Kostüm, çünkü kolları tülden ama gece kıyafeti değil. Altında danteli var ama kombinezon değil.
Yakası yüksek ve fermuarlı ama eşofman değil. Önü işlemeli ama kilim değil.
Yazıyla tarif etmesi zor, fotoğrafı incelemeniz lazım.
Maison Margiela’nın bu “ürünü” 124 bin küsur liraymış bir de. Parasını kendi verdiyse yazık oldu “Bergen” filminden kazandığı paralara.
Gerçi onun galasına da yine çok tuhaf bir kılıkla katılmıştı.
Yok 124 bini yapımcıya ödettiyse neyse o zaman, ziyan olmaz, evde temizlik yaparken falan giyebilir.
Buna mukabil Farah Zeynep Abdullah’ın filmin setinde birbirine girdiği
Geçen cumartesi akşamı Karaköy’deki Nox adlı kulüpteyiz. Birleşmiş Milletler gibi bir mekân.
Yan masamızdaki çift Lübnanlıydı. Çaprazımızda kadın kadına Yunanlılar. Almanlar, hatta Kolombiyalılar...
Saçları tepeden bağlı barmen, siyah garson falan şenlikli bir yer. Samimi ve mesafeli bir servis...
Kahvaltının dışında güveçte pastırmalı sıcak humus, deniz mahsulleri meze, somonlu tagliatelle, etli fajita gibi lezzetli tabakları ve big bukowski, libido gibi leziz kokteylleri var. 42 çeşit viski bulunduruyorlarmış.
Fakat size asıl bahsetmek istediğim, cumartesileri burada sahne alan Suzet (Baycu) adında bir şarkıcı. Sahneye bir saksafon, bir de gitarla geliyor. Ece Seçkin, Zeynep Bastıkgillerden: Selvi boylum al yazmalım yani. Fakat Sezen Aksu’da da boy yok ama ses böyle bir şey işte, irtifaya bakmıyor. Seksapel de öyle: Suzet sahnede göz dolduruyor.
Cazla pop arasında gidip gelen bir sesi var. “Besame Mucho”, “Kisas Kisas”, “Despacito”, “Fly Me To The Moon”, “Light My Fire”, “Sufriendo”, “Je Veux l’Amour” gibi farklı dillerde, farklı tarzlarda şarkılarını söylerken bazen aynı şarkının içinde Fransızcadan Türkçeye, Türkçeden İngilizceye geçiyor. Sahne arasında biraz sohbet ettik. Londra’da müzik eğitimi almış. Her masaya nasıl kendi dillerinde hitap ettiğini sordum, 7 dil bilen bir gezgin ve rehbermiş aynı zamanda. Bugüne kadar 83 ülke görmüş. Şarkılarını da yollarda yazıyormuş.
Yarın da yeni teklisi “Dudak” çıkıyormuş. Klibini bana izletti telefondan, gayet enerjik, cool ve seksi olmuş. Hatta bir kısmını basket potasının üstünden söylüyor: Gözlerime bak / Beni sanma hiç uzak / Kurma kalbe tuzak / Dökülür gerçek dudak, dudak, dudaktan...
İşte benim sanatçılarım!
Sevdiğimiz, hayranı olduğumuz sanatçılar için atılan her oy çok önemli. Çünkü kazananlar yüzde 70 halkın, yüzde 30 da sektörün duayen, ünlü isimlerinden oluşan jürinin oylarıyla seçiliyor.
Kazananlar ödüllerini 3 Aralık Pazar akşamı Zorlu PSM’de gerçekleşecek Pantene Altın Kelebek Ödül Töreni’nde alacak. Üstelik bu yıl bir ilk olmak üzere ödül töreni, görsel ve işitsel engeli bulunan bireyler için sesli betimlemeler ve simültane işaret dili çevirisiyle baştan sonra erişilebilir halde dijital olarak da yayınlanacak.
Favori adayını desteklemek isteyenler 16 Kasım Perşembe 23:59’a kadar, Pantene Altın Kelebek Ödülleri resmi internet sitesi www.pantenealtinkelebekodulleri.com’dan oy verebiliyor.
Üç film, toplam 830 bin
Vizyonda üç Atatürk filmi birden var. Onur Tuna’nın Atatürk’ü canlandırdığı “Son Akşam Yemeği”, Aras Bulut İynemli’nin oynadığı “Atatürk 1881-1919” ve Atatürk’ün annesini anlatan “Zübeyde, Analar ve Oğullar”.
Box Office Türkiye’nin son verilerine göre “Son Akşam Yemeği”ni 45 bin 862, “Zübeyde”yi 33 bin 179 ve “Atatürk 1881-1919”u 750 bin 120 kişi izlemiş. Toplam sayı 830 bine dayanmış. 29 Ekim’de Anıtkabir’i bir günde 1 milyon 200 bin kişi ziyaret ederek rekor kırmıştı.
Gişe rakamları gösteriyor ki, filmlere pek rağbet olmamış. Bunda dijital platformlarda film izleme alışkanlığının mı, film içeriklerinin iyi olmamasının mı etkisi var, tartışmak gerek...
Yemek üstü parti konsepti Bursa’ya geliyor
Seyirciye “Beklemenin adabı vardır, benim nabzım şu an 200, ne fotoğrafmış, insan saygılı olur” demişti.
Hayranı ona “Biz seyirciyiz, sen sporcusun, tabii ki fotoğraf çekileceksin” deyince sinirlenmiş, “Sen beni satın mı aldın kardeşim? Nefes alamıyorum” diye çıkışmıştı.
Haklıydı da bence. Bizde böyle bir birlikte fotoğraf çektirme terörü var. Sadece sporcularla değil, sanatçılarla da. Sanki herkes her an fotoğraf çektirmeye hazır olmak zorunda. Belki o gün morali bozuk, belki o dakika acelesi var, belki o an fotoğraf çektirmek için kendini bakımlı hissetmiyor...
İsmail Balaban da o çıkışında haklıydı ama belli ki ciddi bir öfke kontrol sorunu var. En son Fethiye’de düzenlenen yağlı güreşlerde rakibine sinirlenip maçı bıraktı. Olur mu? Olabilir.
Ama yetmemiş gibi sahadan ayrılırken kendisine tepki gösteren seyircilerle tartıştı. Olur mu? Olmaz.
Daha da yetmedi, o anları kayda alan gazeteciyi tartakladı, görüntüleri sildirmek istedi. Balaban’ın takım arkadaşları da gelince gazeteci Emrullah Gök kayıtları silmek zorunda kaldı.
Bunların 15’i İzmir’de, 19’u Bodrum’da, kalanı İstanbul’da.
Yani İstanbul iyi bir performans sergilemiş ve geçen yıl 53 olan restoran sayısını 77’ye yükseltmiş. Neredeyse yarı yarıya bir artış var.
Bu halimizle turizmdeki önemli rakiplerimiz İspanya, İtalya gibi ülkelerden hâlâ gerideyiz ama başlangıç yılları için gayet umut verici.
Geçen yıl şef Fatih Tutak, Turk adlı restoranıyla iki yıldıza layık görülmüştü. Bu yıl yıldızlarını korudu.
Fatih’i tanırım. Hırslı adam.
Tıpkı “Çok Pişmiş” filmindeki asabi şefi canlandıran Bradley Cooper gibi seneye üçüncü yıldızı alabilmek için kendini yırtacaktır.
Önce tabaktaki döneri bir güzel silip süpürüp...
Üstüne sütlacı götürüp çay hüpleten kaymakam...
Çıkışta dükkân sahibine yemekleri beğenmediğini söyleyip...
Afra tafra yapıp hesabı ödemeden çıktı.
Koskoca kaymakam.
Cesarete bak, dönerci Ferhat Kodat, Kaymakam Hacı Kerim Maral’dan şikâyetçi oldu:
“Kaymakamımızın davranışı bizi üzmüştür. Hesabı ödemesin, canı sağ olsun, fakat müşterilerimizin yanında bizi rencide etmesi beni ve çalışan arkadaşlarımızı üzmüştür. Diğer müşterilerimize nasıl hizmet ediyorsak kaymakamımıza da aynı hizmeti verdik. Kasaya gelip bağırarak ‘Yemeği beğenmedim, tatlıyı beğenmedim bu yüzden hesap ödemiyorum’ deyip çıktı gitti...”
Son olarak Sicilya’da arabanın içinde giderken kendisini çeken bir hayranının telefonunu alıp yere atmasıyla gündeme gelen Can Yaman yeni bir açıklama yaptı.
Daha önce bu konuda yorum yapanları sert bir şekilde eleştirip “Görüşmemek üzere” diye bitirmişti paylaşımını.
Bu kez daha makul:
“Elimizden gelenin en iyisini yapmak için her gün çalışıyoruz ve bu nedenle sık sık strese giriyoruz. Set gece 1’de bitiyor ve dışarıda resim için insanlar beni bekliyor. Yorgunum ve ertesi gün yine çok erken kalkıyorum, bu yüzden fotoğraf çekmek için duramıyorum ve sadece ‘merhaba’ diyorum. Bazıları beni kötü adam gibi gösteriyor. Gerçekten üzgünüm. Günün 24 saati enerji dolu bir çocuk olmadığımı ve yenilmez olmadığımı hatırlatmak isterim. Ara sıra bedenim acıdan titriyor ve sonraki günler için dinlenmeye ve konsantrasyona ihtiyaç duyuyor. Çünkü set bitince iş orada bitmiyor, geri dönüp ertesi gün için çalışıyorum ve gece 4’te yatıyorum. Varlığınızı ve sevginizi her zaman takdir ediyorum, ancak şunu anlamalısınız ki ‘Hayır’ dediğimde sebeplerim var.”
Tahminim o ki megalomanca tavır ve çıkışlarına birileri “Dur” demiş ve profesyonelce bir açıklama hazırlanmış.
Bu kez de Polat çiftinin yaşamına benzer yaşamları, hatta onları taklit ettikleri konuşulan Özlem&Tayyar Öz çifti için “Bu ikisine de bakmanız lazım arkadaşlar” paylaşımında bulundu.
Tayyargiller olarak anılan çift paylaşımlarını temizlemeye başladı.
Çiftin hacamat gibi hizmetler veren bir kliniğini var.
Cüneyt Özdemir isyan etti: “Abi hacamat yaparak nasıl böyle paralar kazanıyorsunuz, gözünüzü seveyim ya!”
İsyan edenlerden biri de şarkıcı Işın Karaca’ydı. “Ben tabiri caizse 25 yıldır köpek gibi çalışıyorum. Böyle bir yaşama erişmek için değil ama” diyen Karaca, “Fenomenmiş! Zırt deliğin fenomeni!” çıkışıyla gündem oldu.
Eskiden gösteri dünyasının ünlüleri vardı. Şimdiyse “gösteriş dünyası”nın ünlüleri. Yakın zamana kadar birbirleriyle yarışırken şimdi panikteler anladığımız kadarıyla.
Dilan&Engin Polat sürecinin bir faydası da artık bu tür görgüsüzlüklere daha az maruz kalacak olmamız galiba.