Sedat Ergin

Abdulhamit Gül’ün Adalet Bakanlığı’nı değerlendirirken

1 Şubat 2022
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün görevden ayrılması pek çok insan için şaşırtıcı olmadı. Bir dizi nedenle...

Birincisi, Ankara’daki iktidar denklemi içinde yer alan ve yargı dünyasında nüfuz sahibi olabilen bazı güç merkezleriyle Gül arasında ciddi bir çekişmenin yaşandığı, uzunca bir zamandır yargı ve siyaset çevrelerinde yaygın bir şekilde konuşulan bir konuydu. Tekzip de edilmeyen bütün bu haber ve yorumların oluşturduğu külliyat, birikmekte olan bir tansiyona işaret ediyordu.

Bazı durumlarda bu çekişmelerin kapalı kapıların arkasında kalmadığı, bütün kamuoyunun gözü önünde açık bir şekilde cereyan ettiği de oluyordu. Geçen sonbaharda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Gül arasında gerçekleşen polemik bunun en iyi hatırlanan örneğidir.

Soylu’nun 26 Ekim tarihinde muhtarlarla düzenlenen bir toplantıda metruk binaların yıkımından söz ederken “Mahkeme kararı var, yıkamıyoruz... Ya arkadaş, sen gece yık. Mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” şeklinde konuşmasından sonra Gül’ün şu sözleri hukuk düzenine farklı bir bakışı yansıtıyordu:

Bizim rehberimiz hukuktur. Bizim rotamız hukuktur. Bizim kılavuzumuz hukuktur. ‘Biz yapalım, hukuk arkamızdan gelsin’ değil, ‘Hukuk önden gelsin, biz ona göre kendimizi ayarlayalım’ anlayışıdır hukuk devleti.”

KAMUOYUNDA KAŞLAR KALKINCA

Bir kabinenin içişleri ve adalet bakanlarının hukukun önden mi yoksa arkadan mı gideceği konusunda kamuoyu önünde farklı pozisyonlar almaları, pek çok kesimde kaçınılmaz olarak kaşların kalkmasına yol açmıştır.

En son geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu gösteren polis kontrolündeki MOBESE kayıtlarının dışarı sızmasından sonra Adalet Bakanı Gül’ün geçen cuma günü yaptığı çıkış bu çekişmelere bir başka örnektir.

Gül

Yazının Devamını Oku

İran’ın doğalgazı kesmesinden hangi dersleri çıkarmalıyız?

29 Ocak 2022
Böyle bir durumla galiba ilk kez karşılaşıyoruz.

İran’ın gönderdiği doğalgazı kesmesi Türkiye’nin sanayi tesislerine ve elektrik santrallerine doğalgaz sevkini önemli ölçüde durdurmasına, bu da üretimin ciddi bir şekilde etkilenmesine neden oldu.

Sonuçta elektrik kesintilerinin de devreye girmesiyle birçok organize sanayi bölgesinde, bazı büyük sanayi tesislerinde üretim geçici süreler için durmuştur.

İran kaynaklı sorunun Türkiye’nin üretim kapasitesi ve bu çerçevede Türk ekonomisi üzerinde yol açmakta olduğu kaybın büyüklüğünü bu aşamada ölçebilmek kolay değil. Ancak gelen bütün haberler sıkıntının hafife alınamayacak boyutlarda olduğuna işaret ediyor.

Konu Türkiye ile İran arasında en üst düzeyde gündeme gelmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen çarşamba akşamı katıldığı NTV/STAR ortak yayınında İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile cumartesi günkü telefon görüşmelerinde meseleyi açtığını belirterek, muhatabının “Bir arızadan dolayı bu işi şöyle bir 10-15 gün erteleme durumumuz olacak” dediğini aktardı.

Cumhurbaşkanı, açıklamasında İran’da da kış şartlarının çok sert olduğunu” hatırlatarak, “Onlar da bundan dolayı bir sıkıntıları olduğunu bana ifade etti ve ‘Yani en kötü şartlarda bir 10 gün burada bir esneme yaparsak bu süreci atlatırız’ dedi” diye anlatıyor.

Erdoğan’ın Reisi ile diyaloğunu aktardığı bu ifadelerinden, sorunun gerisinde İran tarafındaki hem teknik arıza hem de sert kış koşullarının yattığını anlıyoruz.

Enerji Bakanı Fatih Dönmez de İran’ın 21 Ocak itibarıyla “akışı sıfırladığını”, bunun 10 gün süreceğini bildirdiğini duyurmuştur. Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan, İranlı mevkidaşını kesintinin başlamasının hemen ertesi günü, 22 Ocak’ta aramıştır.

İRAN’IN AÇIKLAMALARI 

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin AİHM’deki 2021 ihlal sicili

28 Ocak 2022
Her yeni yılın başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) geride bırakılan yıla ilişkin mesaisi istatistikler üzerinden Avrupa kamuoyu ile paylaşılıyor. Açıklanan bu dökümler, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin, AİHM’nin denetlediği insan hakları sistemindeki sicil notu gibi değerlendirilebilir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) hangi ülke en çok ihlal ediyor, hangi alanlarda ihlal ediyor gibi soruların yanıtlarını çıkan kararlar üzerinden bu tablolarda bulabiliyoruz.

Ben de her yıl bir yazımı, açıklanan yeni veriler üzerinden Türkiye’nin AİHM’deki ihlallerinin değerlendirmesine ayırıyorum.

Ancak geçen salı günü AİHM’nin İzlandalı başkanı Robert Ragnar Spano’nun düzenlediği basın toplantısıyla birlikte duyurulan son verilerin tahliline geçmeden önce geçmişe dönük bir olguyu hatırlamalıyız.

TÜRKİYE İHLALLERDE ÜÇÜNCÜ SIRADA

Türkiye, geçmişte AİHM’deki bireysel başvuru mekanizması çerçevesinde verilen ihlallerin sıralamasında her yıl tartışmasız birinci çıkmaktaydı. Yani, durumu en problemli ülkeydi. Ancak Rusya’nın 1998’de bireysel başvuruyu kabul etmesi ve ardından mahkemeden bu ülke hakkında birbiri ardına kararların çıkmasıyla birlikte, kuzey komşumuz 2012 yılından bu yana ihlallerde birinciliğe yerleşmiş bulunuyor.

Tabii, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin 2012 yılından itibaren bireysel başvurularda devreye girmesi de AİHM’ye giden başvuruların sayısını azaltmaya başladığı için bu sonucun ortaya çıkmasında bir etken oldu.

Geçen yılın dökümüne baktığımızda, AİHM’nin gerek Daire gerek Büyük Daire düzeyinde ele alıp sonuçlandırdığı başvuru dosyalarında, Rusya’nın içinde en az bir ihlal yer alan toplam 219 ihlal kararıyla yine birinci geldiğini görüyoruz.

Türkiye, 2012 sonrasında ihlallerde ikinciliğe yerleşmişti. Gelgelelim, bu yıl ikinci sırayı Ukrayna, Türkiye’den aldı, toplam 194 ihlal kararıyla.

Yazının Devamını Oku

Batı’dan uzaklaşma yönelişi Türkiye’yi nereye götürür?

27 Ocak 2022
Dünkü yazımız Metropoll kamuoyu araştırma şirketinin yaptığı son çalışmadan yola çıkarak, Türkiye’de Rusya ve Çin ile ilişkilerin geliştirilmesine öncelik verilmesini savunanların ilk kez AB ve ABD seçeneğini tercih edenlerin önüne geçtiğini anlatıyordu. Birinci gruptakiler yüzde 39.4, ikinci grup ise yüzde 37.5 çıkmıştı.

Kuşkusuz, iki seçenek üzerinden “Hangisine öncelik verilsin?” sorusu karşısında Rusya/Çin tercihi AB/ABD’nin önünde çıkıyorsa, bu durumu Batı’ya duyulan tepkilerin, bu alandaki rahatsızlığın toplumda kök salmasının dışavurumu olarak ele almak, büyüteç altına yatırmak gerekiyor. Evet, çok ciddi bir mesele var karşımızda.

Aslında son dönemde yapılan hemen hemen her araştırmada Batı’ya karşı olumsuz bakışın artık sabit bir faktör halinde yerleştiğine, başı yukarı doğru bir çizgi halinde düzenli bir şekilde yükselmekte olduğuna tanıklık ediyoruz.

Bu çerçevede dost/düşman ülke algıları üzerinden yürütülen araştırmalarda da genellikle ABD’yi düşman görenler oldukça kalabalık bir küme olarak beliriyor. Örneğin, Metropoll’ün geçen haziran ayındaki bir araştırmasında ABD’yi düşman olarak algılayanların oranı yüzde 41.1 çıkarken, bu oran Rusya karşısında 24.5’e düşüyordu.

Türkiye’nin en azından kâğıt üstündeki stratejik ortağı, NATO’daki baş müttefiki ABD’nin ana tehdit olarak algılandığı bir ortamda, toplumsal eğilimlerde ibrenin Rusya/Çin eksenine doğru kayması şaşırtıcı olmamalıdır.

MUHALEFETİN DIŞ POLİTİKA REFLEKSLERİNİ İKTİDAR MI BELİRLİYOR?

 Değindiğimiz araştırmayı yürüten ve her yıl bu soruya yanıt arayan Metropoll’ün kurucusu ve direktörü Prof. Özer Sencar, Rusya-Çin tercihinin Batı tercihinin önüne geçmesini bir dizi faktör üzerinden değerlendiriyor.

Prof. Sencar, “Son bir yılda hem ABD hem de AB ile ilişkiler sürekli bir şekilde kötüleşiyor. ABD’nin S-400’e tepki olarak Türkiye’yi F-35 programından çıkarması önemli bir faktör. AB de demokrasi ve hukuk ihlalleri nedeniyle Türkiye’yi dışında tutmak istiyor. Bu ikisinin tutumlarını da iktidar Batı ülkelerine karşı kullanıyor. Bu da vatandaşta ‘Batı bize düşman’ algısını yaygınlaştırıyor” diye konuşuyor.

Muhalefet liderleri burada tavır almadıkları için Batı karşısında kendi tabanlarını ister istemez iktidarın tanımladığı alana yönelttikleri görüşünü ileri sürüyor Prof.

Yazının Devamını Oku

Yoksa eksen kayması bu kez Türk toplumunda mı?

26 Ocak 2022
Son günlerde en çok dikkatime takılan konulardan biri kamuoyu araştırmaları yapan Metropoll şirketinin bir çalışmasında Türk halkının dış politika tercihlerinde Batı ile Doğu istikametleri karşısında gözlenen kayma oldu.

Hangi tarafa derseniz hemen yanıtlayalım, doğuya doğru...

Bu bulgu, Metropoll’ün “Türkiye’nin Nabzı Ocak 2022” raporunda “Türkiye dış ilişkilerinde AB ve ABD’ye mi, yoksa Rusya ve Çin’e mi öncelik vermelidir?” sorusuna verilen yanıtlarda ortaya çıkmış.

Yanıtlarda “AB ve ABD” diyenler yüzde 37.5, “Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti” diyenler ise yüzde 39.4 çıkmış. “Fikrim yok” diyen ya da yanıt vermeyenlerin oranı ise yüzde 23.1 dolayında.

GEÇEN YIL BATI’YA DESTEK YÜZDE 40’IN ÜSTÜNDEYDİ

Bu rakamları görünce karşılaştırma yapabilmek için önceki araştırmalardaki benzer ölçümlerin sonucuna bakmak gerekti. Metropoll’ün kurucusu ve direktörü Prof. Özer Sencar’dan bir önceki araştırmayı paylaşmasını rica ettim. Tam bir yıl önce yapılan “Ocak 2021” araştırmasında da büyük ölçüde aynı sorular yöneltilmiş. O zaman bu soruya AB ve ABD diyenler yüzde 40.9 çıkarken, Rusya ve Çin’e öncelik verenler yüzde 27.6 görünüyor.

Burada önemli olan nokta, Metropoll’ün yıllardır düzenli olarak yönelttiği bu soruda ilk kez Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti tercihlerinin toplamda ABD ve AB’nin toplamının önüne geçmiş olmasıdır. Prof. Sencar da “İlk kez böyle bir durumla karşılaştık. Daha önce Batı tercihi hep öndeydi” diye konuşuyor.

Bu arada geçen yılki araştırmanın soruları arasında küçük bir farklılık bulunduğunu da kaydedelim. Geçen yıl “Hepsine öncelik verilsin”, “Hiçbirine verilmesin”, “Diğerleri” tercihleri de sorular arasında yer almış. Bu yıl ise başat tercihler ön plana çıkartılmış.

Geçen yıl “

Yazının Devamını Oku

15 Temmuz’dan 'sıkarız' söylemli bir suç duyurusuna

25 Ocak 2022
Zorunlu olmadıkça gazetecilerin kendilerinden söz etmelerine sıcak bakan bir gazetecilik tarzından gelmiyorum.

Ama bugün bir istisna yapmam gerekiyor. Nedeni, bu kez 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili kendi yazıp çizdiklerime değinmek zorunda kalmamdan kaynaklanıyor.

2017 yılı ilkbaharında yeniden bu köşeye döndüğümde yakından izlemeye aldığım konulardan biri 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle ilgili hazırlanan iddianameler ve başlayan kovuşturma süreçleri olmuştu. Zamanımın yettiği ölçüde birçok iddianame okuyup 15 Temmuz gecesi ne olduğunu anlamaya çalıştım, bu konuda sayısız yazı kaleme aldım.

Dosyaları irdeledikçe, bu darbe girişiminin arkasında -adına ne denirse densin-
Fethullahçı kriminal örgütün olduğu yolundaki kanaatim daha da kuvvetlendi. Arşivlerin de teyit edeceği bu mesaimin bana galiba 15 Temmuz bağlantılı bir mevzu çıktığında bir iki söz etme hakkını verdiğini düşünüyorum.

*

Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden, önceki gün “15 Temmuz Şehitler ve Gaziler Platformu” üyeleri tarafından ülkemizin en önemli sanatçılarından Sezen Aksu hakkında İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde savcılığa yapılan suç duyurusu ve bu vesileyle okunan basın açıklamasında kullanılan ifadeler oldu.

Söz konusu platform, 15 Temmuz gecesi sokağa çıkarak kalkışmaya direnen, yaralanan vatandaşlar ile bu hadiseler sırasında şehit olan vatandaşlarımızın yakınlarının bir araya geldiği bir sivil toplum örgütlenmesi. Kuruluş amaçlarını ve muhtelif faaliyetlerini anlattıkları kendi web siteleri de var.

Platformun yönetici ve üyeleri, geçen pazar günü

Yazının Devamını Oku

Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 test politikasında revizyon sinyalleri

22 Ocak 2022
Bu hafta bundan önceki yazılarda, COVID-19’un Omikron varyantının ortaya çıkmasının ardından PCR testlerine ilişkin politikanın esnetilmesinin yol açması muhtemel olumsuz sonuçlarına odaklandık daha çok.

Bugün bu başlık altında yapacağımız son bir değerlendirmede, konuyu bu kez Sağlık Bakanlığı’na bağlı Koronavirüs Bilim Danışma Kurulu Üyesi Prof. Serap Şimşek Yavuz’un görüşleri üzerinden ele alacağız.

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyesi olan Prof. Yavuz, aynı zamanda Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin (KLİMİK) de başkanlığını yürütüyor. Türkiye’de bu alandaki önde gelen uzmanlık kuruluşunun başkanı olması, kendisinin görüşlerine ayrı bir ağırlık kazandırıyor kuşkusuz.

PCR TESTLERİNDE TIKANMA YAŞANDI

Prof. Yavuz’un hafta içinde Demirören Haber Ajansı’na yaptığı ayrıntılı açıklamaların en önemli noktalarından biri şudur: Omikron varyantının saptanması ve dünyada hızla yayılmasıyla birlikte, Türkiye’de de bir pik yapacağının öngörülüp, bu konuda atılması gereken adımlara ilişkin gerekli uyarılar Bilim Kurulu tarafından zamanlı bir şekilde kayda geçirilmiştir.

Prof. Yavuz, tahmin edilen artış nedeniyle test sayısının artırılmasının, bu çerçevede yalnızca PCR testleri değil, aynı zamanda buna ek olarak “hızlı testler”in de gündeme alınmasının önerildiğini anlatıyor. Bilim Kurulu’nda tavsiye edilen, vakaların yakalanabilmesi için test çeşitliliğinin sağlanmasıdır. Zaten Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Omikron karşısında yaptığı bütün uyarılar, gelmekte olan dalga karşısında test kapasitesinin güçlendirilmesi yönünde olmuştu.

“Buraya daha hazırlıklı girilseydi... Omikron pikine böyle (hazırlıklı) girmiş olmamız gerekirdi. Öyle giremediğimiz için PCR için hastanelerde korkunç kuyruklar oldu, test sayıları aşırı yükseldi... İnanılmaz sayıda fazla sayıda hasta başvuruları oldu, test sıkıntısı yaşandı. Çok uzun süre test sonucu bekler hale geldi insanlar... Sağlık Bakanlığı burada başka bir yönteme giderek, test yapılacak grupları azaltmaya gitmek zorunda kaldı” diye konuşuyor Prof. Yavuz.

Bilim Kurulu üyesi, açıklamalarının bir başka bölümünde “Geçtiğimiz haftalarda PCR testlerinde bir tıkanma yaşandığını” söylüyor.

Buradan çıkartacağımız sonuç, Bilim Kurulu’nda test kapasitesinin güçlendirilmesi yönünde önceden iletilen önerilere rağmen, gerekli hazırlıklar zamanında yapılmadığı için sistemin Omikron dalgası karşısında birden sıkıntıya girmiş olmasıdır. Dalganın kuvvetli bir şekilde vurması ve bunun sonucu test kuyruklarının uzaması karşısında, Sağlık Bakanlığı’nca çare olarak test yapılan grupların azaltılması yoluna gidilmiştir.

Yazının Devamını Oku

Devlet hastanesinde PCR testi yaptırabilmenin ahlaki ikilemi

21 Ocak 2022
Acil servisteki görevli, PCR testi için sırası gelen arkadaşıma test yaptırmak istemesinin nedenini sordu.

Temaslıyım...” dedi arkadaşım.

Sadece temaslı olanlara test yapmıyoruz” diye yanıtladı kadın görevli.

Ardından ikinci bir soru yöneltti: “Semptomunuz var mı?”

Bu soru, arkadaşımı iç dünyasında oldukça sıkıntılı bir ikilemle karşı karşıya getirdi. Çünkü COVID-19 testi pozitif çıkan biriyle temaslı olmakla birlikte kendisinin herhangi bir şikâyeti, belirtisi yoktu. Ama görevliye ”Hayır” derse testi yaptırması mümkün olmayacaktı.

Karşısındaki duvarda asılı duyuruda büyük harflerle aynen şöyle yazılıydı:

SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN SON YAYINLANAN KARARINA GÖRE BELİRTİSİ (SEMPTOM) OLMAYAN KİŞİLERE PCR TESTİ YAPILMAMAKTADIR. BAŞHEKİMLİK

Başhekimlik sözcüğünün üstünde bir resmi mühür ve Başhekim Yardımcısı’nın imzası vardı.

Bu diyaloglar geçen pazartesi akşamı İstanbul’daki bir devlet hastanesinde geçiyordu.

Yazının Devamını Oku