Paylaş
Birincisi, Ankara’daki iktidar denklemi içinde yer alan ve yargı dünyasında nüfuz sahibi olabilen bazı güç merkezleriyle Gül arasında ciddi bir çekişmenin yaşandığı, uzunca bir zamandır yargı ve siyaset çevrelerinde yaygın bir şekilde konuşulan bir konuydu. Tekzip de edilmeyen bütün bu haber ve yorumların oluşturduğu külliyat, birikmekte olan bir tansiyona işaret ediyordu.
Bazı durumlarda bu çekişmelerin kapalı kapıların arkasında kalmadığı, bütün kamuoyunun gözü önünde açık bir şekilde cereyan ettiği de oluyordu. Geçen sonbaharda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Gül arasında gerçekleşen polemik bunun en iyi hatırlanan örneğidir.
Soylu’nun 26 Ekim tarihinde muhtarlarla düzenlenen bir toplantıda metruk binaların yıkımından söz ederken “Mahkeme kararı var, yıkamıyoruz... Ya arkadaş, sen gece yık. Mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” şeklinde konuşmasından sonra Gül’ün şu sözleri hukuk düzenine farklı bir bakışı yansıtıyordu:
“Bizim rehberimiz hukuktur. Bizim rotamız hukuktur. Bizim kılavuzumuz hukuktur. ‘Biz yapalım, hukuk arkamızdan gelsin’ değil, ‘Hukuk önden gelsin, biz ona göre kendimizi ayarlayalım’ anlayışıdır hukuk devleti.”
KAMUOYUNDA KAŞLAR KALKINCA
Bir kabinenin içişleri ve adalet bakanlarının hukukun önden mi yoksa arkadan mı gideceği konusunda kamuoyu önünde farklı pozisyonlar almaları, pek çok kesimde kaçınılmaz olarak kaşların kalkmasına yol açmıştır.
En son geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu gösteren polis kontrolündeki MOBESE kayıtlarının dışarı sızmasından sonra Adalet Bakanı Gül’ün geçen cuma günü yaptığı çıkış bu çekişmelere bir başka örnektir.
Gül’ün kişisel verilerin korunması konusunda düzenlenen bir akademik toplantıda yaptığı bu konuşmada, “FETÖ’vari anlayış ve uygulamaların gerçekleştirilmemesi yönünde tedbir alınması en esaslı görevlerden biridir. ‘Geçmişte oldu, şimdi de olsa ne olur’ diye bir şey kimsenin aklından geçemez” şeklinde ifadeler kullanması, yine kamuoyunun geniş bir kesimi tarafından kendisiyle Soylu arasındaki benzer bir çatışma ekseni içinde değerlendirilmiştir.
SÖYLEMLE UYGULAMA ARASINDA KOPUKLUK BELİRİNCE
Mesele yalnızca bakanlar arasındaki çekişmelerle sınırlı görülmemelidir. Abdulhamit Gül, daha genel bir çerçevede Adalet Bakanı olarak başında bulunduğu adalet mekanizmasının işleyişinden kaynaklanan önemli bir “ikilik hali”nin de baş öznesiydi. Şöyle ki Gül, “Yargı Reformu Strateji Belgesi” ve “İnsan Hakları Eylem Planı”nın hazırlanması inisiyatifini yürüten siyasi şahsiyet olarak “Hukukun Üstünlüğü” kavramının simgelediği ilkeler, kurallar ve değerler konusunda oldukça kuvvetli bir söylemle karşımıza çıkıyordu.
Yaptığı konuşmalar, sıkça hukuk dersi kitaplarında yazılan temel ilkeleri vurguladığı, hukukun üstünlüğüne sahip çıkan insanların altına imza atacakları metinlerdi. Kitapların lafzı ile Gül’ün söylemi arasında bir çelişki yoktu.
Gül, yargıçların korkmadan vicdanlarını dinleyerek karar vermelerini istiyordu. Hâkimin dosyadaki delile göre karar vermesi gerektiğini belirtip, “Eğer ‘Şu kişi ne der?’ diyorsa, o kişi hâkim, savcı değildir. Öyle bir hâkim olmaz, savcı olmaz” diye konuşuyordu. Tutuklu yargılamaların istisna olması gerektiğini düşünüyordu. Bu çerçevede, örneğin Osman Kavala gibi bazı kritik siyasi davalarda da tutuksuz yargılamayı savunduğu Ankara’daki yargı çevrelerinde bir sır değildi.
Çelişki, kendisinin bu söylemiyle Türkiye’de yargı düzenini yaygın bir şekilde kaplayan sorunlu uygulamaların gerçekliği arasındaki kopuklukta beliriyordu. Söylem ile yargı alanındaki pratikler arasında bazen gece ile gündüz ölçüsünde bir fark ortaya çıkabiliyordu. Son tahlilde kendisi de Türkiye’de adaletin yönetiminden sorumlu olan siyasi şahsiyetti. Bu durum kaçınılmaz olarak kendisinin bu ikilikte nereye konumlandırılacağı sorusu üzerindeki bir tartışmayı davet ediyordu.
Adalet Bakanı olarak aynı zamanda Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun başkanlığını da yürütüyor olması buradaki tartışmayı daha da derinleştiriyordu.
Keza yalnızca yargı pratikleri değil, aynı zamanda siyasilerin kuvvetli beyanlarla yargı süreçlerine müdahil olmaları sonucu yargı bağımsızlığını gölgeleyen durumların yaşanması, sorunun bir başka boyutuydu.
Ayrıca, bizzat kendisinin yargı bağımsızlığı açısından eleştiri yaratan karasularının içine girdiği durumlar da olmadı değil. Örneğin, çok yakın tarihte gazeteci Sedef Kabaş’ın hâkim karşısına çıkarılıp tutuklanmasından hemen önce Gül’ün kendisini ağır bir dille suçlayan bir beyanda bulunması, savunduğu ilkelerden uzaklaştığı gerekçesiyle eleştirileri üstüne çekti.
YARGI REFORMLARININ YARATTIĞI İKİLEM
Yine de objektif bir kanaat öne sürebilmek açısından şu noktayı vurgulamak gerekir. Gül’ün muhtelif açıklamaları dikkatli bir şekilde okunduğunda, en azından ana temaları itibarıyla sıkça yargı alanındaki problemli uygulamaların geniş bir dökümünü yaptığını, bunları açık sözlülükle kayda geçirdiğini söyleyebiliriz.
Bu kadar geniş bir sorunlar listesi verdiğine göre, 2022 Türkiye’sinde hukuk alanında iyi gitmeyen pek çok şey olduğuna hükmetmek mümkündür. Zaten Anayasa Mahkemesi’nin 2013-2021 yılları arasındaki dönemde yapılan bireysel başvurularda hükmettiği toplam 26 bin 155 ihlal kararından yüzde 76.8’inin “Adil Yargılanma Hakkı”ndan verilmiş olması da bu bağlamda yargının işleyişini göstermek açısından yeteri kadar açıklayıcıdır.
Sorunlar nasıl aşılacaktı? Gül’ün başını çektiği “Yargı Reformu Strateji Belgesi” ve “İnsan Hakları Eylem Planı” ve bu belgelerle bağlantılı olarak hazırlanan yasal ya da idari önlemlere ilişkin paketler bazı sınırlı iyileştirmeler getirmekle birlikte, önemli ölçülerde eksiklik ve yetersizlikler içeriyordu. Ancak her seferinde tartışmalar dönüp dolaşıp “Hiç yoktan iyidir” diyenlerle, özlü bir değişim doğurmadığı gerekçesiyle süreci görüntüyü kurtarmaya dönük bir egzersiz olarak görenler arasındaki bir ikilemde sıkışıyordu.
Bu tartışmalar kendisinin geçen hafta sonu bakanlıktan ayrılmasının ardından önümüzdeki dönemde de devam edecektir. Son tahlilde, Abdulhamit Gül’ün Adalet Bakanı olarak yargıdaki sorunların aşılması açısından büyük bir değişikliğin önünü açamasa da, kendisini yine de hukuk anlayışı bakımından farklı bir çizgide tanımladığı bir olgudur.
Paylaş