Paylaş
Kuşkusuz, iki seçenek üzerinden “Hangisine öncelik verilsin?” sorusu karşısında Rusya/Çin tercihi AB/ABD’nin önünde çıkıyorsa, bu durumu Batı’ya duyulan tepkilerin, bu alandaki rahatsızlığın toplumda kök salmasının dışavurumu olarak ele almak, büyüteç altına yatırmak gerekiyor. Evet, çok ciddi bir mesele var karşımızda.
Aslında son dönemde yapılan hemen hemen her araştırmada Batı’ya karşı olumsuz bakışın artık sabit bir faktör halinde yerleştiğine, başı yukarı doğru bir çizgi halinde düzenli bir şekilde yükselmekte olduğuna tanıklık ediyoruz.
Bu çerçevede dost/düşman ülke algıları üzerinden yürütülen araştırmalarda da genellikle ABD’yi düşman görenler oldukça kalabalık bir küme olarak beliriyor. Örneğin, Metropoll’ün geçen haziran ayındaki bir araştırmasında ABD’yi düşman olarak algılayanların oranı yüzde 41.1 çıkarken, bu oran Rusya karşısında 24.5’e düşüyordu.
Türkiye’nin en azından kâğıt üstündeki stratejik ortağı, NATO’daki baş müttefiki ABD’nin ana tehdit olarak algılandığı bir ortamda, toplumsal eğilimlerde ibrenin Rusya/Çin eksenine doğru kayması şaşırtıcı olmamalıdır.
MUHALEFETİN DIŞ POLİTİKA REFLEKSLERİNİ İKTİDAR MI BELİRLİYOR?
Değindiğimiz araştırmayı yürüten ve her yıl bu soruya yanıt arayan Metropoll’ün kurucusu ve direktörü Prof. Özer Sencar, Rusya-Çin tercihinin Batı tercihinin önüne geçmesini bir dizi faktör üzerinden değerlendiriyor.
Prof. Sencar, “Son bir yılda hem ABD hem de AB ile ilişkiler sürekli bir şekilde kötüleşiyor. ABD’nin S-400’e tepki olarak Türkiye’yi F-35 programından çıkarması önemli bir faktör. AB de demokrasi ve hukuk ihlalleri nedeniyle Türkiye’yi dışında tutmak istiyor. Bu ikisinin tutumlarını da iktidar Batı ülkelerine karşı kullanıyor. Bu da vatandaşta ‘Batı bize düşman’ algısını yaygınlaştırıyor” diye konuşuyor.
Muhalefet liderleri burada tavır almadıkları için Batı karşısında kendi tabanlarını ister istemez iktidarın tanımladığı alana yönelttikleri görüşünü ileri sürüyor Prof. Sencar. “İktidar, sonuçta kendi tabanı gibi muhalefeti de aynı çizgiye taşımış oluyor” diye ekliyor.
Prof. Sencar’a göre, “CHP ve İYİ Parti seçmenlerinin Rusya ve Çin tercihlerinden gitmeleri olağan bir durum değil. Bu, iktidarın etkisi altına girdiklerini gösteriyor”. Araştırma, CHP tabanında yüzde 34.4 oranındaki bir kesimin Batı’ya karşı Rusya/Çin’e öncelik verilmesi şıkkına yöneldiğini gösteriyor.
ABD İLE İYİ GİDEN HİÇBİR ŞEY YOK
Özellikle ABD cephesine bakıldığında, S-400’lerin 2019 yazında Türkiye’ye gelmesinin ardından ABD ile ilişkilerin yokuş aşağı bir seyir izlediğini görüyoruz. ABD’nin tepkisi Türkiye’yi F-35 ortak üretim programından çıkarmak, ayrıca CAATSA yaptırımlarını devreye sokmak olmuştur. S-400 dosyası bu yönüyle Türkiye ile ABD’yi birbirinden uzaklaştıran bir etki yaratıyor.
Bununla birlikte ABD ile ilişkilerde S-400 dosyasına ek başka sorunları da kayda geçirmek gerekiyor. ABD’nin Suriye’de DEAŞ’a karşı PKK’nın bu ülkedeki uzantısı olan PYD/YPG örgütü ile askeri bir ittifak kurması ve bu ittifakı hâlâ sahada sürdürmekte oluşu, Türk kamuoyunun çok geniş bir kesiminde ABD hakkında düşman algısının yerleşmesinde azımsanmayacak bir rol oynuyor.
Listeyi uzatmak mümkündür. Keza, Türkiye’de darbeye kalkışan FETÖ örgütünün ABD’de gördüğü müzahir muamele göz ardı edilemez.
BATI İLE KARŞILIKLI KISIRDÖNGÜ SARMALI
AB cephesinde de tablo sorunlarla kaplı. İlişkiler son yıllarda kilitlenmiş bir şekilde yerinde sayıyor. Türkiye’de insan hakları ve hukuk alanlarında yaşanan sorunlar AB tarafında kuvvetli eleştirilere yol açarken, bu cephedeki hareketsizliğin başlıca gerekçelerinden birini oluşturuyor.
Buna karşılık AB, Türkiye karşısında üstlendiği birçok taahhüdü yerine getirmekte de sürekli bir şekilde ayak sürüyor. Örneğin, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusundaki taahhüdünü yerine getirmiyor. Ayrıca, Türkiye ile olan anlaşmazlıklarında Yunanistan/Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisini desteklemesi, Türk kamuoyunda AB’ye bakışı olumsuz yönde etkiliyor.
Sonuçta ilişkilerde olumlu bir gündem yaratma yönündeki çabalar bir yere varmıyor ve Türk toplumuna AB cephesinde olumlu anlatı şeklinde takdim edilebilecek bir gelişme yaratılamıyor.
Özetle, Batı dünyası dediğimiz zaman Türkiye’nin hem ABD hem de AB ile ilişkilerinin karşılıklı olarak tam bir kısırdöngü sarmalının içinde kilitlendiğini görüyoruz. Bu sarmaldan yalnızca negatif titreşimlerin yayılması, ne yazık ki Türk kamuoyu üzerinde Batı’dan uzaklaştırıcı bir merkezkaç etkisi icra etmektedir.
2001 yılında kurulduğunda AB tam üyeliği hedefiyle Batı’ya dönük bir rotayla yola koyulan AK Parti’nin, iktidarındaki yaklaşık 20 yılda varılan bu nokta her bakımdan düşündürücüdür.
CUMHURİYET’İN BATI’YA YÖNELME TERCİHİ
Burada ileriye dönük olarak üzerinde durmamız gereken mesele şudur. Batı ile ilişkilerdeki tıkanıklıklar aşılamadığı ve kamuoyu yoklamalarının radarlarına takılan mevcut yöneliş tersyüz edilemediği takdirde, girilen süreç kalıcı bir hale gelecektir. Bu durumda her yıl anketlerde “Hangisi?” sorusu karşısında ABD/AB seçeneği ile Rusya/Çin seçeneği arasındaki makas daha da açılacaktır.
Aradaki mesafenin açılması, ülkedeki siyasi iklimin bariz bir şekilde baskın bir Batı aleyhtarlığı ile kaplanmasıyla sonuçlanacaktır. Bugünden sormamız gereken soru, böyle bir durumun uzun dönemde Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini nasıl etkileyeceğidir. Bu soruya bugün itibarıyla olumlu bir yanıt verebilmek güç.
Tabii bütün bu tartışmaların, Türkiye’nin dünyada yerini nerede gördüğü sorusuyla yakından ilişkili olduğunu da gözden uzak tutmamalıyız. Unutmayalım ki Batı’ya doğru yönelişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren çok temel bir tercihini, ana doğrultusunu yansıtıyor.
Batı dediğimizde, aynı zamanda demokrasi, evrensel hukuk ve bu değerler üzerinde temellendirilen bir yönetim biçimi ile bu değerlerle birlikte yaşamak tercihini de anlıyoruz.
Bu tartışmaları değerlendirirken, hangi seçeneğin demokrasi ve hukuk perspektiflerine kapıyı açtığı sorusunu sormayı ihmal etmeyelim.
Paylaş