Boğaz hattındaki ünlülerin Emirgân’da Gizli Kalsın’ı varsa Nişantaşı ve Cihangirlilerin de artık Rika’sı var. İrem Derici son single’ı ‘Konu
O Olunca’nın lansman partisini orada yapıyor, ‘La Casa de Papel’in Berlin’i Pedro Alonso İstanbul’a geldiğinde soluğu orada alıyor. Tıpkı Gizli Kalsın’ınki gibi küçücük sahnesinde Edis’in vokalisti Aybüke Albere, Ozan Doğulu’nun sevgilisi Hera Aslan, Murat Balcı, Müjde Kızılkan boy gösteriyor, vagon gibi ince uzun mekânın masalarında Hasan Can Kaya, Kadir Doğulu, İlker Ayrık gibi isimler göze çarpıyor.
CİHANGİR-BASKETÇİ KARMASI
Bıraksanız Merve Boluğur her akşam gidip paylaşım yapmaya devam edecek ama mekânın işletmecisi Erkan Şen’le ayrıldığından beri ayağını kesti, artık adımını atmıyor. Bu iyi haber mi mi kötü mü, bakın onu da tam bilemedim şimdi...
Çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi akşamları canlı müzik var, pazar geceleriyse DJ Hasan Saydam’la 80’ler-90’lar Türkçe pop partisi... Yakında müzik yazarı Suat Kavukluoğlu gibi konuk DJ’leri de olacak. İlginçtir, bu partilerde Cihangir ahalisiyle basketbol camiası bir arada eğleniyor.
Yaş ortalaması 25-40. Saat 22.30 gibi Mustafa Sandal, Kenan Doğulu şarkılarıyla ‘kızlar için kalk borusu’ çalıyor. Kadın kadına dans ediyorlar çünkü erkekler hâlâ ‘ağır abi’ takılıyor. Yarım saate kalmadan ısrarlara dayanamayıp onlar da ayakta, Türk erkeğinin tipik ‘istemem, yan cebime’ nazları... Sonrası: Beş kuruş ver oynasın, servetini harca oturtama... Neymiş efendim? Bir of çekermiş, oooof... Ayrıca Ay’a benzermiş yüreği... Bir de hovarda diye kıymayacakmışız ona... Peki.
Başlıktaki fikir Marilyn Monroe’ya ait. Özetle, kadınların güzelliği erkekleri nasıl ışığa koşan pervaneler gibi kendine çekiyorsa, erkeğin zenginliği de kadınlarda aynı etkiyi yaratıyor demeye getiriyor.
Şu sıralar bütün dünyada popüler olan bir suç belgeseli tam da bunu anlatıyor: Tinder Avcısı.
Dünyanın farklı ülkelerinden kadınlarla bu arkadaşlık sitesi üzerinden sevgili olup onları dolandıran Simon Leviev adında birinin gerçek hikâyesi.
Hepsiyle farklı farklı kişiliklerle tanışıyor. Kendini büyük bir silah tüccarı ya da pırlanta devinin vârisi olarak tanıtıyor.
İnanılmaz lüks bir yaşamı var.
Tanıştığı kadınları bu şekilde büyülüyor.
Daha ikinci görüşmede alıyor, özel jetle yurtdışı seyahate götürüyor. En pahalı restoranlar, beş yıldızlı oteller...
Her şey Hadise’nin yüzüklü paylaşımıyla başladı. Kadınca bir hareket. Erkeklerde böyle bir “yüzük obsesyonu” yok mesela. Kadınlar nedense biririne hava basmak için yapıyor bu tür şeyleri.
Heyhat! Insta-nazar diye bir şey var...
Yüzük önce Dinçerler ailesine ait üç şirketin konkordato davasına girdi.
Alacaklı taraf “Yüzüğe bu kadar para harcayacağına borçlarını ödesin” dedi haklı olarak.
Dinçerler ailesi de “yüzük yanlıları” ve “yüzük karşıtları” diye ikiye bölündü.
Sonra yüzük karşıtlığı tabana yayıldı. Yapılan olumsuz yorumlardan sonra Mehmet Dinçerler Instagram hesabını askıya almak zorunda kaldı.
“Hadise nişanlısını takibi bıraktı” dedikodularının kaynağı da bu. Hesap kapanınca sadece kendi giyim markasıyla Dinçerler’i takip eden Hadise’nin “takip ettikleri” sayısı tekrar 1’e düştü.
Seyirci olarak kötü bir huyumuz var: Bir oyuncuyu bir karaktere bir kere yakıştırdığımız zaman onu başka tiplemelerde görmeyi istemiyoruz, o rollerde inandırıcı bulmuyoruz.
Sanatçının üzerinde “hayran prangası” gibi bir şey bu. Ve bir oyuncu kırması da çok zor bir şey.
Halbuki oyuncu her rolü oynar. Oynayabilmeli daha doğrusu. Yeri gelir çapkın koca olur, yeri gelir hırsız, yeri gelir bir aptal ya da bir mahkum...
Şener Şen mesela... Biz bugün onu “Neşeli Günler”de başka, “Eşkıya”da başka, “Züğürt Ağa”da bambaşka rollerle biliyoruz ama bunu başarabilmek için ne risklere girip ne zorluklara göğüs gerdiğini es geçiyoruz.
Sinema kariyerine “Hababam Sınıfı”, “Tosun Paşa” gibi filmlerde üçkâğıtçı, uyanık tiplemeleriyle başladı. Halk da onu o haliyle çok sevdi. İstese bu konfor alanında hayatının sonuna kadar devam edebilirdi.
Ama başka bir şeyi seçti Şener Şen. Başrol oynadığı ilk filmi “Namuslu”da halkın isteğinin dışına çıktı, alışıldık sahtekâr tiplemesi yerine işine bağlı, namuslu bir mutemedi canlandırdı.
Ertem Eğilmez’in “Eğer bu film tutmazsa bir daha fırsat yakalayamazsın. Ama öbürünü seçersen yılda beş, altı film yaparsın, para da kazanırsın” demesine rağmen, “hayran prangası”nı söküp atmayı tercih etti.
◊ Aynı anda hem kitap hem albüm çıkarmak... Açgözlülük mü, dolup taşmak mı?
- Mecburiyetti, birikmeydi, taşmaydı... Senelerdir bir roman tutuyordum içimde. Dışarı çıkardım. Albüm de müzisyen ve sahne emekçilerinin yok sayıldığı ve yok olduğu kriz senelerinde bizleri hayata bağladı ekipçe. Birbirlerini tamamlıyorlar. İyi ki böyle bir şeyi yapan ilk Türkiye vatandaşı ben oldum diye de bencilce haz alıyorum.
◊ Kitabınız “Eski Dünyanın Yangını”nda onlardan “en eski arkadaşlarım” diye bahsediyorsunuz. Hangisiyle küsmek daha zor olurdu: Sesler mi, sözcükler mi?
- Sözcüklerle. Saatlerce sessiz otursam bile aklımda hep uçuşuyor sözcükler. Günlük akışta ilgimi çeken bir sahneyi zihnimde yazıp duruyorum. Durmuyor pek o içsel yazma ve konuşma.
◊ Çok küçük yaştan beri müzikle ilgileniyorsunuz ama Bilkent’te uluslararası ilişkiler okudunuz. Kafa karışıklığı mı, kaderin cilvesi mi?
- Müzikle böyle bir yolculuğum olacağını tahmin etmezdim. Rahmetli annem Türkiye’de ressam olarak ekmek parası kazanamayacağından, resim öğretmeni olmuş bir sanatçıydı. Sanata meslek gözüyle bakmamı istemezdi. Diplomat olmamı istiyordu, ben de ona istediğini vereyim diye o bölüme girdim. Ben okurken annem rahmetli oldu. Dilediğim gibi dersler aldım, yüksek lisans tezimi “yadigârlar ve anı saklamanın yolları” üzerine tamamladım. İşlere girip çıktım sonra. Belirsizdi geleceğim. Müzik, ofisten döndüğüm bitik günlerde beni bırakmadı. Açlıkta, işsizlikte, umutsuzlukta da hiç bırakmadı beni. Sonra da içine aldı. Herkese böyle bir uğraş, dost dilerim. Müziğin bana olduğu gibi.
◊
Evet, bunu da yaptık: Fatma Girik için düzenlenen cenaze törenini bile itişip kakışmanın vesilesi haline getirmeyi başardık.
Sosyal medyaya baksanız sanki ülkenin bir büyük değerini uğurlamadık, ergenlerin maçını izliyoruz.
Kim ne demiş, kim, kime ne cevap vermiş, nasıl da kapak olmuşmuş...
Böyle bir kayıp karşısında gereken vakarı sergileyememek hepimizin ayıbı. Ama öncelikle bunu tetikleyen konuşmacıların...
Törende konuşan Hülya Koçyiğit, hiç yapmaması gereken bir şey yaptı...
Siyaset kelimesinin “s”sinden bile kaçınılması gereken o ortamda, Fatma Girik’le ilgili çok “lüzumsuz” bir ayrıntıya girdi:
“Her ne kadar farklı siyasi kulvarlarda olsak da...” sözleri döküldü ağzından.
Yeme-içme fiyatları öyle yükseldi ki insanlar gelen hesaplara inanamıyor, masada hesap pusulası önce elden ele şöyle bir dolaşıyor, sonra “Zaten marketten alsan kaç lira ki” cümlesi eşliğinde pamuk eller ceplere uzanıyor.
Bu yüzden fiks menü yükselişte. Ucuz olduğu için mi? Hayır, onlar da katlandı. Ama gecenin sonunda kötü bir sürprizle karşılaşmamak için herkes ne ödeyeceğini baştan bilmek istiyor.
Kapılarını geçen hafta açan Kita’s Meyhane’de 200 liraya fiks menü uygulandığını duyunca soluğu Bomonti’de aldım. Yeme-içmenin yanında solistli-DJ’li müzik, davullu-dansözlü eğlence vaat ediyorlardı.
Fotoğraf: Murat ŞAKA
ANA YEMEK YOK, EKSTRA İSTENEBİLİR
Önce bir şok: Renkli neonlar, ahşap, sade masalar... Dışarıdan bakınca, modern meyhaneden ziyade bir kafeyi andırıyor Kita’s. Ama masalar doldukça atmosfer değişmeye, ortam kıvamını bulmaya başladı. 150 kişilik bir mekân.
Sonra ikinci şok: Mezelerin kalitesi. Bu fiyatlara daha vasat tabaklar bekliyordum açıkçası, yanılmışım. Parmaklarımızı yiyorduk. Tadım menüsünde iki kadeh içkinin yanında beş çeşit meze servis ediyorlar. İsteyen üstüne parasıyla da ekleme yapabiliyor. Fikir vermesi için mezelerden birkaç örnek: Rakılı fava, çift peynirli Girit ezme, yoğurtlu-kıymalı soğan gömme, hardal soslu levrek marine, iki biberli atom, tahinli deniz börülcesi... Ekstra fiyatları 25-47 lira.
Tadım menüsünde bir de ara sıcak hakkınız var. Tıpkı mezelerde olduğu gibi dilerseniz ekleyebiliyorsunuz: Sütlü yaprak ciğer, keşkekli pazı sarması, ballı karides, ot kavurma... Bana da ot yedirdi ya... Kalktım Tuğba Şef’i tebrik ettim. Ekstra söylerseniz fiyatları 47-110 lira.
Madrid’de bir kafeden çıkan iki kişi keskin nişancılar tarafından vurulur. Kafenin içinde kalan diğer insanlar bunun bir hükümet operasyonu olduğunu anlar, çünkü tüm civar sokaklar boşaltılmıştır.
Bunun nedeninin içerdekilerden biri olduğu kanaatine varıp birbirini suçlamaya başlarlar.
Tam o sırada tuvaletten bir adam çıkar.
Adam yere yığılıp ölmeden önce “Kimse benimle temas etmesin” diyebilir sadece.
Artık şurası kesindir:
Operasyon, ölen adamın taşıdığı bir bulaşıcı hastalık yüzünden yapılmıştır ve içeridekilerin hepsi aslında o kafede karantinaya alınmışlardır...
İspanyol yapımı “El Bar” (Bar) filmi Türkiye’de “Taxim” adıyla tiyatroya uyarlandı...