ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Antony Blinken kurdu.

Türkiye ile yeni yönetim arasındaki ilk temas ise iki başkanın ulusal güvenlik danışmanı/başdanışmanları düzeyinde kuruldu. Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İbrahim Kalın geçen salı günü yaklaşık bir saat süren bir görüşme yaptılar.

KALIN-SULLİVAN ARASINDA DİYALOG KANALI

Sullivan, bulunduğu konumda Beyaz Saray’da dış politika ve savunma konularında Başkan ile günlük bazda en yakın çalışma ilişkisini yürüten kişi. Ulusal güvenlik danışmanları, Türkiye’de mevkidaş olarak Cumhurbaşkanı’nın büyükelçi unvanı da taşıyan başdanışmanı Kalın ile temas ediyorlar.

Bu kanal, aslında Donald Trump’ın başkanlığı döneminde de, özellikle de son zamanlarda iki ülke arasındaki en önemli diyalog mekanizmalarından biri olmuştu.Kalın ile Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı Robert O’Brien arasındaki iletişim kanalı son ana kadar açık kalmıştı.

Kalın ile Sullivan arasında kurulan temas, bu hattın önümüzdeki dönemde Ankara ile Washington arasındaki işlevsel diyalog kanallarından biri olarak işleyeceğine işaret ediyor. Buradaki kritik soru, Başkan Biden ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilk temasın ne zaman kurulacağıdır.

ORTAK ÇIKARLAR VE ANLAŞMAZLIKLAR BİR ARADA

 İki tarafın yaptığı açıklamalar,

Yazının Devamını Oku

AİHM ve AYM içtihatları çerçevesinde toplanma ve gösteri hakkının sınırları nereden geçiyor?

4 Şubat 2021
Ne zaman gösteri hakkının kullanılmasından kaynaklanan hadiseler Türkiye’nin gündemine girse aynı egzersizin içinde buluyoruz kendimizi. Bu kez de Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör atamasından sonra tanıklık ettiğimiz olaylarda yaşıyoruz bu durumu.

Ve her seferinde iki kere ikinin dört ettiğini tekrarlamak gibi, Anayasa’nın 34’üncü maddesinin “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” şeklindeki birinci fıkrasını tekrarlayarak yola çıkmamız gerekiyor.

Ayrıca, Anayasa’nın bu hakkın kullanılmasını izin alma koşuluna bağlamamış olmasının aslında özgürlükçü bir bakışı yansıttığını, ana ilkeyi kuvvetlendiren bir öğe olarak vurgulamalıyız.

Anayasa, bu hakkı tanımakla birlikte, aynı maddenin ikinci fıkrasında milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması gibi amaçlarla –yasayla- sınırlanabileceğini de belirtiyor.

Burada altını çizmemiz gereken önemli bir nokta var. Anayasa’nın 34’üncü maddesinin sınırlama getiren ikinci fıkrası Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) toplanma hakkını düzenleyen 11’inci maddesinin yine sınırlamaya ilişkin ikinci fıkrasıyla büyük ölçüde örtüşüyor.

SORUN UYGULAMADA

Toplanma hakkıyla ilgili tartışmalar ilk aşamada yasada getirilen sınırlamalar üzerinde beliriyor. Örneğin, 6 Ekim 1983 tarihli 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda bu sınırlamalara ilişkin şekil, şart ve usuller tarif ediliyor. Kamu düzenini ve asayişi bozmamak kriterinin yanı sıra “gösterilerin vatandaşların günlük yaşamını aşı ve katlanamaz derecede zorlaştırmayacak şekilde olması” bu koşullardan biridir. Yasa, mülki idare amirlerine yürüyüşün güzergâhını belirlemek de dahil olmak üzere geniş yetkiler tanıyor.

Sorunun ağırlıklı yönü, yasanın belli sınırlar içinde çizdiği hareket serbestisinin uygulamada mülki idare amirleri ve sahada kolluk kuvvetleri tarafından nasıl yorumlandığı meselesinde ortaya çıkıyor.

Bu noktada Türkiye’deki uygulamalarla ilgili gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gerek Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) çıkan çok sayıda ihlal kararının oluşturduğu kuvvetli bir külliyat var. Bu kararlar, Anayasa’da ve AİHS’de tanınan gösteri hakkının vatandaşlar tarafından kullanılmasına gelindiğinde, hak ihlallerinin çok yaygın olduğu problemli bir sahaya girdiğimiz uyarısını yapıyor.

Yazının Devamını Oku