Paylaş
Bu sanat dallarının Türk kültürüne yabancı olduğu, dolayısıyla gerek bulunmadığı yolundaki bazı çıkışlar önemli tepkileri ve hatırlatmaları beraberinde getirdi.
Bu arada, operaya, klasik Batı müziğine önem veren Osmanlı sultanlarıyla ilgili dikkat çekici yazılar yayımlandı medyada. Tabii, bütün bu yazılar vesilesiyle Sultan İkinci Abdülhamid’in operaya merakı sonucu Yıldız Sarayı’nda özel bir gösteri salonu yaptırdığı ve İtalya’dan gelen opera sanatçılarını uzun yıllar sarayda kadroya aldığı gibi gerçekler de kamuoyuna bir kez daha yansıdı.
Sultan İkinci Abdülhamid
İSLAMİ SÖYLEMİNE KARŞI SANATTA BATI’YA DÖNÜKTÜ
Bu konuda kaleme alınmış akademik bir makale İkinci Abdülhamid’in opera merakı üzerinde oldukça geniş bir çerçeve sunuyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ana dalı öğretim üyesi olan Prof. Namık Sinan Turan’ın geçen yıl yayımlanan “Portede Saklı Tarih/Toplumsal Tarihin Merceğinden Müzik” isimli kitabında yer alan bu makale “Opera Tutkunu Bir Halife-Sultan: İkinci Abdülhamid” başlığını taşıyor.
Prof. Namık Sinan Turan
Prof. Turan, aslında siyasi tarihçi. Ancak tarih boyunca toplumsal koşullar ve buradaki değişikliklerin müziğe olan yansımaları, kendisini artan ölçüde buradaki ilişkiye odaklanmaya yöneltmiş. Müziğin, içinde üretildiği toplumsal koşullardaki değişimlerden, kırılmalardan nasıl etkilendiğini incelemenin tarihçiler açısından olağanüstü bir malzeme yarattığını anlatıyor.
Prof. Turan da Türk modernleşmesinin seyri üzerinde çalışırken, bu bağlamda üzerinde durduğu konulardan biri İkinci Abdülhamid’in müzikle ve bu çerçevede operayla olan ilişkisi.
Konu Abdülhamid olunca, yazar önce bir paradoksa dikkat çekerek yola çıkıyor. Politik söyleminde İslam Birliği vurgusunun öne çıkarılışı, Abdülhamid’in daha çok muhafazakâr yönüyle resmedilmesine neden olmuş. Oysa politik dilin inşasındaki muhafazakâr tona rağmen Abdülhamid’in Batı müziğine merakı tüm ön yargıların üzerinde bu sanata eğilmesine imkân sağlamış. İslami söylemi imparatorluğun Müslüman nüfus sahasında birleştirici öğe olarak kullanırken, sanatta ve müzikte daima Batı’yı izlemiş İkinci Abdülhamid.
TÜRK ÇALGISI DAVUL ZURNA DEĞİL, KÖYLERDE ÇALINAN SAZDIR
Prof. Turan, döneme ilişkin kaleme alınan anılardan ve bizzat kendisinin ifadelerinden hareket ederek, Abdülhamid’in Batı müziğini tercih ettiğini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Bunlardan birincisinde, kızı Ayşe Osmanoğlu’nun “Babam Abdülhamid” başlıklı kitabına dayanarak, “Alaturka güzeldir ama daima gam verir. Alafranga değişiktir, neşe verir” dediğini aktarıyor padişahın.
Ayrıca, sürgün dönemindeki özel doktoru Atıf Hüseyin Bey’in hatıratına atıfla, Abdülhamid’in şu sözlerini de aktarıyor:
“Doğrusu alaturka musikiden hoşlanmam, insana uyku getirir. Alafranga musikiyi tercih ederim, bilhassa opera ve operetler hoşuma gider. Hem size bir şey söyleyeyim mi, Alaturka dediğimiz makamlar Türklere ait değildir. Yunanlılardan, Acemlerden, Araplardan alınmıştır. Türk çalgısı davulla zurna derler ya, bunda da tereddüdüm vardır. Bu iki çalgı da Arapların imiş. Bir tarihte Türkistan tarafında seyahat etmiş bir zattan tetkik ettim. O tarafın köylerinde eskiden beri çalınan çalgı sazmış. Bizde de Anadolu’nun asıl Türk köylerinde daima saz çalınırmış.”
Abdülhamid’in Batı müziğine ilgisi, Hürriyet’in 23 Ağustos tarihli haberinde de yer aldı. ‘Portrede Saklı Tarih’ kitabında Abdülhamid’in opera merakı akademik bir makaleyle anlatılıyor.
ÇOCUKLARINI MÜZİK ALETİ ÇALMAYA YÖNLENDİRDİ
Abdülhamid’in Batı müziğine ilgisi nereden kaynaklanıyordu? Prof. Turan, Fransız tarihçi François Georgeon’un Abdülhamid hakkında kaleme aldığı biyografiden yola çıkarak, bu ilginin 1867 yılında amcası Sultan Abdülaziz’e eşlik ettiği Avrupa seyahatinde başladığını yazıyor.
Abdülhamid, bu gezide Avrupa saraylarında keşfettiği sosyete hayatı, balolar, eğlenceler, konserler ve resmi kabullerden etkilenmiştir. Paris ve Londra’da dinlediği Rossini, Bellini, Donizetti ve özellikle Verdi eserleri onun ruhunda tesirler bırakmıştır.
Ama Prof. Turan’a göre, Batı müziğine ilgisinin başlangıcı aslında bu seyahatin çok öncesine, çocukluk yıllarına kadar gidiyor. Babası Sultan Abdülmecid, Batı müziğine olan sevgisi nedeniyle oğulları ve kızları için saraya piyanolar getirmiştir. Çocukları arasında Batı müziğini en çok benimseyeni Abdülhamid olmuştur. Abdülhamid, gençlik yıllarında da Fransız Alexandre Efendi’den piyano dersleri almıştır.
Gerçi Türk müziğine kapalı değildir. Hacı Arif Bey başta olmak üzere Rifat Bey ve İsmail Hakkı Bey gibi dönemin önde gelen Türk bestekârlarına ilgi göstermekle birlikte, Batı müziği icracılarına ayrı bir ilgi duyuyordu Abdülhamid. Keman, çello ve piyano hayranlık beslediği çalgılar olduğu için bunların icracıları kendisinin özel ilgisini çekiyordu.
Ayrıca, bu çalgılarda yetenekli gördüğü müzisyenleri teşvik de etmişti tahtta oturduğu dönemde. Örneğin, kemancı Vondra Bey’i eğitim amacıyla Paris’e göndermiş, dönüşünde sarayda bir konser düzenlemişti. Muzika-i Hümayun komutanlarından Safvet (Atabinen) Bey’i de flüt tekniğini geliştirebilmesi için yine Paris’e yollamıştı.
Çocuklarının müzik eğitimine de büyük bir hassasiyetle eğilmişti. Keman çalan oğlu Burhaneddin Bey zaten kayda değer yeteneğiyle henüz yedi yaşındayken re majörden bir marş bestelemişti. Çocuklarından Şadiye Sultan ve Ayşe Sultan piyano, Mehmet Selim Efendi piyano, Naime Sultan piyano, Mehmet Abdülkadir Efendi keman, Abdülrahim Efendi çello ve nefesli sazlar üzerine eğitim almışlardı. Mükemmel piyano çalan Ayşe Sultan da ilk eseri olan Hamidiye Marşı’nı 12 yaşında iken bestelemişti.
Abdülhamid’in attığı önemli bir adım, bizzat Saray’da opera dinlemek için özel bir salon yaptırmış olmasıydı.
OPERA DİNLEYEBİLMEK İÇİN SARAYDA ÖZEL SALON YAPTIRDI
Prof. Turan, makalesinde İtalyan Arturo Stravolo Bey’in döneminde ismi çok bilinen bir sanatçı olduğunu anlatıyor. Abdülhamid, hayranı olduğu İtalyan sanatçıyı on beş yıl süreyle Yıldız Sarayı’nda görevlendirmişti. Yalnızca kendisi değil, başında bulunduğu topluluk da 1892’de maaşa bağlanarak saraya alınmıştı. Stravolo, sevilen bir opera solisti ve tiyatrocu olmasının yanında Saray Operası’nın da yöneticisiydi ve yüzbaşı rütbesi de verilmişti kendisine. Topluluğun dekor, elbise ve masraf işleri hazine-i hassa’dan ödeniyordu.
Abdülhamid’in attığı önemli bir adım, bizzat Saray’da opera dinlemek için özel bir salon yaptırmış olmasıydı. Bunun muhtelif nedenleri vardı. Bir kere, kamuoyu önünde görünür olmayı, Cuma Selamlığı gibi zorunluluk arz eden durumlar haricinde zaten pek sevmiyordu.
Konunun bir başka boyutu, Alman İmparatoru’nun İstanbul’a geleceği yıl misafirlerini Beyoğlu’na götürmektense Yıldız Sarayı’ndaki bir sanat etkinliğinde ağırlamak istemesiydi. Buna göre, Avrupa saraylarında olduğu gibi Osmanlı Sarayı’nda da bir tiyatronun bulunduğunu Avrupalı bir hükümdara göstermek, Abdülhamid’in dışarıda oluşturmaya çalıştığı imajın da bir parçasıydı. Böylelikle, imparatorluğun Batı’ya dönük yüzünü de göstermiş oluyordu. Sıkça Avrupa’dan gelen heyetleri de burada ağırlamayı seviyordu.
Sanat etkinlikleri için Pera’ya gitmektense Saray’ı kullanmasının arkasındaki bir başka faktör de güvenlik endişesiydi.
Yıldız Saray Tiyatrosu’nda opera temsillerine Ramazan ayları dışında yılın diğer aylarında muhakkak yer veriliyordu. Ancak “Padişah eğlencesine dalmış” fikri uyandırılmak istenmediği için, bu konser ve temsiller ilan edilmiyordu. Kendisinin müzik tiyatro ile zaman geçirdiğinin bilinmesini istemediği için dışarıdan kimseyi davet etmiyordu.
Giuseppe Verdi
ESERLERE MÜDAHALE EDEBİLİYORDU
Prof. Turan, bir dizi kaynağa dayanarak, Abdülhamid’in değişen ruh halinin temsillerin akışını da etkileyebildiğine dikkat çekiyor. Oyunu durdurduğu, “perdeyi indirin” şeklinde talimatlar verdiğine ilişkin tanıklıklara atıf yapıyor. Sultan’ın huzurunda ayda bir iki kez Verdi’nin La Traviata ve Il Trovatore ya da Bellini’nin Norma operaları icra ediliyordu.
Reperteuar konusunda belirleyici olan bizzat kendisiydi. Bazen de Esvapçıbaşı İlyas Bey üstleniyordu bu görevi. Buna karşılık, bazı durumlarda Padişah karar değiştirip Rossini’nin Sevil Berberi yerine Verdi’nin Rigoletto’sunu icra etmelerini isteyebiliyordu. Zaten İtalyan besteciler, özellikle İtalya’nın en büyük opera bestecisi Verdi, Abdülhamid’in de en beğendiği isimdi.
İlginç bir ayrıntı, eserlerin bazıları Fransızca repertuarından olsa bile, temsillerin daima İtalyanca verilmesiydi. Koroların sözleri de çocuklara İtalyanca olarak öğretiliyordu. İtalyanları müzikal anlamda çok yetenekli bulan Abdülhamid’e göre, “Alman müziği de iyi olmakla beraber ağırdı”.
SAHNEDE SANSÜR, ESERLER İÇİN YASAK SÖZCÜK LİSTESİ
Tabii, sultanın yönetim tarzının önemli bir aracı olan sansür, kendi opera sahnesinde de etkiliydi. Sahnelenen eserlerin içeriği ve metinler sıkı bir şekilde denetleniyordu.
Sarayda içeriklerinde en ufak kuşku uyandıran eserlerin oynanmamasına özen gösteriliyordu. Sansür mekanizmasından tiyatro binasında bir portresi bulunan Abdülhamid’in büyük hayranlık beslediği ünlü İtalyan besteci Giuseppe Verdi’nin eserleri de payını almıştı. Verdi’nin Maskeli Balo ve Don Carlos gibi operaları, içinde ölüm ya da kralı devirme gibi temalar barındırdığı için oynatılmıyordu.
Bunun yanında temsil edilen operalarda şu kelimelerin kullanılması yasaktı: Yıldız, Kıbrıs, dinamit, sosyalizm, hal, Makedonya, hürriyet, grev, anarşi, vatan, suikast, burun, ihtilal, Murat, Girit, infilak, Kanun-i Esasi, müsavat, Bosna-Hersek...
Bu bölümde, Nihat Ergin’in “Yıldız Sarayı’nda Müzik” başlıklı çalışmasına atıfla oyunlarda ateşli ve kesici silah kullanılmasının da yasak olduğunu yazıyor Prof. Turan.
Besteci, orkestra şefi Emre Aracı’nın dönemin ünlü Fransız yıldızı Anna Judic’in Yıldız Sarayı’nda sahne aldığı bir temsil sonrası izlenimlerini kaleme aldığı bir yazısından yaptığı aktarım da Prof. Turan’ın yazısında yer alıyor. Buna göre, sanatçı, yaşadığı tecrübeye dayanarak temsil öncesinde ekibe oyunda prens, altes gibi soyluluk terimlerinin kullanılmaması, öpüşme sahnelerine yer verilmemesi, sahnede sultana sırtlarını dönmemeleri, çıkışların geri geri yapılması ve her şeyin bir buçuk saat içinde bitirilmesinin bildirildiğini yazıyor.
Abdülhamid’in anlatımı özel doktorunun anılarında “Yıldız’da küçük bir tiyatromuz vardı. Davetliler olunca opera seyrederdim. İtalya’dan gelen oyuncularım vardı. La Traviata gibi parçalar hoşuma giderdi” sözleriyle yer almıştı.
LA TRAVIATA’YI ÇOK SEVİYOR
Bu arada, İstanbul’a gelen yabancı toplulukların kendi elçilikleri aracılığıyla saraya tanıtılıp tavsiye edilmesi de sıkça karşılaşılan bir durumdu. Örneğin 1902 yılında İstanbul’a gelen Macar asıllı ünlü kemancı Leopold Auer, piyanist Mikla Öevski ve Madam Gorlenko ile sarayda Sultan için bir konsere katılmıştır. Konser programının içeriği Abdülhamid’in beğenisine uygun olarak hazırlanmış. İtalyan operalarından aryalar, Chopin’in noktrünleri,
Brahms’ın Macar dansları ve Rus halk ezgilerinin yer aldığı konserden sonra sanatçılar Abdülhamid tarafından nişanla ödüllendirilmiş.
Özetle, Abdülhamid dönemi boyunca Yıldız Sarayı’nın sahnesi dünyaca ünlü sanatçıların davet edildiği, nişan, para ve hediye verilerek ödüllendirildiği bir kurum haline dönüşmüştü.
Abdülhamid, 1909’da tahttan indirildikten sonra da Selanik’te ve İstanbul’da göz hapsinde tutulduğu dönemlerde operaya ilgisini uzaktan da olsa sürdürmüş. Özel doktorunun yazdığına göre, anlatımlarında saraydaki opera ekibinden şu şekilde söz ediyor Abdülhamid:
“Yıldız’da küçük bir tiyatromuz vardı. Davetliler olunca opera seyrederdim. İtalya’dan gelen oyuncularım vardı. La Traviata gibi parçalar hoşuma giderdi. Primadonna da güzel bir İtalyan kızıydı, sesi de fevkalade güzeldi. Ben Selanik’e gittikten sonra hepsi bir tarafa dağılmış...”
MÜZİĞE SANATTAN ÇOK EĞLENCE OLARAK BAKTI
Prof. Turan, yazısının sonunda Abdülhamid’in müziği sanat olmaktan çok bir eğlence olarak gördüğünü anlatıyor. Hoşlandığı eserler daha çok iki sesli armonisi olan basit yapılı romantik ve melodik bestelerdi. Geniş orkestrasyonlu eserlere ilgi duymamıştı. Ancak opera ve müzik konusunda amatörce bile olsa bir tutkusu vardı.
Son bir nokta olarak, kendisinin operaya olan ilgisinin gerisinde “Tanzimat sonrası Osmanlı seçkinlerinde görüldüğü gibi içinde yer almaya çalışılan dünyaya uyum sağlama arayışı” da vardı Prof. Turan’a göre.
Abdülhamid söz konusu olduğunda, Türkiye’de eskiden beri onu tartışmasız bir şekilde yücelten bir bakışla, kategorik bir şekilde olumsuzlayan iki bakış çarpışmıştır. Oysa Prof. Turan’ın makalesinde, kendisine opera tutkusu üzerinden baktığımızda her iki tarafın kalıplarının çok dışında bir Abdülhamid portresi karşımıza çıkıyor.
Paylaş