Sedat Ergin

1962 Küba füze bunalımı yeniden tartışılıyor... ABD’nin Türkiye’ye söylediği nükleer yalan

12 Kasım 2022
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin beraberinde taşıdığı olumsuzluklardan biri nükleer silahların kullanılması ihtimalini yeniden tartışmaya açması oldu.

Rusya lideri Vladimir Putin’in geçen eylül ayında ülkesinin gerekirse bu yola başvurabileceğini hissettiren açıklamasıyla birlikte ortaya çıkan nükleer risk, endişe verici bir başlık olarak dünya kamuoyunun gündemine yerleşmiş bulunuyor.

Bu meseleyle ilgili özellikle Batı medyasında ve akademik çevrelerinde sayısız yayının yapılması ve hararetli tartışmaların yürütülmekte oluşu, Soğuk Savaş’ın geride kalmasıyla insanların zihinlerinden çıkmış olan bir konunun 21’inci yüzyılın da bir gerçekliği olarak yeniden karşımızda belirlemesine yol açtı.

İlginçtir ki, bu konuda yapılan yorumların neredeyse hepsinde, nükleer silah kullanma ihtimalinin 1962 Küba Füze Bunalımı’ndan sonra ilk kez bu ölçüde ciddiyet kazandığına dikkat çekiliyor. Küba Füze Bunalımı, bu yönüyle 2022 yılında da önemli bir tarihi referans olarak önümüzde duruyor.

Dünya, 1962 yılı ekim ayında gerçekten de ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir nükleer savaşın eşiğine gelmişti. Ancak bugün yapılan yorumlarda, Türkiye’nin bu krizin çözümüne dönük pazarlıkların Küba ile birlikte en önemli iki takas unsurundan biri haline geldiği, krizin ABD Başkanı John F. Kennedy’nin Türkiye’deki Jüpiter füzeleri üzerinden verdiği ödünlerle aşıldığı kısmı üzerinde yeterince durulmuyor.

Küba Füze Bunalımı, Türkiye’nin bundan 60 yıl önce kendisinin bilgisi dışında iki süper güç arasında masada nasıl bir pazarlık kartı olarak kullanılabildiğini göstermesi bakımından bugün de hatırlandığında başlı başına ibretlik bir konudur. Dolayısıyla, kısa bir hafıza tazelemesi yapmak yararlı olacaktır.

KÜBA’DAKİ FÜZELERE KARŞI TÜRKİYE’DEKİ JÜPİTERLER

Konuyu özetleyebilmek için önce krizin nasıl baş gösterdiğine bakalım. Kriz, ABD’nin 1962 yılı ekim ayında Sovyetler Birliği’nin Küba’ya orta menzilli nükleer yetenekli füzeler yerleştirdiğini tespit etmesiyle başlar. Küba’nın Florida eyaletinin güneydeki en uç noktasına 145 kilometre kadar uzakta olduğunu dikkate alırsak, bu ada ABD açısından çok yakın menzil içinde büyük bir nükleer tehdide dönüşecektir. Bu durum, yakınlık faktörü nedeniyle Sovyetler’in kıtalararası stratejik nükleer füzelerinden daha ciddi bir tehlike yaratacaktır ABD’ye.

ABD, bunun üzerine buraya yerleştirilen füzelerin ateşleme sistemlerini taşıyan Sovyet gemilerinin Küba’ya ulaşmasını engellemek amacıyla 22 Ekim tarihinde adayı ablukaya alır. Sovyetler Birliği, yoldaki gemileri çekmeyeceğini bildirince, Başkan

Yazının Devamını Oku

Tahıl Anlaşması krizi Türkiye’nin Ukrayna Savaşı’ndaki hareket serbestisini genişletti

11 Kasım 2022
Bundan on gün kadar önce Rusya’nın tahıl koridoru anlaşmasını askıya alıp kısa bir süre sonunda bu anlaşmaya dönmesi sırasında yaşanan krizin beraberinde getirdiği, bu hadisede oynadığı rol nedeniyle Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir dizi artçı dalga var.

Bu çerçevede Batı medyasında projektörler Türkiye’nin Ukrayna savaşındaki konumuna çevrilirken, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin geçirdiği dönüşüm ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Lideri Vladimir Putin arasındaki ilişkinin yapısının da çok yakından büyüteç altına yatırıldığı gözleniyor.

Yapılan yorumlarda beliren ana temaları, ekonomik yaptırımlara katılmayan Türkiye’nin Rusya için artık Batı’ya dönük tek çıkış kapısı haline geldiği, Türkiye ile Rusya arasındaki ticarette büyük bir sıçramanın yaşandığı, bu durumun Rusya’yı artan ölçüde Türkiye’ye dayanmak zorunda bıraktığı, bu çerçevede Erdoğan ile Putin arasındaki şahsi ilişkinin daha da önem kazandığı, bu ilişkide Türk tarafının pazarlık kartlarının çoğaldığı şeklinde özetlemek mümkün.

WALL STREET: ‘TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL ROLÜ GENİŞLİYOR’

Alıntı yapacağımız yayınlardan biri, ABD’de genellikle muhafazakâr çizgide bilinen ve iş dünyasına seslenen ünlü “The Wall Street Journal”da çıkan “Ukrayna Savaşı Erdoğan’a Nüfuzunu Genişletme İmkânı Veriyor” başlıklı bir haber yorum.

Gazetenin Ortadoğu muhabiri Jared Malsin tarafından kaleme alınan 5 Kasım tarihli bu yazı, Erdoğan’ın bir yandan Ukrayna’ya askeri desteğini derinleştirirken, diğer yandan Rus mevkidaşı Putin ile kanallarını açık tuttuğunu, bu şekilde Ukrayna’nın tahıl ihracatının devam etmesine yardımcı olduğunu belirtiyor. Bunu yaparken Erdoğan’ın bir “bölgesel oyun kurucu” olarak Türkiye’nin rolünü genişletmeye çalıştığını da yazıyor.

Gazetenin dikkat çektiği nokta, Erdoğan’ın Türkiye’nin bölgesel rolünü güçlendirebilmesini kolaylaştıran kilit unsurun, Batı’nın yaptırımları sonucu küresel ekonomiyle bağlarının kopmasından sonra, Rus parasının Türkiye’ye girişine izin verme konusunda istekli davranmasıdır.

The Wall Street Journal, Erdoğan’ın Putin’le düzenli bir şekilde görüşebilen bir iki dünya liderinden biri olduğunu ve yaptırımlara rağmen ticareti artırma taahhüdüyle Rusya’nın üzerindeki basıncın hafifletilmesine önemli bir katkı yaptığını yazıyor. Gazeteye göre, Türkiye kendisine silah göndermeye devam ettiği müddetçe, Ukrayna da Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini mesele yapmak eğiliminde değildir.

FINANCIAL TIMES: 

Yazının Devamını Oku

Putin’in Tahıl Koridoru Anlaşması manevrasından ne anlamalıyız?

10 Kasım 2022
Rusya Lideri Vladimir Putin’in 29 Ekim Cumartesi günü Ukrayna Tahıl Koridoru Anlaşması’nı askıya aldığını açıklaması küresel bir gıda krizinin tetiklenebileceği yolunda büyük bir endişenin yaşanmasına yol açtı uluslararası alanda. Yaklaşık beş gün süren bir gerilim ve Türkiye’nin aktif bir şekilde yer aldığı diplomasi sonucunda Rusya’nın 2 Kasım’da yeniden anlaşmaya dönmesi, şimdiden Ukrayna savaşının üzerinde çok konuşulacak sayfalarından birini oluşturuyor.

Peki geçen beş gün içinde ne oldu? Öncelikle, uluslararası alanda Rusya’ya karşı çok kuvvetli tepkiler ortaya kondu. Bu süreçte 1 Kasım Salı günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Lideri Putin arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Bunu Erdoğan’ın ertesi gün (2 Kasım) Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodomir Zelensky ile görüşmesi izledi.

Bu arada Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın da Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile 31 Ekim ve 1 Kasım tarihlerinde olmak üzere iki kez görüşmesini, 31 Ekim’de Ukrayna Savunma Bakanı Oleksii Reznikov ve Altyapı Bakanı Oleksandr Kubrakov ile konuşmasını da bu trafiğe dahil etmeliyiz.

Ve 2 Kasım Çarşamba günü Rusya Lideri Putin anlaşmaya döndüğünü açıkladı.

Rusya’nın bu anlaşmayı askıya alma ve ardından mutabakata dönme kararları arasında ne gibi gelişmelerin yaşandığı, Putin’in bu hamlesiyle hangi hedeflere yöneldiği, bu hadisenin Rusya’nın pazarlık pozisyonu açısından ne anlama geldiği, ne gibi sonuçlara yol açtığı gibi başlıklarda uluslararası medyada sayısız haber ve yorum çıktı.

Öyle anlaşılıyor ki bu yorumlar daha bir süre devam edecek. Burada altı çizilmesi gereken bir nokta, Türkiye’nin krizin aşılmasında oynadığı rol nedeniyle Erdoğan ile Putin arasındaki ilişkinin kazanmakta olduğu boyutların özellikle Batı medyasındaki yorumların hepsinde kuvvetli bir vurgu almakta oluşudur.

KORİDORUN AÇIK TUTULMASI PUTİN’İ GERİLETTİ Mi?

Yaşanan krizle ilgili sıkça belirtilen görüşlerden biri, Türkiye ve BM’nin, Rusya’nın kararına rağmen Karadeniz’deki bu koridordan Ukrayna tahılını taşıyan gemilerin trafiğini teşvik ederek güzergâhı açık tutmalarının, alınan sonuçta belli bir rol oynamış olmasıdır.

Bu değerlendirmelere göre,

Yazının Devamını Oku

Cemil Çiçek’le başörtüsü tartışmasına bakış: ‘Tarih tekerrür ediyor gibi’

9 Kasım 2022
Geçen perşembe günü bu köşede çıkan yazımız, Türkiye’deki başörtüsü tartışmasına yakın tarihte bu konuda yapılan anayasa ve yasa değişiklikleri ile Anayasa Mahkemesi’nden çıkan muhtelif kararların oluşturduğu bir perspektif üzerinden bakmayı amaçlıyordu.

Bundan önceki üç ayrı denemede de AYM’den dönen bu değişikliklerin tümünün hazırlanmasında ANAP döneminde Devlet Bakanı, AK Parti zamanında ise Başbakan Yardımcısı olarak hazır bulunan bir siyasi şahsiyet, bugün Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi olarak görev yapmakta olan Cemil Çiçek.

Dün kendisiyle yaptığımız sohbette, geçmişte bu düzenlemelerde oynadığı rolü hatırlatarak, “Bugünkü başörtüsü tartışmalarından yola çıkıp geriye doğru baktığınızda karşınıza çıkan tabloda ne görüyorsunuz?” sorusunu yönelttim.

“Şöyle geriye dönük baktığımda, tarih yeniden tekerrür ediyor gibi bir izlenim ediniyorum” diye söze girdi Çiçek ve ekledi:

“Maalesef bir toplum düşünün ki, bir konuyu 40 senedir tartışıp bir sonuca bağlayamıyorsa burada bir problem var demektir. Bunun en önemli sebebi, geriye dönük hafıza kaybımızdır. Veya hatırlayamama veya siyaseten Alzheimer gibi bir tablo çıkıyor orta yere. Halbuki biz bu tartışmaları geçmişte çok yaptık ve pek çok mağduriyetlere de sebebiyet verdik. Devletle milletin arası açıldı, siyaset kendi içinde kamplaştı, kutuplaştı.”

‘BAŞÖRTÜSÜ PROBLEMİ YOKTU, SADECE BİR YERDE SIKINTI OLDU’

Çiçek, başörtüsü dosyasında geriye giderken özellikle eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan Turgut Özal’la birlikte hazır bulunduğu bazı siyasi olayları da anlatıyor. Bunlardan ilki 1988 yılında yapılan ilk denemedir: 

“1988 yılı başındaydı. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu’nda bir sıkıntı çıktı. O sırada ne üniversitelerde ne de başka bir alanda başörtüsü problemi vardı. Örneğin ben hükümetteydim, eşi başörtülü olan tek bakandım. Eşimle Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in verdiği Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarına birlikte katılıyorduk. Kamusal alan saçmalığı da yoktu o zaman. Sadece Hacetepe Hemşirelik Bölümü’nde sıkıntı yaşandı. Ve giderek kaşındı bu konu. Ve Meclis dışındaki unsurlar Özal’ı, ANAP’ı bu konuda sıkıştırmaya başladılar. Nerede toplantıya gitsek, birisi kalkıyor, ‘Bir gecede kanun çıkartıyorsunuz, neden başörtüsü için çıkartmıyorsunuz?’ diye soruyordu.”

Çiçek

Yazının Devamını Oku

Dışişleri’nde liyakatin önemini vurgulayan bir hatırat

5 Kasım 2022
Bir diplomat nasıl olunur?

Diplomatlık nasıl bir kariyerdir? Diplomatlar merkezde ve yurtdışında ne gibi görevler yürütürler, hangi koşullarda çalışırlar? Nasıl bir hayat yaşarlar? Meslek çizgileri nasıl bir kurumsal kültürün içinde şekillenir?

Büyükelçi Tunç Üğdül’ün kaleme aldığı “Diplomasi Cephesi/Hariciyeci Bir Çiftin 40 Yılı” başlıklı hatıratı, diplomatlık kariyeriyle ilgili bütün bu gibi soruların yanıtlarını iki diplomatın yaşam öyküleri üzerinden veren oldukça kapsamlı bir kitap.

Üğdül, kitabında 1980 yılında adım attığı ve 2020 yılında büyükelçi unvanıyla emekli olduğu Dışişleri Bakanlığı’ndaki 40 yıllık serüvenini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Kitap, paralel bir izlekte kendisi gibi hariciyeci olan ve o da büyükelçi unvanıyla emekliye ayrılan eşi Aslıgül Üğdül’ün mesleki çizgisinin seyrini de içeriyor.

Kitap boyunca evli bir hariciyeci çiftin kariyerlerinin birlikte ilerleyişini izliyoruz. Bazen birlikte aynı merkezlerde, daha çok da farklı ülkelerde görev yaparak icra ediyorlar mesleklerini. Bu kariyeri Tunç Üğdül’ü Türkiye’yi Slovakya, Fas ve Polonya’da büyükelçi unvanıyla temsil etmeye taşırken, Aslıgül Üğdül Türkiye’nin Afrika’daki ilk kadın büyükelçisi olarak Senegal’e gidiyor, bunu eşinin eski görev yeri Slovakya büyükelçiliği izliyor. ‘Üğdül’ler bir yandan da iki çocuklarını büyütüyorlar.

*

Kitap, önce Üğdül’ün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde aldığı eğitimden başlayarak bakanlık sınavına nasıl hazırlandığını, nasıl bir sınavdan geçtiğini anlatarak başlıyor. Ardından genç bir diplomatın bakanlığın basamaklarında kademe kademe yükselerek, kurumun kültürü içinde yoğrularak nihai hedef olan büyükelçilik unvanına kadar yükselişini ve finalde bu görevi icra edişinin öyküsünü izliyoruz.

Bununla iç içe geçen ikinci anlatıda da ODTÜ mezunu olan eşi Aslıgül Üğdül’ün benzer yolculuğuna tanıklık ediyoruz.

Üğdül

Yazının Devamını Oku

İsrail ile her şey yoluna girmişken sandıkta Netanyahu sürprizi...

4 Kasım 2022
Geçen hafta Ankara’nın önemli bir konuğu vardı: İsrail Savunma Bakanı Benjamin Gantz... İsrail’in eski Genelkurmay Başkanı olan Gantz, kariyeri kendisininkine benzer bir çizgi izleyen Türk mevkidaşı Hulusi Akar’la görüştü, ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi.

Ziyaret karşılıklı olarak sıcak mesajlara sahne olurken, Gantz, çalışmaların artırılması için prosedürleri başlatmak üzere ekibine talimat verdiğini açıkladı.

Ayrıntı verilmese de yapılan açıklamalar, Türkiye ile İsrail arasında girilmiş olan hızlı normalleşme dönemiyle birlikte, diğer alanların yanı sıra savunma alanında da yoğun bir işbirliğinin kapısının aralandığına işaret ediyordu.

İlginç nokta, Gantz’ın 1 Kasım’da yani geçen salı günü İsrail’de yapılacak olan genel seçime rağmen bu ziyareti gerçekleştirmesiydi. Yani seçimden tam dört gün önce Türkiye’deydi. Seçim çalışmaları Ankara ziyaretinin önüne geçmemişti.

Gantz’ın mensubu olduğu “Ulusal Birlik” bloku seçimde oyların yüzde 9.02’sini aldı. Böylelikle, bu blok 120 sandalyeli İsrail Meclisi Knessett’e 12 milletvekili sokmayı garantilemiş görünüyor.

Ama Gantz için kötü haber, Savunma Bakanı olarak görev aldığı koalisyonun dayandığı ittifakın, sandıkta çok az bir farkla Netanyahu’nun başını çektiği ittifakın gerisinde kalmasıdır.

Büyük bir sürpriz olmazsa yeni koalisyon hükümetini sağcı Likud partisi lideri Benjamin Netanyahu’nun kurması bekleniyor. Ancak Netanyahu’nun başını çektiği ittifakın çok az bir farkla güvenoyu alabilecek görünmesi, kendisinin ittifak içindeki aşırı sağ partilerin etkisine daha açık hale geleceğini, her halükârda İsrail’i yönetmesinin pek kolay olmayacağını gösteriyor.

ERDOĞAN İLE NETANYAHU ARASINDAKİ GERİLİM

Seçimin sonucu Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü

Yazının Devamını Oku

Başörtüsü tartışmasına AYM içtihadı üzerinden bakmaya ne dersiniz?

3 Kasım 2022
Türkiye, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı sürpriz bir öneri ile kendisini uzun bir zamandan sonra yeniden başörtüsü tartışmasının içinde buldu.

Kılıçdaroğlu’nun kadınların kamuda başörtüsü takmalarını güvence altına almak üzere yasa değişikliği önerisinde bulunması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da aynı konuda anayasa değişikliğine gidilmesi yolundaki karşı önerisiyle birlikte, başörtüsü bir kez daha Türkiye’de siyasetin ana tartışma başlıklarından birine dönüşmüştür.

Siyaset zemininde yürümekte olan bu tartışmaya karşılık, kamuoyu yoklamaları başörtüsünün toplumun geniş kesimlerinde çoktandır bir sorun olarak görülmekten çıktığını gösteriyor.

Bu meselenin geride kalmış olmasında bir dizi faktörün yanı sıra Anayasa Mahkemesi’nin son on yıla yakın süre içinde geliştirdiği içtihadı da hesaba katmak gerekir. Mahkemenin başörtüsü konusunda almış olduğu kararlar üzerinden açtığı özgürlük alanı bu tartışmalar sırasında göz ardı edilmemelidir.

PROF. ARSLAN VE LAİKLİĞİN ÖZGÜRLÜKÇÜ YORUMU

AYM Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın son konuşmalarında 2012 yılında bireysel başvurunun kabul edilmesi sonrasındaki dönemde AYM’nin “geliştirdiği hak eksenli yaklaşımla laikliğin özgürlükçü bir yorumunu getirdiğine” dikkat çekiyor.

Prof. Arslan’ın geçen pazartesi günü Rize’de “AYM’nin Temel Hakların Korunmasındaki Rolü” konulu panelde yaptığı konuşma, AYM’nin başörtüsünün kamudaki yeri üzerindeki içtihadının geçirdiği evrime işaret eden önemli unsurlar taşıyor.

AYM Başkanı, mahkemenin geçmişte “Başörtüsü yasağını tahkim edici ve meşrulaştırıcı bir rol oynadığını”, bu çerçevede “Sınırlayıcı/yasaklayıcı yaklaşımın katı bir laiklik yorumu üzerinden savunulduğunu, başörtüsünü üniversitelerde serbest bırakmaya dönük yasal düzenlemelerin laiklik ilkesine aykırı bulunduğunu” hatırlatıyor.

LAİKLİK ÖZGÜRLÜKLERE

Yazının Devamını Oku

Kavala dosyası Avrupa ile ilişkilerde ‘mihenk taşı’na dönüşüyor

2 Kasım 2022
Dün, Osman Kavala’nın 1 Kasım 2017 tarihinde tutuklanmasının beşinci yıldönümüydü. İstanbul Birinci Sulh Ceza Hâkimliği’nin bu tutuklama kararını vermesinin ardından Silivri Cezaevi’ndeki tek kişilik hücresinde tam 1825 günü geride bırakmış oluyor Osman Kavala.

Yargılama sürecinin vardığı noktada, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, geçen 25 Nisan’da Kavala’yı Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi uyarınca “Türkiye Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırmıştır. Mahkeme heyetindeki üç üyeden biri muhalefet şerhi düşmüştür bu karara.

Osman Kavala, bu karar çerçevesinde hukuken “hüküm özlü” sayılıyor. Bir başka deyişle, hakkında yalnızca birinci derece mahkeme tarafından verilmiş bir mahkûmiyet kararı bulunan bir tutukludur. Bu hüküm önce istinaf ve ardından Yargıtay’daki temyiz aşamalarını tamamlamadığı için hakkında henüz kesinleşmiş bir karar söz konusu değildir. Dolayısıyla, “masumiyet karinesi”nden yararlanma hakkına sahiptir.

Halen istinaf incelemesi için İstanbul’da bölge adliye mahkemesinde bulunan dosyanın, bu aşamada “bozma” kararı çıkmaması halinde, bir sonraki durak olarak Yargıtay’a gitmesi gündeme gelecektir.

Kavala’nın mahkûmiyetinin kesinleşebilmesi, her halükârda en son aşamada Yargıtay’ın birinci derece mahkemesi kararına “onama” vermesi halinde mümkün olacaktır. Yargıtay’dan “onama” değil de “bozma” çıkarsa, bundan da mahkemenin Kavala hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet hükmünün haksız olduğu anlamı çıkacaktır.

Gelgelelim bütün bu yargısal süreçlerin tamamlanması noktasının çok uzağındayız bugün itibarıyla.

*

Bundan beş yıl önce ilk tutuklama kararını veren İstanbul Birinci Sulh Ceza Hâkimi, bu hükmünü hem “Anayasal düzeni ortadan kaldırma” (TCK 309) hem de “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” (TCK (312) suç isnatlarına dayandırmıştı. Sonradan TCK 309’dan verilen tutukluluk kararı kaldırılmıştı.

İlk tutuklama kararı sonrasında bu dosya geçen beş yıl içinde son derece karmaşık, dolambaçlı, iniş çıkışlı bir hukuki süreç izlemiştir. Örneğin,

Yazının Devamını Oku