Sedat Ergin

Alevilerle ilgili son düzenlemeler (3) | AİHM’nin son adımları yeterli bulması şansı var mı?

26 Kasım 2022
Bundan önceki iki yazımız Alevilerle ilgili olarak yapılan son düzenlemeleri konu aldı.

Birinci yazı, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” kurulmasına ve ayrıca cemevleriyle ilgili yapılan yasal düzenlemelere odaklanıyordu. Dün yayımlanan ikinci yazımız ise bu gelişmelerin AK Parti iktidarının geçen yirmi yılda Alevi meselesi karşısındaki genel tutumu içindeki yerini değerlendirmeyi amaçlıyordu.

Söz konusu adımlar, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Alevilerle ilgili vermiş olduğu bir dizi hak ihlali kararını da yakından ilgilendiriyor. Halihazırda Türkiye’nin uygulaması gereken bu kapsamda dört ihlal kararı var. Kritik soru, mahkemenin önümüzdeki dönemde bu düzenlemeleri ihlal kararlarının uygulanması açısından yeterli bulup bulmayacağıdır.

Şimdi bu kararlara yakından bakalım.

*

AK Parti döneminde Alevilerle ilgili olarak AİHM’den çıktıktan sonra uygulamaya konmuş olan tek bir ihlal kararı var. Bu, mahkemenin 2010 yılında verdiği “Sinan Işık/Türkiye” kararıdır. Alevi olan bu vatandaşın başvurusu üzerine, AİHM Türkiye’de nüfus cüzdanlarında din hanesi bulunmasında ihlal görmüştür.

Mahkeme, “Kişinin dini ve inancıyla ilgili değerlendirme yapmanın devletin görevi olmadığını” belirtmiştir. Türkiye’de 2016 yılından itibaren yeni kimliklerde din hanesinin kaldırılması üzerine bu ihlal kararıyla ilgili dosya kapanmıştır.

Gelgelelim, diğer dört ihlal kararı henüz kapatılmış değildir. İhlal kararlarının uygulamasının denetimini Avrupa Konseyi’nin siyasi kanadı olan Bakanlar Komitesi yapıyor. Komite, belli aralıklarla ihlal kararlarını izleyerek Türkiye’ye bunların uygulama durumunu soruyor.

Hangileri bu kararlar?

Yazının Devamını Oku

Alevilerle ilgili düzenlemeler (2) | AK Parti iktidarının Alevi meselesindeki mesaisinin 20 yıllık seyri

25 Kasım 2022
Geçen haftalarda Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” kurulması ve ayrıca cemevleriyle ilgili bazı yasal düzenlemeler yapılması şeklinde atılan adımlar, AK Parti’nin geçen yirmi yıl içinde Alevi dosyasında yaptığı göreceli olarak en önemli hamleyi oluşturuyor. Buradaki mesele, bu adımların Türkiye’deki Alevi kuruluşlarının kayda değer bir bölümü tarafından yetersiz bulunmuş olması, hatta bazılarınca kabul görmemesidir.

Alevilerin yaşadıkları sorunların nasıl bir çözüme bağlanacağı sorusu, bu ayın başında iktidarda tam yirmi yılını dolduran AK Parti açısından, özellikle 2009 sonrası dönemde sürekli gündeminde duran, ancak çözümsüzlük içinde gidip gelen sıkıntılı bir konu olagelmiştir.

AK Parti’nin reformcu kimliğiyle ön plana çıktığı ilk döneminde AB’ye tam üyelik sürecinde atılan demokratikleşme adımları, Kürt sorununun yanı sıra Alevi dosyası üzerindeki perdenin de kalkmasına yol açmıştır. Alevi meselesi AB’nin ilerleme raporlarında geniş bir şekilde işlenirken, daha sonraki yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) çıkmaya başlayan ihlal kararları da AK Parti iktidarını bu konuda harekete geçme baskısı altına almıştır.

AİHM’den 2007 yılında çıkan zorunlu din dersleriyle ilgili “Hasan ve Eylem Zengin Kararı”nda verilen ihlal bu açıdan önemli bir ilktir. Konunun kamuoyunda da geniş bir şekilde tartışılmaya başlanmasıyla birlikte Alevi kesimlerinden gelen taleplerin yükselmesi, AK Parti liderliğini bir çıkış bulma arayışına sokmuştur.

Sonuçta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009 yılında sergilediği siyasi inisiyatifle “Alevi Açılımı” başlatılmıştır. Bu açılımın koordinatörlüğüne dönemin Devlet Bakanı Faruk Çelik getirilmiştir. İki yıla yayılan bir süreçte muhtelif Alevi kuruluşlarıyla toplam yedi çalıştay ve üç toplantı düzenlenmiş, bu çalışmaların sonuçları 200 sayfayı aşan bir rapor haline getirilerek 31 Mart 2011 tarihinde kamuoyuna açıklanmıştır. Toplam 30 öneriye yer verilmiştir önsözünü Erdoğan’ın yazdığı bu raporda.

*

Galiba bütün bu sürecin her şeyin üstüne çıkan yönü, getirilen önerilerden önce Türkiye’de Alevi sorununun varlığının kabul edilerek, bu sorunun ilk kez bir hükümetin siyasi inisiyatifiyle iki yıla yayılan kapsamlı bir çalışmaya konu edilmiş olmasıydı.

Belki bir bu kadar önem taşıyan, hazırlanan raporda Türkiye’de Alevilere dönük “ayrımcılığın” varlığının bir olgu olarak teslim edilmesiydi. Önerilerin ikinci maddesindeki şu ifadeler raporun kanaatimizce en çok ağırlık taşıyan noktalarından biriydi:

“Her şeyden önce ayrımcılığa yol açan uygulamalara son verilmesi ve özellikle de hukuki mevzuatın ayrımcılığı besleyen ve kurumsallaştıran öğelerden bir an önce arındırılması gerekmektedir.”

Yazının Devamını Oku

Alevilerle ilgili düzenlemeler ne getiriyor (1)

24 Kasım 2022
Başka bir dizi konunun araya girmesi nedeniyle AK Parti iktidarı tarafından Alevilerle ilgili getirilen ve kamuoyunda tartışma yaratan düzenlemelere yakından bakabilme fırsatı bulamamıştım. Bu konudaki gözlemlerimi gecikmeli olarak bir iki yazının sınırları içinde aktarmak istiyorum.

Aslında Alevilerle ilgili bazı gelişmelerin olacağına ilişkin niyet beyanları yaklaşık bir yıldır kayda geçmekle birlikte, bu konudaki adımlar ancak geride bıraktığımız haftalarda kuvveden fiile çıktı, mevzuatta birbirini tamamlayan iki ayrı düzenleme halinde.

Bunlardan birincisi, geçen 9 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür Bakanlığı bünyesinde yapılan bir idari düzenlemeydi. Ardından TBMM’de geçen hafta perşembe günü kabul edilen “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” çerçevesinde cemevleriyle ilgili bir dizi düzenleme getirildi.

Bu süreçte muhtelif Alevi kuruluşlarının çeşitli açıklamaları ya da protesto gösterileri üzerinden eleştirel çıkışlarına tanıklık ettik.

Meselenin bu kısmına geçmeden, önce söz konusu düzenlemelerin ne getirdiği sorusuna yakından bakalım. Kültür Bakanlığı cephesi ile başlayabiliriz...

BAKANLIK’TA YENİ BÜROKRATİK BİRİME 53 KİŞİLİK KADRO

Resmi Gazete’de çıkan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yine bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle tanımlanmış olan teşkilat yapısına bir ekleme yapıyor. Kararnameyle önce bakanlığın “Görev ve Yetkileri”nin altına (g) bendi olarak yeni bir madde konuyor. Bununla, “Alevi-Bektaşi kültürünün araştırılması ve cemevleriyle ilgili iş ve işlemleri yürütmek” de Bakanlığın görev ve yetki alanına dahil ediliyor.

Teşkilat kararnamesinde bundan bir önceki (f) bendinde de “Türkiye’nin turistik varlıklarını her alanda tanıtıcı faaliyetler yürütmek” görevi sayılmış. Alevi-Bektaşi kültürü bunun arkasından geliyor.

Yeni Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin en önemli yönlerinden biri, Bakanlık bünyesi içinde bir

Yazının Devamını Oku

Mısır ile ilişkilerde geçen dokuz yılın muhasebesi

23 Kasım 2022
Son zamanlarda zihnimi meşgul eden sorulardan biri, gelecekte bu dönemin dış politikasını yazacak olan tarihçilerin, özellikle geçen on yıl içinde izlenen Ortadoğu politikası hakkında nasıl bir hüküm verecekleridir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen pazar günü Dünya Kupası’nın açılışına katılmak üzere gittiği Katar’da Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ile samimi bir pozda el sıkıştığı fotoğrafın, muhtemelen bütün bir dönemi anlatmak bakımından önemli bir sembol olarak referans alınacağına şüphe yoktur.

Erdoğan ile Sisi arasındaki tokalaşma, tarihçileri bir tarafa bırakalım, bugünden Türkiye’nin Mısır politikasının 2013 sonrasındaki döneminin ciddi bir şekilde sorgulanmasını, tartışılmasını beraberinde getirmiştir.

*

Hatırlayalım... Sisi, bundan dokuz yıl önce ülkenin genelkurmay başkanıyken seçilmiş cumhurbaşkanı, Müslüman Kardeşler hareketinin liderlerinden Muhammed Mursi’yi darbeyle devirdiğinde, uluslararası alanda kendisini en yüksek sesle eleştiren lider olarak karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bulmuştu.

Aslında Batılı ülkeler de darbeyi eleştirmekle birlikte, herkes bir noktadan sonra pragmatik nedenlerle Sisi rejimi ile ilişkilerini normal bir şekilde sürdürme yoluna gitmişti.

Mısır gibi Arap dünyasının en merkezi ülkesinin Mursi liderliğinde Müslüman Kardeşler ideolojisinde bir yönelişe girmesinden duyulan rahatsızlık da kuşkusuz Sisi’nin Batı’da ve bazı bölge ülkelerinde gördüğü anlayışlı muamelede belli bir rol oynamıştı.

Erdoğan farklı davranmıştır. Darbeyi hiçbir şekilde kabullenmeyerek Sisi rejimini meşru saymamış, kendisini açıkça karşısına alarak şahsı hakkında oldukça ağır bir söyleme yönelmiştir. Bu durum karşılıklı olarak büyükelçilerin geri çekilmesine yol açmış, sonuçta birbirlerine genellikle hep yakın durmuş iki ülke arasında bütün köprüler atılmıştır.

*

Yazının Devamını Oku

Kuzey Suriye’ye düzenlenen hava harekâtının şifreleri

22 Kasım 2022
Türkiye’nin önceki gün Suriye’nin kuzeyinde düzenlediği hava operasyonu, 2019 yılı ekim ayında Fırat’ın doğusunda geniş bir alanda gerçekleştirilen “Barış Pınarı Harekâtı”ndan sonra bu spesifik bölgede icra edilen ilk kapsamlı hava harekâtıdır. Ayrıca, özellikle seçilen hedefler açısından da bir dizi “ilk”ler de içermektedir.

Ancak harekâtın bu yönlerinin değerlendirmesine geçmeden önce temel bir tespit yapalım. Türkiye’nin bu hamlesindeki ana hedefi, ABD’nin DEAŞ’la mücadele gerekçesiyle oluşturduğu ve omurgasını PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG üzerinden kurguladığı kısaca “SDG” olarak adlandırılan Suriye Demokratik Güçleri’dir.

Harekât üzerine yaptığı bir açıklamayla bunu “karşılıksız bırakmayacağını” duyuran, önceki gün sahada Kilis’teki Öncüpınar sınır kapısına roket saldırısı düzenleyerek karşılık veren SDG olmuştur. SDG’nin ABD’nin Suriye’deki en değerli müttefiki olduğunu, bu örgütün ekonomik ve askeri desteğini ABD’den aldığını hesaba kattığımızda, sahada yaşanmakta olan çatışmayı, sahnenin arka planında Türkiye ile ABD arasında cereyan eden dolaylı bir çatışma olarak görmekte bir mahzur yoktur.

Bir başka anlatımla, Türkiye ile ABD, Suriye sınırının kuzeyinde iki NATO müttefiki olarak yan yana konumlanırken, sınırın güneyinde ABD, PKK uzantısı olan ve Türkiye’yi de askeri açıdan hedef almaktan kaçınmayan SDG ile ittifak ilişkisi içine girmektedir. Bu yönüyle bakıldığında, ABD, sınırın kuzeyinde ve güneyinde Türkiye’nin karşısına iki ayrı kimlikle çıkmaktadır.

*

Bu noktada harekâtın Türkiye ile ABD’yi birlikte ilgilendiren bir başka dikkat çekici ayrıntısına odaklanalım. Cumhurbaşkanlığı tarafından önceki gün yapılan bir sosyal medya paylaşımına göre, Erdoğan bu harekâtla ilgili talimatı geçen hafta G-20 Zirvesi’ne katılmak üzere gittiği Endonezya’dan döndükten hemen sonra vermiştir. Bu paylaşımda, kendisini Endonezya’dan İstanbul’a getiren uçağın içinde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve iki askeri yetkili ile birlikte görüyoruz. Uçak, havalimanına 16 Kasım Çarşamba günü gece yarısına doğru inmiştir.

Fotoğraflardan anlıyoruz ki Erdoğan, G-20 Zirvesi’nden dönmüş ve uçaktan inmeden kendisini bekleyen askeri yetkililerin de katıldığı bir değerlendirme toplantısına katılıp ardından talimatını vermiştir.

Erdoğan, bir gün önce de (15 Kasım) Endonezya’da ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmüştü. Bu durumda Erdoğan, Biden ile görüşmesinin hemen ertesi günü ABD’nin Suriye’deki müttefiki SDG’nin vurulmasını kararlaştırmıştır. Buradaki zamanlama kuşkusuz dikkat çekicidir.

*

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta 41 yıl sonra beni yine şaşırtan tablo

19 Kasım 2022
Konuşmalar geçen salı sabahı Lefkoşa’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın mütevazı misafir salonunda geçiyor.

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, KKTC’nin 39’uncu kuruluş yıldönümünde tebrikleri kabul ettikten hemen sonra Ankara’dan gelen TBMM Başkanı Prof. Mustafa Şentop, beraberindeki TBMM heyetini ve diğer konukları ağırlıyor.

Tam ortada konumlanan Tatar ve Şentop’un sağ tarafındaki geniş koltukta sırasıyla Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, KKTC’nin ikinci Cumhurbaşkanı (2005-2010) Mehmet Ali Talat, Cumhur İttifakı’nın bileşeni Büyük Birlik Partisi’nin Genel Başkanı Mustafa Destici ve KKTC Meclisi Başkanı Zorlu Töre oturuyor.

Derken çay-kahve sohbeti sırasında birden Annan Planı üzerine bir tartışma kopuvermesin mi... Ama ortalığı gerilimle kaplayan türden değil, karşılıklı dokundurmalar, hatta espriler üzerinden yürüyen bir tartışma.

*

Sohbetin girişinde Cumhurbaşkanı Tatar, KKTC’nin bugün geldiği noktadan memnuniyetini belirtiyor, “Neyimiz eksik? Vallahi hiçbir şeyimiz eksik değil. Elhamdüllilah başımız dik yaşıyoruz” diye konuşuyor.

Tatar, KKTC’deki yatırımların artmaya başladığından da söz ediyor. Limak Holding’in Onursal Başkanı Nihat Özdemir’in Gazimağusa’nın hemen kuzeyindeki İskele Bafra bölgesinde 200 milyon dolar tutarında golf sahası olan bir otel yatırımı yapacağını kendisine bildirdiğini anlatıyor.

Tabii yatırımlar konusu açılınca Annan Planı 2004 yılında referanduma sunulduğunda KKTC’de başbakanlık koltuğunda oturan ve bu plana kuvvetli bir destek vermiş olan İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat konuya giriyor. Talat, Annan Planı’nın yatırımlar açısından yararlı olduğunu belirtip, “Adaya yatırımlar Annan Planı sayesinde geldi” şeklinde konuşuyor.

Talat

Yazının Devamını Oku

Erdoğan-Biden görüşmesi... ABD ile ilişkilerde sıkıntılar aşılamıyor

18 Kasım 2022
ABD’de Demokrat Joe Biden’a Beyaz Saray’ın kapısını açan başkanlık seçimi 3 Kasım 2020 tarihinde yapıldı.

Kongre baskınının ardından yemin edip işbaşı yapmasının 20 Ocak 2021 tarihini bulduğunu dikkate alırsak, henüz iki yılı bile bulmuş değil kendisinin başkanlığı. Geçen iki yıla yakın süre zarfında Biden’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkisi, belli bir mesafenin hissedildiği, iniş çıkışlı bir çizgide seyretmiştir. 

Erdoğan ile Biden arasında geçen salı günü Endonezya’nın Bali adasında düzenlenen G20 Zirvesi sırasında yapılan görüşmeden yansıyanlara baktığımızda, bu tespitte değişikliğe gitmemizi gerektirecek yeni bir durumun ortaya çıktığını söyleyebilmek güçtür.

*

Kısaca hatırlayalım. Biden, yemin ettikten sonra Erdoğan’ı aramak için üç ay beklemiş, 23 Nisan 2021 tarihindeki telefon konuşmalarından haziran ayında Brüksel’deki NATO Zirvesi sırasında gerçekleşecek ikili görüşmenin randevusu çıkmıştı.

Yaklaşık 45 dakika kadar süren ve büyük ölçüde baş başa yapılan 14 Haziran 2021 tarihindeki Brüksel buluşmasının önemli bir sonucu, ABD’nin Afganistan’dan çekilme planları çerçevesinde Kabil Havalimanı’nın işletilmesini Türkiye’nin üstlenmesi konusunun ivme kazanması olmuştu.

Kabil Havalimanı projesi, o tarihte Türkiye’nin stratejik önemini ABD’nin gözünde yeniden tanımlayacak, bu çerçevede ağır sorunlarla kilitlenmiş ilişkilerin önünü açacak bir sihirli değnek gibi görülmüştü. Ancak ABD’nin 2021 ağustos ayında erken bir şekilde icra edilen ve tam bir fiyaskoya dönüşen çekilişi sonucu Taliban’ın Kabil’i herkesi şaşırtarak önceden kontrolü altına alması, beliren kaos ortamı içinde bu planı boşluğa düşürmüştür.

Bunun üzerine ilişkilerde yeniden bir belirsizliğe girilmiş, bunu 2021 eylül ayında New York’taki BM toplantıları sırasında Erdoğan’ın kendisiyle görüşme talebine Biden’ın olumsuz yanıt vermesinin yol açtığı ve Cumhurbaşkanı’nın da bunun üzerine kendisine dönük rahatsızlığını oldukça kuvvetli ifadelerle dışa vurduğu randevu krizi izlemiştir.

Bu krizin ardından 31 Ekim 2021 tarihinde Roma’daki G20 Zirvesi sırasında gerçekleşen ve buzların kısmen eridiği buluşma gelmiştir. Yaklaşık bir saat 10 dakika süren Roma görüşmesi, en azından eylül ayında ortaya çıkan soğukluğun kontrol altına alınmasına yardımcı olmuş ve iki ülke arasında dışişleri bakanlıklarının merkezi rol üstlenecekleri bir “

Yazının Devamını Oku

KKTC İzlenimleri: Türk Devletleri Teşkilatı'nın 'Gözlemci Üye' kararı KKTC'de özgüveni artırmış

17 Kasım 2022
Bundan tam 39 yıl önce 15 Kasım 1983 günü Cumhuriyet gazetesinin genç diplomasi muhabiri olarak dönemin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in düzenlediği basın toplantısına heyecanla gitmiştim. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu o sabah Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) Meclisi’nin oybirliği ile aldığı bir kararla dünyayla duyurulmuştu.

Bu karar uluslararası alanda büyük bir sarsıntı yaratmıştı. Bütün dikkatler, doğuşu ilan edilen yeni devleti kimin ya da kimlerin tanıyacağı sorusuna çevrilmişti.

Akşam saatlerine kadar dış dünyadan KKTC’nin tanınması konusunda hiçbir açıklama gelmedi. Türkiye de sessiz kalmıştı. Dışişleri Bakanı Türkmen ise düzenlediği basın toplantısında Türkiye’nin KKTC’yi tanıma kararını açıklamış ve Yunanistan’ı “teenni”ye davet etmişti. Yani mesajını geniş bir şekilde yorumlayarak aktarırsak, Yunanistan’ı tepki olarak bir adım atmadan önce iki kez düşünmeye, yanlış bir hareket yapmamaya davet etmiş, yoksa bunun sonuçları olacağını hissettirmişti.

Ankara’nın planı, ilk olarak Bangladeş ve ardından Pakistan’ın KKTC’yi tanıdıklarını açıklamaları, Türkiye’nin de daha sonra bu ülkelere katılmasıydı. Ancak ABD ve Birleşik Krallık’ın büyük bir süratle bu iki ülke üzerinde bütün ağırlıklarını koymaları sonucu beklentiler boşa çıkınca, Türkiye’nin akşam saatlerine doğru tek başına tanıma açıklamasını yapmak dışında bir seçeneği kalmamıştı.


Maraş’ın girişinde: TBMM Başkanı Prof. Mustafa Şentop (soldan üçüncü), önceki gün Kıbrıs’taki Maraş bölgesine giderek burada KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar (en solda) ve KKTC Meclis Başkanı Zorlu Töre (en sağda) ile birlikte incelemelerde bulundu. Sedat Ergin (soldan ikinci) Maraş’taki heyetle birlikte.

O akşam Dışişleri’nden çıkıp haberi yazdırmak üzere Bakanlıklar’dan Kızılay’daki büroya doğru koşar adım giderken, yıllar sonra 2022 yılında KKTC’nin 39’uncu kuruluş yıldönümü törenlerini adada izleyeceğimi bilemezdim.

Önceki gün Dr. Fazıl Küçük Bulvarı’nda kuruluş kutlamaları çerçevesiyle mehter marşıyla başlayan, ardından askeri bando eşliğinde devam eden resmi geçit törenini izlerken İlter Türkmen’in KKTC’yi tanıma kararını açıkladığı o basın toplantısını bütün canlılığıyla hatırladım.

Hiç unutmuyorum,

Yazının Devamını Oku