Paylaş
BİRİNCİ SAHNE/URFA /1939: Urfa’nın en büyük Kürt aşiretlerinden Şeyhanlı aşiretinin önemli bir kolunun başı olan Hacı Ömer Cevheri, bayramın birinci günü ailesiyle birlikte yer sofrasında yemek yerken jandarmalar içeri girer. Jandarma, bütün aile fertlerini evden dışarı çıkartıp valiliğe götürür. Hacı Ömer Cevheri Ailesi hakkında sürgün kararı çıkmıştır. Yer sofrasından alıkonup sürgüne gönderilenlerden biri de henüz 9 yaşında olan ilkokul öğrencisi bir çocuktur.
İKİNCİ SAHNE/MUHTEMELEN ANKARA/1925: Akış içinde birden geriye gidiyoruz. Kameramız 14 yıl kadar öncesine, bir askeri törene çevrilir. Birinci Dünya Harbi sonunda Urfa’yı işgal eden Fransızlara karşı silahlı direnişin örgütlenip kentin 1920’de kurtarılmasındaki üstün hizmetlerden dolayı Şeyhan aşireti namına Hacı Ömer’e kırmızı şeritli İstiklal Savaşı Madalyası verildiği törendir bu. Resmi unvanıyla “Kuvayımilliye Kumandanı Şeyhan Aşireti Reisi Hacı Ömer”e takdim edilen bu madalyada Cumhur Reisi Gazi Mustafa Kemal’in imzası var.
ÜÇÜNCÜ SAHNE 1950/ANKARA: Şimdi ileriye gidiyoruz. Hacı Ömer Cevheri, sürgün yıllarının geride kalmasından sonra çok partili demokratik hayata geçilmesiyle birlikte Demokrat Parti’ye katılmış ve yapılan seçimi kazanarak Urfa milletvekili kimliğiyle TBMM’ye gelmiştir.
DÖRDÜNCÜ SAHNE / 1960’LAR/ANKARA: Hacı Ömer artık hayatta değildir. Yıllar sonra onun gibi milletvekili seçilip Ankara’ya giden ve bakanlık makamına kadar yükselen oğlu, başkentte katıldığı 30 Ağustos, 29 Ekim gibi milli günlerde resmi davetlerde babasının İstiklal Savaşı Madalyası’nı göğsünde taşımaktan büyük bir gurur duymaktadır. Madalyayı taşıyan bakan, 1939’da Urfa’da yer sofrasından jandarma tarafından ailesiyle zorla sürgüne götürülen küçük çocuktur. Adı Necmettin Cevheri’dir.
BEŞİNCİ SAHNE/1983/ÇANAKKALE YOLU: 2 Haziran’da Ankara’da Kavaklıdere Güniz Sokak’tan yola çıkan bir araba konvoyu Çanakkale Zincirbozan’a doğru tek sıra halinde yol almaktadır. En önde giden kırmızı Mercedes otomobilde darbe yönetiminin Zincirbozan’daki askeri tesiste zorunlu ikamette tutulmalarını kararlaştırdığı devrik başbakan ve feshedilen Adalet Partisi’nin Genel Başkanı Süleyman Demirel oturmaktadır. Direksiyonu kullanan kişi Mercedes’in sahibi Necmettin Cevheri’den başkası değildir. Demirel, tam dört ay sonra askeri rejim tarafından serbest bırakıldığında, Zincirbozan’dan Ankara’ya doğru yola çıkacak uzun kortejin önünde yine aynı kırmızı Mercedes karşımıza çıkar. Şoför mahallinde yine Cevheri oturmaktadır.
Necmettin Cevheri, bir siyasetçi olarak değişik bir tarza sahipti. Nezaketinden hiçbir zaman ödün vermeyen, insanlara saygılı, centilmen biri olarak tanındı. Kendisini ön plana atmayan, temkinli, sakin duruşlu, yüksek ses perdesinden konuşmayan ama her zaman etkisini icra etmiş muktedir bir siyasetçiydi. Necmettin Cevheri’nin Ankara’da en çok sevdiği mekânlardan biri Çiftlik’teki bugün artık olmayan Merkez Lokantası’ydı. Cevheri , dönemin Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin ile 2000’li yılların başlarında Merkez Lokantası’nın bahçesinde yemek sonrasında kahve içerken.
CEVHERİ AİLESİ VE DEMOKRASİ TARİHİNDE BİR YOLCULUK
Bu girişi yaptıktan sonra şimdi klasik yazı anlatımına geçebiliriz.
Geçen salı günü 93 yaşında kaybettiğimiz ve ertesi günü TBMM’de düzenlenen resmi bir törenden sonra Ankara’da toprağa verilen Necmettin Cevheri’nin hayat öyküsünün izlerini sürmek, Cumhuriyet tarihi ve onun önemli bir kesitine yayılan iniş çıkışlı demokrasi tarihimizin içinde bir zaman yolculuğuna çıkmaktan farksız.
Üstelik bu yolculuğu kat ederken, güneydoğuda feodal bir yapının içinden gelen bir ailenin Cumhuriyet modernleşmesi, demokrasi ve siyasetle olan çarpıcı ilişkisine de tanıklık ediyoruz.
Ve Cumhuriyet’in ilk döneminde ailenin yaşadığı mağduriyetin de altını çizdiği gibi, Kürt meselesi yolculuk boyunca bu ilişkide arka planda asılı duran ana temalardan biri olarak kendisini hissettirecektir.
Tek parti rejiminin, İstiklal Madalyası sahibi bir aşiret beyini ailesiyle birlikte sürgüne göndermiş olması, Cevheri’nin sonraki hayat çizgisi ışığında değerlendirildiğinde çok düşündürücü bir tasarruf olarak beliriyor. 1937-1938 Dersim İsyanı’ndan sonra Kürt nüfusun yoğun olduğu birçok başka yerleşimde güvenlik gerekçesiyle “her ihtimale karşı” sert bir şekilde uygulanan sürgün yönteminin bir uzantısıdır Cevheri ailesinin başına gelenler; ailenin herhangi bir suça karıştığına ilişkin bir delil bulunduğundan dolayı değil...
Aile sürgün olarak önce Amasya, ardından buradan Adana’ya geçtiğinde Necmettin Cevheri’nin ilkokulu bitirip Galatasaray Lisesi’ne gidebilmesi, yani zorunlu ikamet bölgesini terk edebilmesi için özel izin gerekecek, hatta konu Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün önüne kadar çıkacaktır.
Cevheri Ailesi’nin zorunlu ikameti çok partili hayata geçildikten sonra 1948 yılında sona erecektir. Baba Hacı Ömer Cevheri, demokrasiye geçiş kararıyla birlikte Demokrat Parti’nin Urfa’daki örgütlenmesinde kilit bir rol oynamış ve ardından milletvekili seçilmiştir. Bu aile geleneği, Adalet Partisi ve Doğru Yol partisi üzerinden merkez sağ hattında sonraki on yıllarda tutarlı bir şekilde sürmüştür.
YEDİ DÖNEM MİLLETVEKİLİ DÖRT KEZ BAKAN
Galatasaray Lisesi’ni 1951 yılında bitirdikten sonra Ankara’ya gelip Hukuk Fakültesi’nde okumaya başlayan Necmettin Cevheri de Demokrat Parti’nin gençlik kollarına katılmış, üniversiteden mezun olduktan sonra avukat olarak çalışmaya başladığı Urfa’da partinin il yönetiminde görev almıştır. 1960 darbesinin Urfa’daki sonuçlarından biri DP il teşkilatı yöneticisi Necmettin Cevheri’nin askerler tarafından gözaltına alınıp bir süre demir parmaklıklar arkasında kalması olmuştur.
Daha sonra DP’nin yerini alan Adalet Partisi’nin kuruluş sürecinde partinin Urfa’daki örgütlenmesinin başını çekmiştir. 1965 genel seçiminde genel başkanlığını Süleyman Demirel’in yaptığı kırat sembollü Adalet Partisi’nin listesinden ilk sırada Urfa milletvekili olarak TBMM’ye girmiştir Cevheri. Ardından 1969, 1973, 1977 seçimlerinden geçerek üç dönem daha arka arkaya Urfa’yı temsil etmiştir TBMM’de.
12 Eylül 1980 darbesiyle bu seri kesintiye uğramıştır. Yasaklı olduğu için 1983 ve 1987 seçimlerine katılamamış, ardından 1991, 1995, 1999 seçimlerine bu kez Doğru Yol Partisi milletvekili kimliğiyle TBMM’ye gelmiştir. Özetle, AP yıllarında dört, DYP yıllarında ise üç dönem milletvekilliği yapmıştır.
Bu yıllarda birçok kabinede bakanlık görevleri de üstlenmiştir. Örneğin, 1969’da Turizm Bakanı olmuş, ancak bu görevi askerlerin 1971 yılındaki 12 Mart Muhtırası’yla son bulmuştur. 1977 Temmuz ayında kurulan ve 1978 başına kadar görevde kalan İkinci MC Koalisyon Hükümeti’nde Adalet Bakanı görevindedir. 1991’de DYP-SHP koalisyonu kurulduğunda Tarım ve Köy İşleri Bakanı Bakanı’dır. Tansu Çiller’in 1995 yılı ekim ayında kurduğu ve TBMM’den güvenoyu alamayan kısa ömürlü DYP azınlık hükümetinde ise Başbakan Yardımcısı olarak görüyoruz Cevheri’yi.
Süleyman Demirel ile Necmettin Cevheri’nin arasında on yıllarca su sızmadı, ta ki 1993 kongresinde Cevheri Tansu Çiller’i destekleyinceye kadar. Demirel, daha sonra Cevheri’yi kastederek “Sırtımda bir hançer var” diyecekti.
DEMİREL’İN GÜNEYDOĞU SİYASETİNDE KİLİT AKTÖRDÜ
Siyaseti severek yapmış bir şahsiyet olarak serüvenine çok şey sığdırmıştır. Cevheri’nin siyasi kimliğinin en önemli yönlerinden biri, 1993 Büyük Kongresi’ne kadar olan dönemde Süleyman Demirel’in kendisine mutlak bir sadakatle bağlı olduğunu düşündüğü, en çok güvendiği, en yakınındaki isimlerden biri olmasıdır. 1989 yılında vefat eden Dr. Nuri Bayar ve 2016 yılında kaybettiğimiz İsmet Sezgin’i bu konumda olan diğer isimler arasında sayabiliriz.
Demirel’in bir lider olarak gözettiği ince siyaset dengeleri içinde Cevheri’nin stratejik önemi, partisinin güneydoğulu ve Kürt seçmenle bağ kurduğu, bu kitlelere açıldığı kilit isimlerden biri olmasıdır. Aslında “Kürt” sözcüğünün telaffuz edilmesinin bile problemli, yüksek riskli olduğu yıllarda seçmen denklemindeki Kürt faktörünü yanına çekme çabasında Demirel’in en kuvvetli dayanaklarından, güneydoğuya açılan en kilit köprülerinden biridir Cevheri.
Sonuçta, güneydoğudan gelip Galatasaray Lisesi mezunu kimliğiyle Cumhuriyet’e, temsil ettiği modernleşmeye ve aynı zamanda devlete bağlı, demokrasiyi de kuvvetle sahiplenen çizginin en seçkin temsilcilerinden biri olmuştur Necmettin Cevheri.
Yıllar sonra hayat öyküsünü siyasetbilimci Doç. Hüseyin Şeyhanlıoğlu ve gazeteci Salih İlhan’a anlattığı “Türkiye’nin Siyasi Hayatında Necmettin Cevheri” kitabında, çocukluğunda ailesinin başına gelenlerin, bu sırada kendi yaşadıklarının da bir muhasebesini yapıyor. “Devlete kırgın mıydık? Kırgın mıydım?” diye sorduktan sonra şöyle yanıtlıyor Cevheri: “Kesinlikle değildik. (Devlet) Muhakkak ki haklı değildi... Ne yapalım, devlet doğrusu ile yanlışı ile bizim devletimizdi. Küsemezdik, küsmedik de...”
KONGREDE DEMİREL’E RAĞMEN ÇİLLER’İ DESTEKLEYİNCE...
Cevheri’nin siyasi serüveni hatırlandığında en çok iz bırakan, tartışılan hadiselerden biri Demirel ile ilişkisinde 1993 yılında yaşanan büyük kopmadır. Aslında buradaki kırılma, 1993 sonrasında merkez sağ siyasette nehrin yatağının akışını değiştirmiş, tetiklediği süreçlerle 1990’lı yıllarda Türkiye’nin siyasi istikrarını ciddi ölçülerde etkilemiş, ileriye dönük köklü sonuçlar doğurmuştur.
Kopma, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 17 Nisan 1993 tarihinde ölümünden bir ay sonra Başbakan Demirel’in 16 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, DYP’nin başına, aynı zamanda başbakanlık koltuğuna kimin geleceği sorusu ve bununla bağlantılı olarak DYP’nin ağır topları arasında yaşanan çekişmeler üzerinden meydana gelmiştir.
Demirel’in kimi işaret edeceği konusunda renk vermeden uzun bir süre işi dalgalanmaya bırakması Tansu Çiller’e zaman kazandırarak önünü açmıştır. Çiller dışında ayrıca birçok aday ortaya çıkarken, Demirel büyük kongrenin hemen öncesinde İsmet Sezgin’i işaret etmiştir. Bu noktada Necmettin Cevheri yaptığı bir hamle ile Tansu Çiller’in yanına geçmiştir. 13 Haziran 1993 günü toplanan kongrede delegelerin yarıya yakın bölümü İsmet Sezgin (320 oy) ve Köksal Toptan (212 oy) arasında bölünürken, Cevheri’yi ve Demirel’e yakın başka bir grup siyasetçiyi daha yanına çeken Çiller, yeterli olmasa da en çok oyu (574) alarak birinci çıkmıştır. Sezgin ve Toptan ikinci turda yarıştan çekilince Çiller ikinci turda seçimi 933 oyla kazanmıştır . Cevheri’nin ağırlığını Çiller lehine kullanmasının sonuca önemli bir şekilde etki ettiği bir olgudur.
Necmettin Cevheri 1993 yılındaki Büyük Kongre’de DYP genel başkanlığına seçilmesinde belirleyici rol oynadığı Tansu Çiller ile birlikte bir parti toplantısında…
DEMİREL: ‘SIRTIMDA BİR HANÇER VAR...’
O ana kadar Demirel’e bağlılığı tartışmasız olan Cevheri’nin neden Demirel’e rağmen Çiller’i desteklediği ve Demirel’in bu süreçte ne yapmaya çalıştığı gibi sorular başlı başına ayrı bir yazının konusudur. O dönemde Hürriyet’in Ankara Temsilcisi olarak Demirel’in 1993 kongresi öncesindeki hareket tarzı ve diğer aktörlerin hamlelerini 10 Temmuz 1994 tarihinde Hürriyet’te manşetten yayımlanan “Demirel’in Tarihi Çiller Yanılgısı” başlıklı uzun bir yazıda oldukça ayrıntılı bir şekilde değerlendirmiştim.
Bu aşamada altını çizmemiz gereken nokta, söz konusu yazıda yer alan Demirel ile Cevheri ilişkisindeki sancının daha da artmasına yol açan bir bölümüdür. Yazının bir yerinde Demirel’in İsmet Sezgin’i işaret ettiği halde Cevheri’nin tercihini Tansu Çiller’den yana kullanmış olması karşısında kendisini ihanete uğramış hissettiğini anlatmıştım.
Bu çerçevede Demirel’in kongreden kısa bir süre sonra yılların kurt politikacısı Osman Bölükbaşı’na Cevheri’nin tutumuyla ilgili olarak şöyle dediğini aktarmıştım:
“Sırtımının iki küreği arasında bir hançer var...”
CEVHERİ: ‘İKİ SATIRLIK AÇIKLAMA BEKLEDİM’
Cevheri, yazıda yer alan bu bilgiden çok rahatsız oldu. Cevheri’nin bu yazıya yanıt olarak gönderdiği ve Hürriyet’te 19 Temmuz 1994 tarihinde “Ben Kimseyi Sırtından Hançerlemem” başlığıyla yayımladığımız uzun açıklama, kongre öncesi yaşanan gelişmelere kendi zaviyesinden açıklık getirmeyi amaçlıyordu.
Cevheri’nin açıklamasına göre, öncelikle Demirel’e bir mektup göndererek, Hürriyet’teki yazıda yer alan “hançer” ifadesinden rahatsızlığını aktarıp Cumhurbaşkanı’nın kendisini savunmasını beklediğini belirtmiştir. Cevheri, açıklamasının bu kısmında şöyle diyor:
“(Cumhurbaşkanı’nın) Benim kendi kendimi savunma zorunda kalmama razı olmayacağını, 30 yıllık bir hukuka dayanarak ümit ettim. Ancak bugüne kadar beklediğim iki satırlık açıklamayı bulamadım.”
Cevheri, ardından “hançer” ifadesini “çirkin bir itham” olarak nitelendiriyor ve hadiselerin kendi açısından dökümünü anlatıyor ve Çiller’i neden desteklediğini izah ediyor. Özellikle “partide değişim” açısından Çiller’i desteklemeyi gerekli gördüğünü belirtiyor.
Cevheri’nin Demirel’den beklediği “iki satırlık açıklama” Demirel’den hiçbir zaman gelmemiştir. Demirel, bu yönde bir açıklamayı yapmayarak Bölükbaşı’na bu sözleri sarf ettiğinin bilinmesini istemiştir.
Bir başka anlatımla, Demirel ile Cevheri arasına Çiller’in gölgesi girmiştir.
ÇİLLER’LE DE YOLLAR AYRILIYOR
Gelgelelim bir süre sonra Cevheri’nin Çiller’le de yolları yavaş yavaş ayrılmaya başlayacaktır. Çiller’in iş yapma tarzı ile Cevheri’nin her şeyi tartan, son derece ölçülü, dengeli üslubunun uzun süre uyum sağlayabilmesi kolay değildi.
Bu arada, 1996 Haziran ayı sonunda Refah-Yol koalisyonunun kuruluşu Çiller-Cevheri ilişkisindeki gerilimi artırmıştır. Cevheri’nin açmazı, Refah Partisi ile koalisyondan rahatsız olmakla birlikte, parti dayanışmasını gerekçe göstererek sessiz kalmasıydı. Ancak Refah-Yol bunalımının zirveye çıktığı 1997 yılı mayıs ayında DYP Başkanlık Divanı’nda Çiller’le yaşadığı sert bir tartışmadan sonra DYP genel başkan yardımcılığından istifa etmiştir.
Milliyet’te 24 Mayıs 1997 tarihinde çıkan bir habere göre, Çiller kendisini savunmadığı için Cevheri’ye yüklenince, Cevheri de “İnanmıyorum ki bu hükümete. Hükümetin ve sizin yanlış politikanızı nasıl savunayım” diye konuşmuştur. Çiller de “Bizi savunanlarla yola devam ederiz. Beğenmeyen burada oturmasın” karşılığını vermiştir. Cevheri, bu tartışmadan sonra toplantıyı terk etmiştir.
Refahyol hükümetinin çözülmesi sürecinde Cevheri’nin diğer DYP’li muhaliflerden farkı, partiden istifa edip İsmet Sezgin’in başkanlığını yaptığı Demokrat Türkiye Partisi oluşumuna katılmamasıdır. Partide kalmayı ama Çiller’e mesafeli bir çizgide durmayı tercih etmiştir. Parti onun için hep ön planda olmuştur.
Büyük Kongre’de yılların dava arkadaşı Demirel’i karşısına alma pahasına desteklediği Çiller’in bu davranışının Cevheri’yi iç dünyasında nasıl bir muhasebeye davet ettiğini bilmiyoruz. Sonraki dönemde Demirel ile arasında diyalog yeniden kurulmuştur ama hiçbir zaman eski sıcaklık olmamıştır. Bir şey eksik kalmıştır eskiye kıyasla. Demirel, 1993 kongresini unutmamıştır.
KRİZİ AŞMAK İÇİN ERKEN SEÇİM İSTEDİ
Cevheri’nin tutumunu anlamak bakımından burada altını çizmemiz gereken kritik bir nokta var. 1997 Mayıs ayı sonundan söz ediyoruz. Refah Yol’un çökmek üzere olduğu ancak Demirel’in henüz koalisyon hükümeti için ANAP lideri Mesut Yılmaz’ı görevlendirme ihtimalinin ufukta görünmediği günler...
Cevheri, o dönemde yaptığı açıklamalarda, krizden çıkış çaresi olarak erken seçimi göstermiştir. Örneğin, Milliyet’in aynı nüshasında Cevheri’nin “Refah Yol hükümeti ömrünü tamamlamıştır. Ülkenin içinde bulunduğu bunalımdan tek çıkış yolu erken seçimdir” şeklindeki açıklaması yer alıyor.
Kabul edelim ki bu sese kulak verilip 1997 yazında ivedi bir erken seçime gidilmesi, Türkiye’yi 28 Şubat’ta başlamış olan süreçten farklı bir yörüngeye sokabilirdi. Bir seçimin yaratacağı yenilenme ortamı içinde siyasetin akışı farklı bir yöne kayabilirdi.
2002’DE SESSİZCE SİYASETTEN ÇEKİLDİ
Cevheri, Çiller’le olan anlaşmazlığına rağmen 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimde yeniden aday olmuş ve bir kez daha milletvekili seçilmiştir. Ancak bu dönemdeki Necmettin Cevheri’nin Çiller’den iyice uzaklaştığını ve kendisini önemli ölçüde geriye çektiğini söylemek mümkündür.
Cevheri, 2002 yılı ağustos ayında kasım ayında yapılacak genel seçim için hazırlıklar başladığı bir sırada sessizce siyasetten çekildi. Bu vesileyle bana siyasi hayatının bir muhasebesini de yaptığı kapsamlı bir mülakat verdi.
Hürriyet Ankara Temsilcisi kimliğimle yaptığım ve 25 Ağustos 2002 tarihinde yayımlanan bu mülakatı yirmi bir yıl sonra vefatının ardından yeniden okuduğumda, Cevheri’nin demokrasiye bakışına ilişkin derinlikli görüşlerinden ciddi bir şekilde etkilendiğimi belirtmeliyim.
HÜRRİYET, 25 Ağustos 2002: Necmettin Cevheri, siyasete veda ettikten sonra Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin’e elli yıllık siyaset serüvenini değerlendirdiği bir mülakat vermişti.
Siyasette rehber edindiği ilkenin, Birleşmiş Milletler Misakı’nın temelini oluşturan 1945 tarihli San Fransisco Beyannamesi’nde geçen “Yönetim hakkı bir insanlık hakkıdır” ifadesinde yattığını belirtiyor Cevheri. “İnsanlığın yücelmesinin sadece demokrasiden geçtiğine inanırım” şeklinde konuşuyor.
İfadelerinin çarpıcı yönlerinden biri de, Türkiye’de demokrasinin yanlış anlaşıldığını düşünmesidir. “En önemli sorun, demokrasiyi siyasetin veya iktidar yollarının bir vasıtası saymamızdır” diyor. Ona göre denklem bunun tersi olmalıdır: “İktidar ve iktidar mücadeleleri sadece demokrasinin içindeki parçalardır...”
Mülakatın kayda değer bir başka noktası, Cevheri’nin “liderler demokrasisi”ni eleştirmesi ve “Milletvekili milletin değil birilerinin gözüne baktığı sürece demokrasiden bahsedemezsiniz” diye konuşmasıdır.
“Hayatımda hiç tatil yapmadım” demişti mülakat sırasında Cevheri ve eklemişti: “Turizm Bakanlığı yaptım ama mavi yolculuğun ne olduğunu bilmiyorum. İlk fırsatta mavi yolculuğa çıkacağım.”
Necmettin Cevheri, Amasya’ya sürgüne gittiği ilkokul günlerinde çocukların yolda kendisine “sürgünler, sürgünler” diye sözlü sataşmalarını unutmamıştı. Ama o en azından bir sürgün çocuğun da pekâlâ siyasette yükselerek sessiz ama çok etkili bir aktör olarak tarihe adını yazdırabileceğini herkese göstermişti.
Not: Necmettin Cevheri hakkında kendisiyle uzun mülakatlara dayanan bir kitap hazırlamış olan siyasetbilimci Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu’na, bu yazımı hazırlarken Cevheri’nin özellikle çocukluğu dönemiyle ilgili kitaptaki anlatımlarından yaptığı paylaşımlar ve katkıları nedeniyle teşekkür ederim. Şeyhanlıoğlu’nun bana anlattığına göre, Cevheri, kitabın tamamlanmasına karşılık kendisi ölmeden yayımlanmasını istememiştir. Kitabın bir an önce okurlara ulaşmasını diliyorum. S.E.
Paylaş