Bazen eski bir fotoğrafa bakarsınız, o zamanki ruh halinize ışınlanırsınız.
O dönem yaşadıklarınız, hissettikleriniz, özlemleriniz, kaygılarınız...
Kimse, en yakınlarınız bile sizden daha iyi bilemez o halinizi.
Bir şefkat duygusu gelir içinize.
“Keşke konuşabilsem, söyleyebilsem, ‘Korkma bu kadar, hepsi geçecek’ diyebilsem o zaman olduğum kişiye” diye düşünürsünüz...
Tek teselli, bugün artık her şeyin geçip bittiğini bilmenizdir.
Günümüze dönersiniz ve bir sünger çekersiniz maziyle aranıza.
◊ Rize kızısınız. Peki çaycı mısınız, kahveci mi?
- Çaya âşıktım. Ta ki intoleransım olduğunu öğrenene kadar. (Gülüyor)
◊ 20 Mart, Balık kadını. En çok nesi zorluyor sizi: Sulu gözlülük mü, bazen aşırı hayalperestlik mi?
- Aslında Koç burcuyum. Çocukken “Hiç Balık’a benzemiyorsun” derlerdi, şimdi anlayabiliyorum. Ama yükselenim Yengeç. Sulu gözlülüğüm de yok sayılmaz yani.
◊ Lisedeyken tiyatro koluna girmek için bir arkadaşınızla yalandan kavga ederek öğretmeni kandırmışsınız. Sonra da “Kulübe kabul edildim mi?” diye sormuşsunuz. Hocanın yerinde siz olsaydınız... Kabul eder miydiniz, kızar mıydınız?
- Kesinlikle kabul ederdim. Çünkü yaptıkları role eğer gerçekten beni inandırırlarsa, bir saniye düşünmez öğrencimi alırdım kulübe.
İstanbul dışında Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin gibi birçok şehirde konser alanları ve pub’ları var Jolly Joker’in.
Hayal Kahvesi’ni de dahil edebileceğimiz bu büyük zincir farklı şubelerinde her akşam Türkiye’nin en tanınmış müzisyenlerini ağırlıyor.
Fakat Jolly Joker, Taksim’de ilk kez fine dining-gazino formunda bir şey denedi: CVK Park Bosphorus Hotel’in terasına yeni açılan JJ Private.
Bülent Ersoy’dan Gülşen’e, Hakan Altun’dan Yaşar’a ünlü isimler sahneye çıkıyor, siz de fiks menü eşliğinde konserinizi izliyorsunuz.
İlk kez geçen perşembe akşamı gördüğüm Private’tan birkaç küçük not...
- Bir kere gazinolar genelde giriş kat olduğu için çoğunda manzara olmaz. Teras kattaki Private’ın bu avantajı var. Köprüyü görüyor. Salon çok büyük ve ferah. Sahnesi de öyle. Her ikisi de abartısız ama şık dekore edilmiş. Kış sezonu için yanlarda terasları var. Yazın üstü tamamen açılabilecekmiş.
Geçirdiği kazada sevgilisini kaybeden Gülçin Ergül’ün yaptığı paylaşım eleştiriliyor.
Neymiş? Daha 24 saat bile geçmeden böyle paylaşım yapılır mıymış?
Yazdığı da şu: “Sen benim meleğimsin, hep öyleydin aşkım.”
Hastanede olduğu için cenazesine bile katılamadığı sevgilisi için yazdığı bu cümlede kötü ne var, onu zaten anlamadım.
Diyelim ki hakikaten yakışıksız, zamansız bir paylaşım.
Bu kadar büyük bir travma yaşayan genç kadından yakışıklısını, zamanlısını kim bekleyebilir?
Belki durumu daha kendi bile kabullenemedi. Başına ne geldi, onu idrak etmeye çalışıyor.
Gazetecilere “Silin o fotoğrafları”, zilini çaldığı diyafona da “Çabuk açın kapıyı” diye bağırmıştı.
Geçen günse Bebek’teki kuaföründeydi... Yine magazincilerden kaçmak için ön yerine arka kapıdan çıkmaya karar veriyor. Fakat arka kapı kilitli. Yüksek demir parmaklıklar var. Yılmıyor, parmaklıkların üstünden atlıyor.
Demirleri de aşınca var gücüyle koşmaya başlıyor ama bu sefer de çıkmaz sokak...
Bütün çabalar boşa gidiyor tabii, kameralar yakalıyor.
Yakalanınca “Bunun neresinden tutarsan tut, rezil olduk” diyor.
Rezil mezil olmadın, gülümsedik biraz sadece.
Hatta insana sempatik, sevimli de geliyor yaptıkların.
Hepsi Grubu’nun eski üyesi Gülçin Ergül ve erkek arkadaşı Balıkesir’de korkunç bir trafik kazası geçirdi.
Erdal Şeyda Lafçı olay yerinde yaşamını yitirdi, Gülçin Ergül hastanede tedavi altında.
Umarım en kısa zamanda iyileşir.
Ama fiziken iyileşse ruhu ne olacak?
Sevdiği insanı trafik kazası gibi ani bir ölümle kaybedenler yıllar geçse de bu travmayı atlatamıyor.
En bilinen örneklerinden biri, Beren Saat ile her doğum gününde andığı eski sevgilisi Efe Güray’ın hikâyesi.
Üstelik burada aynı arabanın içinde, aynı kazada yaşanıyor kayıp...
Pandemide sanki herkese bir tevekkül gelmişti, “Popun kralı/kraliçesi kim?” atışmalarına ara verilmişti.
Uzunca bir dönem konser falan da yapılamayınca az daha unutayazdık seyircisi/taraftarı olmaya bayıldığımız bu polemikleri.
Müzik sektörünün tekrar canlanmasıyla Hande Yener imdada yetişip tazeledi hafızamızı.
Katıldığı bir programda sanki hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etti:
“Pop müziğin ilk üçünde Edis ve ben varım. Üçüncü Hadise mi, yoksa Gülşen mi, ona siz karar verin.”
Açıklamanın içine serpiştirilmiş minik “şeytanlıkları” fark edince gülümsemeden edemiyor insan.
Bir kere açıklama Tarkan’ı tahttan indiriyor, yerine “Edis”i geçiriyor.
İki: Edis’e de büyük paye vererek kendini bir yere konumlandırıyor ama...
◊ Nineniz Rummuş. Rum şivesi taklitlerinizi görse... Beğenir miydi, “Olmamis” mi derdi?
- Babaannem Rum olduğu için şivem bire bir aynı. Taklit değil. Onu gözlemleyerek yaptım o şiveyi. Yoksa çok tatsız oluyor taklitle yapılanlar. Babaannem şivemi çok beğenirdi. Gülerdi. Ama televizyonda Rumca şarkı söyledim bir programda. Bana telefon edip “Ya kelimeleri doğru söyle ya da hiç söyleme şarkıyı” dedi. Ondan sonra sözleri hep ona onaylattım. Otoriter kadındı yani... (Gülüyor)
◊ Tiyatro hayatınızda en eğlendiğiniz yıllar... Zeki Alasya-Metin Akpınar’la Devekuşu Kabare dönemi mi, Levent Kırca Tiyatrosu dönemi mi?
- Komediyle tanışmam Devekuşu Kabare sayesinde oldu. Zeki Alasya-Metin Akpınar dönemi benim hayatımın dönüm noktasıdır ve çok eğlendiğim heyecan duyduğum yıllardır.
◊ Evliliğin insan doğasına aykırı olduğunu savunuyorsunuz. Niye üç kez evlendiniz: Haydi bir ümit mi, aşkın gözü kör olsun mu?
- Her üçünde de aşkla evlendim. Üç kere denedikten sonra anladım ki evlilik insan doğasına aykırı. Ama aile olmak, çocuk sahibi olmak için evlilik gerekiyor. Bana bu saatten sonra şart değil...
◊ Son oyununuzun adı “Nilgün Belgün’le Aşk ve Komedi...” Hayatınız bir film olsa, komedi mi olurdu, romantik mi?