Bizden böyle müzik enstrümanıyla özdeşleşmiş, fotoğraf için para alınabilecek kim var diye düşündüm.
Hüsnü Şenlendirici’nin klarneti? I ıhh...
Canan Anderson’un elektro kemanı? Olmaz.
Suat Suna’nın kemanı? Yok ya...
Atiye’nin darbukası? Ehh...
Hadi Yine İyisin Tayfun’un saksafonu vardı... O para etmez ama Ege ve Yaşar’ın gitarı belki biraz...
Ama bakın Ferdi Özbeğen’in piyanosu olurdu.
Özay Gönlüm’ün üçlü bağlaması da olurdu.
YENİ ŞARKI
Bir Varmış, Bir Yokmuş
Herkes huzursuz, herkes tahammülsüz, tatminsiz, sürekli birbirine giren insan manzaraları beni kötü etkiliyor. O akıllı telefonlar insanların aklını alıyor. Halbuki şarkının adı gibi: Bir varmışız, bir yokmuşuz. Hep dediğim gibi hepimiz geleceğin merhumlarıyız. Kendimi baz alarak genel bir dokundurma yaptım. Yeni zamana bir eleştiri, günah çıkarma var. Beste, söz, her şey bana ait.
ŞÖHRETİN BAŞLANGICI
17-18 yaşında eczacılık talebesiyim
1973’te Ankara’daki Poyraz Reklam Stüdyoları’nda Türk sanat müziği ve Türk halk müziği modernizasyon çalışmaları yapıyorduk. İlk öyle başladı. Sonra ilk solo programa çıktım TRT’de. Sesimi çok beğeniyorlardı. 17-18 yaşlarında talebeyim eczacılıkta. Şenay’ın “Sev Kardeşim” şarkısını ilk kez söylediği programda ben de höm höm höm, gitarımı çala çala şarkı söyledim. Âşık Kerem’den bestelediğim “Zengi Dağı” adlı şarkıyı. O zamanlar evde ne teyp var ne televizyon. Komşulara gidiyoruz televizyon seyretmek için. Siyah-beyaz. Orada kendimi dinledim, sesim bana kalın geldi. “Allah Allah, böyle mi ya benim sesim?” dedim.
AİLEM
Sosyal medyada sıkça karşımıza çıkmaya başlayan “nepo bebekler” (nepo babies) kavramı ünlüler dünyasındaki bir eşitsizliği ifade etmek için kullanılıyor.
Özünde “nepotizme” yani akraba kayırmacılığına dayanıyor. Annesi, babası ya da her ikisi birden ünlü olan kişilerin şöhrete giden yolda diğerlerinden bir adım önde ve avantajlı başlamasını anlatıyor.
Nepo bebekler tartışması, New York dergisinin yılın son sayısında konuyu kapak yapmasıyla ayyuka çıktı. Dergi, kapak için hazırladığı görselde anne-babaları tanınmış ünlü kişileri bebekler şeklinde bir araya getirdi ve şu başlığı attı:
Gözlerini ve menajerini annesinden almış...
“Nepo bebek” deyince sayılan örnek çok. Ama bence bu işin şahikası ve konuyu en iyi anlatan portre Dakota Johnson.
Oyuncu ve model Tippi Hedren’in torunu, Melanie Griffith ve Don Johnson’ın kızı olan Dakota, henüz 10 yaşındayken annesiyle birlikte “Alabama’da Bir Çılgın” filminde oynadı.
Filmin yönetmeni Antonio Banderas da üvey babasıydı zaten. 25 yaşına geldiğindeyse “Grinin 50 Tonu” filminde başrol olarak karşımızdaydı.
Otel içindeki restoranlara öteden beri izah edilemez bir antipatim var. Mesele hızlıca karın doyurmak değilse benzer şeyi AVM içindeki restoranlar için de söyleyebilirim.
Etli Karacabey soğanı dolması , baklava yufkasında kuzu etli börek ve zeytinyağlı dolmalar tabağı
Restoran denilen yere kendi sokağından, kendi kaldırımından, kendi kapısından girilmeli gibi bir önyargı bu. Mesela oraya özel hazırlanmışsam, alışverişe ya da ürün değiştirmeye gelmiş başka müşterilerle aynı X-Ray kuyruğuna girmek biraz tuhaf geliyor insana.
Hakeza sinemadan çıkanla restorandan çıkan kişilerin ruh halleri de çok örtüşmüyor bence. SPA’da masaja gelen başka kafada, evlilik yıldönümünü kutlayacak çift başka... Ayrıca iki ayrı iklimden geçmiş oluyorsunuz: Otelin havası, aurası ayrı; içindeki, atıyorum, Uzakdoğu restoranının atmosferi bambaşka...
Bunun tek istisnası aynı mimar, aynı göz, aynı farkındalık, aynı öncelik, aynı keyifle tasarlanmış restoranlar: Yani otelin kendi restoranı. Elmadağ’daki Divan Oteli’nin içinde yeni/yeniden açılan Lokanta by Divan tam da böyle bir yer işte. 1956’da Vehbi Koç’un kızı Semahat Arsel’in düğünüyle açıldığı günden itibaren otelle paralel bir tabiatı olmuş.
'Serseri ve seksi’
Yapılan yorumlar gırla: “Gençliklerinde bile bu kadar genç değildiler...”
O karenin hikâyesini öğrendim.
Meğer Selda Bağcan, bundan 1 yıl önce banyoda gördüğü örümceğin üstüne basmamak için dengesini kaybedip düşmüş.
O gün bugündür dizlerinde problem varmış.
“Sahneye çıkıyorum ama ne çektiğimi ben bilirim” diyor.
Haklı Shakira.
Televizyonda, sosyal medyada, haberlerde kötü örnekleri göre göre, bazen edepsizlerin çoğunlukta, kendimizin azınlıkta olduğu hissine kapılıyoruz.
Ama gerçek bu değil elbette. Tabii ki iyiler çoğunlukta.
Fakat Shakira’cığım...
Mesele hangi tarafın çoğunlukta olduğunda değil, kendi etrafımızı hangileriyle çevirdiğimizde. İsterse bütün dünya iyilerle dolu olsun...
Sen içlerinden 5-6 kötüyü bulup biriyle dost, öbürüyle iş arkadaşı, diğeriyle sevgili falan oluyorsan...
Bütün hayatın kötülerden ibaret anlamına gelir.
Murat Övüç’ün rezaleti
Kendiniz dışındakilere ister bir STK aracılığıyla isteseniz de doğrudan faydalı olabilirsiniz.
Tek yapmanız gereken, Murat Övüç pozisyonuna girmemek.
En son bir ailenin evinin önüne gitti, oradan paylaşım yaptı. Evin şekli şemali, kapı numarası, her şey görünüyor videoda.
Kadıncağıza 500 lira veriyor, “Bunu al, git markete kendine bir şeyler al” diyor.
Neresinden tutsan dökülen bir davranış. Çünkü birinci kural, yardım edilen kişiyi ifşa etmemektir. İkinci kural, yardım edilen kişiye o parayla ne yapacağı söylenmez. İster pazar alışverişi yapar, ister odun alır.
Orası seni ilgilendirmez.
Ama en önemlisi üçüncü kural:
Merve Boluğur kısa süre evli kalıp boşandığı eski eşiyle yine görüntülenince gazetecilere bağırdı, Mert Aydın da aracını muhabirlerin üzerine sürdü.
Üzerlerine araç sürüp insan hayatını tehlikeye atmak ne demek, o kısmı sonra konuşalım.
Bu, ilişkinin Mert Aydın’ın hâletiruhiyesine de olumlu katkı yapmadığına işaret.
Ama önce Merve Boluğur’un “Ailem görüntülenmemi istemiyor, vicdanınız sıfır, insan değilsiniz” diye gazetecilere bağırmasına gelelim.
Bir sanatçının elbette ki her anının, her halinin görüntülenmesini istememesi hakkı.
O anda bakımsız olursunuz, üzgün olursunuz ya da başka bir sıkıntınız vardır...
Zaten böyle durumlarda ricacı oluyorlar, “Arkadaşlar bugün müsait değilim, başka zaman görüşelim” diyorlar; gazeteciler de anlayış gösteriyor.
Tabii bir haber değeri yoksa o durumun.