Sedat Ergin

Maden kazaları konusunda Bilim Akademisi’ne kulak verelim

1 Kasım 2022
Amasra’da bundan iki hafta önce 41 maden işçisinin ölümüyle sonuçlanan maden kazası, bundan önceki benzer kazalarda yaşanan tartışmaları bir kez daha kamuoyunun gündemine taşıdı.

Benzer kazaların Batı ülkelerinde neden daha az meydana geldiği, Türkiye’de maden kazalarında işçi ölümlerinin sayıca neden çok daha yüksek olduğu, Türkiye’nin bu alandaki küresel istatistiklerde neden yukarılarda yer aldığı soruları bir kez daha önümüze çıktı.

 Bu sorulara yanıt ararken  herhalde öncelikle kulak vermemiz gereken kurumlardan biri, Türkiye’de bilimsel liyakat, özgürlük ve dürüstlük ilkelerini bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak savunmak üzere kurulmuş olan Bilim Akademisi olmalıdır.

 Bilim Akademisi Yönetim Kurulu, Amasra kazası konusunda yayımladığı duyuruda, önce 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma Maden Ocakları’nda yaşanan faciada vurguladığı görüşünü tekrarladı, bir daha böyle durumlarla karşılaşmamak için “aklın ve bilimin önderliğine ihtiyacımız olduğunu” belirtti.

TEMEL NEDEN: ÖNLEME FAALİYETLERİ ÖNCEDEN TASARLANMAMIŞ

Bilim Akademisi, kazanın önlenememesinin nedenleri konusunda şu değerlendirmeleri yaptı:

 “Bilim Akademisi olarak önerimiz, bu alanda yapılan bilimsel çalışma ve analizlerin bütüncül bir bakış açısıyla ele alınarak, sonuç getirecek adımların acilen atılmasıdır. Bilindiği üzere maden işletmeciliği gibi sosyoteknik sistemlerde yaşanan kazaları analiz etmek, sistem güvenlik yapısının tam olarak anlaşılmasını gerektirir. Bu kapsamda literatürde kaza analizi için önerilen çeşitli yöntemler arasında ‘Sistem Teorisine Dayalı Nedensel Analiz’ öne çıkmaktadır.

Soma ve Amasra facialarının önlenememesinin temel sebebi olarak, kaza kontrol hiyerarşisinin farklı seviyelerinde devreye girebilecek önleme ve azaltma faaliyetlerinin tasarlanmaması ve acil olarak devreye alınmaması ön plana çıkmaktadır.

21. yüzyılda ülkemizde yaşanan bu elim olayların sadece bir “kaza” olarak geçiştirilmemesi, “kader” gibi kavramlarla normalleştirilmemesi ve acilen üzerine gidilmesi talebimizi yeniliyoruz. Yaşananlar, bilime ve hukuka verilen önemin giderek azalması ve gün geçtikçe her sektörden emekçinin hayatının değersizleştirilmesinin bir sonucudur

Yazının Devamını Oku

Halit Kıvanç’a veda etmek... Hepimiz ailesinden birini kaybetti gibi

29 Ekim 2022
Geçen salı gecesi Halit Kıvanç’ın ölüm haberini aldığımda, onu çok kısa bir süre önce hoşlukla anmış olduğumu hatırladım.

Milliyet gazetesinin çatısı altında onun Milliyet’teki en yakın arkadaşlarından birinin anma töreninde.

İki hafta önce Sami Kohen’in ölümünün birinci yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törene konuşmacı olarak katıldım. Onun Türk basınındaki konumunu, Abdi İpekçi ile 1950’li yıllarda Milliyet’i yaratan kadro içinde yer almasını anlatırken, gökyüzündeki takım yıldızları benzetmesine başvurdum.

Gökyüzüne baktığımızda belli bir düzenle dizilen yıldızlar gördüğümüzü belirtip, “Türk basın tarihinin akışında da Milliyet’te o dönemde yıldızlar dizilmişler. Böyle bir çekim alanı yaratmış Milliyet” diyerek, Abdi İpekçi ve Sami Kohen’le birlikte hemen aklıma gelen isimler arasında Halit Kıvanç, Altan Erbulak ve Zeynep Oral’ı da saydım.

*

Kohen’in “Ver Elini Dünya” başlıklı nehir söyleşi kitabında da anlattığı üzere, İpekçi 1954’te Mithat Perin’in İstanbul Ekspres gazetesinden ayrılıp Milliyet’e geçerken yanında götürdüğü ekipte kendisiyle birlikte Halit Kıvanç da vardır.


Yazının Devamını Oku

Bir hastanede yerde 27 adet uzun namlulu mermi kovanı bulunması bize ne anlatır?

28 Ekim 2022
Dün bu köşede çıkan “Tam 4 yıl 4 ayda hazırlanabilen bir iddianame” başlıklı yazımda bıraktığım yerden devam ediyorum.

Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ferhat Deniz, 14 Haziran 2018 tarihinde Suruç’ta meydana gelen olaylar hakkında hazırladığı 91 sayfalık iddianamenin girişinde önce çarşıda, ardından Suruç Devlet Hastanesi’nde yaşananların bir özetini aktarıyor.

Bu anlatıma göre, çarşıdaki (Şenyaşar ailesine ait) “İstanbul Ucuzluk” isimli işyerine milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın beraberindeki heyetle ziyareti sırasında tartışma çıkmış, bu tartışma sopalı ve silahlı kavgaya dönüşmüştür. Bu hadisede Fadıl Şenyaşar silahla Mehmet Şah Yıldız’ı, İbrahim Yıldız ise Celal Şenyaşar’ı öldürmüştür.

Birçok yaralı vardır. Akabinde Şenyaşar ve Yıldız ailelerine mensup yaralılar Suruç Devlet Hastanesi’ne sevk edilmiştir. Olaylar burada devam etmiştir.

İddianameye göre, Şenyaşar ailesinden Esvet Şenyaşar (baba) ve Emine Şenyaşar (eşi), Suruç Devlet Hastanesi’ne yaralı olduklarını öğrendikleri çocuklarını ziyarete gitmiştir. Bu sırada Yıldız ailesinden ve yakınlarından kalabalık bir grup hastaneye intikal etmiş ve kalabalık grup tarafından Şenyaşar ailesine yönelik saldırı gerçekleştirilmiştir.

İddianamede şöyle devam ediliyor:

“Suruç Devlet Hastanesi’nde çıkan olaylar neticesinde müştekiler Ferit ŞENYAŞAR ve Mehmet ŞENYAŞAR’ın ateşli silahlarla ve darp edilmek suretiyle yaralandıkları, maktul Esvet Şenyaşar’ın hastane içerisinde kalabalık grup tarafından darp edildiği, devamında Esvet ŞENYAŞAR’ın müdahale için alındığı sedye üzerinde, serum tabyası ve oksijen tüpü vb. aletler ile kafasına vurulmak/darp edilmek suretiyle öldürüldüğü, maktul Adil Senyaşar’ın da yine hastane içerisinde ayrıca silahla vurulduğu, meydana gelen olaylar esnasında Suruç Devlet Hastanesi güvenlik kamerası görüntülerinin çalınması nedeniyle delillerin karartıldığı, hastaneye ve ambulanslara maddi olarak zararlar verildiği...” (Sayfa 7)

FAKIBABA’YA DA SALDIRDILAR

İddianamede gerek muhtelif resmi raporlardan gerek pek çok tanık ifadesinden bu ana akış üzerinden giden olaylarla ilgili sayısız detay bulmak mümkündür.

Yazının Devamını Oku

Tam 4 yıl 4 ayda hazırlanabilen bir iddianame

27 Ekim 2022
Bu konudaki ilk yazıyı yaklaşık 4.5 yıl kadar önce yazmıştım. 24 Haziran seçimlerinden tam bir gün önce 23 Haziran 2018 tarihinde yayımlanmış. “Suruç’ta Çarşıda ve Hastanede Ne Oldu?” başlığını taşıyor.

Başlığın soru şeklinde formüle edilmesi olayla ilgili açıklığa kavuşturulması gereken bir dizi sıkıntılı meseleye dikkat çekmeyi amaçlıyor.

Yazı, seçim öncesinde 14 Haziren 2018 günü Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde AK Parti milletvekili adayı İbrahim Halil Yıldız çarşıda seçim çalışması yürütürken patlak veren olaylarda 4 kişinin ölmesi, 8 kişinin de yaralanmasını konu alıyor.

Yıldız ve beraberindekiler HDP’ye yakınlıklarıyla bilinen bir ailenin işlettiği giyim eşyası satılan “İstanbul Ucuzluk” adlı dükkâna girince burada çıkan münakaşa kısa zamanda arbedeye dönüşüyor, karşılıklı olarak silahlar çekiliyor, ardından kavga sokağa taşıyor.

Olayların birinci bölümü Suruç Çarşısı’nda meydana gelmiştir. Milletvekili adayının ağabeyi Mehmet Yıldız bu sırada hayatını kaybetmiştir. Yaralanan dükkân sahibi Celal Şenyaşar ile kardeşi Adil Şenyaşar Suruç Devlet Hastanesi’ne götürülmüştür. Hastaneye kaldırılanlar arasında kavganın diğer tarafından yaralılar da vardır.

Mehmet Yıldız’ın ölüm haberini duyan yakınlarının oldukça kalabalık bir grupla hastaneye gelmeleri ile olaylar daha da büyümüş, hastane uzun bir süre tam bir kaos ortamına sahne olmuştur. Burada Şenyaşar ailesinden yaralılarının tedavisi yapılamamış, ayrıca saldırıya maruz kalmışlardır. Emniyet yetkilileri, bunun üzerine yaralıları ambulanslarla Gaziantep’e götürmeyi kararlaştırmıştır. Gelgelelim yaralıları taşıyan ambulanslar da hastane çıkışında saldırıya uğramıştır.

Sonuçta Gaziantep Adli Morgu’nda soyadı Şenyaşar olan üç kişi için ölüm raporu düzenlenmiştir. Bunlar dükkânın sahibi Celal Şenyaşar, kardeşi Adil Şenyaşar ve babaları Esvet Şenyaşar’dır. Baba Şenyaşar, çocuklarının yaralı olarak hastaneye getirildiklerini duyunca hemen gelmiş ancak burada uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir.

HASTANEDEKİ KAMERA KAYITLARI ÇALININCA

Tabloyu vahim kılan bir başka gelişme, yaşanan kaotik hadiseler sırasında hastanenin güvenlik kameralarının kayıtlarının çalınmış olmasıdır. Dolayısıyla hastanedeki saldırılarla ilgili en önemli delillere ulaşılabilmesi engellenmiştir.

Yazının Devamını Oku

Türkiye HTŞ üzerindeki denetimini sıkılaştırıyor

26 Ekim 2022
Geçen hafta çarşamba günü bu köşede yayımlanan yazımız “HTŞ’nin Zeytin Dalı Harekât Bölgesi’nde Ne İşi Var?” başlığını taşıyordu.

Yazı, İdlib’de üslenmiş olan Heyet Tahrir eş Şam adlı bu örgütün bir hafta öncesinde kuzeye doğru yaptığı bir hamle ile TSK’nin harekât alanına geçip bölgenin merkezi Afrin kentine girdiğini anlatıyordu.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terör örgütleri listesinde yer alan HTŞ, Afrin’de durmamış, ikinci bir hamleyle bu kez doğuya doğru TSK’nın Fırat Kalkanı Harekât Bölgesi’ne yönelerek Azez şehrinin neredeyse kapısına dayanmıştı.

Eskiden Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olarak adlandırılan, 2017 yılında ilan edilen düzenlemeyle Suriye Milli Ordusu (SMO) adını alan ittifakın unsurları ile HTŞ arasında çıkan çatışmalarda siviller de dahil olmak üzere 60’a yakın kişi hayatını kaybetmişti.

SURİYE MUHALEFETİ AÇISINDAN OLUMSUZ GÖRÜNTÜ

Ardından Türkiye’nin ağırlığını koyması, bu çerçevede bölgeye bir askeri konvoy sevk etmesinden sonra çatışmalar durmuş, varılan mutabakatla silahlı HTŞ unsurları bölgeden çıkarak İdlib’e dönmüştü. Sosyal medyaya düşen bazı görüntüler HTŞ savaşçılarının çekildiğini teyit ediyordu. Bu arada sahadan gelen ve teyit edilmeyen birtakım haberlerde, bazı HTŞ unsurlarının kendilerini saklayarak Afrin ve civarında kaldıkları da iddia ediliyor.

Her halükârda bu hadiseler geride kafa karıştıran pek çok soru bırakmıştır.

Bir kere, Suriye muhalefetini temsil eden SMO içindeki bazı unsurlar bu çatışmalar sırasında HTŞ’nin yanında yer almış, bir bölümü ise çatışmaların dışında kalmıştır. Kendi bünyesinde patlak veren çatlak SMO’nun birliği, dayanışması açısından bütün dünyaya olumsuz bir tablo çizmiştir.

HTŞ’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin harekât bölgesine girerek bir gövde gösterisinde bulunabilmesi izaha muhtaç bir konudur. Örgütün Türkiye faktörüne rağmen bu bölgeye nasıl girdiği/girebildiği meselesi geride bıraktığımız günlerde Suriye’yi izleyen çevrelerde birçok spekülasyonun, yorumun da konusu olmuş,

Yazının Devamını Oku

Eski NATO Daimi Temsilcisi NATO ile ilgili bilgi kirliliğinden şikâyetçi

22 Ekim 2022
Nedir bu NATO? Yola çıkış belgesi olan 1949 tarihli Washington Antlaşması’nın dibacesinde taahhüt edilen demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkelerini içselleştirmiş bir savunma örgütü mü?

Yoksa bazılarının öne sürdüğü gibi, bütün kötülüklerin kaynağı olan, ABD emperyalizminin istediklerini yaptırabilmek için kullandığı bir koçbaşı mı?

Hangisi?

Peki bazılarına göre ABD’nin her dediğini yaptırabildiği bir örgütse, nasıl oluyor da ABD’nin çok istediği bazı adımlar, örneğin İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka üye yapılması, bir müttefikin (Türkiye) vetosuyla pekâlâ engellenebiliyor?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle  NATO ile ilgili bu sorular bütün hararetiyle Türk kamuoyunun gündemine taşınmış bulunuyor.

NATO, bu tartışmalarla birlikte hepimizin zihinsel egzersizlerinde değişen ölçülerde bir yer tutuyor.

Ne olduğu sorusuna da herkesin kendi bakışına göre bir yanıtı var. Üstelik bazılarımızın oldukça kuvvetli kanaatleri var NATO hakkında.

ÖNYARGILI, ŞABLONA DAYANAN KULAKTAN DOLMA DEĞERLENDİRMELER

Yaklaşık 40 yıllık meslek hayatının önemli bir bölümünü NATO konularında uzmanlaşarak geçiren ve emekli olmadan önceki son görevinde 2013-2018 yılları arasında Türkiye’yi büyükelçi olarak bu örgütün Brüksel’deki merkezinde temsil eden

Yazının Devamını Oku

ABD, Ankara ile Atina karşısında gerçekten de dengeli ve tarafsız mı?

21 Ekim 2022
ABD’nin Ankara’daki Büyükelçisi Jeffry Flake’in geçen salı günü ülkesinin Türkiye ile Yunanistan karşısında taraf tutmadığı ve denge gözettiği mesajını taşıyan bir açıklama yapmasını nasıl değerlendirmeliyiz?

Bu soruya yanıt ararken önce kısaca Büyükelçi Flake’in açıklamasına bakalım. Büyükelçi, “Son dönemde kendisine ABD’nin Ege’de güvenliğe ilişkin pozisyonunda bir değişiklik olup olmadığı sorusunun yöneltildiğini” anlatıyor. Ardından şu yanıtı veriyor:

“Bu soruya cevabım ‘Hayır’. NATO müttefiklerimiz Türkiye ve Yunanistan ile güvenlik alanındaki işbirliğimiz, ortaklardan biri lehine taraf tutmaya ya da dengeyi bozmaya yönelik bir tutuma dayanmamaktadır.”

Özetle, “İkisi arasında taraf tutmayız, dengeyi de bozmayız” diyor.

*

Büyükelçiden bu açıklama gelirken geçen pazartesi günü ABD Başkanı’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İbrahim Kalın, önceki gün de iki ülkenin savunma bakanları Lloyd Austin ile Hulusi Akar arasında gerçekleşen telefon görüşmelerinde de bu yöndeki güvencenin tekrarlandığı tahmin edilebilir.

Flake’in beyanı, son zamanlarda iki gelişmenin Türkiye cephesinde yarattığı tepkilerin ertesine rastlıyor. Bunlardan birincisi, ABD’nin Yunanistan’daki askeri varlığını güçlendirmesi, özellikle Dedeağaç Limanı’nı burada yaptığı tahkimatla büyük bir üsse çevirmekte oluşudur. İkinci fasılda, ABD’nin Yunanistan’a hibe olarak verdiği zırhlı araçların bir bölümünün uluslararası antlaşmalara göre gayri askeri statüde olması gereken Yunan adalarına intikal ettirmesi yer alıyor.

ABD Temsilciler Meclisi’nde Türk F-16 savaş uçaklarının modernizasyonunun Yunanistan ile ilgili koşullara bağlanmasını öngören yasa tasarıları kaleme alınırken, ABD’nin Yunanistan’a hibe yardımlarıyla Türkiye’nin yanı başındaki adalar antlaşmalara aykırı bir şekilde silahlandırılıyor. Kuşkusuz, denge ve tarafsızlık kavramlarıyla izah edilebilecek bir durum yok burada karşımızda.

Bu arada, Yunanistan’daki askeri tahkimatı Türkiye’yi hedef almıyorsa, ABD’nin bunu en baştan kamuoyuna açıklaması gerekmez miydi? Ancak ABD’nin Ankara’nın bu yöndeki beklentisi karşısında uzun bir süre sessiz kalması, kaşların kalkmasına yol açtı. Yunan hükümeti de bu sessizliği ABD’yi Türkiye karşısında kendi yanına çektiği şeklinde yorumlamakta, bu şekilde takdim etmekte bir beis görmedi.

Yazının Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi’ne göre siyasi eleştirinin sınırları ne kadar geniştir?

20 Ekim 2022
Geçenlerde Anayasa Mahkemesi’nin web sayfasına konan yeni bir bireysel başvuru kararı dikkatimi çekti. Bu karar, 17-25 Aralık soruşturmaları çerçevesinde adı gündeme gelen AK Partili dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi önerisinin TBMM soruşturma komisyonunda reddedilmesi üzerine patlak veren bir siyasi tartışmayı konu alıyor.

Üstelik bu çekişmenin taraflarından biri hadisenin meydana geldiği dönemde iktidar partisinin milletvekili olup sonradan 2016-2018 yılları arasında Adalet Bakan Yardımcılığı görevini yürütmüş bir siyasi. Diğer tarafta ise ana muhalefet partisi lideri yer alıyor.

Başvurucu Bilal Uçar, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı grup konuşmalarında hakkında kullandığı ifadelerle “şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiği” şikâyetiyle AYM’nin kapısını çalmış.

AYM, bu başvuru karşısında siyasi çevrelerde tartışılması muhtemel ilginç bir karar verdi.

*

Karara geçmeden önce başvuruya giden olayın öyküsünü kısaca özetleyelim. AYM kararının girişinde kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak anılan süreçte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aralarında bürokrat ve memurların da bulunduğu birçok kişiye yönelik olarak 2013 yılı aralık ayında operasyonlar başlatıldığı hatırlatılıyor. Bu operasyonlar “kara para aklama”, “altın kaçakçılığı” ve “kamu görevlilerine rüşvet” iddialarıyla yürütülmüştür.

Metinde daha sonra haklarında yolsuzluk yaptığı iddiası bulunan eski bakanlarla ilgili Meclis’teki süreç aktarılıyor. Bu bakanlar, AYM kararında isimlerinin baş harflerinin kısaltılması suretiyle Z.Ç., E.B., M.G. ve Er.B. şeklinde kayda geçiriliyor.

Bakanlar hakkında soruşturma yetkisi TBMM’ye ait olduğundan bu dört bakan hakkında Meclis Soruşturma Komisyonu kurulduğu anlatılıyor. Başvurucu Bilal Uçar, o tarihte bu komisyonda üye olan AK Parti milletvekillerinden biridir.

Komisyondaki görüşmelerden sonra 5 Ocak 2015 tarihinde dört eski bakanın yargılanmak üzere Yüce Divan’a sevki konusunda oylama yapılmış,

Yazının Devamını Oku