Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen pazar günü Dünya Kupası’nın açılışına katılmak üzere gittiği Katar’da Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ile samimi bir pozda el sıkıştığı fotoğrafın, muhtemelen bütün bir dönemi anlatmak bakımından önemli bir sembol olarak referans alınacağına şüphe yoktur.
Erdoğan ile Sisi arasındaki tokalaşma, tarihçileri bir tarafa bırakalım, bugünden Türkiye’nin Mısır politikasının 2013 sonrasındaki döneminin ciddi bir şekilde sorgulanmasını, tartışılmasını beraberinde getirmiştir.
*
Hatırlayalım... Sisi, bundan dokuz yıl önce ülkenin genelkurmay başkanıyken seçilmiş cumhurbaşkanı, Müslüman Kardeşler hareketinin liderlerinden Muhammed Mursi’yi darbeyle devirdiğinde, uluslararası alanda kendisini en yüksek sesle eleştiren lider olarak karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bulmuştu.
Aslında Batılı ülkeler de darbeyi eleştirmekle birlikte, herkes bir noktadan sonra pragmatik nedenlerle Sisi rejimi ile ilişkilerini normal bir şekilde sürdürme yoluna gitmişti.
Mısır gibi Arap dünyasının en merkezi ülkesinin Mursi liderliğinde Müslüman Kardeşler ideolojisinde bir yönelişe girmesinden duyulan rahatsızlık da kuşkusuz Sisi’nin Batı’da ve bazı bölge ülkelerinde gördüğü anlayışlı muamelede belli bir rol oynamıştı.
Erdoğan farklı davranmıştır. Darbeyi hiçbir şekilde kabullenmeyerek Sisi rejimini meşru saymamış, kendisini açıkça karşısına alarak şahsı hakkında oldukça ağır bir söyleme yönelmiştir. Bu durum karşılıklı olarak büyükelçilerin geri çekilmesine yol açmış, sonuçta birbirlerine genellikle hep yakın durmuş iki ülke arasında bütün köprüler atılmıştır.
*
Bölgenin en büyük iki güç merkezi olan Mısır ile Türkiye’nin birden birbirine iki hasım ülke haline gelmesinin sonuçları ikili düzeyde kalamazdı. Ankara-Kahire ilişkisindeki gerginlik, bütün bölgede, Doğu Akdeniz’deki güç dengesinde bir çatırdamayı beraberinde getirmiştir.
Biraz daha geniş bir çerçevede baktığımızda, Erdoğan’ın 2009’daki Davos çıkışı ve ardından 2010 yılında Mavi Marmara saldırısıyla İsrail ile ilişkilerin kopma noktasına gelmiş olmasını da bu fotoğrafın içine yerleştirmemiz gerekir. Mısır ile İsrail, Türkiye’ye karşı kendilerini aynı cephede bulmuştur.
Ayrıca, Türkiye’nin Mısır’daki darbe sonrasında Sisi’ye kuvvetle arka çıkan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile arasının açılması, bir diğer olumsuzluğa işaret etmiştir. Bu iki ülke, Mısır’ı yanlarına alarak Türkiye’nin müttefiki Katar’a abluka uygulamasına girişmiştir.
Bölgede bir tarafta Türkiye ve Katar’ın yer aldığı, karşısında ise Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin dizildiği karşı eksen üzerinden bir çatışma hattı belirmiştir.
Türkiye’nin Esad rejimini devirmek üzere açıkça müdahil olduğu Suriye’daki içsavaşı da denkleme koyalım. Sonuçta, sıraladığımız bu sorunların, gerilimlerin yan yana gelmesiyle Türkiye’nin Ortadoğu politikasının bütün ayarları yerinden oynamıştır.
*
Durumu daha da ağırlaştıran bir diğer gelişme, Türkiye karşısındaki kümelenmenin başka katılımlarla genişlemesi olmuştur. Mısır ve İsrail’in Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile yakınlaşarak kurdukları siyasi ve ekonomik ittifak, birçok alanda Suudi Arabistan ve BAE’yi de içine alarak yayılma eğilimi göstermiştir.
Ve Türkiye, Doğu Akdeniz’de kendisini ilgilendiren her taşın altında karşısında bu cepheyi bulmuştur. Örneğin Libya’daki içsavaşta, bir tarafta Türkiye, cephe hattının karşı tarafında ise Mısır-BAE-Suudi Arabistan hasım ülkeler olarak saf tutmuştur. Husumetin boyutları, Suudi Arabistan ve BAE’nin savaş uçaklarıyla Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki tatbikatlarına katılıp Türkiye’ye karşı güç gösterisinde bulunmalarına kadar varmıştır.
Bütün bu olumsuzlukların en düşündürücü sonuçlarından biri, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının çıkartılması, paylaşılması ve uluslararası pazara sevki amacıyla oluşturulan işbirliği yapılarının dışında tutulması olmuştur.
Bu dışlanma tablosunun zaman içinde neden olduğu mahzurların görülmesi sonucudur ki, Türkiye özellikle 2020 yılından itibaren hem Mısır ile ilişkilerini hem de genel anlamda Ortadoğu politikasını ciddi bir şekilde gözden geçirmeye ve bütün bu ülkelerle atılmış olan köprüleri yeniden onarma arayışına yönelmiştir.
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2020 yılından itibaren attığı bir dizi adımla aslında ortaya çıkmasında kendi politikalarının önemli rol oynadığı bu geniş ittifakı çözme çabasına girişmiştir. Özellikle son bir yıl içinde kaydedilen mesafeye bakıldığında İsrail, BAE ve Suudi Arabistan’la ilişkilerin belli ölçülerde bir normalleşme rotasına girdiği söylenebilir.
Bu kalıba uymayan tek istisna Mısır’dır. Ankara’nın 2020 yılından bu yana ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde verdiği bütün mesajlara, yürütülen diplomasiye karşılık Mısır, Türkiye’ye karşı elini oldukça yüksek tutmuştur. Düzeltme talebi büyük ölçüde Türk tarafından geldiği için Mısır’ın kendisini daha kuvvetli bir pazarlık pozisyonunda gördüğü anlaşılıyor.
Ayrıca, geçmişte Erdoğan’ın şahsına karşı kullandığı ağır ifadelerin hafızasında yer etmesi nedeniyle Sisi’nin kendisine dönük olumsuz bakışı, buradaki kilitlenmede muhtemelen önemli bir faktör olarak görülebilir.
Yine de ağır da olsa bir ilerleme sağlanması beklenirken, geçen ekim ayı sonunda Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri’nin Türkiye ile normalleşme amaçlı görüşmeleri “askıya aldıklarını” açıklaması zihinleri karıştırmıştır. Şükri, bu kararlarına gerekçe olarak Türkiye’nin Libya’daki tutumunu, “Yabancı güçlerin Libya’yı terk etmemiş olmasını” göstermiştir.
Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Mısır Lideri Sisi’nin geçen pazar günü Katar’da verdikleri fotoğraf, birden iyimser bir havanın belirmesine yol açmıştır. Mısır Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada iki cumhurbaşkanının Katar’daki el sıkışması için “İkili ilişkileri geliştirmenin başlangıcı olacak” ifadesinin kullanılması, Kahire’de bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor. Erdoğan da Katar dönüşü yaptığı açıklamada benzer şekilde Mısır’a sıcak mesajlar göndermiştir.
Bu arada, Yunanistan’ın Türkiye-Mısır normalleşmesini frenlemek için Kahire nezdinde ağırlığını koymakta olduğunu tahmin etmek güç değildir.
*
Geçen 10 yıllık süre içinde yaşanan bütün bu gelişmelerin kuşkusuz akademisyenler ve tarihçiler tarafından ileride çok detaylı değerlendirmeleri yapılacaktır. Ancak olayların akışına baktığımızda, ana anlatı, Türkiye’nin attığı adımlarla hem Ortadoğu’da hem de Doğu Akdeniz’de kendi kendisini köşeye sıkıştırması şeklinde ortaya çıkıyor.
Kuşkusuz, bugün geçmişten farklı yönde atılan adımları olumlu karşılayarak, zararın neresinden dönülse kârdır diyebiliriz. Bunu söylerken, tahakkuk eden zararların bir daha tekrarlanmaması için bütün bu dönemin politikalarının ciddi bir muhasebesinin, özeleştirisinin yapılması da elzemdir; en azından gelecekte tekrarının önlenmesi açısından...
Cumhuriyet’in kurucularının yaşadıkları tecrübeler ışığında Arap dünyası karşısında ortaya koydukları önemli bir öğreti, Türkiye’nin Arap ülkelerinin hem kendi içlerinde hem de kendi aralarındaki anlaşmazlıkların, sorunların dışında kalması gerektiği düşüncesini esas alır.
Böyle bir bakış, Türkiye’nin her şeye seyirci kalması şeklinde dar bir şekilde de yorumlanmamalıdır. Ancak yakın dönemde tanıklık ettiğimiz hadiseler karşısında, bugünkü kuşaklara miras bırakılan bu öğretinin değeri üzerinde galiba daha çok düşünmemiz gerekiyor.
Paylaş