Yarışmacı Eyüp İşler’in doğru yanıt verdiği soru şöyleydi:
“İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında Filistin bayrağı ve renklerini yasaklaması sonrası, hangisi protesto sembolü haline gelmiş ve bir dönem sokakta onu taşıyanlar tutuklanmıştır?”
Şıklarsa şöyle sıralanmıştı: A) Hulk posteri B) Karpuz dilimi C) Kırmızı karanfil D) Sedir ağacı dalı
Cevabın Hulk posteri olamayacağı belli.
O yüzden A şıkkını elemek kolay.
Demet Akalın yine sosyal medya aleminin gündeminde.
Programında şöyle demiş:
“Alışverişe meraklı bir insanım. İtalya’ya gittim iki bavul, döndüm iki bavul. Artık dönem öyle bir dönem değil. İnanın artık ben de şu saati takmaktan, şu yüzüğü takmaktan utanıyorum arkadaş. Vallahi de billahi de utanıyorum ya. Artık ekonomik kriz var. Geçen gün Hira’ya (kızı) bebek aldım. Fiyatı 25 bin lira. ‘Size 10 bin olur’ dediler...”
İnsanlar da haliyle tepki gösteriyor. 10 bin lira gelirle ev geçindirip çocuk okutanlar, “Demet, çok üzüldük para toplayalım mı” gibisinden ti’ye alıyor bu açıklamayı.
Bakın Demet Akalın’ın sanatını beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Kişiliğini, tarzını, yaşam biçimini seversiniz, sevmezsiniz.
En son Mustafa Sandal kızdı cadıcılara:
“Bir Pagan geleneği nasıl bize bulaştı? Ne cadısı, ne kostümü, ne şekeri, ne alaka! Görüyorum ki, ortalıkta hiçbir problem yokmuşçasına en coşkulu şekilde birileri Cadılar Bayramı’nı kutluyor...”
Mustafa Sandal bizim âdetimiz değil diye karşı çıkıyor ama yılbaşlarında gayet güzel paralara sahne alıyor.
Yılbaşı Anadolu kökenli bir şey mi? Yoo, Batı kökenli.
Ama artık Çin’den Hindistan’a, Afrika’dan Japonya’ya dünyanın farklı kültürlerinde hep beraber kutlanıyor.
Bu da onun gibi bir şey bence. Anneler Günü’nde annesinin eline öpmüyor mu Sandal? Nereden çıktı bu gün? Bodrum’dan mı?
Doğum günü, Sevgililer Günü?
Ayrıca “bizim âdetimiz değil” demek de yanlış.
Hafta sonu fenomen komedyen Hasan Can Kaya’nın vizyona giren filmi “Çok Aşk”ın Çeşme’deki The Stay Alaçatı Otel’de yapılan galasına katıldım.
Spoiler vermek istemem ama bir eleştiriyle başlayayım:
Keşke o midyeci tiplemesi sadece iki kere değil, daha çok çıksaydı karşımıza. Her seferinde daha düşkünleşmiş bir halde. Çocuğun halini düşündükçe hâlâ gülüyorum.
Ziyanı yok, “Çok Aşk”ın devamını da yapacak Hasan Can, belki artık ikincisinde...
Gösterimin ardından başrol oyuncuları Hasan Can Kaya ve Büşra Pekin’le sohbet ettik biraz.
En merak ettiğim konuyu yanıtladı Hasan Can: Dijitalin konforlu sularında yüzmek varken niçin beyazperde riskine girdiği...
Özellikle bu işin en büyükleri artık dijitale kaymışken...
Çok idealist bir yerden girdi Hasan Can:
7 bölgeden 7 müzik ve dans
EN İYİ PERFORMANS
Edis’in 40 müzisyen ve 92 dansçıyla ortaya çıkardığı 100’üncü yıl performansı tek kelimeyle muhteşemdi.
Mesela Demet Akalın o kadar beğendi ki Eurovision’a gitmesi gerektiğini savundu. Konser sırasında 7 şarkısını 7 coğrafi bölgenin müzik ve enstrümanlarıyla birleştirmişti.
Sahneye Ege efesi olarak çıkan Edis daha sonra Karadeniz ekibiyle horon tepti, halay çekti, Kafkas dansı yaptı. Meğer lise yıllarında zaten folklorle uğraşmış. Ortaya âdeta Sultans Of The Dance gibi bir performans çıktı.
İkisi de yuhalandı
EN TALİHSİZ PERFORMANS
Herkesin emeğine sağlık.
Ben de oturdum, kendime, kendi 100’üncü yıl marşımı tasarladım.
Zaten öyle kutlu bir şey yaşıyoruz ki, bence her vatandaş kendi marşını denemeli.
<iframe src='//www.hurriyet.com.tr/video/embed/?vid=42352976&resizable=1&autostart=true&playsinline=true&v_utm_source=haber_detay' width='580' height='326' frameborder='0' scrolling='no' allow='autoplay; fullscreen' allowfullscreen></iframe>
Önce bir güzel ‘hırsızlık’ yaptım...
“Aşk Kazası” şarkısının müziğini aldım, onu kafamda filarmonik olarak hayal ettim.
Sonra üstüne yeni baştan söz yazdım.
Bir beğendim ki inanamazsınız!
Ne demek bu?
Özetle şu: “Şarkı benim de içime sinmedi. Kabul, başarısız. Ama arkadaşımı kırmamak için çıkardım...”
Arkadaş kim? Fettah Can’ın eşi, şarkı yazarı ve prodüktör Cansu Kurtçu.
Mesele Cansu Kurtçu’ya da soruldu, o da şu cevabı verdi:
“Bana 1.5 sene önce nakarat göndermişti, ‘Lütfen bunu yaz’ diye. Tabii ben de arkadaşımın isteğini kıramam. O öyle istedi. Demet’in çıkaracağını düşündüğüm bir şarkı değildi...”
Haydaa... Biri “arkadaş hatırına” şarkı yapıyor, öbürü de yine “arkadaş hatırına” şarkıyı çıkarıyor.
E n’oldu şimdi?
Ah verin elime de kırayım cadının derisi kara elini / Seni gidi dilleri fitne fücur, kıyametin gelsin...
Bir şehir efsanesi halinde Sezen Aksu’nun bu sözleri sevgilisini elinden alan Yıldız Tilbe için yazdığı söylenir. Gerçek ya da efsane... Ama bu sözler yazılacak adamdı Uzay Heparı.
Kendisini hiç tanımadım.
Anne-babası Eti ve Yayla’dan dinledim Uzay’ı. “Yaşlılığı çok düşünüyorum ben. Yaşlandığım zaman bu heyecanları yine taşıyacak mıyım diyorum. Bu yüzden her şeyi yaşamak istiyorum...” demişti.
Belki de bu yüzdendi heyecanı, telaşı. Çünkü bırakın yaşlılığı, orta yaşını bile göremedi. Hatta ölümünden bir gün önce doğacağını öğrendiği oğlu Kanat’ı da.
Dünyanın bütün yeteneklerini aynı bedende toplamış gibiydi Uzay. Genç yaşına rağmen bir popüler kültür ikonu haline gelmişti. Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar” filminde başrol oynamıştı.
Ama asıl kabiliyeti tutkuyla bağlı olduğu müzikti.
Dehası fark edilince çocukluğundan itibaren klasik müzik eğitimi almaya başlamıştı. Daha 19 yaşındayken Zuhal Olcay’ın “Küçük Bir Öykü” albümünde piyano çaldı.