Paylaş
Seyirci olarak kötü bir huyumuz var: Bir oyuncuyu bir karaktere bir kere yakıştırdığımız zaman onu başka tiplemelerde görmeyi istemiyoruz, o rollerde inandırıcı bulmuyoruz.
Sanatçının üzerinde “hayran prangası” gibi bir şey bu. Ve bir oyuncu kırması da çok zor bir şey.
Halbuki oyuncu her rolü oynar. Oynayabilmeli daha doğrusu. Yeri gelir çapkın koca olur, yeri gelir hırsız, yeri gelir bir aptal ya da bir mahkum...
Şener Şen mesela... Biz bugün onu “Neşeli Günler”de başka, “Eşkıya”da başka, “Züğürt Ağa”da bambaşka rollerle biliyoruz ama bunu başarabilmek için ne risklere girip ne zorluklara göğüs gerdiğini es geçiyoruz.
Sinema kariyerine “Hababam Sınıfı”, “Tosun Paşa” gibi filmlerde üçkâğıtçı, uyanık tiplemeleriyle başladı. Halk da onu o haliyle çok sevdi. İstese bu konfor alanında hayatının sonuna kadar devam edebilirdi.
Ama başka bir şeyi seçti Şener Şen. Başrol oynadığı ilk filmi “Namuslu”da halkın isteğinin dışına çıktı, alışıldık sahtekâr tiplemesi yerine işine bağlı, namuslu bir mutemedi canlandırdı.
Ertem Eğilmez’in “Eğer bu film tutmazsa bir daha fırsat yakalayamazsın. Ama öbürünü seçersen yılda beş, altı film yaparsın, para da kazanırsın” demesine rağmen, “hayran prangası”nı söküp atmayı tercih etti.
İşte 1985’te verdiği o zor kararın sonucu bugün tanıdığımız Şener Şen.
Bir başka saygın örnek
Her sanatçıdan Şener Şen gibi “ölüm-kalım kararları” almasını beklemek haksızlık olur elbette.
Üstelik saygınlığından da bir şey yitirmez bence.
Örnek mi? Cüneyt Arkın.
Artist Dergisi’nin yarışmasını kazandı ama “boş beleş yakışıklı” değildi.
İstanbul Tıp mezunu. Eskişehir’in sanatçı belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen’in sınıf arkadaşı. Binicilik ve karatede uzman sporcu.
Ahlaklı insan:
1972’nin Altın Koza’sında siyasi baskı sonucu jürinin seçtiği Yılmaz Güney yerine “en iyi erkek ödülü” kendisine verilince ödülü reddetti.
Büyük emekçi:
Medrano Sirki’nde 6 ay akrobasi eğitimi aldı. Yeşilçam’ın imkânları en kısıtlı döneminde rollerini dublör kullanmadan canlandırdı. Bu yüzden defalarca omurlarının ezilmişliği, parmaklarının kırılmışlığı, dizlerini çatlatmışlığı, kaburgalarını kırmışlığı, 6 ay topallamışlığı, 8 gün komada kalmışlığı var.
Hepsinin üstüne su götürmez bir Türkiye âşığı.
Nasıl olmasın? Kurtuluş Savaşı gazisi çocuğu...
Şimdi kim diyebilir ki “sinemaya emekte” Şener Şen bir adım önde ya da Cüneyt Arkın bir adım geride?
Başka hayatlar, farklı kulvarlar, ayrı ayrı saygınlıklar bunlar...
Oynadığı 300’den fazla film arasında western’ler, romantik komediler, toplumsal içerikli filmler, hatta bilimkurgu (Dünyayı Kurtaran Adam) bile mevcut.
Ama seyirci ona “hayran prangasını” “Battal Gazi”, “Malkoçoğlu” gibi serilerde tarihi aksiyon filmleriyle
taktı.
İkinci bir söz hakkı versek...
Cüneyt Arkın yaptığı son açıklamayla gündemde şimdi:
“Recep İvedik rolünü dünyayı versen oynamazdım. Ya da bir eşcinseli, bir kadını oynamam. Yaptığın işin sana yakışması lazım” dedi.
Haliyle de Şahan Gökbakar karşıtlığı, kadın düşmanlığı, cinsel ayrımcılıkla suçlanıyor.
Ama çok kötü ifade etmiş olmasına rağmen meramının bundan ziyade, o bahsettiğimiz “hayran prangası”nı anlatmak olduğu kanaatindeyim.
“Yaptığın işin sana yakışması lazım” lafını ederken aslında bunu söylemek istediğini düşünüyorum.
Hedef tahtasına oturtmak yerine ikinci bir söz hakkı versek, derdini daha derli toplu, kimseyi kırıp gücendirmeden, yanlış anlamaya mahal bırakmadan izah edeceğine inanıyorum.
İnanmak istiyorum.
Yoksa yanılıyor muyum?
Paylaş