Paylaş
Örneğin, ülkenin gidişatından hoşnut olmayabilirsiniz. İktidarın birçok alandaki icraatı sizi ciddi ölçülerde mutsuz ediyor olabilir. Siz de yürütme gücünü elinde bulunduranların tasarruflarına karşı Anayasa’nın tanıdığı haklar çerçevesinde açıklama yapabilir, toplanma hakkından yararlanarak protestonuzu ortaya koyabilirsiniz. Riskleri, yüksek bir maliyeti de olabilir bu itirazın...
Keza, iktidar da sizin sergilediğiniz muhalefetten, farklı, karşıt görüşler ifade ediyor olmanızdan rahatsızlık duyabilir. İtirazınızı ifade ederken ölçüyü kaçırdığınızı da düşünüyor olabilir karar vericiler. Hatta muhtelif yöntemlerle sesinizi kısmaya da çalışabilirler.
*
Ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte üç aşağı beş yukarı bütün demokratik rejimler son tahlilde iktidar ile ona muhalefet edenler arasındaki bir çekişmeye dayanır. İpin iki ucundaki taraflar sıkıca ipi kendi yönlerine çekmeye çalışırlar.
Gelişkin, köklü demokratik rejimlerde bu çekişme daha hoşgörülü bir zeminde, belli bir olgunluk içinde cereyan eder.
Demokrasi geleneklerinin henüz tam olarak içselleşmediği göreceli genç demokrasilerde bu çekişme genellikle daha sert bir zeminde cereyan eder. Çatışma hatları daha keskindir. Güçler ayrılığının tam olarak işlemediği, denetleme mekanizmalarının yetersiz kaldığı ya da işlemediği modellerde, bu çekişme, oyunun adil oynanmadığı zeminlere de kayabilir.
Ancak böyle de olsa seçeneksiz değilsiniz. Bir sonraki seçimde oyunuzu kullanarak yapacağınız tercihle ülkenin gidişatını değiştirmeyi deneyebilirsiniz.
Onun dışında şahsi düzeyde haksızlığa uğradığınızı düşündüğünüzde itirazınızı dile getirmek üzere çalabileceğiniz kapılar var. Mahkemeye gidersiniz; şikâyetiniz sonuçsuz kalırsa Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkınızı kullanırsınız. AYM de haklılığınızı teslim etmezse, bu kez Strasbourg’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dilekçe verebilirsiniz. Gecikmeli de olsa muhtemelen bir aşamada adalet tecelli edecektir.
Geciken adalet mağduriyeti telafi etmek açısından yetersiz olsa da, işin tesellisi, eninde sonunda hakkın yerini bulmuş olmasıdır.
*
İdeal demokrasilerde her vatandaş ülkedeki tartışmanın bir öznesidir. Tabii ki, siyasi partiler, basın, dernekler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, aklınıza gelebilecek her örgütlenme bu tartışmanın bir parçasıdır ve olmalıdır da...
Demokrasilerin önemli bir erdemi, kimlerin bu münazaranın öznesi olamayacakları konusundaki -yazılı olmayan- sınırların da titizlikle çekildiği bir rejim olmasıdır. Sınır meşruiyet çizgisidir. Bu çerçevede en genel tanımıyla kurallara uymaktır. Bu da başka koşulların yanı sıra öncelikle suçtan uzak durmaktan, suça özendirmemekten geçer.
Örneğin, organize suç örgütü yöneticisi oldukları mahkeme kararıyla kesinleşmiş, kabarık suç dosyası bulunan şahısların fikir açıklamalarıyla o ülkedeki tartışmaların tarafı olmaları demokrasiler açısından olağan değildir.
Bu gibi aktörlerin doğrudan siyaset alanına girerek kendilerini iktidar ile muhalefet arasındaki çekişmede iktidar blokunun bir bileşeni gibi tanımlayıp demokratik sürece dışarıdan dahil olmaları kabul edilemez.
*
Böyle bir durumun yaşanması herhalde Türkiye’ye özgüdür. Değilse ve başka ülkelerde benzer örnekler varsa, bunlar da uzak durulması gereken emsaller olmalıdır.
Organize suç örgütü yöneticilerine zımnen kanaat önderi, sivil toplum lideri statüsü tanınamaz.
Tehlike şurada karşımıza çıkıyor. Bu durumun olağanlaşmasıyla, meşru aktörlerle meşru alanın dışındaki aktörler arasında roller karışmaya başlıyor. Buradaki geçişkenlik, ülkede demokrasinin, kurallara dayalı hukuk düzeninin ayarlarını da tahrip etme potansiyeli taşıyor.
Ayarların bozulmasının riskleri çok yüksek. Her şeyden önce vatandaşların iletişim kurmak için kullandıkları dil ve araçlar ile organize suç dünyasının başvurduğu yöntemler farklıdır. O dünyanın kendine ait kanunları var. Onlar, sonuç almak için genellikle korkunun diline yaslanıyorlar.
Bu, yasalara saygılı, düzgün, iyi vatandaşların ilişki kurabilecekleri bir dil değildir. Ayrıca devlet, vatandaşları ülkelerinde korkunun hüküm sürmediği bir ortamda yaşatma yükümlülüğü altındadır. Vatandaşlarına bu güvenceye sahip olduklarını güçlü bir şekilde hissettirmek devletin birincil görevleri arasındadır. Dahası, bu görev devletin varlık nedenidir.
*
Her halükârda bir ülkedeki tartışma ortamında organize suç dünyasından aktörlerin seslerinin de yankılanmaya başlaması, bir demokrasinin, hukuk düzeninin taşıyabileceği, tahammül edebileceği bir durum olamaz.
Ülkenin sorumlu mevkilerinde bulunan karar vericilerin, kurallara dayalı bir hukuk düzenini koruma ve yürütme sorumlulukları bakımından büyük bir basiretle üzerine eğilmeleri gereken düşündürücü bir tablo var karşımızda.
Üstelik demokrasi ve hukuk reformu alanında yürütülen hazırlıklarla da tezat oluşturan bir tablo bu.
Herhalde Türkiye’nin bugünün çocuklarına, genç kuşaklarına emsal göstereceği başka rol modelleri olmalıdır.
Paylaş