“MasterChef” yarışmacısı Fikret Tuğ, bu kez “Yemekteyiz” yarışmasına katıldı; sıra kendisine gelince konuklarına kurbağa bacağı pişirdi.
Yarışmacılardan bir tanesi önüne kurbağa gelince az daha baygınlık geçiriyordu.
Katıldığınız yemek yarışmasında önünüze kurbağa bacağı gelse siz ne yapardınız?
Kusa kusa sofradan mı kalkardınız, yoksa “Madem katıldık, tadına da bakıp mecbur puan vereceğiz” mi derdiniz?
Ben tuhaf yemek çok tattım. Karides, ıstakoz gibi deniz böceklerini tuhaftan saymıyorum bile.
“Benim hayranlarımla aram çok iyi, hatta o kadar iyi ki o bile zamanında rahatsız etti sizi. Problem, hayranım olmayan, hayran adı altında tacizci terbiyesizlerle... Biliyorum, seviyorsunuz öncesini bilip bilmeden ahkam kesmeyi. ‘Skandal gibi görünen bir şey olsa da ağzımıza geleni söylesek’ diye pusuda beklemeyi... Buradakileri bile rahatsız etmedi bu konu, herkes beni savundu da size oradan ne oluyor? İşinize bakın. Türkçe paylaşım yapmıyor diye de eleştiriliyordum, alın yaptım. Görüşmemek üzere.”
Yahu keşke yaptığı Türkçe paylaşım da bu olmasaymış Can Yaman’ın.
Öncesini bilmeden konuşuyorsa insanlar, onu anlatırsın.
“Pusuda bekleyenler” falan biraz paranoyakça olmuş.
“İşinize bakın” derken de...
İşi magazin olan insanlar bunu konuşmayacaklar da neyi konuşacak?
Asıl sen işine, oyunculuğuna, modelliğine bak. Oradakileri rahatsız etmediyse o, oradakilerin sorunu. Ama bu da gerçeği yansıtmıyor maalesef. Giornale di Sicilia (Sicilya Gazetesi) şu ifadeleri kullanmış:
“
◊ Zeynep Bastık diyor ki: “Hepimiz yaşanan savaştan, yiten canlardan son derece üzgünüz, korkunç görüntülerin etkisindeyiz. Ve fakat bizim de herkes gibi bir mesleğimiz, sürdürmek zorunda olduğumuz bir işimiz var. Bir acıyı paylaşırken beklenen ilk ve tek şey, konserlerin, tiyatro oyunlarının, tüm sanat aktivitelerinin, yani insanların aylarca maddi manevi emekler verdiği işlerinin iptal edilmesi mi olmalı? Kocaman bir sektörüz. Binlerce insanın evine ekmek götürdüğü, ciddiyetle yürütülen, nice zorluklara rağmen varlık göstermeye çalışan sanatçılar ve emekçilerle dolu büyük bir sektörüz. Tıpkı diğer sektördeki insanlar gibi bizim de sorumluluklarımız, ailemiz, sürdürmek zorunda olduğumuz bir yaşantımız var. Bir karar alınacaksa buna saygı duyuyoruz. Zaten gayriresmi şekilde günlerdir yastayız. Sadece neden acıyı paylaşmak demek binlerce insanın işlerinin durdurulması mesleğini icra edememesi demek, bunu anlamak istiyorum, anlayamıyorum.”
TEPKİ GÖSTERENLERE KATILIYORUM ÇÜNKÜ:
3 gün konsere çıkmadığı için kimse ölmez. Kaldı ki konserler iptal edilmiyor, erteleniyor. Milli yas dönemlerinde şarkı söylemek, dans etmek gibi eğlenceler yakışık almaz.
HAKLI BULANLARA DA KATILIYORUM ÇÜNKÜ:
Ege ve Serdar Tanman / Özge ve Kadri Emrah Özpirinçci
İlki, “Babam ve Oğlum” filminde minik Deniz’i canlandıran Ege Tanman:
“Babam vefat etmeden hemen önce ciğerleri su toplamış ve yoğun bakıma alınmıştı.
Ne acı tesadüftür ki ‘Babam ve Oğlum’daki rolümde de babamın ciğerleri su topluyordu...”
İkincisi, “Acı Tatlı Ekşi” filminde Duygu’yu canlandıran Özge Özpirinçci:
“2022 yazında başladı ilk semptomları. Uzun süre kamufle etti, başka rahatsızlıklarla karıştırdı. Hatta emin olup fıtık ameliyatı bile oldu. Oysa bana bahsettiği her semptom tek bir şeyi işaret ediyordu. 2016 yılında Acı Tatlı Ekşi filminde oynadığım Duygu karakteri için ön hazırlık çalışmaları yaparken tanıştığım farklı seviyelerdeki ALS hastası olan insanlar...”
Bu miktarı kızların kendilerinin telaffuz ettiğini, çok sağlam bir kaynaktan duyduğunu söyledi.
Zaten Duygu Nebioğlu da Kanal D’de katıldığı yayında “Metin Akpınar’ın bana verdiği maddi destek, sadece hayvanlarımı besleyebileceğim bir maddi destek” demişti.
O kadar çok şaşırdık ki son birkaç günde öğrendiklerimizle, açıkçası inanırım, “ayda sadece 500 lira” ayrıntısına da inanırım.
Bu arada Zeki Alasya’nın Duygu Nebioğlu’na “Duygu hakkını arasın çünkü Metin ona hakkını vermez” mesajı gönderdiği iddiası var.
Bunun doğru olup olamayacağını Zeki Alasya’nın kızı Zeynep Alasya’ya sordum.
Şöyle diyor Zeynep:
“Ben de duydum. Hak, hukuk çok mühimdi onun için, merhametliydi çok. Belki üzülmüş ve yardımcı olmak istemiş olabilir. Ama Metin Amca için, yok ‘O senin hakkını vermez’ falan, asla yapmaz. ‘Kimsenin hakkını yemez’ derdi bana. Kendi kızına böyle söyleyen başkasına niçin “Metin senin hakkını vermez’ desin? Üzülüp şunu demiş olabilir: ‘Tabii ki sen de hakkını arayacaksın yavrum’... Üslup çok önemlidir ya bu konularda belki öyle bir şey söylemiş olabilir.”
Çok iyi oyuncuymuş
Ünlü-ünsüz yapılan yorumları okuyorum, aklım çıkacak gibi oluyor:
“Memlekette insanlar bu kadar ekonomik zorluk yaşarken, siz milletin gözüne sokarsanız...” diye başlıyor hepsi.
Arkadaşlar!
Belli ki bunlar görmemiş insanlar. Kendilerini tutamamışlar, açıklanması zor zenginleşmelerinin cakasını satmışlar.
Ama bu, magazinin konusu. Tweet konusu, yorum konusu, paylaşım malzemesi.
Sanki görgüsüzlük yapmasalar, göze sokmasalar hiç mesele yok.
İnsan neye şaşıracağını şaşırıyor!
◊ 62 yıldır evli, 82 yaşındaki Metin Akpınar’ın 35 yıl önce karısını aldattığına mı?
◊ Kendi evliliğinden çocuğu olmayan Akpınar’ın bu yasak aşktan ikiz kızları olduğuna mı?
◊ Kızların daha 2 aylıkken öz anneleri tarafından Antalya’da bir köye terk edildiklerine mi?
◊ Çocukları olmayan bir öğretmen çift tarafından evlat edinip büyütüldüklerine mi?
◊ İkizlerin yıllar sonra görüştükleri annelerinden Metin Akpınar’ın kızları olduklarını öğrendiklerine mi?
◊ Akpınar’ın konudan haberdar olmasına rağmen 14 yıldır evlatlarını reddettiğine mi?
Dile kolay, 18 yıldan fazla olmuş. Haftada bir taneden yaklaşık 1.000 kent yazısı eder. Sadece İstanbul değil, Türkiye’nin her yerinden yüzlerce gece kulübü, restoran, bar, kafe, parti, festival, beach, semt, sokak... Bir o kadar işletmeci, organizatör, dansçı, aşçı, DJ... Ve bunların etrafında bir araya geldiğimiz milyonlarca insan.
Her haftaya 2005 Şubat’ındaki heyecanla başladım: O hafta okurlarımıza sosyalleşebilecekleri, eğlenebilecekleri, yiyip içebilecekleri, keşfedebilecekleri neleri önerecektim?
Yeme-içme dünyası bilir, kurallarım vardı. Yeni bir yer açılacaksa önce benim köşemde çıkmalıydı.
Haber değeri yoksa sahibinin, işletmecisinin adını geçirmeyecek, boy boy fotoğraflarını basmayacaktım.
En kapalı kulüplere bile fotoğrafçımızı sokabilecektim.c
Çünkü aradan geçen yıllarda şöyle bir güven oluştu ki ben magazin çekimi yapmayacaktım, ortam çekimi yapacaktım.
Fotoğraf servisimiz gecenin 1.00’inde, 2.00’sinde yapılan bu çekimlerden pek memnun değildi ama okurlarımıza, oraya gittiklerinde, o saatte kendilerini nasıl bir ortamın beklediğini gösterecektim.
Ne tip insanlarla karşılaşacaklarını, ne giyildiğini, nasıl müzik çaldığını, en sevilen tabakları, bardakları, yaklaşık ne kadar harcayacaklarını...