Sedat Ergin

Urfa’da ilkokulda sürgüne gönderilmekten Başbakan Yardımcılığı’na uzanan yolculuk

9 Eylül 2023
BİR senarist, önüne konan bir yaşam öyküsünü okuyup bunu nasıl sinema diline dökeceğini düşündükten sonra filmin giriş bölümünü, şu sahnelerin birbiri ardına süratli bir tempoda geçişi üzerinden kurgulayabilir:

BİRİNCİ SAHNE/URFA /1939: Urfa’nın en büyük Kürt aşiretlerinden Şeyhanlı aşiretinin önemli bir kolunun başı olan Hacı Ömer Cevheri, bayramın birinci günü ailesiyle birlikte yer sofrasında yemek yerken jandarmalar içeri girer. Jandarma, bütün aile fertlerini evden dışarı çıkartıp valiliğe götürür. Hacı Ömer Cevheri Ailesi hakkında sürgün kararı çıkmıştır. Yer sofrasından alıkonup sürgüne gönderilenlerden biri de henüz 9 yaşında olan ilkokul öğrencisi bir çocuktur.

İKİNCİ SAHNE/MUHTEMELEN ANKARA/1925: Akış içinde birden geriye gidiyoruz. Kameramız 14 yıl kadar öncesine, bir askeri törene çevrilir. Birinci Dünya Harbi sonunda Urfa’yı işgal eden Fransızlara karşı silahlı direnişin örgütlenip kentin 1920’de kurtarılmasındaki üstün hizmetlerden dolayı Şeyhan aşireti namına Hacı Ömer’e kırmızı şeritli İstiklal Savaşı Madalyası verildiği törendir bu. Resmi unvanıyla “Kuvayımilliye Kumandanı Şeyhan Aşireti Reisi Hacı Ömer”e takdim edilen bu madalyada Cumhur Reisi Gazi Mustafa Kemal’in imzası var.

ÜÇÜNCÜ SAHNE 1950/ANKARA: Şimdi ileriye gidiyoruz. Hacı Ömer Cevheri, sürgün yıllarının geride kalmasından sonra çok partili demokratik hayata geçilmesiyle birlikte Demokrat Parti’ye katılmış ve yapılan seçimi kazanarak Urfa milletvekili kimliğiyle TBMM’ye gelmiştir.

DÖRDÜNCÜ SAHNE / 1960’LAR/ANKARA: Hacı Ömer artık hayatta değildir. Yıllar sonra onun gibi milletvekili seçilip Ankara’ya giden ve bakanlık makamına kadar yükselen oğlu, başkentte katıldığı 30 Ağustos, 29 Ekim gibi milli günlerde resmi davetlerde babasının İstiklal Savaşı Madalyası’nı göğsünde taşımaktan büyük bir gurur duymaktadır. Madalyayı taşıyan bakan, 1939’da Urfa’da yer sofrasından jandarma tarafından ailesiyle zorla sürgüne götürülen küçük çocuktur. Adı Necmettin Cevheri’dir.

BEŞİNCİ SAHNE/1983/ÇANAKKALE YOLU: 2 Haziran’da Ankara’da Kavaklıdere Güniz Sokak’tan yola çıkan bir araba konvoyu Çanakkale Zincirbozan’a doğru tek sıra halinde yol almaktadır. En önde giden kırmızı Mercedes otomobilde darbe yönetiminin Zincirbozan’daki askeri tesiste zorunlu ikamette tutulmalarını kararlaştırdığı devrik başbakan ve feshedilen Adalet Partisi’nin Genel Başkanı Süleyman Demirel oturmaktadır. Direksiyonu kullanan kişi Mercedes’in sahibi Necmettin Cevheri’den başkası değildir. Demirel, tam dört ay sonra askeri rejim tarafından serbest bırakıldığında, Zincirbozan’dan Ankara’ya doğru yola çıkacak uzun kortejin önünde yine aynı kırmızı Mercedes karşımıza çıkar. Şoför mahallinde yine Cevheri oturmaktadır.


Necmettin Cevheri, bir siyasetçi olarak değişik bir tarza sahipti. Nezaketinden hiçbir zaman ödün vermeyen, insanlara saygılı, centilmen biri olarak tanındı. Kendisini ön plana atmayan, temkinli, sakin duruşlu, yüksek ses perdesinden konuşmayan ama her zaman etkisini icra etmiş muktedir bir siyasetçiydi. Necmettin Cevheri’nin Ankara’da en çok sevdiği mekânlardan biri Çiftlik’teki bugün artık olmayan Merkez Lokantası’ydı. Cevheri , dönemin Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin ile 2000’li yılların başlarında Merkez Lokantası’nın bahçesinde yemek sonrasında kahve içerken.

CEVHERİ AİLESİ VE 

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın Soçi gezisinin dökümü

7 Eylül 2023
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hafta başında Soçi’ye yaptığı günübirlik çalışma ziyareti uluslararası çevrelerde de yakın bir ilgiyle izlendi.

Erdoğan’ın Rusya lideri Vladimir Putin ile görüşmesi özellikle iki başlık üzerinden değerlendirildi. Bunlardan birincisi, Rusya’nın çekildiği Karadeniz Tahıl Girişimi’ne dönüp dönmeyeceği sorusuna odaklandı. İkinci başlıkta ise Türkiye’nin Batı’ya dönük son dönemdeki bazı hamlelerinin Rusya ile ilişkilerine nasıl yansıyacağına dönük sorular ön plandaydı.

Birincisiyle başlayalım. Ukrayna tahılının yeniden Karadeniz üzerinden emniyetli bir şekilde dünya pazarına sevk edilmesini sağlayacak bir mutabakata varılamaması, ilk bakışta ziyaretin bu hedefinin sonuçsuz kaldığı şeklinde yorumlara yol açtı. Putin, ziyaret sırasında çok açık bir dille, mutabakata dönebilmeleri için yaptırımlar nedeniyle Rusya’nın kendi tahıl ihracatında karşılaştığı güçlüklerin giderilmesi gerektiğini belirtti.

Erdoğan’ın açıklamalarından, Birleşmiş Milletler’in Türkiye ile de istişare ederek Rusya’nın koşullarını karşılamaya dönük fikirler içeren bir plan hazırladığı anlaşılıyor. Bütün mesele, Rusya’nın öneri olarak masaya konan fikirlerin bu noktada beklentilerine yanıt vermediğini belirtmesi.

Her halükârda, önümüzdeki haftalarda yürütülecek çok taraflı müzakerelerle bu fikirlerin biraz daha olgunlaştırılması gündeme gelebilir. Erdoğan’ın Putin’den aldığı yanıtlar da bu sürecin bir parçası olarak görülebilir. Bu ayın ikinci yarısında Erdoğan’ın BM Genel Kurulu toplantıları için gideceği New York’ta yürüteceği temaslarda Tahıl Koridoru dosyası önemli bir yer tutmaya adaydır.

*

Bu başlıkta asıl not edilmesi gereken husus, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen pazartesi günü Putin ile birlikte düzenledikleri basın toplantısı sırasında tahıl sevkiyatı konusunda uluslararası camia karşısında açıkça Ukrayna’yı eleştiren ifadeler kullanıp, “Özellikle bu aşamada Ukrayna’nın yaklaşımını yumuşatması gerekiyor” şeklinde konuşmuş olmasıdır.

Erdoğan’ın bu açıklaması Ukrayna tarafında rahatsızlığa neden olmuştur. Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın danışmanı Mykhailo Podolyak, Reuters’a yaptığı bir açıklamada, Ukrayna’nın Rusya’ya yaptırımların hafiflemesine yol açacak adımları desteklemeyeceğini belirterek, “gerçekçi olunması” çağrısında bulunmuştur.

Özetle, Karadeniz Tahıl Koridoru’nun canlandırılması konusunda nihai bir değerlendirme yapmak için galiba bir süre daha beklemek gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

Filenin Sultanları’na şükranlarımızla

6 Eylül 2023
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü kuruluş yıldönümüne kadın milli voleybol takımımızın Brüksel’de kazandığı Avrupa şampiyonluğundan daha güzel bir armağan olabilir mi?

Zaten oyuncuların yaptıkları açıklamalara, paylaşımlara baktığımızda takım olarak başarılarını Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümüyle ilişkilendirdiklerini de görüyoruz. Örneğin Zehra Güneş, şampiyonluğun kazanılmasından sonra yaptığı bir paylaşımda “Cumhuriyet’imizin 100. yılı kutlu olsun, Brüksel’den sevgiler” diye yazmış.



Bu arada oyuncuların çoğunun paylaşımlarında sahici bir Atatürk sevgisinin bütün gücüyle kendisini dışa vurduğunu fark etmemek mümkün değil.

*

Cumhuriyet’in bu anlamlı yıldönümü dolayısıyla hangi etkinlikler düzenlenirse düzenlensin, taşıdığı değer ve yüklendiği sembolizm bakımından kadın voleybolcularımızın şampiyonluğunun yeri çok ayrı ve çok yüksek olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Sultan Abdülhamid’in bir opera tutkunu olarak portresi

2 Eylül 2023
GERİDE bıraktığımız günlerin renkli tartışma başlıklarından biri opera ve balenin Türk kültüründeki yerini konu aldı.

Bu sanat dallarının Türk kültürüne yabancı olduğu, dolayısıyla gerek bulunmadığı yolundaki bazı çıkışlar önemli tepkileri ve hatırlatmaları beraberinde getirdi.

Bu arada, operaya, klasik Batı müziğine önem veren Osmanlı sultanlarıyla ilgili dikkat çekici yazılar yayımlandı medyada. Tabii, bütün bu yazılar vesilesiyle Sultan İkinci Abdülhamid’in operaya merakı sonucu Yıldız Sarayı’nda özel bir gösteri salonu yaptırdığı ve İtalya’dan gelen opera sanatçılarını uzun yıllar sarayda kadroya aldığı gibi gerçekler de kamuoyuna bir kez daha yansıdı.


Sultan İkinci Abdülhamid

İSLAMİ SÖYLEMİNE KARŞI SANATTA BATI’YA DÖNÜKTÜ

 Bu konuda kaleme alınmış akademik bir makale İkinci Abdülhamid’in opera merakı üzerinde oldukça geniş bir çerçeve sunuyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ana dalı öğretim üyesi olan Prof. Namık Sinan Turan’ın geçen yıl yayımlanan “Portede Saklı Tarih/Toplumsal Tarihin Merceğinden Müzik” isimli kitabında yer alan bu makale “Opera Tutkunu Bir Halife-Sultan: İkinci Abdülhamid” başlığını taşıyor.


Yazının Devamını Oku

Türkiye ile ABD arasında Doğu Akdeniz’de ilginç paslaşmalar

1 Eylül 2023
SON yıllarda bu köşede Türk-Amerikan ilişkilerini konu alan yazıların önemli bir bölümü, odaklandığı hadiselerin içerikleri nedeniyle kaçınılmaz olarak olumsuz durumları aktarıyordu. Bugünkü yazımız ise bunun tersi yönde bir doğrultuya işaret edecek.

Bu girişle, özellikle son iki hafta içinde Türkiye ile ABD arasında askeri alanda birbiri ardına atılan adımları, bunlarla ilgili olarak basında ve sosyal medyada paylaşılan bir dizi haber ve görüntüyü kastediyorum. Bütün hepsi yan yana dizildiğinde, bu adımların kayda değer bir sembolizm taşıdığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerde olumlu yönde bir esinti yarattıklarını söylemek mümkün.

1- ALTINCI FİLO KOMUTANI’NIN KARARGÂH GEMİSİ SARAYBURNU’NDA

 Donanma ziyaretleri ülkeler arasındaki ilişkiler açısından belli mesajlar da taşır. Bu ziyaretler özellikle dostluk mesajları yüklenerek bir anlamda ülkeler arasında diplomasinin bir aracı işlevi görebilir. Tabii konu Türkiye-ABD ilişkileri olunca, ABD’nin Akdeniz’deki askeri varlığını temsil eden Altıncı Filo, arkasındaki yüklü tarihle başat bir konum üstlenir. Değindiğimiz yakın zaman kesitinde Altıncı Filo yine sahnedeydi.

İlk adım, Altıncı Filo’nun komuta gemisi olan USS Mount Whitney’nin 18 Ağustos’ta Sarayburnu’nda demirlemesiyle başlayan ve Filo Komutanı Koramiral Thomas Ishee’nin Türk konuklarına gemide bir davet de verdiği İstanbul ziyaretiydi. Aslında amfibik harekât gemisi olarak tasarlanmış olan 189 metre uzunluğundaki USS Mount Whitney, artık yalnızca seyyar karargâh işleviyle kullanılıyor.


USS Mount Whitney Sarayburnu’nda - ABD’nin adımları, Altıncı Filo’nun komuta gemisi olan USS Mount Whitney’nin 18 Ağustos’ta İstanbul Sarayburnu’nda demirlemesiyle başladı.

2- TCG ANADOLU ABD UÇAK GEMİSİ İLE ORTAK TATBİKATTA

 İstanbul’daki bu açılışı, ABD’nin (ve dünyanın) en yeni, en büyük ve savaş yetenekleri en yüksek uçak gemisi USS Gerald Ford’un geçen hafta Doğu Akdeniz’de Türk Deniz ve Hava Kuvvetleri ile yaptığı ortak tatbikatlar ve ardından hafta sonunda Antalya’ya gerçekleştirdiği liman ziyareti izledi.

Yazının Devamını Oku

Denetimli serbestliği adil uygulama gereği

30 Ağustos 2023
Pandeminin başlangıç döneminde 2020 ilkbaharında çıkartılan bir yasayla ceza indirimleri ve denetimli serbestlik üzerinden getirilen infaz düzenlemeleri, geçen 14 Temmuz’da çıkartılan yeni bir yasa ile büyük ölçüde yürürlükte tutuldu.

Bunun sonucu on binlerce hükümlü yasanın sağladığı imkânlardan yararlanmaya, yani serbest kalmaya devam ederken, meslektaşımız Barış Pehlivan’ın bir yazısı nedeniyle yeniden cezaevine gönderilmesi son günlerin kamuoyunda tartışma yaratan başlıklarından biri oldu.

Bu konuda alınan bir dizi yargı kararını, bunlara yapılan itirazları inceleyip son olarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin sekiz yıl süreyle dekanlığını yapmış olan ülkemizin tanınmış ceza hukukçusu Prof. Adem Sözüer’in bu konudaki bilimsel mütalaasını da okuyarak meseleyi anlamaya çalıştım. Kanaatimi yazının sonunda ifade edeceğim.

*

Önce çok kısa bir tarihçe. Pehlivan hakkında o dönemde genel yayın yönetmenliğini yaptığı bir haber sitesinde 2020 yılında Libya’da şehit olan bir MİT görevlisinin -adı geçirilmeden- cenaze töreninden söz edilen bir haberin yayımlanması nedeniyle aynı yıl verilmiş olan ve ardından geçen yıl ocak ayında istinaf mahkemesinde kesinleşmiş ve 3 yıl 9 ay hapis cezası öngören bir mahkûmiyet kararı var.

Pehlivan, hakkındaki karar kesinleşince cezaevine girmemek için pandemi döneminde infaz yasasında denetimli serbestliğe ilişkin getirilen düzenlemeden yararlanmak amacıyla 15 Şubat 2022 tarihinde Bakırköy 2. İnfaz Hâkimliği’ne başvurmuş. İnfaz hâkimliği, aynı gün cezanın denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak infazına karar vermiş, yani kendisinin serbest kalmasını kararlaştırmış.

*

Peki işleri karıştıran ne?

Bütün mesele, 2020 yılında pandemi döneminde yeni infaz düzenlemeleri getirilirken, denetimli serbestliği mümkün kılan ana hukuki metin olan 2004 tarihli ve 5275 sayılı

Yazının Devamını Oku

42 yıl önce Rauf Bey’le Pile köyüne gittiğimde beni etkileyen manzara neydi?

26 Ağustos 2023
KKTC’nin bağımsızlık ilanından iki yıl kadar önce 1981 yılı haziran ayında o dönemdeki statüsü ve adıyla Kıbrıs Türk Federe Devleti’ndeki başkanlık seçimini izlemeye gittiğimde, doğruca Rauf Denktaş’ın Lefkoşa’daki başkanlık ofisinin kapısını çalmıştım.

Denktaş, o gün seçim çalışması için Pile’ye gideceğini belirterek beni de davet etmişti.

KTFD Başkanı’nın seçim çalışması beni şaşırtan ölçülerde bir sadelik içinde geçti. Denktaş’ın Renault marka özel otomobiline bindik. O direksiyon mahalline oturdu, ben de yanına. Bu şekilde Lefkoşa’dan yola çıktık. Yol boyunca da sohbet ettik.

Derken Pile’ye geldik. Burası Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletler kontrolündeki “Yeşil Hat” içinde Türklerle Rumların bir arada yaşadıkları küçük bir köydü.

Denktaş, buradaki bir kahvede vatandaşlarla toplandı.Seçim çalışması da bir kahve sohbeti şeklinde geçti. Köyün ahalisinden bazı Rumlar da asfalt yolun hemen karşısında meraklı bakışlarla Denktaş’ı izledi. Ayrılırken Denktaş’ın onlarla
ayaküstü samimi bir hava içinde Rumca sohbet etmesi bu kısa Pile seyahatinin en çarpıcı sürprizlerinden biri olmuştu benim için.

Kıbrıs’a ilk kez ayak basan bir gazeteci olarak hep kriz ve gerginlik haberleri üzerinden algıladığım adada karşıma çıkan insani düzeydeki bu sıcak manzaralar beni bir hayli etkilemişti. Pile’de hayat Kıbrıs sorununun çatışma eksenli dinamiklerinden farklı bir şekilde akıyordu. Pile, her şeye rağmen adada bir arada yaşamanın çok küçük ölçekte mütevazı bir sembolizmini temsil ediyordu.

***

Son bir haftadır Pile civarında BM Barış Gücü ile KKTC makamları arasında yaşanan gerginlikleri ve BM Güvenlik Konseyi’nden yapılan KKTC’ye dönük “

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta yaşanan son krizin gerisinde yatan karmaşık tablo

25 Ağustos 2023
Geçen hafta cuma günü Kıbrıs’ın güneyindeki Pile köyü civarında KKTC makamları ile BM Barış Gücü’nün karşı karşıya gelmesiyle başlayan ve ardından KKTC’nin BM Güvenlik Konseyi tarafından “kınandığı” bir açıklamaya kadar uzanan gelişmeler günlerdir kamuoyunu ve uluslararası çevreleri meşgul ediyor.

Sahadan yansıyan görüntüleri, sayısız haberi, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e kadar uzanan açıklamaların hepsini yan yana getirdiğimizde karşımızda sorularla dolu bir tablo beliriyor. KKTC makamları BM Barış Gücü’nün kendi egemenlik alanlarına girdiğini, BM ise müdahalenin kendi sorumluluğu altındaki tampon bölgede yapıldığını ileri sürüyor.

Meseleyi tam olarak anlayabilmek için önce bu hadiselerin tam nerede cereyan ettiğini görmek ihtiyacı doğuyor. Ben de muhtelif haritaların üzerinden giderek ve aynı zamanda konunun içindeki yetkililerle konuşarak bu sorulara yanıt bulmaya çalıştım. Bu çerçevede KKTC Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı ve olaylar sırasında sahada bulunan Beyarmudu Belediye Başkanı Bülent Bebek ile de konuştum.

Bu süreç içinde bugün köşemizde yayımladığımız harita da şekillenmiş oldu. Bu harita aslında olayların meydana geldiği coğrafyanın ne kadar karmaşık olduğunu çarpıcı bir biçimde anlatıyor. Şimdi hadiseleri bu haritanın yardımı ile izah etmeye çalışalım.



DÖRT AYRI EGEMENLİK 

Yazının Devamını Oku