Sahnede Sezen Aksu. Yanında sazendeler.
Bardan tek buzlu bir ‘kırmızı viski’ istiyor ve başlıyor programa: “Bas bas paraları Leyla’ya / Bi’daa mı gelicez dünyaya”...
İki şarkı söylüyor, arada durup durup bu nakaratı giriyor. Şarkı verdiği, yetiştirdiği, sözünün geçtiği kim var kim yoksa toplamış mekâna: Aykut Gürel, Cihan Okan, Levent Yüksel, Işın Karaca, Emel Müftüoğlu, Emre Altuğ... Sezen Aksu bar şarkıcısı mı? Yoo.
Ama mekân, yakın arkadaşı Ece Aksoy’un yeri: Kuruçeşme Ece Bar. 2000’in ekim ayı.
Sırf arkadaşına kıyak olsun, mekân şenlensin diye beş kuruş almadan yapıyor programını Kuruçeşme Ece Bar’da. O zamanlar Önder Fırat’la sevgili. Önder Bey en ön masaya kurulmuş.
Sahnede Sezen ve ‘Sezengiller’ olunca varın geri masaları siz düşünün: Ülkenin en zengin, en popüler, en başarılı futbolcuları, sanatçıları, işinsanları, sosyetikler, rantiyeler...
ALMANLARIN, FRANSIZLARIN BU ŞATAFATA PARASI YETMİYORDU
Türkiye’de oksijen oranının en yüksek olduğu yer Kazdağları.
Ülkemizin akciğeri.
Memleketimizi korumayla ekonomik katkı arasında sıkışıp kaldığımız cennet parçası.
Hani denizlerimiz için “mavi vatan” diyoruz ya... İşte bu da “yeşil vatan”.
Buradaki altın madenciliğinin yarattığı tahribat kamuoyunu uzun süre meşgul etmiş, protestolar düzenlenmişti.
Hatırlarsınız, daha iki yaz evvel...
Aslında tamamen aklıselime teslim edilmesi gereken, teknik bir konu.
Ama nasıl becerdiysek, bunun üzerinden bile kamplaşmayı başarmıştık.
Deniz Seki “Savaş ve Aşk” adında yeni bir şarkı çıkardı. Fakat şarkısından çok yeni imajı konuşuluyor.
Buse Tirman’ın çektiği fotoğraflarda bambaşka biri var karşımızda.
Acayip fitleşmiş, hatta tipi, yüzü bile değişmiş.
Yeni fotoğraflarında bir “afet” var karşımızda.
İnsan Nasreddin Hoca’ya bağlıyor: Deniz buradaysa Seki nerede? Seki buradaysa Deniz nerede...
“Eski hüzünlü, kilolu Deniz’den çok sıkılmıştım. Pandemi ortamında üretmek de içimden gelmedi. Ben de biraz kendime yatırım yaptım” diye açıklıyor bu değişimi.
Şeyda Coşkun’la çalışıp 20 kilo vermiş. Yüzüne-gözüne bazı küçük dokunuşlar yaptırmış.
Fakat bu kadar da değişim mümkün mü?
◊ Bir kadın, boşanınca soyadını neden değiştirmez? Alışkanlık mı, devamlılık mı?
- Birkaç nedeni var. Birincisi, sanat hayatımda kullanmaya başladığım bir isim olması. İkincisi, kızımın soyadıyla aynı olması. Üçüncüsü, sanat hayatımda önemli bir yeri olan hocam, aynı zamanda kayınpederimin soyadı olması...
◊ Uçaktan indiniz... Japonya mı daha şaşırtıcıydı, 17 yıl sonra temelli döndüğünüz Türkiye mi?
- 1981 senesi, İstanbul’dan Tokyo’ya gidiş macerası... Karaçi-İslamabad-Pekin-Tokyo... Pakistan Havayolları ile. Tokyo, o zamanın en yeni, en teknolojiye hakim, en zengin şehri olarak büyük bir şok yaşatmıştı. Ama canım ülkemi hiçbir yerle mukayese etmem. O yüzden büyük değişim geçiren ülkem bana daha şaşırtıcı gelmişti.
◊ Tokyo’da yabancı öğrenci kabul etmeyen Güzel Sanatlar Akademisi’nin kapısını aylarca aşındırdınız ve okulun ilk yabancı öğrencisi oldunuz. Azim mi, inat mı?
- Biliyor musun, her ikisi de.
Kerem Bürsin’in YTÜ Ödül Töreni’nde yaşadığı skandal sonrası olayın müsebbibi sunucu Bay J özür diledi ama biraz zor bence.
Başka biri için belki daha kolay böyle bir hatayı unutturmak.
Ama işi “sunuculuk” olan biri için kendi sunduğu gecede, “davetin starına saldıran kişi” olarak hatırlanacak.
Konuyu kaçıranlar için tam Kerem Bürsin konuşmasını bitirip sahneden iniyor, Bay J arkasından “Kerem Bey zor şartlarda çalışıyor. Gözleriniz dolacak ama geçen yıl bölüm başına 120 bin TL alarak çalışmaya devam etti” diye bağırıyor.
Bir daha hangi sanatçı Bay J’nin sunduğu bir organizasyona katılmak ister ki?
Farah Zeynep Abdullah anında tweet attı mesela: “Kerem’e yapılan ne kadar ayıp ya”...
Bu olaydan sonra organizatörlerin de bakışı değişecektir Bay J’ye...
Özür konuşması da bir tuhaf.
İzlediğimiz birçok dizi ve filmin çekildiği ve onlarda oynayan ünlülerin kendilerine ‘mahalle’ bellediği meşhur Cihangir semti aslında iki cadde ve onları birbirine bağlayan 4-5 küçücük sokaktan ibaret.
Gazetelerde okuduğumuz ‘el ele görüldüler’, ‘arkadaşlarıyla buluştu’ gibi haberler de buraya serpiştirilmiş mekânlarda cereyan ediyor/ediyordu.
Semtin pandemideki halini görmek için bu iki anacaddeden Akarsu Yokuşu’nun başladığı Firuzağa Camisi’nin önündeyiz. Caminin etrafındaki mekânlardan hiçbiri kapanmamış. Çeşme Kafe, Cafe Firuz, Elvan Pastanesi ve Kardeşler Kebap yerli yerinde. Kardeşler’i açık görmekten bilhassa mutlu oluyorum. Muhteşem kelle paça çorbası vardır ama gerçekten güzel mi, sabahın beşinde eğlence dönüşü mü öyle geliyor insana, orası biraz karışık...
Firuzağa’dan Akarsu Yokuşu Caddesi’ne giriyoruz. 250 metrelik caddenin sağ tarafında sırasıyla Riko Teras, Smyrna, Rose Marine, Hayat Restaurant ve Journey var. İnanılır gibi değil: Hepsi açık ve tıklım tıklım.
Maskeler olmasa sanki salgın hiç uğramamış gibi... Masalarda oturanlar, kaldırımda ikili-üçlü ayakta takılanlar, motosikletler, scooter’lar, köpek gezdirenler, yürüyüş yapanlar, puset ittirenler... Sokak klarnetçisinin çaldığı ‘Hasretinden Yandı Gönlüm’ şarkısı yankılanıyor bütün caddede.
İçlerinde en çok semtin simgelerinden Smyrna için seviniyorum. Kapandığı dedikoduları yayılmıştı. Fakat 17.52 itibariyle hiç yer yok. Ta caddenin en sonundaki Journey’de bir masa bulup atıyoruz kendimizi.
Boşluklarına mı geldi bilmiyorum ama ateş ölçen, HES kodu soran olmadı.
Karahan Çantay: 1995 Türkiye “erkek güzeli”.
Aradan çeyrek yüzyıl geçmiş, artık kullanmıyoruz bu “erkek güzeli” lafını. Onun yerine “best model” falan diyoruz. Allah’tan aynı dönem bu isimde bir şarkı yapmış da kayıt altına almış Sezen Aksu: “Seni pamuklara sarmalar sararım”...
Karahan Çantay’a neden bu kadar üzüldük?
Bir kere adı üstünde:
“Erkek güzeli.”
İnsan ayrımcı davranıyor, yakışıklıya/güzele nedense daha bir kıyamıyor, en baş sebep bu galiba.
Televizyon-dizi sektörünün formülü gibi:
Ağlarken de, gülerken de, bağırıp, savaşıp sevişirken de... Güzele daha çok yakıştırıyoruz bu halleri. Ona ilgimiz kabarıyor, onu takip ediyoruz, ona reyting sağlıyoruz. Ama bizim “erkek güzeli”mizin ölüm biçimi de trajik.
Bazı özel insanlar var ki sadece yaşarken değil vefatlarıyla bile birleştirici rol oynuyor, toplumun bütün kesimlerini hürmet ve iyi temenniler etrafında bir araya getiriyor.
Barış Manço gibi. Kemal Sunal gibi. Zeki Müren gibi. Adile Naşit, Münir Özkul gibi.
Ne mutlu Rasim Öztekin’e. Ne güzel yarattı yine aynı iklimi. İnsanlara bunu tekrar yaşattı.
Ne mutlu bize. Böyle bir sanatçımız olmuş.
Bazı insanların görmekten yoksun kaldığı güzellik de bu işte.
Mesela Özdemir Erdoğan. Kafayı Zeki Müren’e taktı biliyorsunuz.
Çeyrek yüzyıl önce ölmüş insanı ülkemize zarar vermek için meydana getirilmiş bir proje olmakla suçladı en son.