Dört nikâh için toplamda 12 kez “Boş ol” dedi.
Gelen eleştiriler üzerine heyheylenen Akçıl sosyal medyadan ikinci bir açıklama gereği duydu:
“İnancım gereği, birisi resmi nikâhlı eski eşim olmak üzere tüm hayatım boyunca toplam dört kişiyle bunu yaptık. Bundan da gocunmuyorum. Herkesin inancı ve değer verdiği kişiyle yaşamayı tercih ettiği yol kendine aittir...”
Sinan Akçıl kendi inancı doğrultusunda yaşamak konusunda sonuna kadar haklı.
Haklı ama boşanma prosedürünü ekranda yapmak da nedir?
Sen özelini bu kadar ortalığa dökersen... Biz senin dört eşini boşama halini canlı izlersek... İnsanların tutup orasından burasından çekiştirmesi kadar doğal ne olabilir?
Dur ben de çekiştireyim bir kenarından: Sinancığım, hesap hatası yapıyorsun. Dört kişi için üçer kereden toplamda 12 “Boş ol” yetmez.
Burcu Kıratlı’yla iki kere evlenip boşanmıştın. O yüzden üç “Boş ol” borcun kaldı. Ama acelesi yok, onu da bir dahaki canlı yayında yaparsın...
Dün piyasaya çıkan “Feryat” adlı şarkısı için şu açıklamayı yaptı Hadise:
“Bu şarkıya kadar sessiz feryattı benimki. Duyanın anlamadığı, anlayacak olanın duymadığı... Kaç kere inandım, kaç kere yanıldım. Ölmek istedim, ölsün istedim. Kalbimi yerinden söküp atmak istedim. Her seferinde kıyıya vurmaktan yorulup, bağıra çağıra feryat etmek istedim. ‘Feryat’ işte tüm bu hislerle okyanusa açılmayı hayal edip, hayal kırıklığıyla kıyıya vuranların hikâyesini anlatıyor...”
Ayrıldığı futbolcu Gerard Pique’ye giderli şarkılar yapan Shakira gibi bizim Hadise de.
Sanki Mehmet Dinçerler’i unutamamış, bu olaylı ayrılığı geride bırakamamış gibi. “E pop şarkısı bu, ya aşk olacak ya da atar/gider” diyebilirsiniz: “Bunların Mehmet Dinçerler’le ne alakası var?”
O zaman da yeni şarkısı öncesinde gündem yaratma ihtimali kalıyor geriye. Ayrıca sadece ben böyle düşünmemişim. Mehmet Dinçerler de üzerine alınmış olacak ki, deniz kenarında çekilmiş bir pozunu paylaştı. “Asıl karaya vuran benim” gibisinden.
Kabul, buna da “tesadüf” denilebilir.
Peki ama sonra niye sildi? O da sanki Hadise’nin açıklamalarına önce cevap yetiştirip sonra bunu yaptığına pişman olmuş gibi. Hani birbirlerini takipten çıkmışlardı?
Gizli barlar, orijinal adıyla ‘speakeasy’ mekânlar ABD’deki içki yasağı döneminden (1920-1933) beri Batı’da popüler. Fakat artık yasak delmek için gidilen, kapısı bile belli olmayan mekânlardan çok, bir reklam unsuru. “Burayı herkes bilmez, bilse de giremez” mottosuyla merak kamçılıyor, dışarıdan içerisi asla görünmeyen bu penceresiz mekânlarda olabilmek de bir statü sembolü sayılıyor.
Bu penceresiz mekânlarda olabilmek bir statü sembolü sayılıyor. Foto: Emre Yunusoğlu
‘Zengin metrobüsü’
E, statü deyince de Türkler, malumunuz... Bir sevdik pir sevdik ‘speakeasy’ mekânları. Hem böylece kullanılmayan penceresiz ardiyelere nur yağmış oldu.
En son Buenos Aires’te telefon kulübesinden girilen bir ‘speakeasy’ barda “Bunun üstü yoktur artık” demiştim, ‘statük’ halkım beni yine utandırdı: Emirgân’da bir buzdolabından girilen Gizli Kalsın’ı yıllarca memleketin en meşhur gece kulübü yaptı. Ve inanır mısınız, yakın zamanda kapanana kadar içeride yumruklar da atıldı (Bakınız: Arda Turan’ın Berkay’ı yumruklaması) fakat o küçücük, tıkış tıkış, karınca yuvası gibi tavanında bile insan duran mekânda kimsecikler havasızlıktan boğulmadı.
Saat vakte erince şehrin en meşhur ve zengin yarasalarının aktığı yani bir speakeasy mekân var son bir aydır: Etiler’deki Kütüphane. İsminden de anlaşılacağı üzere, filmlerdeki gizli geçitler gibi rafları kitap dolu bir kütüphaneden girişi var. Fakat sahipleri Yılmaz Efe ve Gökhan Uyanık bu ‘speakeasy’ işini abartmışlar, içeriden dışarı ne fotoğraf ne de video hiçbir görüntü sızamıyor. Telefonunuzu çıkardığınız anda garson, güvenlik kim varsa üzerinize atlıyor. Çektiğiniz fotoğrafı veya videoyu sadece silmiyor, silinmişlerden de yok ediyorlar. Yılmaz Efe bu konuda çok ciddi olduklarını söylüyor: “Burada İstanbul Borsası’ndaki en top şirketlerin sahiplerinin çocukları ve veliahtları eğleniyor. Mahremiyet ihlaline izin veremeyiz.” Vay canına!
Fotoğraftı, selfie’ydi bunlar için tek izin, mekânın girişindeki kütüphane kapısının önü. İnsanlar da orada görüntü alıp paylaşımlarında “Anne merak etme, kütüphanedeyim” diye mavrasına başlamış bile. Beni de ancak müşterilerden hiçbirinin adını yazmamak ve sadece orada fotoğraf çektirmek kaydıyla içeri sokuyorlar.
İlk kez Kelebek’in duyurduğu Demet Özdemir ile Oğuzhan Koç ayrılığında ayrıntılar netleşmeye başladı.
Demet Özdemir’in kendi evine taşındığı, boşanma işlemleri için düğmeye basıldığı haberleri geldi.
İlişki ilk kez 3 yıl önce, birlikte bir mekândan çıktıkları sırada ifşa olmuştu. O dönem elbette yalanlamışlardı.
Kimseye hesap vereceklerinden değil.
Ama Oğuzhan Koç’un eski sevgilisi Yağmur Tanrısevsin ile Demet Özdemir arkadaştı.
Yakalanmanın paniğiyle “Yağmur’u çok seviyorum, onunla da arkadaşız. Hatta takipleşiyoruz” demesi biraz da bundandı Demet Özdemir’in.
Çünkü yönetmesi gereken bir markası vardı. Halkın gözünde “arkadaşının sevgilisini çalan kadın” konumuna düşmek istemez kimse.
Murat Dalkılıç’ın Danla Biliç’in programında yaptığı aldatma açıklaması hâlâ konuşuluyor.
Şöyle demişti Dalkılıç: “Ben aldatmayı yalan söylemek olarak düşünüyorum. Dürüst olan insanlar bence aldatmış sayılmıyor. Çünkü yalan söylemiyor. Aldatmak değil yani. Aldatılmış bir şey yok. Bayağı söylüyor yani...”
Bu sözlere kızan çok.
Linç ediliyor Dalkılıç.
Bence haklılar da. Aldatılmak korkunç bir şey.
Ama bir nokta var ki orası biraz çetrefil. Bazı sorular soruyorum kendime.
Mesela adamın metresi var... Örneği yok mu? Çok. Karısı da kocayı boşamak yerine bu durumu kabullenmiş. Hatta haftanın hangi gecesi metresinde kaldığı bile belli yıllardır. Kelime anlamı olarak “aldatma” mıdır şimdi bu? Yahut eşinin üstüne kuma getiren var. Onun da örneği çok. Bazen bir evde aynı anda iki-üç kuma yaşıyor.
Aldatmaya girer mi?
Sinema ve eski zamanlar demişken biliyorsunuz, şu anda İstanbul Film Festivali devam ediyor. Gösterimler arasında çok özel de bir belgesel var: Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinematek’i ve Onat Kutlar...
Bu belgeselde Sinematek’te yıllar önce yapılmış özel gösterimler anlatılıyor. O yıllarda filmlerde altyazı olmadığı için seyircilere önceden filmi anlatan bir özet verilirmiş. Veriliyor ki filmde ne olup bittiğini anlayabilsinler. Hatta salonda, filmdeki replikleri çeviren bir simültane tercüman da olurmuş. Düşünsenize siz filmi izliyorsunuz, köşede biri de lafları çeviriyor...
“Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri”ni merak edenler için 19 Nisan’da tekrar gösterimi var. Bu belgesel üzerine öğrendim ki Serra Yılmaz da böyle tercümeler yaparmış festivallerde. İtalyanca bildiği için İtalyan filmlerini çevirirmiş.
Bahsettiğimiz de çok eski değil, 80’li yılların sonu...
Vampir dişleri için kendi dişlerini törpületti
Oscar’lı oyuncu Nicolas Cage, yeni filmi “Renfield”daki Drakula rolü için dişlerini törpületti.
Instagram, YouTube gibi mecralarda birer milyon takipçisi var.
Manşetteyiz dergisine verdiği ilginç bir röportajına denk geldim...
◊ DİYOR Kİ:
Elimde vakalar, seanslar var. Benimle mezara gidecek anlatılanlar. Dolayısıyla toplumda bazı şeyleri çok net gören biriyim. “Asmalı Konak” ve “İstanbullu Gelin” dizilerinde ve onları takip eden pek çok yapımda dominant anneleri gördük. Dominant bir annenin oğlunu nasıl kontrol ettiğini ve gelinine nasıl her sorumluluğu yüklediğini izledik. Bunlar çok izleniyor.
E DOĞRU SÖYLÜYOR:
Çünkü o kadar eskiye gitmeye bile gerek yok. Kanal D’nin sevilen dizisi “Veda Mektubu”nda da yine oğluna hükmeden, kiminle evlenmesi gerektiğine karar veren bir anne karakteri izliyoruz.
◊ DİYOR Kİ:
Türkiye ataerkil bir toplum değil, anaerkil bir toplum. Çok net söyleyeyim. Özellikle Anadolu’da kadın ne derse o oluyor. Adam dışarıda sert erkek, ama evde kadın ne derse o oluyor. Bu şehirde de böyle, köyde de böyle, kasabada da böyle...
Ünlülerin yazın Çeşme’ye ayak basar basmaz kendilerini attıkları bir kokteyl bar var: Alaçatı’daki Boop. Zaten oradan çıkınca da sabah sosyalleşmesi için cümbür cemaat Boop’un kardeş mekânı Roop’a geçiyorlar. Orası da pizza bar. Boop ve Roop şu anda kapalı. Ama bunlardan Boop kısa süre önce Kuruçeşme’de şube açtı. Üstelik yemekli mekân olarak.
Kuruçeşme merkezde, sahil yolunun bir üst paralelinde: Eskidolap Sokak. Burası küçük, şirin bir çıkmaz sokak. Boop tam köşesindeki tek katlı, yüksek tavanlı taş bina. Önündeki sokağın iki kaldırımında sandalyeler... Yan tarafları da kiralayıp adeta kendi küçük Asmalımescit’lerini yaratmışlar. Yani Boop’un kendi sokağı var. Yönetmen Sinan Çetin bile hemen arkadaki ofisine etrafı dolaşmak yerine mekânın içinden geçerek gidiyor. Tabii ki gündüz saatlerinde. Yoksa bir cuma-cumartesi akşamı içinden kolay geçilecek bir yer değil Boop. 180 kişilik oturmalı alana bir o kadar sosyalleşmek için gelenler ekleniyor. Ve bu kalabalıkta her sıradan insana karşı bir ünlü denk düşüyor: Murat Boz, Hande Erçel, Acun Ilıcalı, Enis Arıkan, İlayda Alişan, İbrahim Büyükak, Oğulcan Engin, Sergen Yalçın, Ebru Şallı, Hazal Subaşı, Çağla Şıkel...
Camiada sevilen kişi...
Peki, bunca ünlünün hem Alaçatı’da hem Kuruçeşme’de Boop’a akın etmesine sebep ne? Elbette ki patronun sevgilisi. Boop’un sahibi, Ezgi Mola’nın 2019’dan beri uzatmalı sevgilisi Mustafa Aksakallı. Ünlü oyuncu bir anlamda mekânın yüzü konumunda. Zaten açılış duyurularını falan da o yapıyor. E, camiada da sevilen bir insan; haliyle eş dost, tanıdığı ünlü kim varsa soluğu orada alıyor.
Bu ünlü sima avantajı, açık havada kendi sokağı olması Boop’u daha şimdiden yazın en popüler mekânı adayı yapıyor.