O anda canciğer olduğunuz insanlar gibi, dargın ya da küs olduklarınız, hatta hayatınızdan çıkardığınız insanlar olabiliyor.
Ve an geliyor, O kişi ölüyor.
Bir daha asla barışamayacak olduğunuz, artık hiç söz hakkınız kalmadığı için “keşke”ler birbirini kovalıyor.
Tıpkı Gülse Birsel’in kalp krizinden vakitsiz şekilde hayatını kaybeden çalışma arkadaşı Vural Çelik’in ardından söylediği gibi:
“Ücret, saatler, senaryodaki yeri gibi şikâyetleri vardı. Belki ısrar etmemi, yapımcıyı arayıp ‘Onsuz olmaz’ dememi bekledi. Keşke ‘Avrupa Yakası’nın son sezonunda da beraber olsaydık. Ve keşke birkaç ay sonra bir televizyon programında benimle ilgili mana verilemez, yakışıksız cümleler etmeseydi...”
Gülse, kaybettiği çalışma arkadaşının ardından bu cümlelerle bir veda yazısı kaleme aldı sosyal medyada.
Hani birbirimize diyoruz ya:
“Aman trafikte falan kimseyle tartışma, kimin ne olduğu belli değil, karşı taraf beyzbol sopasıyla, hatta silahla bile inebilir arabadan...”
Bu son olay, ülkede engellilerin bile artık nevrinin tepesinde gezdiğinin resmidir.
Bu kızgın vatandaşla röportaj yapmışlar sonradan.
Yaptığının doğru olmadığını kabul ediyor. Ama artık isyan noktasına gelmiş.
Çünkü usulsüz park etmiş otomobilin etrafından dolaşacağım diye hayati tehlike de atlatmış.
Altın Portakal’ını Çirkin Kral’a adayan Nur Sürer, piyanist-besteci Fazıl Say, yazar Murathan Mungan...
Biri oyunculuğun, öbürü müziğin, diğeri edebiyatın tartışmasız isimleri...
Toz konduramıyorlar Yılmaz Güney’e.
Karşı cephedeyse oyuncu Farah Zeynep Abdullah’ın temsil ettiği grup var:
Yılmaz Güney’in şiddet yanlılığına ve kadın düşmanlığına vurgu yapıyorlar.
Tartışmaya en son Nuri Bilge Ceylan katıldı. Altın Palmiye ödüllü yönetmenin, jüri başkanı olduğu Adana Altın Koza’da Çirkin Kral’ın hakkında yaptığı konuşma ortaya çıktı.
Güney hakkında özetle şöyle demiş NBC:
Orhan Pamuk’un edebiyat, Aziz Sancar’ın kimya ödüllerine, Daron Acemoğlu’nun ekonomi ödülü de eklenince Nobel kazanan Türklerin sayısı üçe çıkmış oldu.
Gururumuz büyük, büyük de... Bu sayı bizim için ne ifade ediyor?
Yani bu başarıyla insanlığa katkı sağlamış toplumlar arasında yerimiz ne oldu acaba?
Türkiye bu üçüncü ödülle birlikte dünyada 31’inci sıraya yükselmiş.
“Orhan Pamuk’la 2006’daki ilk ödülümüzden sonra, 18 yılda iyi bir başlangıç” diye düşünüyor insan.
Fakat insanın omzunu düşüren bazı küçük ayrıntılar var.
Mesela 31’inci sırada sadece biz yokuz. Bu sırada bizden başka üç Nobel kazanan beş ülke daha var:
Altın Portakal’da “Mukadderat” filmindeki rolüyle ‘en iyi kadın oyuncu’ seçilen Nur Sürer, ödülünü ‘Çirkin Kral’a atfetti:
“Bu ödülü değersizleştirilmeye çalışılan en kıymetli ustamız Yılmaz Güney için alıyorum...”
Yılmaz Güney hakkında daha önce de benzer çıkışları olan Farah Zeynep Abdullah’tan beklenen tepki gecikmedi tabii: “Ne Yılmaz Güney’i be!”
Haklı mı? Haklı bence Farah. Yılmaz Güney’in iyi bir sinemacı olması başka, kadın hakları idolü haline getirilmesi başka mevzu çünkü.
Kadın haklarından bahsedilen bir teşekkür konuşmasında Yılmaz Güney’in bu şekilde anılması, kontekstten kopmuş, kel başa şimşir tarak olmuş.
İstanbul Fatih’te iki genç kadının vahşice katledilişinin görüntüleri, akıllara yine Uraz Kaygılaroğlu’nun nisanda modellik yaptığı fotoğraf sergisini getirdi. “Life in Plastics” sergisinde verdiği, kadına şiddet içeren pozlar nedeniyle yine linç ediliyor.
Üçüncü kez ve yine halka açık şekilde özür diledi, konuyu mesleği bırakmaya kadar getirdi.
Belli ki çok üzgün. “Bir akıl tutulması yaşadım” diyor.
Üzmüş olabileceği kişilerden özür diliyor. Yine de bu öngörüsüzlüğün bedeli ağır olacak Uraz’a. Benzer her katliamda akıllara o kareler düşecek.
Sergide model olarak yer alan Uraz Kaygılaroğlu özür üstüne özür diliyor da... “Projenin asıl sahibi fotoğrafçı Sayna Soleimanpour konuda niye hiç yok” diye sormuştum dün.
Orası biraz karışık. Çünkü mevzuda gönül işi var. Sanatında şiddet ve cinsellik gibi öğeleri kullanmakta cesur davranan Soleimanpour, o dönem aynı zamanda Uraz’ın sevgilisi.
“Muhteşem Soleimanpour”, memleketin en popüler oyuncularından birinin kol-kanat germesinde ve modelliğinde bu çarpıcı ve çok konuşulacak “ilk” kişisel sergisine hazırlanıyor...
Kadın düşmanı olmalarının sosyo-ekonomik nedenlerini, hangi platformlarda, nerelerde buluştuklarını, kült film ve müziklerini...
Ece Seçkin “incel”lerin “Fight Club”, “Matrix” gibi filmleri benimsediklerinden yola çıkarak bir ayrıntı yakaladı mesela:
“Katil Semih Çelik’in, öldürdüğü kadınlardan İkbal Uzuner’e yolladığı veda videosunda ‘Where is My Mind’ şarkısı var. ‘Fight
Club’ın kapanış sahnesinde çalan şarkıdır.
Yani bu pislik incelliğe bir selam da çakmış!”
Ece Seçkin bile mevcut veriler arasında Sherlock Holmes’luk yapıyor.
“İncel’diği yerden kopsun” modunda.
Fotoğraf sanatçısı sevgilisi Sayna Soleimanpour’un ilk kişisel sergisi “Life in Plastic” için kamera karşısına geçen Uraz Kaygılaroğlu yaptığına bin pişman oldu ama nafile.
Vahşice işlenen her kadın cinayetinde Uraz’ın o pozları akla geliyor.
Nitekim İstanbul Fatih’te iki genç kadının vahşice katledilmesindeki görüntüler doğal olarak geçen nisanda açılan bu sergiyi çağrıştırdı.
Amacının sanata destek vermek olduğunu söyleyen Kaygılaroğlu’na “Kadın cinayetlerinin yaygın olduğu zamanı mı buldun? / Böyle bir dönemde doğru mu sence!” gibi eleştiriler geliyor, belli ki uzun süre de gelecek.
Niyetinin kötü olmadığından herkes emin, fakat bu olacakları öngörmesi, görebilmesi lazımdı Uraz’ın. Belli ki her şey şahane başlamış.
İlk kişisel sergiyi açacak sevgiliyi konuşturacak, çok çarpıcı bir iş ortaya çıkacaktı.
Adı bile vurucu: