Paylaş
Alevilerin yaşadıkları sorunların nasıl bir çözüme bağlanacağı sorusu, bu ayın başında iktidarda tam yirmi yılını dolduran AK Parti açısından, özellikle 2009 sonrası dönemde sürekli gündeminde duran, ancak çözümsüzlük içinde gidip gelen sıkıntılı bir konu olagelmiştir.
AK Parti’nin reformcu kimliğiyle ön plana çıktığı ilk döneminde AB’ye tam üyelik sürecinde atılan demokratikleşme adımları, Kürt sorununun yanı sıra Alevi dosyası üzerindeki perdenin de kalkmasına yol açmıştır. Alevi meselesi AB’nin ilerleme raporlarında geniş bir şekilde işlenirken, daha sonraki yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) çıkmaya başlayan ihlal kararları da AK Parti iktidarını bu konuda harekete geçme baskısı altına almıştır.
AİHM’den 2007 yılında çıkan zorunlu din dersleriyle ilgili “Hasan ve Eylem Zengin Kararı”nda verilen ihlal bu açıdan önemli bir ilktir. Konunun kamuoyunda da geniş bir şekilde tartışılmaya başlanmasıyla birlikte Alevi kesimlerinden gelen taleplerin yükselmesi, AK Parti liderliğini bir çıkış bulma arayışına sokmuştur.
Sonuçta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009 yılında sergilediği siyasi inisiyatifle “Alevi Açılımı” başlatılmıştır. Bu açılımın koordinatörlüğüne dönemin Devlet Bakanı Faruk Çelik getirilmiştir. İki yıla yayılan bir süreçte muhtelif Alevi kuruluşlarıyla toplam yedi çalıştay ve üç toplantı düzenlenmiş, bu çalışmaların sonuçları 200 sayfayı aşan bir rapor haline getirilerek 31 Mart 2011 tarihinde kamuoyuna açıklanmıştır. Toplam 30 öneriye yer verilmiştir önsözünü Erdoğan’ın yazdığı bu raporda.
*
Galiba bütün bu sürecin her şeyin üstüne çıkan yönü, getirilen önerilerden önce Türkiye’de Alevi sorununun varlığının kabul edilerek, bu sorunun ilk kez bir hükümetin siyasi inisiyatifiyle iki yıla yayılan kapsamlı bir çalışmaya konu edilmiş olmasıydı.
Belki bir bu kadar önem taşıyan, hazırlanan raporda Türkiye’de Alevilere dönük “ayrımcılığın” varlığının bir olgu olarak teslim edilmesiydi. Önerilerin ikinci maddesindeki şu ifadeler raporun kanaatimizce en çok ağırlık taşıyan noktalarından biriydi:
“Her şeyden önce ayrımcılığa yol açan uygulamalara son verilmesi ve özellikle de hukuki mevzuatın ayrımcılığı besleyen ve kurumsallaştıran öğelerden bir an önce arındırılması gerekmektedir.”
Metnin bir başka can alıcı noktası “Toplumda önyargı ve dışlanma stratejileriyle oluşturulmuş Alevi algısını dönüştürme” hedefinin vurgulanmasıdır.
Aktardığımız bu alıntıları bir hayli gerçekçi, cesur tespitler olarak kabul etmeliyiz.
*
Raporda “inanç vergisi” alınması gibi Türkiye’de daha önce pek duyulmamış bir öneri de dile getirilmişti. Bununla, bazı Batı ülkelerinde uygulandığı anlaşılan, bir inanç mensubunun yalnızca aidiyet duyduğu dini kurumlar için vergi ödemesini mümkün kılacak düzenlemeler kastedilmiştir.
Zorunlu din dersleri konusunda Anayasa’da yeni düzenleme yapılması, mevcut zorunlu din kültürü derslerinin içeriğinin yeniden ele alınması, bu öneriler dizisi içinde sıralanan diğer dikkate değer beklentilerdir.
Cemevlerine “hukuki statü” kazandırılmasının da önerilmiş olması, ibadethane statüsünün gerisinde kalsa bile o dönemin koşulları içinde yine de kritik bir talepti.
Farklı çizgilerdeki Alevi kuruluşlarının çok büyük bir bölümü o tarihte bu rapordaki önerileri yetersiz bulup eleştirmiştir.
Bu arada, raporun açıklanma ve tartışma süreci 12 Haziran 2011 genel seçimi öncesindeki kampanya dönemiyle örtüşmüştür. Tam bu sırada Başbakan Erdoğan’ın miting meydanlarında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini sistematik bir şekilde siyasi bir tema olarak işlemesi ve bu hususu açtığında her seferinde meydanlarda Kılıçdaroğlu’nun kimliğine dönük yükselen protestolar, Alevi açılımı sürecinin rüzgârını birden kesmiştir.
Sonrasında bu raporun tozlu raflara kaldırılmasına ve gündemden düşmesine tanıklık edildi. Erdoğan’ın 2014’te Cumhurbaşkanlığı’na çıkmasından sonra önce Ahmet Davutoğlu’nun, ardından Binali Yıldırım’ın başbakanlıkları dönemlerinde Alevileri ilgilendiren bazı hamleler gözlense de, bu çabaların hiçbiri Alevi vatandaşlar açısından elle tutulur anlamlı kazanımlara yol açmamıştır.
Alevilerin sorunlarıyla ilgili hak arayışlarında süreç daha sonra AİHM davaları çerçevesinde Strasbourg’a kaymıştır. Bu aşamada zorunlu din kültürü dersi kitaplarının içeriğinde bazı sınırlı iyileştirmeler yapıldıysa da, bu adımlar daha sonra hem AİHM hem de Anayasa Mahkemesi tarafından yetersiz bulunmuştur.
*
Alevi dosyası, böylelikle uzun bir süre AİHM kararlarıyla zaman zaman gündeme gelen, daha sonra gündemden düşen, bu şekilde sürüncemede kalan bir konu olarak seyretmiştir.
Derken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen yıl 25 Ekim tarihinde bir kabine toplantısından sonra sürpriz bir şekilde konuyu birden Alevi meselesine getirip bu alanda atılacak adımlardan söz etmesiyle yeniden bir beklenti dönemine girilmiştir.
Erdoğan, bu açıklamasında kabine toplantısında 58 ilde 1.585 cemevi ziyaret edilerek hazırlanan kapsamlı bir çalışmanın görüşüldüğünü duyurdu. Bu açıklamanın ardından bütün dikkatler, İçişleri ve Kültür-Turizm Bakanlıklarının ön plana çıktıkları çalışmaya çevrildi.
Bu kez bir yıl kadar süren bir hazırlığın ardından içinde bulunduğumuz ay dünkü köşe yazımızda ayrıntılı bir şekilde özetlediğimiz iki adım atıldı. Bunlardan birincisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” adı altında yeni bir birim kurulmasıdır.
Bu bürokratik birim, akademik dünya da dahil olmak üzere pek çok alanda Alevi-Bektaşilik ile ilgili çalışmaları destekleyecek, aynı zamanda cemevlerindeki hizmetlerin etkin bir şekilde yürütülmesinde koordinasyon rolünü de üstlenecektir.
Bakanlık, cemevleriyle ilgili iş ve işlemlerden de sorumlu olacaktır. İlgili başkanlığın cemevlerinin yapımı, bakımı gibi konularda belediyeler ve il özel idareleriyle de muhatap olacağı anlaşılıyor. Başkanlık, bu çerçevede cemevlerinin hizmetlerinin gördürülmesi için ödenek aktarımına ilişkin iş ve işlemleri de yürütecektir. Ayrıca, Bakanlık bünyesinde üyelerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçeceği bir Danışma Kurulu oluşturulacaktır.
*
Bu açıdan bakıldığında Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki başkanlığın önümüzdeki dönemde Alevilik ile ilgili konularda ön plana çıkmasına tanıklık edeceğiz. Şimdiden altı çizilmesi gereken bir durum, Alevi kuruluşlarının azımsanmayacak bir bölümünün bu düzenlemelere karşı itiraz seslendirmiş olmasıdır. Bu kuruluşların belli bir bölümünün bakanlık ile muhatap olmaktan kaçınarak mesafeli bir çizgide duracaklarını tahmin etmek güç değildir.
Bununla birlikte, Alevi kuruluşları arasında pekâlâ Bakanlığı muhatap kabul edip işbirliğine girecek kesimler de olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye’deki Alevi topluluğunun bütününün, şekillenen bürokratik yapılanmaya vereceği karşılığın önümüzdeki günlerde yakından izlenmesi gerekiyor. Bu çerçevede zaten homojen olmayan bu yapı içinde farklı tutumların uç verip bir ayrışmanın belirmesine de tanıklık edebiliriz.
Buradaki tartışmaların merkezi noktalarından biri, AK Parti iktidarının getirdiği düzenlemelerde cemevlerini ibadet yeri olarak tanımayıp Kültür Bakanlığı’nın sorumluluğuna bırakılan birer kültür merkezi gibi görmesidir.
*
Tam bu noktada AİHM’den çıkmış olan ve Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’nde bekleyen Alevilerle ilgili hak ihlali kararlarının uygulanması meselesine geliyoruz. AİHM, Türkiye’de Alevilerin “ayrımcılığa” maruz kaldıkları görüşündedir. Hatırlayalım, 2011 yılındaki “Alevi Açılımı” raporunda da ayrımcılıktan söz edilmemiş miydi?
İktidarın attığı son adımlar önümüzdeki dönemde AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Bakanlar Komitesi’nin önüne gelecek ve bu kararların gereklerini karşılayıp karşılamadıkları sorusu başlığı altında değerlendirilecektir.
Orada nasıl bir tablonun çıkabileceği sorusuna da yarın bakalım.
Paylaş